AKP’nin git gide 1990’lar siyaseti yapan bir parti görüntüsüne büründüğü ve koalisyon ihtimallerinin peşinden koştuğu bir ortamda, CHP’nin iki partili sistemlere özgü bir kitle partisi gibi davranmayı başardığından bahsetmiştim bir önceki yazımda. Gerçekten de AKP iyiden iyiye tikel çıkarların partisi olmaya ve bu yolla çekirdek seçmeniyle güçlü bir ideolojik bağ kurmaya meylettikçe, CHP de seçmen tabanını toplumun her kesimine açmaya, farklı çıkar ve talepleri bünyesinde bir arada tutmaya ve asgari müşterekler üzerinden bir siyaset üretmeye çalışıyor. Bu nedenle Erdoğan uzunca bir süredir muhalefetteki isimlerle örtük bir pazarlık yürütmeyi muhalefet seçmenine hitap etmekten yeğ görüyor. CHP ise Özel döneminin son bir senesinde AKP ile herhangi bir al-ver ilişkisine girmek yerine, iktidar seçmenine doğrudan hitap edecek ve onların gönlünü CHP adına kazanabilecek isimleri öne çıkarmakta. Genel başkanlık performansı beklentilerin çok üzerinde bir Özgür Özel varken, Cumhurbaşkanı adaylığı için Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş isimlerinin belirlenmesinin temel nedeni bu. Aynı şekilde sağ seçmenin güçlü olduğu şehirlerde düzenlenen mitingler, milliyetçi hassasiyetleri gözeterek Ruhban Okulu’nun yeniden faaliyete geçmesi gibi konularda insan hakları temelli bir yaklaşımı açıktan savunmakta gösterilen tereddüt ya da Kaan savaş uçağı konusunda verilen tam destek bu yaklaşımın bir parçası.
Örgütün azalan önemi
Bu kitle partisi olma tercihinin CHP için bir dizi önemli sonucu var. Öncelikle partinin yapısı bakımından bu durum, parti örgütünün önemini azaltıyor. Ana muhalefet kitleselleştikçe, eski sosyal demokrat dönemin parti kültürü içerisinde yetişen kadroların popülist ve merkezci parti söylemine anlamlı bir katkı sunma ihtimali azalıyor. CHP’nin seçmen tabanının kısa bir sürede %20’ler civarından %40’a doğru yaklaşması neticesinde parti örgütü ile CHP seçmeni arasındaki fikri ve ideolojik ortaklık da eskisi kadar güçlü değil. Yavaş’ın seçmeninden gördüğü teveccühe karşılık örgüt içerisinde o kadar da popüler olmaması bu zayıflamanın göstergesi. Kayyum Gürsel Tekin’in siyasi tavrını meşrulaştırmak için partinin çeşitli kademelerindeki çalışmalarına ve parti yoldaşlık hukukuna yaptığı atıfların seçmende arzu edilen etkiyi yaratmaması da seçmen ile parti örgütü arasındaki mesafeyi gösteriyor. Seçmenlerin çoğu partinin kurumsal yapılanmasına karşı en iyi ihtimalle kayıtsız. Belki de onu CHP’nin tüzel kişiliği ve temsil ettiği idealler bakımından bir yük olarak görüyor. Politikacılara dönük genel antipatinin bir yansıması bu.
Buradan yola çıkarak CHP örgütünün önemini tümüyle kaybettiği sonucuna varmak acelecilik olur. Nitekim 19 Mart sonrasında ortaya çıkan muhalefet tepkisinin yapıcı bir çizgide tutulmasında CHP kadrolarının ne kadar önemli bir rolü olduğuna hepimiz şahit olduk. Aynı şekilde Anadolu’nun her noktasında düzenlenen mitinglerin partinin yereldeki emekçileri olmaksızın başarılması da elbette mümkün olmazdı. İşte Özgür Özel’in önemi bu noktada ortaya çıkıyor. İmamoğlu ve Yavaş gibi CHP seçmeni ile hemhâl olan ve bu tabanın genişlemesini mümkün kılan isimlerden farklı olarak Özel, seçmenler ile parti örgütü arasında bir köprü olmayı ve bir sinerji yaratmayı başarıyor.
CHP siyasetinin yeni mecrası
İki partili sistemlere özgü bir kitle partisine dönüşmenin ikinci sonucu muhalif siyasetin hatlarının çizildiği mecranın değişimi. Meclisin önemsizleştiği ve siyasetin tümüyle tek bir makamın hâkimiyetinde olduğu ülkede geleceğin iktidar partisi olmayı hedefleyen CHP de siyasetini atıl kalmış bir mecliste değil, kamusal alanda ve meydanlarda kurgulamaya başladı. Erdoğan’ın ana muhalefet ile mücadelede hukuk ve zor yolunu tercih etmiş olmasının bu tercihte kuşkusuz etkisi var. Ancak CHP tüm toplumla iletişim kurmaya doğru ilerledikçe, siyasetinin ve söylemlerinin belirleyicisi de zaten mecburen parti ve meclis koridorları olmaktan çıkacak, meydanlar olmaya başlayacaktı. 19 Mart süreci, CHP’de gerçekleşmekte olan dönüşümün yalnızca hızlanmasını sağladı. Bugünün CHP’si, meydanlarda ve sokakta siyaset yapan bir parti olmanın ötesinde, politik söylem ve tercihlerini meydanlarda belirleyen, sokak adına ve sokak diliyle konuşmaya çalışan popülist bir parti olmaya başladı. “Her şey çok güzel olacak” sloganının ortaya çıkış hikâyesi belki bu siyaset tarzının bir habercisiydi. Bugün bir mitingde bir köylünün söylediği “turp ile şalgam ile ülke yönetilmez” sözü Özgür Özel’in sloganı haline gelebiliyor. Sokaktan yükselen talepler hızla CHP tarafından benimseniyor. Partinin yetkili organları ile organik CHP aydınları ve gazeteciler, CHP siyasetinin belirlenmesinde eskisi kadar belirleyici değiller. Yılmaz Özdil gibi isimler Özel CHP’sinin çeşitli karar ve uygulamaları ile sıklıkla ters düşebiliyor. Bu da CHP’nin bugün izlediği siyasetin başka mecralarda ve farklı kaygılarla şekillendiğinin bir göstergesi.
Ana muhalefetin genişleyen ufku
Cumhurbaşkanlığı sistemiyle beraber gelen dönüşümün doğurduğu üçüncü sonuç, partinin söylemsel ufku ile ilgili. CHP mutlak ve tek başına iktidar hedefiyle politikalarını kurgulamaya, altılı masa sonrasında kurumsal koalisyonlardan uzak durmaya başladı. Bunun bir anlamı, CHP’nin artık daha büyük harflerle yazılan daha iddialı politika önerileri üretmesi. Ana muhalefet partisi, yerleşik düzene çomak sokmaktan çekinen ve farklı partilere politik önerileri bakımından tavizler veren bir düzen partisinden çok, hukuktan eğitime, sosyal politikalardan ekonomiye değin her alanda topyekûn bir yeniden yapılanma iddiasının taşıyıcısı haline gelmekte. Yalnızca kurul ve kadrolarının kalitesini değil, önerdiği dönüşümün kapsamını da öne çıkartan bir muhalefet söylemi yükselmekte.
Ne var ki ana muhalefetin tam anlamıyla devrimci bir politikalar bütününü savunmaya başladığını düşünmek doğru olmaz. CHP’nin politika önerilerinin kapsamı geniş ancak derinliği ve radikalliği sınırlı. Seçimlerde %50+1 hedeflendiği için, CHP’nin siyasal iddia ufku genişlerken siyasi kapsayıcılığı da artmak zorunda. Bunun sonucunda parti, mümkün olduğu kadar çok sayıda toplumsal çıkar grubunu kendi bünyesinde temsil etme kaygısı duyuyor. Diğer partilerle kurumsal ittifaklar peşinde koşmayan CHP, tabanda tüm seçmen bloklarını kapsamaya çalışıyor. Şeyh Said ya da Seyit Rıza konusunda CHP liderliğinin eski ideolojik itirazları dile getirmekten imtina etmesinin, milli maçlarda CHP liderliğinin en önde boy göstermesinin ve yerli savunma sanayi yatırımları lehine net bir tavır alınmasının nedeni bu. Kamuoyu yoklamaları bu çabaların neticesinin alındığına da işaret ediyor. Anlaşılan o ki CHP’nin siyasi ufku giderek genişlerken, Türk siyasetindeki kütlesi de görülmemiş biçimde artıyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
AKP’nin payına düşen
Geçtiğimiz haftaki meclis açılışında çekilen ve CHP ile sosyalist sol harici tüm muhalefeti Erdoğan’ın çevresinde toplanmış gösteren pozu bu bağlamda anlamak mümkün. Çoğu CHP’li bu birlikteliğe tepki gösterdi, hatta olası bir karşı ittifak ihtimalinden ürktü. Oysa bana kalırsa ne şaşılacak ne de tepki gösterilecek bir fotoğraf değil bu. Zira meclis açılışındaki tablo aslında Özel CHP’sinin son dönemdeki politik başarısının doğal bir neticesi. Zira ana muhalefet partisinin artan kütlesi, diğer muhalefet partilerine giderek daha az alan bırakıyor. Bu da diğer muhalefet partilerini doğal olarak farklı arayışlara itiyor.
Tüm bunlara karşılık iktidar cephesinde ise AKP siyaseten küçülüyor. Erdoğan’ın partisinin siyasi albenisi azaldıkça, çareyi diğer tüm siyasi partilerle ittifak pazarlığına girişmekte ve CHP ile mücadeleyi hukuka tevdi etmekte buluyor. Meclis açılışındaki pozların iktidar medyasında coşkuyla karşılanması bu açıdan sürpriz değil. Ancak iktidarın stratejisi neticesinde muhalefet ile arasındaki mücadele de gitgide siyasetin hukukla, toplumun devletle mücadelesine dönüşüyor. CHP bu mücadelede İngilizlerin söylediği üzere “uzun oyunu oynuyor” ve hem siyasal sistemin değişen karakterine hem de toplumun dönüşen uzun vadeli dinamiklerine göre şekil almaya çalışıyor. İktidar bloğu ise stratejik ve yapısal sorunlarına gündelik ve taktik çözümler üretmeye çalışmanın ötesine geçemiyor. Bu durumun onlar açısından ne kadar sürdürülebilir olacağını zaman gösterecek. Ancak AKP açısından iyimser olmak için elde çok fazla bir neden olmadığını söyleyebiliriz. Belki iktidarın sürdürülebilmesi bakımından tek çıkış yolu, Erdoğan’ın CHP ile iletişim kanallarını açması ve kendi partisi içerisinde yapısal bir dönüşüme girişmesi olabilir. Fakat böyle kapsamlı bir hamle için gerekli kararlılık ortada olmadığı gibi, bunu başarabilecek kabiliyete haiz kadroların iktidar bloğunda olduğunu düşünmek için de bir nedenimiz yok.