Jean-Pierre Filiu Paris Sciences Po.’da çağdaş Ortadoğu tarihi profesörü. La Découverte’in yayımladığı Main basse sur Israël – Netanyahou et la fin du rêve sioniste adlı kitabının çıkışı vesilesiyle Pascal Boniface’ın sorularını cevapladı.
8 Ocak 2019’da Boniface’ın kendi internet sayfasında yayınlanan söyleşiyi Haldun Bayrı çevirdi.
Bu kitap, Netanyahu’nun 20 Ekim 2015’te yaptığı ve Hitler’in Shoah’tan/Yahudi Soykırımı’ndan –entelektüel sorumluluk da dahil olmak üzere– hiç sorumlu olmadığını söylemesine bir tepki. Böyle bir beyan nasıl yorumlanır?
20 Ekim 2015’te Benyamin Netanyahu, Almanya’ya sığınmış olan Kudüs Müftüsü Emin El-Hüseynî’nin 1941 sonunda Adolf Hitler’e gaz odaları fikrini telkin ettiğini ileri sürdüğünde, hem tarihçi hem yurttaş olarak gerçekten infiale kapıldım. Almanya Başbakanı’nın resmî ziyaretinden bir gün önce, Kudüs’teki Dünya Siyonist Kongresi önünde yapılan bu açıklama üzerine İsrail’de hakiki bir velvele yaşandı. Muhalefetteki İşçi Partisi’nin başı İshak Herzog, Netahyahu’ya “derhal düzeltme yapma” çağrısında bulunduğu, “tehlikeli bir tarih çarpıtması”nı kınadı. 2000-2002 yıllarında İsrail’in Fransa büyükelçiliğini yapmış olan tarihçi Elie Barnavi, “Shoah’ın fuhuş malzemesi yapılması”nı kınadı. Zira gerçekten de Netanyahu’nun niyeti bu durumda Filistinlileri iblisleştirmek için Holokost tarihiyle oynayıp değiştirmeler yapmaktır. Oysa tarihsel gerçeklik, 1937’de sürgüne gitmesinden itibaren Filistin sahnesinde kıyıya itilmiş olan Müftü Hüseynî’nin, kuşkusuz bâriz bir Yahudi aleyhtarı olduğu, fakat onun Nazilere katılmasının Arap dünyasında çok sınırlı bir yankı uyandırdığı ve onun katkılarıyla devşirilen SS bölüğünün bilhassa Balkanlar’da etkin Boşnak Müslümanlardan oluştuğudur. Daha genel olarak da, Hitler’le 1941’deki görüşmesinin raporu, önceden Nazi savaş makinası tarafından kavramlaştırılmış ve planlanmış Shoah uygulamasına geçilmesinde Hüseynî’nin hiçbir etkisi olmadığını kanıtlamaktadır. Araştırmalarımı sürdürürken, Netanyahu’nun Ekim 2015’te kamuya yaptığı o beyandan hayli önce, yabancı yöneticilerle yaptığı özel görüşmelerin bir kısmında, Avrupa Yahudileri’nin yok edilmesinde Filistinlilerin en azından entelektüel bakımdan sorumlulukları olduğu minvalli o bâriz yalanı ısrarla tekrarladığını keşfettim. Netanyahu ucuz politik hesapları için Shoah tarihiyle böyle oynayıp değiştirmeler yapmayı, Macaristan ve Polonya’da iktidardaki popülistlerin gönlünü kazanmak maksadıyla, Yahudi Soykırımı’nda Nazilerin Macar ve Polonyalı işbirlikçilerinin hiç sorumluluğu olmadığı minvalli yalan propagandasını 2018’de kendi üstlenerek sürdürmüştür.
Size göre Netanyahu İsrail’deki fikir savaşını kazandı. Ne şekilde?
Kitabımda Netanyahu’yu tekrar Siyonist tarihin uzun süresi içindeki yerine koyuyorum. İsrail Devleti’nin çoğunluğu İşçi Partili olan kurucu babalarının “büyük anlatı”sının yerine, ekonomik, politik ve sosyal bakımdan sert sağla bağları olan revizyonist Siyonizmin bir başka “büyük anlatı”sının geçirilmesinde onun nasıl araç olduğunu gösteriyorum. Netanyahu bu anlam saptırmasını on üç yıl iktidarda kalması sayesinde yapabildi (1996’dan 1999’a kadar üç yıl başbakanlık, sonra da 2009’dan itibaren on yıldır); şimdiye kadar David Ben-Gourion’da olan uzun ömürlülük rekorunu egale etti bile. Bu yüzden Netanyahu’yu, “kurucu” olan Ben-Gourion’un karşısında, “tekrar kurucu” diye niteliyorum. Ben-Gourion, 1948’de İsrail’in Bağımsızlık Bildirgesi’nde, ister Yahudi ister Arap “tüm yurttaşların sosyal ve siyasî haklarda tam eşitliği”ne kefil olmuştu. Netanyahu ise, 70 yıl sonra, anayasal değerde bir “temel yasa”yı oylatarak, İsrail topraklarında kendi kaderini tayin hakkını sadece Yahudi halkıyla sınırlıyor; şimdiye kadar resmî olan Arapça kullanımını (İsrail nüfusunun %20’sinin konuştuğu) kaldırıyor ve “demokrasi”nin adını bir defa bile anmıyor. Ayrıca, ABD’deki Cumhuriyetçi Parti taraftarı milyarderler tarafından çok desteklenen Netanyahu, endişe ve kutuplaşma yaratıcı popülist bir “iletişim”e yaptığı vurguyla, İsrail siyasî yaşamında benzeri görülmemiş bir “Amerikanlaşma”ya geniş ölçüde katkıda bulundu.
Aynı şekilde, kendinden önce hiç kimsenin yapmamış olduğu bir şeyi de becerdi: Washington’ı kendi hizasına çekti. Böyle bir “başarı” nasıl açıklanır?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
2008’de Amerikalı Yahudilerin %80’inin oyunu almış olmasına rağmen Obama’ya karşı Netanyahu’nun nasıl yöntemli bir kampanya yürüttüğünü kitapta ayrıntılarıyla anlatıyorum. Bu kampanya, Obama’nın ikinci kez seçilmesiyle, hatta sonunda İsrail Başbakanı’nın Kongre önünde İran’la nükleer anlaşmaya karşı kavga vermesiyle iyice sertleşti. Bu bilek güreşi Amerikalı Yahudi topluluğunu derinlemesine parçaladı; Netanyahu ise Amerikan seçmenlerinin neredeyse beşte birini temsil eden Evanjelist sağa, ünlü “Hıristiyan Siyonistler”e öncelik tanıyordu. O Hıristiyan fondamantalistlerin hem Netanyahu’ya hem Trump’a koşulsuz desteği, Trump’ın Ocak 2017’de Beyaz Saray’a girişinden itibaren, büyükelçiliğin Kudüs’e taşınması ve İran’la nüklee ranlaşmanın feshiyle, ABD’nin benzeri görülmemiş şekilde İsrail’in hizasına gelmesine yol açtı.
Onun bizatihi iktidardan ziyade iktidarın verdiği dokunulmazlığa dayandığını düşünüyorsunuz. Neden?
Netanyahu’nun saplantısı,selefi Ehud Olmert’in başına gelenler; Kudüs Belediyesi’nin başındayken karıştığı bir gayri menkul manipülasyonu yüzünden on sekiz ay hapis cezasına çarptırıldı. Bugün Netanyahu’ya karşı hazırlanmış olan dosyalar net bir şekilde daha vahim; çünkü daha şimdiden İsrail polisi onun hükümet başkanlığı görevine bağlı üç davada yolsuzluk soruşturmasına tâbi tutulmasını tavsiye etti. Üç yıl boyunca Netanyahu’nun en yakın çalışma arkadaşlarından olduğunu kaydetmemiz gereken Başsavcı’nın bir, iki ya da üç davada onun için soruşturma açma cesaretini gösterip göstermeyeceğine bağlı bu. Suçlama durumunda ise, bunun 9 Nisan 2019 erken seçimlerinden önce mi sonra mı yapılacağına bağlı. Maksadı adaletin hükmüne karşı muhtemel bir seçim zaferini öne sürerek istifa etmemek olan Netanyahu’nun ikinci varsayıma oynadığı bâriz.