Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Müge İplikçi ile Sabun Köpüğü (84): Kader ve Hayal – İkiz kız kardeşler

Sabun Köpüğü’nde bu hafta Müge İplikçi ikiz kız kardeşler Kader ve Hayal’in hikayesini anlattı:

İkizdiler. İki kız kardeş. Kocayınca birlikte yaşamaya karar verdiler. İntikam ateşiyle yanıyordu içleri. Türkiye’nin en verimli seri tıraş bıçağı üreten adamına takıktılar. Daha sonra başka başka şeyler yapacaklardı ama bu ilkti ve son derece tetikte olmaları gerekiyordu. 

Tıraş bıçağı üreten adam ise bunların farkında bile değildi ya da farkında olmamayı seçmişti. Hayatı boyunca bu ikisini (bu ikisiydi isimleri, evet) birbirine karıştırmış, bütün ikiz öykü ve fantezilerini aklısıra yerle bir etmişti. İşine geldiği zaman Kader derdi, işine geldiği zaman da Hayal. İşine geldiği zaman Kader’i kullanırdı, işine geldiği zamansa Hayal’i. Aynı mahallede büyümüş olmaları işleri kolaylaştırmış, adam işi gereği büyüdükçe yolları ve dünyaları iyiden iyiye ayrılmıştı. 

Zamanında Kader bu işten yorulmuş ve yarı yolda pes etmiş, “adını koyalım şunun” dediği durumlarda karşısında hep tuhaf, uzak ve ilgisiz birini bulmuştu. Hayal ise inatçı olandı. Her ne kadar yıpratılmış olsalar da bütün ruhunu ele geçirmiş olan bir hayali aklından atamıyordu. Her ne kadar bütün yaşamı insanları sevmek ve anlamak kaidesiyle harmanlanmış olsa da, değişmek durumunda olduğunun farkındaydı.

Aslında adına hayat denilen bu yolda birçok şey başlarına gelmişti iki kardeşin. Bunlardan en kötüsü de, birbirleriyle el ele verip eşikleri geçmek, hem cezası verilmesi hem de  haddi bildirilmesi gerekene kendi lisanlarınca bir posta koymaları gerekirken, hemen her şeyi sineye çekmiş, sürekli olarak ayıkla şimdi pirincin taşını köşesine savrulmuş ve daha da vahimi birbirlerini suçlayıp durmuş, hatta bir dönem küsmüşlerdi. 

Onlar küslüğün ve biteviye cümlelerin etrafında dönüp dururken, seri tıraş bıçağı üreticisi bildiğini okumaya devam ediyor, örneğin Hayat’la Can isimli kardeşleri üç kağıda getiriyor, Solmaz ile Çiçekten isimli çocukları doğduklarına bin pişman ediyordu. Engin ile Cennet’in durumunu hiç sormayın. Dünya ile Evren… I-ıhh… Nihayetinde bıçkın tıraş bıçakları piyasadaydı ve çok iyi iş yapıyorlardı. Tıraş bıçaklarının lazerlisi bile çıkmıştı. Hatta mor ötesi ışınlısı bile piyasayı yerle bir etmeye yetmişti. Televizyonlarda boy boy yapılan reklamlarda, bu bıçakların teknolojisi dillere destan bir biçimde yansıtılıyor, insanları uyurken traş eden tiplerinden bahsediliyor ve içlerine yerleştirilen kameralarla eviçi mahremiyetinin boyutları tartışılıyordu: Bir çocuk, iki çocuk, yok yok yetmez üç çocuk…

Tıraş losyonu, köpüğü, fırçası, favoriler, sinek kaydı tıraş…Hepsi burada ve şimdiydi. Çok önemliydiler. 

Gelelim Kader ve Hayal’e. Mutfak masasının bir ucunda o bir diğer ucunda ötekisi. Elden ele geçirdikleri bir gazete sayfasına takılmışlardı ve gözleri o sayfada  sürekli olarak aynı reklamın üzerinde dolaşıp duruyordu. Bir kuş tüyü vardı. Sadece bu. Ve kocaman bir sayfayı kaplamıştı. Sonra, alta doğru,  ikisi de onun fotoğrafını gördü. “Türkiye bu tadı sevdiğin için sana teşekkür ediyorum” diyordu fotoğraftaki. 

Mutfak masasının üzerinde bir de şekerlik vardı. Şekerliğin üzerindeki başaklar dolu dolu eğilmişlerdi. Bir de ekmek kızartma makinesi hafif sağa doğru kaymıştı tezgahta. Makinenin, şekerlikle hiçbir bağlantısı yoktu. Duvarda ise bir takvim, çocukluklarını hatırlatan günlerin ağaçları arasında aylardan ekim ediyordu. Yerde bir halı. Toz göstermesin diye beyaz bir şeydi.  

Gazetedeki tüy ise aralarında giderek büyüyen bir ağırlığa dönüştü. Seri tıraş bıçağı üreten adam yuvarlak yüzü ve pörtlemiş gözleriyle, patronlardan patron edasıyla onları süzmeye devam ederken, ekimlerden bir gün, bir mutfakta, biraz bekleseler kapılarını çalacak olan PTT memurunun getireceği kargoya alacakken, biraz bekleselero gün, bozulmuş çamaşır makinesine Arçelik servisten gelecek olanı içeriye buyur edecekken, biraz bekleseler dedikodu programlarında birbirine küfür edecek ahaliyi dinleyecekken, o günkü salçalı yemeye sıvanacakken, hatta pazara gidecekken… Zaman durdu ve birbirlerine baktılar. Kader ve Hayal şimdi birbirinin gözlerinin içine bakıyordu. Doğmadan önceki gibi. Ve ilk önce Kader mutfağa düşüverdi. Derin bir nefes aldı. 

İlk önce masanın üzerindeki şekerlik ekim takviminin üzerine serbest bir uçuş gerçekleştirdi. Döne döne kapağından ayrıldı, içindeki toz şeker mutfağa ağır çekim aktı.

Bu Kader’di. Kaderin böyle bir cilveli yolu vardı işte. Ağdalı bir yol.

Sonra Hayal devreye girdi, doğdu ve sağ taraflarındaki ekmek kızartma makinesini fişinden hışımla çekip renksiz halının kıvamını zedeleyecek biçimde yere fırlattı. Makinenin içerisinde ekmek ve simitlerden kalma tuzlu susamlar ve tuzsuz ayçiçekleri renksiz halıya saçılmışken Hayal makinenin üzerine çıkıp tepinmeye başladı. Sanki o ekmek kızartma makinesinden tıraş bıçakları yapmak ister gibi bir hali vardı. Zaten ekmek kızartma makinesinin de başka bir işe yaramayacağı aşikardı.

Bir müddet böyle geçti. Ekim zamanı, hasat zamanı, şeker ve tuz ruhu zamanı. İçine bir de kuş tüylü gazete sayfasından onlara gülen tıraş bıçağı sahibinin fotoğrafını eklemişlerdi.. Ekim zamanı, hasat zamanı, şeker ve tuz ruhu zamanı. Etraf bir anda buz kesmişti. Sonra katıla katıla gevrek gevrek gülmeye başladılar. 

Bir müddet sonra sadece birbirlerine bakıp başlarını salladılar. Bu da gelir bu da geçer dercesine. Doğmuş, hatta büyümüşlerdi ve en büyük intikamın yok saymak olduğunu o dakika anladılar. Kader hayali hayal kaderi doğurmuştu.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.