Müge İplikçi yazdı: Özümsenmeyen bilginin yalnızlaştıran dünyası

Geçtiğimiz günlerde sosyal medyada dolaşımda olan bir video, eğitim dünyasının yapay zekâ karşısındaki çaresizliğini ve öfkesini oldukça çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriyordu. Videoda, yüzünün önce olmamış karpuzun içi, sonra patlıcan moru derken pancar rengine dönen bir öğretmen, ödevlerini yapay zekâ kullanarak hazırlayan öğrencilerini uyarıyordu: “Sonunda kendinizi McDonald’s’ta cızbız köfte yaparken bulacaksınız ya da KFC’de tavukları kızartacaksınız.” Bu görüntü, öğretmenin yaşadığı çaresizliğin renklerle ifadesiydi ve meselenin özüne işaret ediyordu: temel bilgiden yoksun, sadece sonuç odaklı bir eğitim anlayışının uzun vadeli sonuçları.

Bu fenomen sadece sosyal medyadaki bir anlık öfke patlaması değil, aynı zamanda akademik camianın da somut bir gerçeği haline gelmiş durumda. Yakın zamanda görüşme fırsatı bulduğum saygın bir öğretim üyesi, lisans ve yüksek lisans düzeyindeki öğrencilerine artık geleneksel anlamda “paper” (akademik makale) ödevi veremediğinden bahsetti. Öğrencilerin neredeyse tamamının doğrudan yapay zekâdan yararlanması, ödevin amacını bulandırarak, öğrencinin bilgiyi özümseme ve analiz etme kapasitesini ölçmeyi imkânsız hale getiriyordu. Bu durum, eğitimciyi, 1970’li ve 80’li yıllardaki gibi, sınıf içi, gözetim altında yapılan yazılı sınavlara dönmek zorunda bırakmıştı. Peki, bu zorunlu dönüş, bilginin doğası ve ölçülmesi hakkında bize ne söylüyor?

Bilginin ölçülmesi ve “çekirdek bilgi”nin önemi

Bilginin ölçülebilirliği tartışmalı bir konu olsa da, edinilen bilginin bireye kattığı deneyim ve içgörü tartışılamaz. Bilgi, sadece sınav geçmek için bir araç değil, hayata dair yeni pencereler açan, bireyi bir sonraki düşünsel sıçrayışa hazırlayan bir temeldir. İşte ilk videodaki öğretmenin öfkesinin kaynağı da tam olarak budur: Çekirdek bilgiyi özümsemeden, emek harcamadan yapay zekâya sığınmak. Bu durum, tıpkı yapay lezzetler, yapay sohbetler ve yapay mutluluklar gibi, kişiyi “yapay bir bilgi” dünyasına hapseder. Bu süreç hızlı ve zahmetsizdir; ancak altı doldurulmamış, kişisel bir kazanıma dönüşmemiş bu tecrübeler, tıpkı diğer yapay deneyimlerde olduğu gibi, zamanla bireyi yalnızlaştırır. Ve çok dahası

Diplomalar üzerinde resmi mühürler olsa bile, o diplomayı taşıyan bireyin zihninde bilgi adına bir karşılık yoksa, bu belgeler anlamını yitirme riskiyle karşı karşıyadır. Temel atılmadığında, üzerine istediğiniz kadar bilgi yığın, sınavları geçiştirip sınıfları geçin; bu birikim hiçbir şey ifade etmeyecektir. Buradaki asıl trajedi, öğrencinin kendisini bir “aracı kurum” konumuna indirgemesidir. Öğrenci, aslında yapay zekânın doğası gereği yapması gerekeni—bilgiyi bir yerden alıp başka bir yere taşımayı—kendi elleriyle yapar hale gelir. Bilgi, öğrencinin zihninden geçmeden, onu dönüştürmeden aktarılır. Sonuçta not alınır, ders geçilir, ancak mezuniyet sonrasında, hayatla ve gerçek mesleki zorluklarla temas edilmesi gerektiğinde, elinizde o bilgiye dair hiçbir şey olmadığı için çaresiz kalakalırsınız. Buyurun cızbız köfteye!

Geleneksel yöntemler: Bir çözüm mü, yoksa zorunlu bir sığınak mı?

Bu noktada, bahsi geçen ikinci öğretim üyesinin “eski usul” sınav yöntemine dönüşü mantıklı ve gerekli bir önlem olarak görünüyor. Bu yöntem, teknolojik açıdan çağdışı kalmış gibi algılansa da, öğrenciye sahici bir öğrenme ufku sunma ve bilgiyi içselleştirdiğini doğrulama anlamında önemli bir sabit nokta, bir dayanak sağlıyor. Elbette, Mimar Sinan gibi bir dehanın yarattığı mimari şaheserlerdeki gibi, onlarca yıla yayılan sabır ve emekle oluşan bir temeli beklemekten bahsetmiyoruz. Ancak hiç değilse, bilgiye giden yolda azıcık da olsa alın teri dökmenin, dünyayı bambaşka olanaklarla görebilme becerisi kazandırdığını fark etmek çok kıymetli.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Sonuç

Yapay zekâ, eğitimde bir destek aracı olarak kullanıldığında inanılmaz fırsatlar sunabilir. Ki sunuyor da… Ancak temel bilginin özümsenmesi ve eleştirel düşüncenin geliştirilmesi sürecinin yerini aldığında, bireyleri diplomalı ama bilgisiz, donanımlı ama tecrübesiz bir geleceğe mahkûm eder. Öğretmenin yüzünün renkten renge girmesi, sadece bir öfke ifadesi değil, aynı zamanda bu boşluğa düşmekten duyulan derin bir endişenin tezahürüdür. Eğitimin nihai amacı, sadece meslek sahibi bireyler değil, hayata anlam katabilen, sorgulayan ve üretebilen zihinler yetiştirmektir. Bu amacı korumanın yolu ise, teknolojinin nimetlerinden faydalanırken, bilginin kişisel bir keşif yolculuğu olduğu gerçeğinden asla vazgeçmemekten geçer.