Cumhuriyet’in kuruluşundan bugüne CHP’nin devletçi reflekslerle şekillenen siyasal çizgisi, Kürt meselesinde yüzleşilmemiş hatalar, inkâr ve asimilasyon politikalarının gölgesini bugüne kadar taşımaktadır. Şeyh Said yargılamalarından Seyit Rıza’nın idamına, Zîlan’dan yıllarca süren kimlik yasaklarına uzanan bu tarihsel bagaj, CHP’nin Kürt halkıyla kurduğu ilişkinin kırılganlığını derinleştiren temel nedenlerden biri olmayı sürdürmüştür.
Kürt ve Türk halklarının kardeşliğini darağacında haykıran o gençlerin idam kararına 114 “evet” oyuyla ortak olan CHP, tarihin en vicdani seslerinden birinin karşısında yine devleti kirli emelleri için kullananların aklının yanında hizalandı. Bugün de Deniz Gezmişlerin o onurlu mirasının yerine, daha konjonktürel, daha temkinli, risk almayan bir siyasal çizgi hâkimdir.
2013 Gezi direnişinde de CHP aynı refleksi devam ettirdi. Toplumsal cesaretin önüne geçmek yerine, güvenli mesafeden izleyen; sokakta bedel ödeyenlerin ardına eklemlenerek “emeksiz prestij” üretmeyi tercih eden bir tutum sergiledi. Bu pasiflik, CHP’nin tarihsel olarak toplumsal dönüşümlerin öznesi olmaktan çok, o dönüşümlerin rüzgârıyla hizalanmayı tercih eden yapısını yeniden görünür kıldı. Bugün ise tablo yeniden belirginleşmektedir.
CHP, Kürt meselesinin çözümünde, kendi tabanına sahte bir güven sunarak DEM Parti’ye yakın durduğu dönemlerin gereğini yerine getirmemiş, siyasal cesaret göstermemiş ve en sonunda bu güven de bugün bir kez daha çökmüştür.
DEM Parti tabanı, Kürt seçmeni, Kürt toplumsal hafızası, CHP’nin konjonktürel yakınlaşmasını kalıcı bir ilke değil, geçici bir taktik olarak gördüğünü artık daha açık dile getirmektedir.
Kürt sorununun çözümünde Abdullah Öcalan’ın tüm Kürtleri temsil etmediği doğrudur; ancak rol sahibi olduğu gerçeği de yadsınamaz. Siyaset, sahadaki gerçekliği yok sayarak değil, onunla yüzleşerek çözüm üretebilir. Bu nedenle Sayın Devlet Bahçeli’nin sıkça dile getirdiği “sorunun muhatabı Öcalan’dır” ifadesi, ister beğenilsin ister eleştirilsin, siyasal gerçekliğe işaret eden bir cümledir. Eğer sorun, muhatabıyla çözülmeyecekse; o hâlde başka kimle, nasıl çözülecektir? Kürt sorunu daha ne kadar devlet içindeki kirli odakların sermayesi olmaya devam edecektir? Daha ne kadar Kürt ve Türk gençleri birilerinin iktidar hesapları uğruna ölmeye mahkûm edilecektir? Daha ne kadar bu ülkenin evlatları birbirine kırdırılarak, en büyük kaybeden yine bu toprakların geleceği olacaktır? Asıl mesele, sorunun muhatabını reddetmek değildir; asıl mesele, barışı, eşitliği ve adaleti sağlayacak siyasal iradeyi Sayın Devlet Bahçeli gibi bu konuda cesur ve devrimci duruş ile gösterebilmektir. CHP’nin bugün karşı karşıya olduğu sınama tam da budur: Tarihsel yükleriyle yüzleşemeyen bir parti, bu ülkenin en derin sorununun çözümünde gerçek bir aktör olabilir mi?
Kayıp güveni onarabilir mi?
Geçmişin acılarını telafi edebilir mi?
CHP ancak, devleti kirli emelleri için kullanan siyasal yan kesicilerin değil, halkın taleplerini merkeze alan yeni bir siyasal cesareti benimsediği gün, Türkiye’nin barışına gerçekten katkı sunabilir. Bu cesaret de temkinli politikaların, konjonktürel söylemlerin, sahte güven ilişkilerinin değil— hakikatin, yüzleşmenin ve demokratik iradenin cesaretidir.
CHP’nin Kürt meselesine dair en sık atıf yaptığı belge olan 1989 Kürt Raporu, kağıt üzerinde ilerici ve dönemi için cesur sayılabilecek öneriler içermesine rağmen, 36 yıldır neredeyse tamamen atıl durumdadır. Dile getirilen başlıklar hâlâ konuşulmakta, hâlâ raporun satırlarından alıntılar yapılmakta, fakat eyleme dönüşen tek bir kalıcı adım göstermek güçtür. Şu haklı soruyu bugün Türkiye’de herkes sormaktadır: 1989’daki o meşhur rapordan hangi maddeyi CHP eyleme dönüştürmüştür?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Dil üzerindeki baskıların kaldırılması mı?
Kültürel hakların anayasal güvenceye alınması mı?
Yerel demokrasinin güçlendirilmesi mi?
Hiçbiri hayata geçirilmedi.
Rapor, tarihsel bir cesaret belgesi olarak sunulsa da, uygulamada bir kararlılık testi verilemedi. CHP, 36 yıldır aynı satırları tekrar etmekte; ancak o satırların ruhunu siyasal iradeye dönüştürmemektedir. Kimi dönemlerde raporun varlığı bir “demokratik vitrin” işlevi görmüş; fakat Kürt toplumunda somut karşılık bulan bir değişim yaratmamıştır. Bu nedenle bugün Kürt seçmeni, CHP’nin geçmiş raporlarına değil, eylemdeki eksikliğine, tutarsızlıklarına ve cesaret boşluğuna bakmaktadır. Türkiye’nin en kadim sorunlarından biri, kağıt üzerindeki iyi niyetlerle değil, hakikatin ve sorumluluğun gerektirdiği somut adımlarla çözülür.
2019 -2023 -2024 seçim süreçlerinde Kürt seçmenin CHP’ye sunduğu siyasal destek, yalnızca sandıktaki bir tercih değil; demokrasiye duyulan umudun ve değişim arzusunun somut bir ifadesiydi. Bu destek sayesinde CHP, Türkiye’nin birçok kritik eşiğinde güç kazandı; yeni bir siyasal alan açma fırsatı elde etti.
Kürt seçmeni özellikle 2019 yerel seçimlerinde İstanbul’dan Adana’ya, Mersin’den Antalya’ya; Hatay, Ankara ve İzmir’e kadar büyükşehirlerdeki dengeleri belirleyen hayati bir rol üstlendi. Milletvekili dağılımlarından büyükşehir belediye tablolarına kadar uzanan geniş bir yelpazede CHP’nin elini güçlendiren bu katkılar, Türkiye siyasetinin seyrini değiştiren temel dinamiklerden biri olarak tarihe geçti. Ancak bütün bu tarihsel katkıların ardından, Kürtlerin oylarını alıp Ümit Özdağ ve Tanju Özcan çizgisine sığınmak, Kürt seçmenine yapılabilecek —en masum ifadeyle— ciddi bir nezaketsizliktir.













