Tarık Çelenk yazdı: Bizde neden Lawrence yetişmez?

Geçen İngiltere seyahatim sırasında yazdığım yazı ve paylaştığım fotoğraflar oldukça ilgi gördü. Özellikle “Arabistanlı Lawrence”ın mezarı, evi ve kaza yeri anıtı mahalleli tarafından tepkiyle değil, merak ve ilgiyle karşılandı. İnsanlar bana dostça güvenle yaklaşarak soruyorlardı: “Abi, orada ne işin var?” ya da “Şu bizim ajan Lawrence değil mi?” Bir kısmı ise mezar ve kabristan için Sultan II. Mahmud’un veziri Halet Efendi’nin mezarı için yazılan şu uyarlamayı paylaşmıştı:

“Ne kendi eyledi rahat ne âlem buldu huzur,
Yıkılıp gitti cihandan, dayansın ehli kubur.”

Bizde neden Lawrence yetişmez?
Bizde neden Lawrence yetişmez?

Bu ve benzeri tepkiler, kültürel olarak “neden” sorusunu aklımızda veya vicdanımızda taşıyamadığımızı gösteriyor olabilir. Belki de bilimsel düşünce yerine, duygu ve fantezi dünyamızın kısa yollarını seçiyoruz. Bu bağlamda, Ali Nesin’in sosyal medyada söylediği şu ifade ilgimi çekmişti:

“Bu toplum bu zihin yapısıyla yeni bir şeyi icat edemez, ancak taklit eder.”

Aklıma, Gertrude Bell, Binbaşı Noel veya Lawrence gibi figürlere karşı bizde ancak rahmetlik Ayhan Işık’ın oynadığı o zamanki Kurtlar Vadisi benzeri “İngiliz Kemal” fantezilerinin üretilebildiği geldi. Bir parça gerçek hikaye varsa, onlar da Kuşçubaşı Eşref veya Yarbay Şefik Özdemir’in hikâyeleriydi; ancak devlet olarak bu figürlere sahip çıkamadık.

Bu yazıda giriş kısmı bu. Ancak asıl konu şudur: Binbaşı Noel gibi resmi görevliler dışında, Ortadoğu’da sahayı şekillendiren Bell ve Lawrence gibiler, tamamen Haçlı Seferleri romantizmiyle bugüne ulaşan entelektüel-akademik birikim ve devlet bürokrasisinden sadece bağımsız bir sivil İngiliz aklının temsilcileri miydi? Yoksa devlet ile iç içe geçmiş bir emperyal görev bilinci mevcut muydu? Bizde neden bir Bell veya Lawrence çıkmaz?

Akademik ve entelektüel altyapı

Bu şahsiyetler güçlü bir akademik ve entelektüel altyapıya sahipti. Lawrence, Oxford’da arkeoloji ve tarih eğitimi almış; Bell, Cambridge’de Doğu dilleri üzerine uzmanlaşmış; Bennett ise İngiliz bürokrasisinin yetiştirdiği yetkin bir istihbaratçıydı. Konforlu akademik hayatlarını terk edip Ortadoğu’ya yönelmeleri, salt bireysel motivasyonla açıklanamaz. Burada bilimsel merak çok önemli bir faktördü. Bu durum adeta Darwin’in Arjantin’e yaptığı uzun seyahati anımsatır. Buna sonradan “emperyal görev bilinci” güdüsü de eklenebilir.

Bu birikimleri sayesinde Ortadoğu’yu okuyup doğru iletişim kurmaları, Büyük Britanya açısından Bell ve Lawrence gibilerin katkıları Sir Mark Sykes ve Yüzbaşı Picot’un cetvelle çizdiği sınırlara kıyasla çok daha sürdürülebilir bir yaklaşım sunabiliyordu. Bizde ise reformlar, bölge ve tarihe dair tezlerimizi üretenler genellikle düşünürler değil, hep bürokratlar oldu. Referans alınan düşünürlerin ise akademik entelektüel alt yapıları yetersizdi.

Emperyal motivasyonun romantizminin tarihsel kültürel arka plan

Lawrence ve Bell’in yazılarında, Haçlı Seferleri’ne atıf yapan bir romantizm vardır. Lawrence, Seven Pillars of Wisdomadlı eserinde Arap savaşçılar ile Haçlı şövalyeleri arasında benzerlikler kurarken; Bell, mektuplarında Arap çöllerini “medeniyetler arası bir köprü” olarak tanımlamış ve Haçlı kaleleriyle kurduğu sembolik ilişkiyi vurgulamıştır. Bu tarihsel romantizm, kişisel macera arayışlarını meşrulaştıran bir kültürel arka plan sağladı.

Bizde neden Lawrence yetişmez?
Bizde neden Lawrence yetişmez?

Jungyen perspektiften bakıldığında, Lawrence ve Bell’in Ortadoğu’daki faaliyetleri yalnızca politik ve askeri hamleler değil, aynı zamanda derin arketipsel motiflerin sahnelenişidir. “Kahraman yolculuğu” emperyal görevle birleşmiş, “gölge” ile yüzleşme Doğu’da vücut bulmuş ve “persona” kültürel-sivil bir maskeyle stratejik işlev kazanmıştır. Emperyal görev bilinci, bu bireylerde dışsal bir emirden çok, kolektif bilinçdışının derin arketipleriyle uyumlu bir içsel zorunluluk gibi hissedilmiştir.

Osmanlı ve İngiliz imparatorluk tipleri

Osmanlı, “dünyaya açılan bir kolonyal imparatorluk” değil, “merkezi bir siyasal ve askerî devlet”ti. İngilizler Hindistan’dan Ortadoğu’ya uzanan deniz aşırı kolonyal ağlar kurarken, Osmanlı yayılmayı kara yoluyla ve doğrudan fetih yoluyla yürütüyordu. Bu yüzden Osmanlı’da “uzak diyarlarda görev bilinciyle maceraya atılan, keşif yapan, rapor yazan” birey tipine pek ihtiyaç yoktu; fetih, bürokratik merkezden emir ve asker gücüyle yürütülüyordu.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

19. yüzyıl Osmanlısı için ana gündem, yeni topraklar fethetmek değil, var olanı korumaktı. İngiltere ve Fransa gibi güçler “yeni alanları sömürgeleştirme” özgüveniyle hareket ederken, Osmanlı elitleri sürekli “savunma, geri çekilme, imparatorluğu ayakta tutma” psikolojisindeydi. Böyle bir atmosfer, kahramansı “görev bilinci”ni beslemez, aksine pragmatizmi ve statükoculuğu artırırdı.

Bizde neden Lawrence yetişmez?
Bizde neden Lawrence yetişmez?

Kültürel ve psikolojik farklılıklar

İngiliz kültüründe “kahraman, kâşif, maceracı” arketipleri özellikle Viktorya dönemi edebiyatı ve Crusader-romantizmi ile beslendi. Osmanlı’da ise İslami gelenek içinde gazi ve derviş tipi vardı; ancak bu arketip 17. yüzyıldan sonra törensel, pasif ve nostaljik bir forma büründü ve modern dönemde yeniden üretilemedi.

Birey-devlet ilişkisi açısından da fark büyüktü: Osmanlı’da bireyler devletten bağımsız kahramanlık misyonu üstlenemezdi. Lawrence ve Bell’in kişisel inisiyatifi, devletle organik bağlarının yanında ciddi ölçüde şahsi romantizm ve macera arzusuna dayanıyordu. Osmanlı kültüründe “devlet aklı” o kadar belirleyiciydi ki, bireysel bir misyon duygusuna alan bırakmazdı.

İngiliz aristokrasisinde klasik öğrenim gençlere Homeros’tan Shakespeare’e “kahramanlık, keşif, medeniyet misyonu”nu işlerken, Osmanlı eğitiminde medrese, tekke ve modern mektepler daha çok itaat, ezber ve bürokratik görev yetiştirdi; bireysel maceracı tipler doğmadı. Ayrıca İngiltere, Royal Geographical Society, British Museum ve arkeoloji enstitüleriyle bireylerin merak ve maceracılığını kurumsal bir şemsiyeye oturtuyordu. Osmanlı’da arkeoloji, filoloji ve antropoloji ya çok geç geldi ya da devletin şüpheci tavrıyla gelişemedi.

Devlet bürokrasisi ve modern Türkiye

Osmanlı/Türkiye’de “düşünür-bürokrat” yerine “emir kulu-memur” tipi öne çıktı. Sykes-Picot tarzı anlaşmalar üreten İngilizler genellikle siyasetçi ya da diplomat-entelektüeldi. Osmanlı’da diplomasi daha çok “beylik kâtipliği” seviyesinde kaldı; kendi başına kavramsal projeler geliştiren figürler nadirdi. Cumhuriyet döneminde de bireysel “emperyal misyon” figürleri üretilmedi; resmi ideoloji tüm entelektüel enerjiyi ulus-devlet inşası ve iç modernleşmeye yönlendirdi. “Dışarıya açılan kahraman” yerine “içeride toplumu dönüştüren mühendis” tipi üretildi.

Sonuç

Lawrence’ın ortaya çıkmasını sağlayan kombinasyon —çok disiplinli eğitim, emperyal görev bilinci, bireysel kahramanlık arketipi, Batı entelektüel ortamı— Osmanlı’da mevcut değildi. Osmanlı, kolektif ve merkezi bir hiyerarşi üzerine kuruluydu; bireysel inisiyatif, emperyal ideallerle birleşen stratejik eylem ve modern bilimsel altyapı olmadan Lawrence tipi bir figür çıkamazdı.

Bugünkü Türkiye’mizdeki benzer sorunlar hiçbir zaman Osmanlı geçmişimiz ve alışkanlıklarımızdan bağımsız olamayacaktır.