İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Narkotik Suçlar Bürosu’nun yürüttüğü soruşturma kapsamında 8 Ekim’de aralarında sanatçıların da olduğu birçok ünlü ismin saç ve kan örnekleri alındı. Birçok sanatçı suçlamaları reddetti. Ruşen Çakır, yaşananları, medyanın dilini ve yargının popüler kültür üzerindeki etkisini değerlendirdi.
Gazeteci Ruşen Çakır, 19 ünlü ismin evlerinden alınmasıyla gündeme gelen uyuşturucu operasyonunu değerlendirdi. “Ünlü olmanın suç gibi gösterildiği” bir tabloyla karşı karşıya olunduğunu söyleyen Çakır, henüz hiçbir suç kesinleşmeden kişilerin onurunun zedelendiğini vurguladı.
“Gözaltı değilse ne?”
Operasyonda şarkıcı, oyuncu, sosyal medya fenomeni ve bir avukatın da bulunduğunu hatırlatan Ruşen Çakır, “Sabahın erken saatlerinde jandarmayla evlere gidiliyor, insanlar çağrılmak yerine zorla götürülüyor, 14 saat bekletiliyor. Gözaltı değilse ne?” diyerek süreci eleştirdi. Meriç Aral Keskin’in de yeni doğum yaptığını hatırlatan Çakır, lohusa bir kadının da götürülmesini “çarpıcı ve acı bir örnek” olarak nitelendirdi.
“İnsan onuru ayaklar altında”
Çakır, medyanın olayları sunmasını da sert dille eleştirerek, “Henüz suç kesinleşmeden manşetler atılıyor, fotoğraflar paylaşılıyor. Ünlü olmanın bir suçmuş gibi gösterilmesi, insan onurunun hiçe sayılmasıdır” dedi.
Türkiye’de yargının artık sadece siyaseti değil, toplumsal hayatı ve popüler kültürü de şekillendirdiğini belirten Çakır, “Şarkı sözleri, kıyafetler, sahne performansları üzerinden ünlüler hedef alınıyor. Bu, özgürlüklerin ve bireysel hakların alanını daraltıyor” dedi.
Çakır, Türkiye’de uyuşturucunun ciddi bir halk sağlığı sorunu haline geldiğini, ülkenin artık sadece geçiş güzergâhı değil, büyük bir pazar olduğunu söyledi. Meclis’e sunulan araştırma önerilerinin reddedilmesini hatırlatarak, “Gerçek baronlar serbest kalıyor, yabancı suç örgütleri Türkiye’de rahatça faaliyet yürütüyor. Bu operasyon, asıl sorunları örtmek için yapılan bir gösteri olabilir” ifadelerini kullandı.
Videonun tam metni:
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Sizi yanıltıyorum. Bugün CHP yok, Erdoğan yok, Bahçeli yok. Öcalan, çözüm süreci, Demirtaş yok. Bambaşka bir konu var. O da çarşamba sabahı yapılan bir operasyon. Uyuşturucu operasyonu diye verildi. İlk olarak ben İrem Derici’nin adını gördüm ve uyuşturucuyla beraber anıldı. Sonra isimler yağmaya başladı ve 19 isim sabah erken saatlerde nedense jandarma tarafından alındılar, götürüldüler. Kan tahlilleri yapıldı ve sonra serbest bırakıldılar. Dendi ki, ‘‘Bu gözaltı değil’’ ama evlerine sabahın köründe gidildi. Jandarma tarafından gidildi. Alındılar, götürüldüler. Gözaltı değilse ne? Bir işlem var. Tamam. İşlemin gereğini yapmanın bir yığın yolu var. Özellikle insan onuruna uygun bir şekilde çağırırsınız, giderler. Belli bir yer gösterirsiniz, belli bir zaman söylersiniz, giderler. Ve bu isimlerin hepsi, her ne kadar ben bazılarını tanımasam da çünkü ben kaçırdım birçok şeyi, popüler kültür anlamında ünlü isimler. İçlerinde şarkıcılar var, içlerinde oyuncular var, içlerinde medya fenomenleri var. Bir de avukat var. Ama hepsi, avukat dahil hepsi bir şekilde bilinen insanlar, göz önünde olan insanlar. Mesela bu olay olduktan sonra ertesi gün Hadise’de olduğu gibi konseri olanlar var, iş başı yapanlar var ve bu insanların onuruyla oynamak var.
Avukat Hüseyin Ersöz, dün bir sosyal medyada gördüm, olayı çok iyi toparlamış aslında. Bakacak olursak diyor ki, “Hukuk güvenliği ve lekelenmeme hakkı.” Bunlar çok önemli, evrensel meseleler. Soru şu: Soruşturma nasıl başladı? Hâlâ bilmiyoruz. Şimdi açıkçası şöyle düşündüm ben ilk gördüğümde: Herhâlde bir ihbar var ve uyuşturucu denince de kaba tabiriyle bir torbacı yakalandı belli ki ve torbacı müşterilerin ismini verdi. Ama tabii ünlüler olunca da insan şöyle oluyor: ‘‘Ya tabii ki ünlülerde bu tür alışkanlıklar vardır’’ düşüncesi hâkim. Sanki ünlü olmak suçmuş gibi başlı başına, başlığa da bunu koydum. Ünlü isim, şarkıcı, oyuncu, fenomen diye duyduğunuz zaman ve yanına uyuşturucu koyduğunuz zaman bu gidiyor. Alıcısı çok. Medyada da hep böyle verildi: Uyuşturucu operasyonu. Operasyon çok büyük, 19 kişi. Ama ne diyor Hüseyin Ersöz, “Bu kişilerin uyuşturucu kullandıkları iddiası hangi somut delile dayandırıldı? Neden ifadeye çağrılma yöntemi işletilmedi? Sabah 6.30’da kolluk bu kişilerin kapısına neden geldi? Savcı bunu niye yaptı? Gözaltı kararı olmamasına rağmen neden sabahın erken saati tercih edildi?” 14 saat bekletilmişler, bunu da söylüyor ve yeni doğum yapmış lohusa bir kadın. Evet. Zeynep Meriç Aral Keskin. En çarpıcı, acı öykülerden birisi o. Lohusa ve onu da alıp götürüyorlar ama gözaltı değil. Nasıl bir şeyse, saatlerce…
Neden gizlilik kararı var? Bir de gizlilik kararı var. Artık bu çok yaygınlaştı, her şeye bir gizlilik kararı getiriliyor. Bu olayda bakıyoruz, hakikaten anlam vermek zor. Hüseyin Ersöz’ün dediği gibi bir ihbar ya da etkin pişmanlık mı var? İkisi de olabilir. Pekâlâ olabilir. Daha önce bunların örneklerini çoklukla gördük. Değişik dönemlerde operasyonlar yapıldı ama burada işler karman çorman. Yani uyuşturucu kullanmak suç mu? Satmak suç. Kullanmak suç mu, değil mi? Bunun ölçüsü nedir? Bütün bu tartışmalar bir yana, böyle göstere göstere 19 kişi, her birinin ayrı ayrı adı olan kişileri siz sabahın köründe jandarma nezaretinde kan tahlili için bir yerlere götürdüğünüz zaman bunun adı şudur: Siz bir şey gösteriyorsunuz, bir derdiniz var. Yani burada bu işi yapan savcılık bize bir şey anlatıyor. Hemen de bir açıklama medyaya veriliyor. İsimler veriliyor. Bu isimlerin üzerine leke sürülüyor. Yani burada uyuşturucu kullanmışlardır, kullanmamışlardır meselesi her şey bir yana. Kullanmış olsalar bile, kullanmış olsalar bile, ki birçok kişi açık açık sigara bile içmediğini vesaire söylediler, neye uğradıklarını şaşırdıklarını söylediler. Yani tekrar söylüyorum, kullanıyor da olabilir, bu tamamen onun kendi meselesi. Ama bu bize bir şey gösteriyor.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Zaten Türkiye’de son dönemde hayatımızı, siyaseti, her şeyi yargı belirliyor. Yargının ünlülere yönelik ilk operasyonu bu değil. Şarkı sözü yüzünden gözaltına alınanlar, yargılananlar var. Kıyafeti yüzünden Manifest grubunun en son başlarına gelen… Birçok nedenle popüler kültürün öne çıkan isimleri yargının hedefi. Sadece onlar değil tabii ki, siyaseti de, belediyeleri de, yerel yönetimleri de, her şeyi yargı belirliyor. Biz Medyascope’ta diyelim ki günde 30 haber yapıyorsak bunun en az 20’si yargıyla doğrudan ilişkili: Ya mahkeme, ya gözaltı, ya serbest bırakılma, ya hapis, mahkeme kararı, şu bu. Sürekli bir yerlerden hukukla ilgili şeyler çıkıyor. Ama ortada hukuk var mı? İşte soru bu. Şimdi bakıyoruz, burada ünlüler, neden olduğunu hâlâ anlamadık. Tabii ki uyuşturucu suçlaması var ama bunun nesi ne kadar suç, bunu bilmiyoruz.
Ama bir diğer realite var Türkiye’de; Türkiye’de uyuşturucu çok ciddi bir sorun. Her geçen gün daha da yükseliyor, artıyor, etkisi artıyor. Türkiye eskiden transit geçiş yeri olarak görülürdü daha çok. Yani Türkiye üzerinden, özellikle Asya’dan birtakım uyuşturucular batıya gider diye bilinirdi. Şimdi Türkiye hâlâ transit özelliğini korumakla birlikte aynı zamanda maalesef çok ciddi bir şekilde uyuşturucu pazarı hâline geldi. Bunun değişik değişik, değişik fiyatlarda, her sınıfa yönelik hitap eden farklı uyuşturucu türleri var. Çok erken yaşta uyuşturucuya başlayan çocuklardan bahsediliyor ve Türkiye’nin her tarafında, her tarafında… Güneydoğu’ya gittiğimde belediye başkanlarıyla konuştuğumda daha önce, en önemli sorunlarından birisinin bu olduğunu söylediler ve bu uyuşturucu alışkanlığı aynı zamanda çok ciddi bir şekilde kriminal sonuçlara yol açıyor. Özellikle dar gelir gruplarında uyuşturucu parası temin etme için yaşı küçük olanlar, yaşı büyük olanlar da tabii ki birtakım suçlar işliyorlar. Bunlar birbirini zincirleme olarak besleyen şeyler.
Ve bu konuda mesela geçen Meclis’te yapılan araştırma önergesi iktidar partileri tarafından reddedildi. Bu öneri reddedildi. Bu sorun görmezden geliniyor ya da pek dokunulmak istenmiyor. Türkiye’ye giden uyuşturucu yakalanıyor, Türkiye’den giden uyuşturucu yakalanıyor. “Uyuşturucu baronu” diye bir tabir Türkiye’de iyice yerleşti ama bir bakıyoruz ki bu baronların kimisi çok kolay bir şekilde serbest kalıyor, şu oluyor, bu oluyor. Bunların hepsini biliyoruz. Bir diğer husus da Türkiye’ye başka ülkelerden uyuşturucuyla ilişkili birtakım baronların geldiğini öğreniyoruz. Türkiye’de sadece Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları değil, aynı zamanda başka ülkelerin mafya, suç örgütlerinin insanlarının da olduğunu öğreniyoruz. Böyle bir ortam varken, böyle ciddi bir sorun varken sabahın köründe jandarma eşliğinde 19 ismi alıp kan tahliline götürüp ama isimlerini, görüntülerini yayarak ne yapılmak isteniyor? Çok komik bir soru ama hakikaten ne yapılmak isteniyor? Belki de şu yapılmak isteniyor, bilemiyorum: Esas olayla mücadelede yetersiz kalan ama Türkiye’deki uyuşturucu sorununun üstünü örtemeyen birileri, “Bakın işte ne güzel mücadele ediyoruz,” demek istiyorlar bize. Ve de ilk akla gelen ünlüler oluyor. Magazin değeri var.
Günlerce bu konuşuluyor. Ben bile oturup size bu konuda yayın yapıyorum. Ama zaten bazıları bu konuda sonradan açıklama da yaptılar. Serbest bırakıldıktan sonra diyeceğim ama iddiaya göre zaten gözaltına alınmamışlar, öyle deniyor. Her neyse. Yaptıkları açıklamalarda bunlara değinenler de oldu. Yani ortada bir uyuşturucu sorunu var, çok ciddi bir sorun var, çok büyük paralar dönüyor, kara para var. Bu kara para başka yerlere kanalize oluyor, şu oluyor, bu oluyor ama ondan sonra siz kalkıyorsunuz işte sosyal medya fenomeni, şarkıcı, tiyatro oyuncusu insanları alıp rahatsız ediyorsunuz. Bir de damgalıyorsunuz. Çok acı. Bunların, yani şu anda gözaltına alınan kişilerin çoğunu inanın bilmiyorum, yani adlarını duymuşluğum belki vardır. Gerçekten onların onuruna yönelik saçma sapan bir uygulama. Hepsine geçmiş olsun diyorum.
Bugünün ithafı, evet, ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’’ diyeceğim, hepiniz bileceksiniz, George Orwell. Bu kitabı 1949’da yazmış: ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört.’’ Okuduğumda neye uğradığımı şaşırmıştım ve bayağı oldu okuyalı. Yeni yeni bir şeyler oluyordu ama daha okuduğumda ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’’ü, internet yoktu. Şimdi ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’’ dünyanın her yerinde yaşanıyor, her yerinde yaşanıyor. Mobese kameraları vesairelerin ötesinde yaşanıyor ve bunun da herhâlde en yüksek anlamda yaşandığı yer de Çin Halk Cumhuriyeti galiba, öyle gözüküyor. George Orwell’in Big Brother, Büyük Birader’i artık her yerde. Bunu okuduğunuz zaman, kitabı okuduğunuz zaman, “Pekâlâ olabilir ama bu kadarı da fazla” duyguları arasında gidip gelmiştim okuduğumda. Ama şimdi açıkçası Orwell hafif kaçmış, yani ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’’ hafif kaçmış denebilir. Ama bunu 1949 yılında görebilmek gerçekten olağanüstü bir şey.
Kendisi romancı, gazeteci ve eleştirmen. Solcu, sosyalist birisi. İspanya İç Savaşı’na katılıyor. Büyük bir heyecanla gazetecilik ve gönüllülük arasında hem gazetecilik yapmaya hem de savaşmaya gidiyor ve hatta gırtlağından vuruluyor. Bir keskin nişancı vurmuş, öyle deniyor. Sosyalizmin uygulamalarını çok sert bir şekilde eleştiriyor, özellikle Stalin dönemi Sovyetler Birliği’ni çok sert bir şekilde eleştiriyor. Demokratik sosyalizm savunucusu denebilir. Onun ‘‘Hayvan Çiftliği’’ ki 1945, yani ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’’ten daha önce yazdığı ‘‘Hayvan Çiftliği’’ ki o da muazzam bir kitaptır, Celâl Üster çevirmiş. Orada da esas olarak Stalin dönemi Sovyetler Birliği’ni kastettiği söylenir, ki çok tüyler ürpertici bir kitaptı. Ama bir de şu var: Mesela ben geçenlerde daha yeni, tabii ‘‘Hayvan Çiftliği’’ ve ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’’ü okuyunca Orwell’i okuduğumuzu düşündük ama ‘‘Paris ve Londra’da Beş Parasız’’ diye bir kitabını okudum. Çok çarpıcı, çok etkileyici, daha hafif bir şey. İddiaya göre kendi hayatıymış, olabilir. Çok değişik birisi ve 47 yaşında hayatını kaybetmiş, 1950 yılında. Ama hep gündemde olmuş. Kitapları zaten öyle ama siyasi görüşleriyle de gündemde olmuş. Çok büyük bir yazarmış. Hakikaten takdir edilesi iki kitap da, yani ‘‘Bin Dokuz Yüz Seksen Dört’’ de ‘‘Hayvan Çiftliği’’ de hep böyle bir şekilde insanların hâlâ çok sık gönderme yaptığı kitaplar olarak duruyor. Bu başlı başına mucizevi bir başarı. George Orwell’i saygıyla anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.