Dünya bir nükleer savaşa hiç bu kadar yakın olmamıştı, fakat krizin köklerini nasıl anlamalıyız? Putin’in savaş suçları NATO’yu sorumluluklarından kurtarmamalı. Hırvat filozof Srećko Horvat ile söyleşi.
“İklim felâketi ve nükleer tehdit karşısında haftaları sayarken, dünya tam bir yokoluşa hiç bu kadar yakın olmamıştı.” Hırvatistan’daki Sırp azınlığın ulusal konseyi tarafından yayınlanan haftalık dergi Novosti, Şubat 2016’daki kurucuları arasında Yanis Varoufakis’in de bulunduğu Avrupa Demokrasi Hareketi DiEM 25 üyesi Hırvat filozof Srećko Horvat ile görüştü. Hırvatça’dan Fransızca’ya Nikola Radic Courrier des Balkans için çevirdi. Fransızca’dan Türkçe’ye Medyascope için Haldun Bayrı çevirdi
Şu son haftalarda Avrupa medyalarının hepsi papağan gibi, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa’daki ilk savaş olduğunu tekrarladılar, böylelikle de Balkanlar’da yaşanmış olan çatışmayı hesâba katmadılar. Nitekim bizim savaşlarımız, Ukrayna’da yaşananla karşılaştırılınca, bir “ufak dalaş” olarak kalabilir. Öngörüleriniz nedir?
Srećko Horvat: Yugoslavya’nın kanlı dağılışı sırasında, korkunç cinâyetlere, bir etnik temizlik harekâtına ve soykırıma tanıklık ederek büyümüş olan bizler, “İkinci Dünya Savaşı’ndan beri Avrupa topraklarındaki ilk savaş” cümlesini duyunca tabii ki irkiliyoruz. Hiçbir savaşa başka bir savaş nazarında “ufak dalaş” muamelesi yapılamaz, zîra savaş cehennemin kapılarını açar ve o kapılar bir asır sonra bile kapanmaz, hele eski Yugoslavya’daki gibi üzerinden daha ancak otuz yıl geçmişse.
Savaş bir suçtur. Savaş gencini yaşlısını götürür, hayatları mahveder ve milyonlarca kişiyi yerinden edip onları sıfırdan ya da daha azıyla tekrar başlamaya mecbur eder; zîra yok edilen bir daha gelmeyecektir, oysa travma ilelebet kalır. Ukrayna’daki savaşla, yeni bir çağa girdik; nükleer kuvvetler çarpışmasına son 30 yılda hiç bu kadar yakın olmamıştık.
Bunun en büyük tanığı Pentagone’dur; zâten 28 Şubat’ta, şimdiye kadar sâdece iki kere, Küba füzeler krizinde ve Körfez Savaşı’nda ilân edilmiş olan DEFCON 2 düzeyi ilân edilmiştir. Daha sonra düzey DEFCON 3’e düşürüldü; ama nükleer süper güçler arasında bir çarpışma ya da Çernobil’dekinden beter bir felâket riski her gün biraz daha artıyor. Putin’in kuvvetleri ise Avrupa’nın en büyük nükleer santralinin denetimini ellerine aldılar ve maalesef, Alman filozof Günther Anders’in 1986’daki ünlü cümlesini açma zamânıdır: “Her yer Çernobil.”
Bugün her yer Zaporijia. Bir nükleer felâket sınır tanımaz.
Aylardan beri her taraftan savaş davulları duyulmasına rağmen, Putin’in hakîkaten Ukrayna’ya saldıracağını düşünenler azdı. Bu kararından siz ne anlıyorsunuz?
Putin’in Ukrayna’ya saldırısını kınıyorum ve bir başkanlık seçimi kazanmak için 1999’da ve 2000’de Grozni’yle Çeçenistan’ı yerle bir ettiğinden beri onu bir savaş suçlusu telakki ediyorum. Putin’in politikasına ve savaşa karşı çıkan Ukrayna halkı da Ruslar da tüm desteğimizi hak ediyorlar. Desteğin üstüne, barış mücâdelesi vermek hepimiz için tarihsel bir görev — sâdece Avrupa’da da değil.
Putin ile NATO arasında yarattığı restleşmeyle Ukrayna’daki savaşın bölgemiz de dâhil olmak üzere bütün dünya için derin jeopolitik sonuçları vardır. Bugün, nefret ve milliyetçilik ideolojilerinin baskın çıkmasına ve bizimki gibi küçük devletlerin süper güçler arasındaki oyunda piyonlar hâline gelmesine izin vermememiz her zamankinden fazla önemlidir; üstelik ortamımız zâten hassastır ve bırakın son savaşı, İkinci Dünya Savaşı’nın yaraları bile henüz kapanmamıştır.
Önceden ender görülen bir biçimde, yekvücut olarak cevap veren Batı’nın tepkisini yorumlayabilir misiniz?
NATO’yu kim eleştirirse onu derhal bir Putin taraftarı gibi gören Denkverbot’un (“Düşünme yasağı” anlamına gelen korkunç bir Almanca sözcük) git gide daha yerleşikleşen hükümdarlığına rağmen, günümüzdeki felâkete getiren durumda, o sözüm ona “Batı”nın da büyük bir sorumluluğu vardır.
Eski Amerikan Dışişleri Bakanı, ama aynı zamanda benim gözümde bir savaş suçlusu olan Henry Kissinger, “Batı, Rusya için Ukrayna’nın asla sıradan bir yabancı ülke olmayacağını anlamalı” ve “Ukrayna NATO’ya girmemeli, fakat Finlandiya’ya benzer bir uluslararası konumu olmalıdır” diyerek uyarmıştı. Sözüm ona “finlandiyalaşma”, Soğuk Savaş sırasında Finlandiya, İsveç ya da Avusturya’nınki gibi tarafsız bir statüye işâret eder. Bunun yerine Ukrayna, 2014’ten îtibâren bir tarafsızlık politikasından ziyâde NATO’dan yana bir seçim yapmıştır.
Kiev ile Batı, sâdece Kissinger’ın değil, NATO’nun Ukrayna’ya doğru genişlemesinin nükleer güçler arasında savaş risklerini artırdığını söyleyerek uyaran John Mearsheimer gibi bâzı Amerikan siyasetbilimcilerinin de öğütlerine kulak vermiş olsaydı, belki trajediden kaçınılabilirdi. Rus Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov’un Batı’yı tehdit ederken, Üçüncü Dünya Savaşı çıkarsa bunun nükleer olacağını ekleyerek uyarması şaşırtıcı değil.
Böyle bir savaş sonrasındaki dünyanın neye benzeyeceğini tahayyül edebilir miyiz?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Bu Denkverbot zamânında hâlâ bir Rus’tan alıntı yapabiliyorsak, Lenin, “Onlarca yıl geçer de hiçbir şey olmaz; öyle bir hafta olur ki içine onlarca yıl sığar” demiş. Maalesef son otuz yıl içinde her şey oldu — Yugoslavya’nın kanlı bir biçimde parçalanması, Somali’deki savaş, ve Körfez Savaşı, Ruanda’daki soykırım, Afganistan’ın istilâsı, Irak’ta, Suriye’de, Libya’da, Yemen’de savaş ve dünyanın cehennemi yaşayan birçok başka yeri.
Bugün iklim felâketi ve nükleer tehdit karşısında haftaları sayarken, dünya tam bir yok oluşa hiç bu kadar yakın olmamıştı. Oysa bilgi ve dezenformasyon akışı, pandemiler, toplumdaki korku ve kutuplaşma karşısında, serinkanlılığı korumak gerek. Uluslararası savaş karşıtı yeni hareketin üstüne, mevcut iklim hareketiyle birleşerek imkânsızı mümküne çevirebilecek, yani sâdece insanlar arasında değil diğer canlı varlıklar ve bizzat gezegenle barış içinde bir yaşamı getirebilecek güçlü bir anti-nükleer harekete ihtiyâcımız var.
Paradoksal bir biçimde, bizi ancak imkânsız görünen kurtarabilir.
Batı’da ve aynı zamanda Hırvatistan’da, Rus fobisinin arttığı görülüyor. Suçları sâdece kötü bir milliyete mensup olmak olan kimselerin zulme uğratılmasına dönüşebilir mi bu?
Rus halkının nasıl şeytanlaştırıldığını görmek korkunç. “Sözcükler ufak zehir dozları gibi etki edebilir” der Viktor Klemperer, büyük incelemesi Lingua Tertii Imperii’de (“Üçüncü Reich’ın Dili”) ve bu zehir dozlarının, “temkinsizce, bir etki etmiyormuş gibi görünerek yutulduğunu, ama bir süre sonra toksik bir tepkinin çıkageldiği”ni ekler.
Putin Ukrayna’nın “Nazilikten arındırılması”ndan bahsettiği zaman, Ukraynalıları Nazilerle özdeşleştirerek dili fütursuzca bir savaş aracı olarak kullanır. Ama aynı şekilde, “Ruslar bombardımana geçti…” diye başlayan koca manşetleri okuduğumuz zaman da, Putin yönetimini Rus halkıyla tehlikeli bir biçimde özdeşleştiren yaklaşım nüfuz eder bize. Oysa binlerce Rus, Putin’in politikasına karşı çıktıkları için hapistedir; milyonlarca Rus yaptırımlardan kötü etkilenecektir, ayrıca yurtdışında bulunan Ruslar da şimdiden saldırılara uğramaktadırlar.
Savaş suçlularını bir ulusun bütününe asla teşmil etmemeliyiz. Rus sanatçılarının ve bilim insanlarının Avrupa’da çalışmalarının engellendiğini, Dostoyevski’nin okul programlarından “silindiği”ni görünce, tehlikeli bir durumdayız demektir — bizim savaşımızı hatırlatan bir tür 1990 dejavü’sü. Marx ve Engels’in üstüne, şimdi de bu yakışık almadığı ya da sâdece “Rus” oldukları için Tolstoy ile Dostoyevski’nin kitaplarını da mı sokağa atacağız sonunda?
“Kötü milliyet”e dayalı her nefret kınanmalıdır. Gezegenimize uzaylılar gelse ve Mayakovski’nin şiirini okusalar, Dostoyevski’yi okusalar, Tarkovski’nin filmlerini seyretseler, bu tuhaf gezegende böyle devlerin yaşamış olmasından insanlığın mutluluk duyması gerektiği sonucuna varırlardı. İnsanlığın bir geleceği olması için milliyetçilikler ve ulus-devletler arasındaki dar ittifaklardan çıkılmalı.
Gelecek ya ulus-aşırı ve küresel olacak, ya da olmayacak.
Goran Borkovic (Novosti, Courrier des Balkans için)
11 Mart 2022