Res publica. Kamusal mesele veya kamunun meselesi. Cumhuriyet anlamına gelen “republik” sözcüğünün kökeninde bu iki Latince sözcük vardır. Kamunun meselesi. İki yıl önce yüzüncü doğum yıldönümünü kutladığımız Cumhuriyetimizin kökeninde de bu iki sözcükte dile gelen devlet modelinden hareketle modernlerin geliştirdiği cumhuriyet fikri vardır. Modernler buna “halkın meselesi” demiştir. Bu nedenle Cumhuriyetimizin en önemli ilkesi, cumhuriyet fikrinin olmazsa olmazı “halkçılıktır”.

Mustafa Kemal ne dedi?
Mustafa Kemal Atatürk’ün Nutuk’ta, konferanslarında, konuşmalarında, yerli ve yerli olmayan basına verdiği mülakatlarda, yazılarında sürekli ve en çok vurguladığı ilke budur. Padişahlık rejiminde her şey keyfi bir şekilde bir kişinin ihtiraslarına göre belirlenmektedir. Ama bir kişinin bu keyfi belirlemesi tüm halkın kaderini ilgilendirmektedir. Bu nedenle kurulan Cumhuriyet buna son vermeli; halk bundan böyle kendi kaderini kendisi belirlemelidir.
Ne diyordu Atatürk mealen Nutuk’ta? Halkın iktidarı Osmanlı hanedanlığı tarafından gasp edilmiştir. Ama halk artık uyanmıştır. Kendisinin olanı almıştır ve bunu bir daha kimseye vermeyecektir. Cumhuriyeti kuran modern toplumlar, padişahların, çarların ve kralların “devlet, benim” talebinin karşısına “halk, benim; iktidar benim!” buyruğunu koymuştur.

Yunus Emre’nin çağrısı
Romalı devlet adamı, retorikçi ve felsefe tarihçisi Cicero’nun Türkçeye Devlet olarak çevrilen eserinin Latince orijinal adı “Res publica”dır. Bize bu fikir öncelikli olarak Fransız filozof Jean-Jacques Rousseau üzerinden gelmiştir. Halkçılık, Anadolu halk bilgeliğinin en temel kurucu öğesidir.
Bu nedenle Yunus Emre’nin saygı çağrısı, padişahlara, çarlara, krallara, saraylara, köşklere vs., hatta mala ve mülke saygıya çağrı değildir. Yunus Emre, 72 millete, yani modern tabir ile insanlığı oluşturan tüm halklara saygıya çağrıdır. Eş deyişle Yunus’un 72 millete saygıya çağırısı, özsaygıya, insanın kendisine çağrıdan başkası değildir.
Ama Mustafa Kemal ve Cumhuriyetimizi kuranlar, başlarda Rousseau’nun halkçılık fikrini dahi yeterince halkçı bulmazlar. Mustafa Kemal bunu… Bu nedenle Cumhuriyetin ilk yıllarında “meclis hükümeti” denemesi yapılır.
Modern cumhuriyetin yurttaşlık fikri
Fakat ne yazık ki bu denemeden Batılı devlet yetkililerinin ve diplomatların baskısıyla vazgeçilir. Böylece bizde de, Karl Marx’ın modern devlet biçimini tanımlarken kullandığı “temsili devlet”, yani klasik Alman filozofu Kant’ın “cumhuriyetçi devlet” dediği halkın kendi kendisini örgütleme ve bir süreliğine seçilen temsilcileri dolayısıyla idare etme tarzı kurulmaya başlar.
Modern cumhuriyetin yurttaşlık fikrini Kant, “her yurttaş her yurttaşın özgürlüğünden sorumludur” diye tanımlar. Buna göre her bir yurttaş, her bir yurttaşın özgürlüğünün gerçekleşmesinden, her bir yurttaşın insan ve yurttaşlık haklarının kimden gelirse gelsin saldırılara karşı korunmasından sorumludur. Yurttaşlık erdemi bunu gerektirmektedir.
Feodalleşme ve çöküş
Fakat çağdaş siyaset felsefecilerinden Ingeborg Maus, modern demokrasilerin sanki yeniden feodalleşme eğilimi içinde olduklarına dikkat çeker. Batılı demokrasilerde bile gittikçe daha çok tek kişinin sözünün halk iradesini belirleyen, parlamenter sistemin içinin boşaltıldığı, güçler ayrımının anlamsızlaşmaya başladığı, genel geçer yasaların değil, her tarafta güç ve söz sahibi olanların sözünün yasa olduğu bir döneme doğru hızla ilerliyoruz. Feodalleşme ile kastedilen budur.
Genel geçer yasaların geçerli olduğu ve düzenli yargı sisteminin adaleti dağıttığı kurumlar değil, kadıların yasa koyduğu ve yargıyı belirlediği bir yeniden yapılanma içinde olduğumuz açıktır.
Korkulan kavram: Halk
Bu gidişe uygun olarak bizde de son yıllarda sanki cumhuriyet hiç kurulmamış gibi davranılıyor. Cumhuriyetin 100. yıldönümü yerine, sanki yeniden bir kuruluş için sayım başlatılıyor ve buna “Yeni Türkiye Yüzyılı” deniliyor. Özellikle muhafazakâr siyasiler “halk” kavramını artık hiç kullanmıyor.
Yurttaşlık hakları, gittikçe daha çok 5 yılda bir manipülasyonlarla dolu, yani yurttaşların açıkça aldatıldığı seçimlere gitmekle eş anlama gelmeye başlamıştır. Ne bakanlar ne başkanlıklar ne de Cumhurbaşkanı artık ne parlamentoya ne de doğrudan veya dolaylı olarak halka hesap vermek zorundadır. Her ne kadar “millet” kavramı ağızlardan düşmese de; bu durum aslında halkçılık ilkesinin tamamıyla rafa kaldırıldığının en açık ifadesidir.
Halkçılık kavramı ve laiklik
Bundan böyle laiklik ilkesinin geçerliliği kaldırılmıştır, çünkü laiklik kavramının taşıyıcı içeriğini halkçılık anlayışı oluşturmaktadır. Hangi yönetim tarzı olursa olsun; halka hesap vermeyen bir rejimin herhangi bir şekilde laik ve dolayısıyla halkçı olduğu söylenemez.
Bakanların parlamentodan olması, yani halkın seçilmiş temsilcileri arasından atanması dahi zorunlu değildir artık. Kısacası uygulamada 20. yüzyılın başlarında kurulan Cumhuriyetimizin neredeyse adından başka bir şey kalmamıştır artık.
Cumhuriyetin geleceği
Bu durumda cumhuriyetçilik fikrinin geleceğini düşünmek zorundayız. Çağımızda, yani 21. yüzyılda cumhuriyet ve cumhuriyetçilik ne anlama gelmektedir? Öyle görünüyor ki, tüm kurumlarıyla yıkılmış olan Cumhuriyetimizin geleceğini 20. yüzyılın başlarında kurulan cumhuriyeti restore etmek, yeniden kurtarmak artık mümkün değildir. Yaşlı cumhuriyetin tüm kurumları artık tamamıyla yıkılmıştır.
Fakat cumhuriyetin yarattığı değerleri korumak ve geliştirmek ile yükümlüyüz. Bunu toplumumuzun refahı, barışçıl ve insancıl geleceği, Anadolu’da binlerce yıldır tüm kadim uygarlıklar tarafından yaratılmış olan özgürlükçü değerlerin sürdürülmesi için yapmak zorundayız.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bunu nasıl yapacağız?
Bizim kurduğumuz cumhuriyet sistemi de dâhil olmak üzere hiçbir modern cumhuriyet sistemi yoksulluk, yani diğer adıyla “sosyal problemi” çözememiştir. Sosyal devlet modeli yoksulluğun kabul ve teyit edilmesinden başka bir şey değildir.
Cumhuriyet ve Anadolu insanlığının geleceği
Bugün artık cumhuriyetin yeniden kuruluşunun hedefinde, her şeyden önce “sosyal problemlerin” çözümü olmak zorundadır.
Bu nedenle yeniden kurulacak olan cumhuriyetin, emekçi halkların; emekçi kadınların, erkeklerin ve gençlerin daha çok söz sahibi olduğu, çocukların çağlarına, hatta hayvanların ve bitkilerin türlerine uygun yaşam hakkının daha çok dikkate alındığı “sosyal cumhuriyet” olması gerekiyor.
Rousseau’ya göre “bolluk ve barış” içinde yaşama, koşullu cumhuriyet için olmazsa olmazdır. Modern filozoflar temsili devlet modelini önerirken, kalıcı barışın sağlanması için öncelikle bolluğun sağlanması gerektiğini düşünüyorlardı.
Thomas Hobbes, örneğin insanlığın “ölümsüz barış” durumunun sağlanmasının koşulu olarak, kıtlık durumundan çıkılması, bolluğun ve refahın sağlanması gerektiğine dikkat çekiyordu. Bugün artık dünya çapında bolluk, zenginlik ve refah sağlanmıştır. Fakat yurtta ve dünyada barış sağlanamamıştır.
Ülkemizde cumhuriyetin kuruluş aşamasında daha çok refahın sağlanmasına öncelik verilmiştir. Ama üretim alanında gelişme sağlandıkça, üretkenlik artıp bolluk oluştukça, barış problemi de giderek öncelik kazanmaya başlamıştır.
Cumhuriyetin yıkılan değerlerini bugün yeniden inşa etmek, bolluğu ve barışı ebedi bir şekilde tesis edecek olan “sosyal cumhuriyet” olarak kurmak anlamına gelmektedir.