Berrin Sönmez yazdı | Kültürel hegemonya: “Hay Bin Yakzan” bize ne söyler?

Berrin Sönmez, İbn Tufeyl’in Hay Bin Yakzan eserinden yola çıkarak kültürün çatışma değil etkileşim alanı olduğunu vurguluyor.

Son çeyrek yüzyılın dilimize pelesenk olan kavramlarından birisi kültür savaşları/kulturkampf. Ve 23 yıldır da iktidarın kültürel hegemonya kurma arzusuna dayalı politikasının ürünü olan çeşitli yönlendirici veya baskılayıcı icraatları günümüzü, gündemimizi şekillendirmekte. Yerli ve milli söylemi öne çıkarılarak ne tür bir ölçütle belirlendiği meçhul karşıtlık kurulup, anti-milli, anti-yerli ögelere ve öznelere düşmanca bakış egemen oldu.

Kültürel üstünlük kurmak için çıkılan yolun sonunda varılan yerin kendi toplumunu ötekileştirmek olması şaşırtıcı değil. Çünkü kültür bir savaş silahı değildir, olamaz. Kültür savaşları kavramı toplumu, faşizan yönetimleri kabule zorlamanın aracı olabilir ancak. Çünkü kültürel gelişme, savaşı değil alış-verişi gerektirir. Öteki ile iletişimin, etkileşimin aracıdır kültür. Kültürün çatışma silahı değil insanlık bilincinde sıçrama yaratan gelişmenin hem aracı hem sonucu olduğunu ve bu etkileşimin sonsuzca devam edeceğini, basamaklar çıkıldıkça insanlık bilincinde yeni sıçramalar yaratacağını gösteren sayısız yaşanmışlık var tarihte. Bugün Hay bin Yakzan üzerinden somut örneklerle kültürel alışverişi anlama girişimi olacak bu yazı. Elbette düşündüklerimi yeterince açıklayıcı biçimde yazıya dökebilirsem.

Hay bin Yakzan, simgesel ve felsefi bir roman/öykü kahramanı. Yazan İbn Tufeyl (d. Granada,1106- ö. Marakeş,1186). Endülüs Emevî Devletinin Muvahhitler hanedanı döneminde saray hekimi olarak hükümdarın himayesinde hekim, kadı, filozof olarak bulunan İslam alimlerinden. İbn Tufeyl’in yaşlandığında Aristotales hayranı hükümdara İbn Rüşt’ü tanıtan kişi olduğunu da ek bilgi olarak vereyim. Hay bin Yakzan’ın bize ne söylediğini anlamak için öncelikle roman kahramanının değil de bu simgesel- felsefi romanın kıtalar ve çağlar aşan kendi öyküsüne bakalım.

Duvar-Kitap’ta Evindar A.Duran, Hay bin Yakzan’ın bin yılı başlıklı yazısında eserin, Avnuqa ortaçağdan çıkarken ve aydınlanma döneminde düşünce hayatına etkisini dile getirir: “Eser İtalya’da, Almanya’da, Hollanda’da, Britanya’da düşünce tarihinde iz bırakmış, bu tarihe yön vermiş isimlerinin dikkatini celbetmiş, onlara ilham vermiş: Spinoza, Locke, Hume… Kitabın kendisinin serüveni, Hay’ın kitaptaki serüveni kadar etkileyici.”

Yazar gerçekten çok haklı ancak eserin kendisinden sonrasına yaptığı etki kadar kendisinden öncesine de bakmak gerekiyor. Ki o bin yıllık etkinin bir bin yıl daha geriye giden düşünsel yolculuğun ürünü olduğunu belirtmek gerekiyor. Hikayenin hikayesinin başlangıcında ilk iki Mısır piramidi çıkıyor karşımıza. Nuh Tufanı yaşanmadan önce “göksel” ilham yoluyla haberdar olan bilge kral, eserlerini ve hazinelerini korumak için kendisi ve filozof olan veziri için iki ehram yaptırır. Hikayenin bu bilinen ilk versiyonunda ana karakterler kralın oğlu Salaman ve hem süt annesi hem sevgilisi olan Absal, sonraki versiyonlarda farklı karakterler olarak varlığını korur. Ve bu iki karakterin varlığı hikayenin yolculuğunu izlememizi sağlayan faktörler arasında sayılır. İbn Tufeyl’in bu ilk versiyondan etkilendiğini gösteren bir diğer özellik de “kendinden türüme” fikridir ki daha sonra bahsedeceğim.

Bilge kral, bilgeliğini (hikmet bilgisi) ve servetiyle devletini miras bırakabileceği bir oğul ister. Fakat kral kadınlardan nefret ettiği ve onlara yaklaşmadığı için farklı bir yöntem bulur. Yıldızların uygun olduğu bir zamanda tılsımlı bir kaseye spermini bırakır ve bu yolla oğlu Absal kendiliğinden doğar. Hikayenin bu versiyonundan toplumsal cinsiyet eşitsizliğinin kadın aleyhine kurulduğunu görüyor ve ataerkinin tarihsel doğuşuna tanıklık eden düşünsel boyutuna dikkat çekmek istiyorum. Aynı zamanda elbette cinsel yönelimlerin tarihsel kökenine de işaret ediyor. Kadının doğurganlığına muhtaç olmadan türeme arzusu, ataerkinin en eski hayali olabilir. Fakat zaman tersine gelişti ve artık kadınlar, erkek spermini kendi kasesine alarak cinsel ilişki kurmaksızın türeme yeteneğine sahip. Feminist bakış, hikayenin ilk versiyonunda en çok önem verdiğim ve binlerce yıldır yapılan onca değerlendirmede hiç işaret edilmeyen özelliği görmemi sağladı.

Varlık felsefesi ya da İslam düşüncesinde adlandırıldığı şekilde hikmet bilgisi üzerine yazılan felsefi roman/hikaye türünün bilinen bu ilk versiyonundan sonra İbn Sina versiyonunda Aristo ve İskender’e de atıf yapıldığını görürüz. İslam düşüncesinin gelişmesinde baş rol oynayan Eski Yunan filozoflarına ait eserlerin Arapça tercümeleri, varlık felsefesine ilişkin simgesel yazını İslam coğrafyasına taşıdı. İbn Sina Hay bin Yakzan (Uyanık / aydın oğlu Can) gezgin bilge olarak yardımcı karakterdir. Ancak hikayeyi İslam düşüncesine bağlamak için öncelikle takipçisi olduğu Aristotales’e bağlayan mantıksal yol izler. Filozofun bu eski hikayeden haberdar olduğu ve öğrencisi İskender’e anlattığı bilgisiyle başlar İbn Sina. Kurgusunda öncelikle Salaman’ın babasının yerine bilge (hikmet sahibi) kral olduktan sonra ehramda saklanan altın levhalara yazdırdığı kendi hikayesinin, İskender tarafından ele geçirilmesi yoluyla filozofların eserlerinde yer aldığını belirtir. Ve oradan kendi hikayesini kurar. İbn Tufeyl ise kurgusunda çok daha kapsamlı bir hikaye oluşturur.

İnsanların yaşamadığı sadece bitki ve hayvan çeşitliliğinin var olduğu bir adada, toprağın uygun şartlarla mayalanmasından kaynaklanan bir kendinden türeme öyküsü, bir ihtimal olarak sunulur. Ancak anlayabileceğimiz nedenlerden kaynaklanan temkinlilik ihtiyacı ile ikinci bir ihtimal de sunar Hay varoluşuna. Tanıdık gelecek bir yöntemle, sandık içinde denize bırakılmış bir bebeğin akıntıyla insansız bir adada karaya vurmuş olmasını da ikinci bir olasılık şeklinde yazar.

Bir ceylanın emzirmesiyle büyür Hay. Ceylan Arapça gazal metaforu Gazali’ye gönderme olarak kabul edilir, bazı değerlendirmelerde. Çünkü Endülüs Müslümanları Gazali’nin İhya’sını ve diğer eserlerini yakarak yok etmeye kadar uzanan felsefe yanlısı sufilik karşıtı bir din politikası izliyordu. Oysa bir ceylanın sütüyle büyüyen Hay 50 yaşına kadar tek bir insan görmeden büyümüş ve akıl yürütme yoluyla Allah’ın varlığı ve birliği bilgisine ulaşmış bir karakterdi. İbn Tufeyl eserinin açıklamasında belirtilmez ama akıl yoluyla iman konusunda Maturidi (863-940 Semerkant) etkisi dikkat çekiyor. Diğer yandan Maturidi’nin bilgi kaynağı olarak kabul etmediği ilham ve sezgi de en az akıl kadar etkili olmuştur Hay’ın tek başına yaşam yolculuğunda.

Diyebiliriz ki İbn Tufeyl, İslam felsefesinde birbirine zıt kutuplarda yer almış iki kelam aliminin görüşlerini barıştırmıştır. Sezgiye hiç alan tanımayan akılcı Maturidi ile aklı değersizleştirip ilhamı ve sezgiyi önceleyen Gazali’nin görüşlerini Hay bin Yakzan ile hakikatin ya da hikmeti anlama yolculuğunun, birbirini tamamlayan iki parçası olarak sunmuştur. İslam düşünce dünyasında yaptığı bu devrimsel etki İslam dünyasından önce Batı düşüncesinde geniş yankı uyandırdı. İbn Tufeyl yaşadığı dönemde ve çok daha sonrasında bile Müslümanlara ulaşamadı. Batı aydınlanmasında rol oynadı. Örneğin Leibniz bu esere ve yazarına işaret ederek İslam filozoflarını övmüştü.

“Spinoza’nın Tanrısı” şeklinde ünlenen din anlayışında Hay’ın, Maturidi etkisi dediğim, duyular aracılığıyla doğayı gözlemleme ve akıl yürüterek kurduğu mantıkla tanrıyı keşfetmesi, onun doğa tanrı fikrine ulaşmasında katkı sağlamış gibi. Zira Hay Bin Yakzan’ın Hollanda da yayınlanması, ilkin Spinoza’nın SDB rumuzu ile yaptığı çeviri sayesinde gerçekleştiğine dair güçlü görüşler vardır. Kendi isminin baş harflerini tersten yazmak yoluyla kullanılan bu rumuz altında kitabına aldığı bölüm, Hay bin Yakzan’ın İbn Tufeyl versiyonu çünkü. Adasal yazın ya da Robinsonat, edebiyatı Hay etkisi olarak açıklayanlar olmuştur. Kısacası Nuh Tufanından önceki bir hikayeden Daniel Defeo’ya uzanan, kıtalar arası yolculuğuyla kültürel etkileşimin somut örneklerinden birisi olmuştur.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Biz ne zaman haberdar olduk Hay’ın öyküsünden? Tabii ki tarih boyunca bilen, okuyan, inceleyen pek çok kişi olmuştur fakat topluma mal oluşu 20’inci yüzyıla uzanıyor. Türkçeye çevirenler M. Şerafeddin Yaltkaya ve Babanzade Reşid. Şerafettin Yaltkaya’nın Rıfat Börekçi’den sonara atanan ikinci Diyanet İşleri Başkanı olduğunu hatırlatmakta yarar var. Babanzade ailesi ise Osmanlı son ve Cumhuriyet ilk dönemine pek çok entelektüel kazandırdığını söylemek gerekir. İlk çevirileri tefrika halinde bazı gazete ve dergilerde yer almış ama kaybolup gitmişlerdi. Şimdilerde erişilebilir nüshayı yayına hazırlayan N. Ahmet Özalp ise 2022’de hayatını kaybetti.

Kültürel üstünlüğün ancak farklı kültürlerle etkileşim yolculuğu sayesinde mümkün olacağını gösteren bir hikaye ve asıl gösterge de hikayenin yolculuğu. Bugün ise çok tuhaf bir şekilde AKP iktidarı kültürel hegemonya kurmak isterken kültürel çeşitliliği kırmak, yok etmek, tek tip kültür yaratmak yolunda ilerliyor. Hayatı tüm topluma zehir eden baskı politikası, bilimin, sanatın, düşüncenin yani kültürün gelişmesini engellemekte. Ne yaman çelişki. Binlerce yıldır varlığı bilinen cinsel yönelimi yok saymak için insanlara eziyet yasası hazırlanıyor, tam da bugünlerde. LGBTİ+ karşıtı yasa hazırlığı, toplumsal cinsiyet eşitliği kültürüne karşı eşitliği yok sayma kültürü yaratmayı hedefliyor. Binlerce yıldır yok olmamış çünkü doğuştan gelen bir özelliği yasa yoluyla yasaklamak mümkün değil. Ancak insanlara zulmetme yolu olarak seçilmesi mümkün fakat kime yarar kime zarar bilinmez.

Kültür belki tanımı en geniş kavramlardan birisi. Pek çok unsur sayılır kültürü tanımlamak için. Ancak her seferinde mutlaka bir şeylerin eksik kaldığı hissi yaşanır. Ayrıca insana, topluma dair her alanın da kendine özgü bir kültürü var kuşkusuz. Camide nasıl davranılacağına dair yerleşik kültür olduğu gibi tiyatro salonu için de ona özgü kültür var örneğin. Örnekler uzatılabilir ama hiç birisi tek tip tahakküme sığmaz. Felsefenin, yaşam tarzının hatta damak tadı dediğimiz yeme içme alışkanlıklarının, inancın, coğrafi şartların ve özelliklerin, toplumun temel geçim kaynaklarının kültürün şekillenmesinde etkisi var. Fakat tüm farklı etkenler arasında en yaygın şekilde hor görülen, değersiz bulunan popüler kültürdür.

Edebiyatta, performans sanatlarında, görsel sanatlarda, hatta düşünce bilimlerinde ve akademide, giyimde klasik olana kimse açıktan burun kıvırmaz. Ancak popüler eğilimler, tarih boyunca her toplumun genç kuşaklarının eğilimi olarak belirginleşir. Ve Hitit tabletlerinde, Sümer tabletlerinde her toplumda gençler “yozlaşmakla” suçlanmıştır. Kültürel değişimin doğallığı nedense hep görmezden gelinir, özellikle muktedirler ve yaşlılar tarafından. Oysa kültür ve gelenek tıpkı düşünce ve bilim gibi sanat gibi değişerek, dönüşerek gelişir ve kültür bu değişmeler yoluyla canlılığını korur. Ve bu değişimi sağlayan popüler kültürdür. Damarlarımızdaki pıhtılaşmayı, plaklar oluşarak kan dolaşımının durmasını önleyen kan sulandırıcı ilaçlar nasıl dolaşım sorunlarımızın can kaybına yol açmasını önlüyorsa popüler kültürün etkisi de bence aynı. Kültürel akışı sağlayan, kültürü canlı tutan o kolaylıkla burun kıvırılan popüler eğilimler. Akışta kalmayı sağlayan popüler kültür bugün iktidarın hedefinde. Ayşe Barım, dizi ve film sektörü mensupları, Manifest, Mabel Matiz, ünlüler operasyonu ve çok daha fazlası iktidarın kültürel hegemonya kurma çabasının ürünü olan politik girişimler.

Diyelim ki iktidar başardı. Herkesi susturdu. Moda dahil her türlü “anti-yerli, milli” engellendi. Tam arzu edildiği gibi sabitlendi toplum. O zaman ne olacak? Yukarıda verdiğim örnekler gerçekleşecek. Tarih nehir gibi akar, durağı yoktur. Bazen yatağı daralır, nehrin suları başını kıyılara çarparcasına deli, deli akar. Bazen yatağı genişler, sere serpe ılgın, ılgın akar. Ama kesinlikle akar. Durağı yoktur tarihin. Tarih aynı zamanda nice kültüre mezar olmuştur. Kendisini en üstün, en mükemmel zannettiği anda değişimin önüne baraj kuran toplumlar, kaya gibi taşlaşıp nehrin dibine çakılır. İktidar kültür politikasını başarıyla gerçekleştirirse olacağı budur.

Din politikası da aynı akıbete yolculuk ediyor. Kendisini zamanın zihniyetine anlatamayan inanç sistemleri de tarihe gömülmüştür bilindiği üzere. Selefi yorumu besleyenleri bekleyen de aynı son olur. İktidar ülkemizi, kültürümüzü, inancımızı arkeolojinin araştırma nesnesi yapmak istiyorsa izlediği yol doğru diyebiliriz. Hititler, Sümerler, İnkalar filan tarihteki onca medeniyet, kültürün doğal akışında değişmesini önledikleri için yok oldular. Popüler kültüre yasak getirmek, kültürün canına taammüden kastetmek gibi bir durum.

Çok uzattığım bu yazıyı sonlandırırken Hay bin Yakzan adlı romanla hem İbn Sina hem İbn Tufeyl, Kur’an ayetinde (Hucurat/13) geçen “tearüf” kavramının gereğine uygun hareket etmişler, demek gerekiyor. Kendimce evrensel eşitlik ayeti ismiyle anarım bu ayeti. Çünkü ‘ey insanlar’ hitabıyla başlar. İlkin kadın-erkek eşitliğini belirtir. Ortasında dillerin ve etnisitelerin eşitliği belirtilir. İnsanlar arasındaki tek üstünlük ölçütünün Allah hükmü olduğu bildirilir. Ve son olarak “tearüf” kavramı ile hem eşitlik pekiştirilir hem de farklılıkların etkileşim ile kültürel alışverişi insanlara öğütler.

İbn Sina ve pek çok Müslüman filozof da bu ve benzeri ayetlerin hüküm ve tavsiyeleri ile kültürün, bilginin, bilimin kimliğine değil “ney”liğine bakmışlar. Farabi kültürel, bilimsel ve düşünsel etkileşimi, tevhidi ilkesi ile ölçülendirmiş. 9 ve 12’inci yüzyıllarda kısmen özgür bir düşünce hayatı, bilimsel gelişmelere ve sanatsal, yönetsel başarılara zemin hazırlamıştı. Bu aydınlığın etkisi bir süre daha devam etti ancak Batı ortaçağ dogmacılığından çıkarken bu defa İslam düşüncesine dogmatizm etkili oldu. Osmanlı Islahatları, Nizam-ı Cedit, Tanzimat dönemleri ve sonrasında Cumhuriyet, inanç ve düşünce dünyamızı dogmatizmin esaretinden kurtarma çabasıdır. Cumhuriyetin yüz yılı bitmişken hala bunları hatırlatmak zorunda kalmanın endişesi ve üzüntüsüyle…

Not: Hay bin Yakzan adlı eseri okumak isteyenler piyasada satışı yoksa bile Storytel uygulamasından çok başarılı bir seslendirme ile dinleyebilir.