Geçtiğimiz haftanın en çok konuşulan başlıklarından biri, Meclis açılış resepsiyonunda verilen fotoğraflar oldu. Belki “verilen fotoğraf” yerine “alınan fotoğraf” demek daha isabetli olur. Çünkü hem olayın gerçekleşme biçimi, hem ön hazırlıkları hem de sonradan öğrendiğimiz kulis bilgileri, bu fotoğrafların “şans eseri” yakalanmış enstantaneler olmadığını gösteriyor. Erdoğan, ABD gezisindeki “meşruiyet” alışverişi sonrasında, içerdeki -en azından reel siyaset atmosferindeki- meşruiyet temini için bir hamle yaptı ve kendisini tekrar iç siyasetteki “meşruiyet odağı” olarak gösterecek bir tablo yaratmak istedi. Organize bir çalışmayla gayet bereketli görüntüler yakalandı. “Meşruiyet”, tıpkı itibar gibi alınıp satılan, değiş tokuş edilebilen, lazım olunca tedarikçisinden temin edilebilen bir meta haline getirilmişti zaten. Bütün tüketim malları gibi kullanım değerinden veya muhtevasından ziyade, yarattığı imaj ve reklam değeriyle fiyatlanıyor artık. İşte bu fotoğraflar böyle bir malzeme ve Erdoğan’ın albümünde yerlerini aldılar.
Erdoğan’ın daha önce Merkel görüşmesinde kullandığı altın varaklı koltuk yine sahnedeydi ve sembolik ağırlığı da hayli belirgindi. (Bu kez ikizi de Bahçeli için yerleştirilmişti.) Fotoğrafın diğer “unsurları ise sahnenin tasarımı ve Erdoğan’ın beden diliyle; kimin iradesi, lütfu ya da müsaadesiyle olduğunun altı kalınca çizilerek hizaya dizilmiş sandalyelerdi. Tablo, sandalyelerin üzerine yerleşenlerin resmin bütünü karşısında kaçınılmaz olarak “önemsizleşeceği” biçimde tasarlanmıştı. Elbette ilk görüntünün yaratması istenen etkisinin ardından, sıralama ve yerleşimin de verimli tartışmalar açması umulmuş ve hazırlanmış olmalı. Erdoğan için senelerdir özenle hazırlanan -ve korunan- “o ve diğerleri” ayrımının, ağır meşruiyet zafiyeti yaşandığı böylesi günlerde bu kadar güçlü biçimde tekrar edilebilmesi, hayli masraflı ABD organizasyonuyla kıyaslanınca çok kelepir sayılır. Ayrıca bu resim, geçen yılki meclis açılışındaki “normalleşme” havasını, hem normalleştirilen hem de normalleştiren açısından yenileme niyetinde.
Görüntülerin açtığı tartışmalar
Fotoğraf karesine yerleşen, giren, sığışan veya yakalananlar, tam da istendiği ve beklendiği gibi çıkan tartışmalara bigane kalamadılar. Çünkü çıkan resimler sıkıntılı mimikler yanında her meşrepten istismarcıya imkan verecek kadar ayrıntı içeriyordu ve “bizi mizanseni kuranların niyeti ilgilendirmez” savunmasını zorlaştırıyordu. DEVA sözcüleri karşı saldırıyla, Gelecek Partisi sözcüleri normalleştirerek, DEM sözcüleri önemsizleştirerek, CHP medyasında Özgür Özel’den bile fazla yer bulan İYİP Sözcüleri ise sessizlikle durumu izaha yöneldiler. Özgür Özel ise CHP’nin olmadığı bir resim ve gelmediği meclisin sevimsizliğini göstererek, değerli yalnızlığı -verimsiz yalıtılmaya düşmeden- korumaya yöneldi. CHP çevresinde son dönemde iyice palazlanan odakların iştahla hamle ettiği cancel (linç) çağrılarına kulak asmadı ya da bağırmayan ve kimseyi itmeyen moral üstünlüğün getirisini tercih etti. Meclis açılış oturumuna katılmama kararının iktidarın istediği gibi bir yalıtılmaya yol açmasının önünü kesti. Kuşkusuz geçen yılki vahim “normalleşme” hatasını da unutturdu.
Resmin içinde yer alanlara geri dönersek; medyasının memnuniyetinden anladığımız kadarıyla, iktidar cephesi amacın hasıl olduğunu düşünüyor. Hatta bu tablonun CHP’nin yalnızlaştırılmasına yarayacağı bekleniyor ve özellikle DEM-CHP hattında daha önce komisyon vesilesiyle pek serpilemeyen nifak tohumlarının yeşermesi umuluyor. İYİP, kısa bir süre önce meclis komisyonuna üye vermemesi protesto değilmiş gibi, “meclis protesto yeri değildir” bahanesini yeterli görmesi ve katkı verdiği “meşruiyeti” -tıpkı Barrack gibi- “saygı” diye tarif etmesiyle pozisyon sıkıntısını kronikleştirme eğiliminde. DEVA ve Gelecek, eleştirilere verdikleri karşılıklarda “CHP’nin iç çekişmeleri” başlığını kullanarak, iktidar dilinden ayrışma hassasiyetini terk etmekte zorlanmayacaklarını gösterdiler. DEM’in anlık bir durumdan fazla sonuç çıkarmamak gerektiği ve diyalog kapısını açık tutma zorunluluğu gibi argümanları da tablonun yarattığı etkiyi -hele hele kontrol edilmeyen mimiklerle birlikte düşünülünce- hafifletmeye yetmiyor. Çünkü içine girilen resimler, bu tabloyu hazırlayanların niyetlerinden bağımsız sayılamaz.
Niyet herkesi bağlar
Böylesi bir sorumsuzluk iddiası için ileri sürülebilecek argümanların hangisinin daha kötü olduğuna karar vermek çok zor. Birincisi, karşı tarafın (tablonun müelliflerinin) niyetinden habersiz olmak. Bu gerekçeyi, bundan sonrası için siyasi basiret iddiasıyla birlikte kullanmak pek mümkün değil. İkincisi, iktidarın (art) niyetinin bir önemi olmadığını düşünmek. İçinde yaşadığımız konjonktür ve yürürlükteki anti-siyaset mühendisliği, bu umursamazlığı kusur olmaktan çıkardı ve açık bir akıl suçuna dönüştürdü. Üçüncüsü, siyasetin müzakere ve pazarlık zemini olarak kullanılmasının, diğer her şeyden daha önemli olduğunu savunmak. Ancak söz konusu tablonun hiçbir yerinde, hiçbir anında, hiçbir karesinde -eşitler arası- bir siyasi müzakerenin gölgesi, en küçük niyeti bile yok. Dolayısıyla, meclisin ilk gününde hazırlanan mizansene, verilecek resme karar verenlerin niyetleri ve varmak istedikleri netice, kimsenin kendisini dışında tutamayacağı kadar bağlayıcı kaba bir hakikat olarak ortada duruyor. Yani “art niyetler bizi bağlamaz” lafı kimsenin işini kolaylaştıracak sıvışma yolu değil.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Sıkıntılı tablolar oluştuğunda, muhtemel eleştirilerin önüne arkasına yerleştirilen tuhaf kıyaslamalar yapma, geçmişte yaşanmış mağduriyetlerden hafifletici neden yaratma veya “zamanında siz…” diye başlayan rövanşist barajlar kurma gayretleri çok gündeme geliyor. Bunlar, her fırsatı kullanarak pusuda bekleyen etiketlemeleri tekrar tedavüle sokma hevesi kadar sorunlu. Vesile ve fırsat kollayan dışlama ve uzaklaştırma hamlelerini köpürtenler kadar, bu yaratılan fırsattaki sorunlu payı görmekten kaçınmak için saldırganlaşmak da son derece sevimsiz. Eleştirilebilecek bütün noktaların, “zaten ne bekleniyordu” veya “bundan sonrası böyle” kestirmeciliğine taşınması nasıl haksızlık içeriyorsa; her eleştiriyi “sizin görmek istediğiniz bu” diye karşılamak da o kadar adaletsiz. Bir anlık resimden -negatif veya pozitif- büyük sonuçlar çıkarmamak lazım ama aynı anda çok sayıda insanın kontrol edilemeyen mimikleri ve saklanamayan beden dilini de yok sayamayız. İktidar ve hegemonyanın, içselleştirilmiş bir eşitsizlikle şekillenen (beden dahil) dilde başladığını unutmamak gerekir. İçine girilen fotoğraflar da, zamanın donduğu öncesiz ve sonrasız anlar olarak kalmıyor.