Mazlum Vesek yazdı: Yetmiş kere eylül, yetmiş kere sonsuz acı

Balıkpazarı’nda esnaftı. Namlı kabadayılardan birinin kardeşiydi. 6 Eylül 1955’te Ekspres gazetesi “Atamızın Evi Bomba ile Hasara Uğradı” provokasyon başlığını attığında Taksim’e yürüyen kalabalıkları görür. Yağmanın başladığını görür. Nefret Rum komşularına yönelince onları bahçelerine alıp sahip çıkar. Öyle ki Rumların yaşlı kadınları onun için bir anne, gençleri kardeş gibidir. “Bizler sevgiyi yaşatmaya baktık. Kırmamaya baktık” diyor. Adı Çetin İşler, 90 yaşında 70 yıl önceki iki utanç gecesinin tanıklığını anlattı.

Anne tarafı Yalovalı, baba tarafı Kapadokyalıydı. 8 yaşındayken babasının yeni açtığı meze dükkanının yakılıp yıkıldığına tanık oldu. Mebusların, doktorların gömleklerini diken annesinin dört dikiş makinesini kırıp dökerler. Makinesiz kalan annesi mecburen evlere temizliğe gider. Annesinin yokluğunun verdiği korkuyu hiçbir zaman unutmamıştır. Yetmedi, evlerinin önünde duran kamyondan inenler hanelerine girmeye çalışır. “Gavurlar bu akşam sizin son geceniz! Sizi keseceğiz” seslerini duyar. Despina Mistiloğlu, 78 yaşında 70 yıl önceki korkuyu, yalnızlığı anlattı. “Oldu, unutuldu” diyemiyor ama “Bir daha böyle vakalar olmasın…” diyor.

Mazlum Vesek yazdı: Yetmiş kere eylül, yetmiş kere sonsuz acı
Mazlum Vesek yazdı: Yetmiş kere eylül, yetmiş kere sonsuz acı

Evleri Beyoğlu’nda Kurdela Sokak’taydı. Ama o “Eylül” olduğunda Heybeliada’dırlar. 7 Eylül günü hiçbir şeyden haberleri yoktur. Çevredekiler annesine “Dün akşam İstanbul’da çok fena şeyler oldu” diyerek dehşeti özetlerler. O gün, onun doğum günüdür. Babası onun için pasta almaya gider ama ne doğum günü kalır ne pasta. “7’de malınız 8’de canınız” diye bir söz duyarlar. Bir Türk subayının evine sığınırlar ve o gece hiç uyuyamazlar. Babası, iki günlük vahşetten geriye kalan İstanbul’un fotoğraflarını çeken kişidir. Gözaltına alınan babasının nerede olduğunu öğrenmek için rüşvet vermek zorunda kalırlar. Marina Kalumenu, 82 yaşında 70 yıl öncesinin sonsuz acısını anlattı.

İkinci Dünya Savaşı esnasında babası Nafıa askerliği yaptı. 6-7 Eylül 1955’te vahşete tanık oldu. 1964’te İstanbul’daki Rumların neredeyse yarısının gitmek zorunda kaldığını gördü. Ailesinin Türkiye’yi terk etmeme direnişi 1974’e kadar sürüyor. Kıbrıs Harekatı başlayınca nefret okları ona ve etrafına yönelir. “Bozkurtlar” kaldıkları apartmana gelip “Rum evini” arıyorlar. Komşuları ailesini koruyor. Ama sonrasında Türkiye’yi terk ediyorlar. Nikolas Uzunoğlu, 74 yaşında sadece 6-7 Eylül’ü değil, Türkiye topraklarındaki Rumların 1940’lardan itibaren yaşadığı mütemadi korkuya, ötekileştirilmeye dair tanıklığını anlattı.

Gazeteci Serdar Korucu, 6-7 Eylül’ün 70’inci yıldönümünde okurlara ulaştırdığı İstos Yayınları’ndan çıkan “Akşam İstanbul’da Çok Fena Şeyler Oldu – 6-7 Eylül’ün Son Tanıkları Anlatıyor” kitabında 32 tanıkla konuyu bir kez daha gündeme getiriyor. Korucu’nun bu yıl Şubat ve Temmuz aylarında Türkiye, Yunanistan ve Fransa’da yaptığı görüşmeler, toplumsal olaylarda tanıklığın ve tanıklığa çağırmanın önemini bir kez daha ortaya koyuyor.

Korucu, şüphesiz sadece tanıkları konuşturmakla kalmamış. Kapsamlı önsözünde Türkiye’de Kıbrıs meselesinin gündeme gelmesi, buna paralel kurulan cemiyetlerin faaliyetlerini de anlatıyor. Aslında 1955 yazı, İstanbul’da yaşayan Rumlar ve Müslüman olmayan diğer toplumlar için uzun bir yazdır. Rumca gazetelerin basılacağı haberleri kulaktan kulağa dolaşır. Bu bilgiler emniyete verilir. Hatta “İstanbul’da vuku bulacak vakalar” başka illerdeki Rum cemaati önderlerine saatler kala iletilir.

Dikkat çeken bir diğer husus da İstanbul ahalisi arasındaki iletişimdir. Deli Ali’nin “Bayrak çekin evlere” uyarısı, yine Türk komşuların “Işıkları açın, bayrak sarkıtın” demesiyle çok sayıda ailenin korunması, kurtarılma ile hedef tahtası olma arasındaki ince çizginin nereden geçtiğini ortaya koyar.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Korucu, bu bölümde yazarların yaklaşımını da ortaya koymak açısından bazı eserlerden alıntılar yapmış. Eserlerin yazılış tarihine baktığımızda Türk yazarının bu konuyu gündemine almakta epeyce beklediği görülüyor. Orhan Kemal, 1962’de yazdığı “Gurbet Kuşları” konuyu ele alan ilk roman. Kitapta Aziz Nesin, Mina Urgan, Attila İlhan ve Yaşar Kemal’den alıntılar da yer alıyor. Ancak altı çizilmesi gereken bir diğer muharrir Peyami Safa’dır. Korucu, Safa’nın 8 Eylül 1955’te Milliyet gazetesinde yayınlanan “Her Türlü Taşkınlığa Paydos” yazısından bir pasaj aktarmış. Safa “haklı bir milli infial”in “ayaktakımı galeyanı şeklinde soysuzlaştı”ğını yazar. Safa, daha sonra DP iktidarının da çok kolay tespit edeceği (!) suçluyu işaret etmekte bayraktarlığı kimseye bırakmamıştır: “Araya kızıl solcu, kundakçı, çapulcu ve yağmacı binlerce kötü niyetli unsur karıştı.” Bilindiği üzere Türkiye solundan yazar ve aydınlara karşı 6-7 Eylül’ün hemen ardından beraatla sonuçlanacak davalar açılır.

Mazlum Vesek yazdı: Yetmiş kere eylül, yetmiş kere sonsuz acı
Mazlum Vesek yazdı: Yetmiş kere eylül, yetmiş kere sonsuz acı

Korucu kitabın sonuna eklediği belgeler ile 6-7 Eylül’ün rakamlara ve tutanaklara nasıl yansıdığını da gösteriyor. Belgeler arasında yer alan Yassıada Davalarına yansıyan İzmirli bir yurttaşın da dilekçesi, 6-7 Eylül’ün İstanbul dışındaki kentlerde nasıl yaşandığına ışık tutuyor.

6-7 Eylül 1955 pogromu, şüphesiz bir utancın ve başta Rumlar olmak üzere Müslüman olmayan toplulukların hafızasından silinmeyecek büyük bir acıdır. Bu konudaki araştırmaların önemli bir kısmı yağmaya odaklanarak bu karanlık iki günü ancak kısmen aydınlatabilmişti. Oysa 1950-55 yılları arasında yeni iktidarın yarattığı atmosferin de incelenmesi gerekiyor. DP’nin yaslandığı kitlelerin sınıfsal konumu ve motivasyonu neydi ve İstanbul hangi kodlardan besleniyordu? Kıbrıs meselesi bunun işaret fişeği olsa da devlete ve sermayeye hâkim olmak isteyenlerin faaliyetlerine tekrar dönüp bakmak gerekir. Örneğin, 1953 yılında İstanbul’un Fethi’nin 500’üncü yılı kutlamaları ile iki yıl sonra yaşanacak pogromun arasında bir bağ olmadığını iddia edebilir miyiz? Gerçek şu ki, 6-7 Eylül dinci-ırkçı nefretin kristalize olduğu sarih bir örnektir.

Korucu’nun kitabında yer alan tanıklıklar ve belgeler, hatırlamaya, unutmamaya 70 kere Eylülden sonra gelen çarpıcı bir katkıdır. Tanıkların 70 Eylül sonra anlattıkları, yaşananların geçmiş zamanda kalmadığı gibi geleceğe iz sürmeye devam ettiğini gösteriyor.