Erdoğan cemaatlerin yükünden kurtulma arayışında

İsmailağa Cemaati’ne bağlı Hiranur Vakfı kurucusu Yusuf Ziya Gümüşel’in kızı H.K.G.’yi altı yaşındayken “imam nikahıyla evlendirmesi” ve Kadir İstekli tarafından cinsel istismara maruz bırakılan H.K.G’nin başlattığı hukuk mücadelesi Türkiye’nin gündeminde.

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, kabine toplantısının ardından sessizliğini bozdu.

Erdoğan,”Günümüz şartlarında 13 yaşında nişan, 14 yaşında evlilik gibi bir durumu kabul edebilmemiz asla mümkün değildir. Hele hele daha küçük yaşlardaki istismar iddiaları tam bir faciadır” dedi.

Erdoğan’ın bu sözleri AKP ile cemaatler arasında yeni bir dönemin işareti mi?

Ruşen Çakır yorumluyor.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Genel olarak devletle cemaatler, Sünnî-İslâmî cemaatler; ama özel olarak da Erdoğan iktidârıyla tarîkatların ve cemaatlerin ilişkisinde ilginç bir dönemden geçiyoruz. Alışkanlıkların, ezberlerin biraz bozulduğu ilginç bir dönem. Bunun ne derece fark edildiğinden açıkçası emin değilim. Ancak bu konuda daha önceki örneklerle karşılaştırıldığında, son birkaç gündür yaşananların bambaşka olduğunu vurgulamakta yarar var ve bu bambaşkalığın önümüzdeki dönemde yeni şeylere işâret ediyor olma ihtimâli var. Bunu özel olarak not düşmek istiyorum.

Şöyle ki; Türkiye’de cemaatlere yönelik, özellikle tarîkatlara yönelik birtakım iddialar gündeme getirildiği zaman ᅳki bunlar genellikle sûistimâl oluyor; çocukların, genç kadınların ya da genç erkek çocuklarının da sûistimâli, özellikle cinsel anlamda sûistimâli söz konusu oluyor, çok olay olduᅳ, bunlarda genellikle şöyle bir algoritma işliyor: Öncelikle suçlamanın üstü örtülüyor, suçlayanlara bakılıyor, suçlayanlarda bir artniyet aranıyor, örgütlülük aranıyor ve bu arada iddia edilen olayların doğruluğu kesin olsa da çok da fazla dillendirilmesi istenmiyor. Hızlı bir şekilde o olaylar kapatılıp ᅳbelki birileri yargılanıyor, mahkûm ediliyor filanᅳ çok konuşulmasına izin verilmiyor. Burada bir dayanışma hâli var. Devlet tüm kurumlarıyla en tepeden en aşağıya kadar, suçlanan tarîkatların, vakıfların vs.’nin yanında pozisyon alıyor ve bir hatâ yapılmış olsa dahi, bunu büyütmemek gerektiğini, genelleştirmemek gerektiğini söyleyip, hattâ tam tersine hızlı bir şekilde bu suçlamaları kendi saldırıları için malzeme yapıyorlar — en iyi savunma saldırıdır diye.

Bu son yaşadığımız, İsmailağa Cemaati’yle ilgili yaşadığımız olayda da başta böyle oldu mâlûm: 6 yaşında evlendirildiğini söyleyen kadın ve bu iddiaların yargı tarafından kabul edilmesi, bir iddianâmeye dönüştürülmesi, mahkemenin de iddianâmeyi kabul etmesi, ileri bir tarih de olsa 2023’ün Mayıs ayına duruşma târihinin verilmesi. Kadın ᅳtabiî o zaman çocuk yaştaᅳ, annesi, babası ve evlendirildiğini söylediği, kendisinden o târihte 23 yaş büyük olan, kendisi 6 yaşındayken 29 yaşında olan şahsı suçluyor. Bunları suçluyor ve burada tabiî ki İsmailağa Cemaati söz konusu olduğu için hemen olayın kendisinin gerçekdışı olduğu, olamayacağı, böyle bir şey olur mu deyip iddianâme yokmuş gibi ve sanki bu düz bir gazete haberiymiş, gazetecilerin iddiasıymış gibi alındı ve burada anne, baba ve eski kocaya değil; oklar gazeteci arkadaşlarımıza, Timur Soykan’a ve Murat Ağırel’e yönlendirildi. Buradan yeni bir 28 Şubat senaryosu yaratılmak istendiği, o kadından yeni bir Fadime Şahin yaratılmak istendiği vs. vs. ve o bildiğimiz mekanizmalar işledi. Olayın kendisi değil; olayı gündeme getirenler ve bu olaydan rahatsız olanlar, bu olayın aydınlatılmasını isteyenlere karşı bir hamle yapıldı. Böyle gideceği sanılırken işin rengi özellikle dünden îtibâren değişti. Ama bunun işâreti birkaç gün önce, iktidar yanlısı olarak bilinen ve ilk anda o klasik algoritmaya göre hareket eden bâzı isimlerin, sosyal medya fenomenlerinin frene basmasıyla aslında ortaya çıkmıştı. Ne olduysa birden, “Lânet olsun” şeklinde açıklamalar yapmaya başladı bu kişiler ve orada bir şeylerin değişmekte olduğunun işâretini gördük. Dün îtibâriyle önce İsmailağa Cemaati’nde yapılan açıklama, ardından kabine sonrası Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söyledikleri, bu olayla ilgili iddiaların çok ciddîye alındığını ve mağdurun değil, onu mağdur edenlerin hedef alındığını bize gösterdi.

Aslında bu algoritmanın bozulmasının ilk işâretlerini AKP Grup Başkanvekili, kendisi de hukukçu olan Özlem Zengin vermişti. İlk andan îtibâren bu konuyla ilgili, “Nereye kadar gidiyorsa ᅳcemaatse cemaatᅳ, sonuna kadar gidilsin” dedi, dikkat çekti; ama onun yaklaşımının egemen olmayacağı, bir tür münferit çıkış olduğu düşüncesi insanlarda hâsıl oldu ᅳ özellikle karşı mahallede diyelim. Ama bugün bakıldığı zaman, onun ilk günden aldığı pozisyonun, bugün AKP’nin ve dolayısıyla devletin resmî politikası olduğunu görüyoruz. Erdoğan, kabine sonrası yaptığı açıklamada net bir şekilde bu olayın kamuoyunda haklı bir şekilde tepkiye yol açtığını söylüyor; yani tepkilere bir îtirâzı yok, artniyet aramıyor. Tabiî birtakım hususlara, suçun şahsîliği gibi hususlara dikkat çekiyor. Murat Yetkin’in bugünkü yazısına bakarsanız, Erdoğan’ın İsmailağa Cemaati’ni korumak istediğini söylüyor. Ben ona çok emin değilim. Birazdan o konuya da geleceğim. 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Onun öncesinde, saat 17.00’deki kabineden önce, İsmailağa Cemaati’nin sözcüsü Av. Esad Gökdemir bir açıklama yaptı, hazırlanılmış kısa bir açıklama. Birkaç farklı açıdan kamerayla kaydedilmiş bir video paylaştılar ve orada da diyor ki: “6 yaşında bir kız çocuğunun evlendirilmesi dinî açıdan doğru olmadığı gibi, vicdanların da kesinlikle kabul etmeyeceği bir durumdur”. Tabiî ki şunu söylüyor: “Birtakım münferit iddiaları câmiamızla irtibatlandırmaya çalışanların artniyetli ve maksatlı oldukları açıktır. Bu husus, İsmailağa’ya mensûbiyet iddiasında olan bir kimsenin bu câmianın en temel esasları arasında yer alan, ‘Resmî nikâh olmadan dinî nikâh yapılmaz’ düsturuna muhâlefeti ise bizlerle asla ilişkilendirilemez”. Ben bunu ilk gördüğümde, “Cemaat anne-babayı ve eski kocayı sattı” dedim. Normal şartlarda eskiden olsa böyle bir şey yapmazlardı. İddiaların mahkeme tarafından sonuçlandırılacağını, bunların artniyetli olduğunu vs. söylerlerdi. Meselâ ilk gün şöyle şeyler yaptılar: “Bir fasık size bir haber getirirse ona şüpheyle yaklaşın” âyetini bütün mensuplarının telefonlarına yolladıkları söylendi İsmailağa Cemaati’nin. Yani burada haberin kendisini değil; haberi taşıyanları, yani gazetecileri işâret ettiler ilk başta. Orada eski algoritma çalışır gibi oldu. Ama sonra ne olduysa oldu, onlar da frene bastılar ve bu iddiaların, aslında iddianın ötesinde bir gerçekliği olduğunu herhalde düşündüler ki frene bastılar ve “Yapmış olabilir, bizi bağlamaz” dediler ve üst düzey olduğunu kolaylıkla çıkarabileceğimiz kişiyi sâhiplenmediler, bıraktılar.

Burada hatırlayın, ilk gün olayın hemen ardından, suçlamaları yapan kadının ağabeyi ve iki kız kardeşi çıkıp, özellikle Saadet Partisi’ne yakın medya kuruluşlarında yayınlanan açıklamalarla bu iddiaların gerçekdışı olduğunu, o gelinlik kıyâfetinin aslında başka bir olay bağlamında olduğunu, asla 6 yaşında evlendirmenin söz konusu olmadığını söylediler ve belleğime kazınan bir şey, ağabeyi, en sonunda Timur’un adını vererek pişkince, “Ben kardeşimi o gazeteciden, Timur Soykan’dan daha çok seviyorum” dedi. Ama sonunda şu anda bütün rüzgârın esişine baktığımız zaman tahmin ediyorum ki, ne kendisi ne kız kardeşleri bir daha böyle bir video çekmeyecekler, çekemeyecekler. Çünkü onları artık kimse ciddîye almayacak. Herhalde kendileri de bu yaptıklarından dolayı bir ölçüde vicdan azabı çekiyorlardır diye umuyorum. Vicdan azabı çekmelerini umuyorum, yani vicdanlı olmalarını umuyorum. 

Burada yaşanan olay bambaşka bir olay. Şundan bambaşka bir olay: Eski ayarlar bozuluyor, çok şey değişiyor. Bunu özellikle vurgulamak lâzım. Özlem Zengin’in ilk başta verdiği refleksin, iktidârın refleksi hâline gelmesinin önemli olduğunu düşünüyorum. Burada bir tercih değişikliği var. Buradaki yaklaşımda artık Erdoğan ve diğer AKP’liler herhalde şunu görüyor: “Biz bunları savunmak için harcadığımız çabayla aslında kendimize zarar veriyoruz, yani onları koruyalım derken biz zarar görüyoruz”. Bu olay, bunu ilk defa dedirtti bana göre. Öyle de bir olay oldu ve bu anlamda bunun bir dönüm noktası olduğunu düşünüyorum. Artık bâzı cemaatleri ᅳaslında genel olarak hepsiniᅳ Erdoğan taşıyamaz halde. Çünkü Erdoğan eskisi kadar güçlü değil. Zâten kendi derdine düşmüş bir Erdoğan’ın, bir de 6 yaşında evlendirilen çocuk hâdisesinde kamuoyunun verdiği o haklı tepkiye rağmen akıntıya karşı bir tutum alması, bunu örtbas ettirmesi vs. olabilecek gibi bir şey değil.

Şimdi ne oldu? İlk günde, “Ne söylendiğine değil; kimin söylediğine bakalım“ korosu olanlar, birdenbire, “Bu rezil olay bir an önce sonuçlansın” dediler. Bir baktık ki bugün meselâ iki ayrı gazetede, Hürriyet’te ve Sabah’ta ᅳbaşka yerlerde de vardırᅳ, iktidar sözcüsü olan kişiler ᅳbirisi benim gazeteciliğe ilk başladığım yıllarda arkadaşım olan Sabah’ta Mahmut Övür, birisi Hürriyet’te yine berâber çalışmış olduğumuz Hande Fıratᅳ ne dediler? Dâvâ bir an önce görülsün dediler. Normalde Mayıs ayında; ama o bile, Mayıs’a atılması bile bir kayıtsızlık olarak görülmüştü. Onun öne çıkarılması talebinde bulundular. Nitekim bugün de Numan Kurtulmuş aynı şekilde, “Dâvâ öne çekilsin” dedi ve birden mekanizmanın, yeni bir algoritmanın yazıldığını görüyoruz. Bu algoritmada şu var: “Evet, böyle bir şey olmuş olabilir”. Mağdur kadının beyânının esas alınması gerektiğini –ki hep öyle olması gerekiyor– burada nihâyet kabullenmiş bir iktidar var. Belli ki birçok kanaldan olayı soruşturdular. Cemaat de aynısını yapmışa benziyor. İsmailağa Cemaati de bu açıklamayı avukata yaptırmadan önce herhalde anne, baba ve eski kocayı sorgulamışlardır. Hani sorgulamak sert kaçabilir; ama öyle yapmışlar diye düşünüyorum ve ondan sonra bu açıklamayı yapmışlardır. Artık burada bu mızrağın çuvala sığmadığını her bir taraf da görmüştür. Bir diğer yönden de şunu özellikle vurgulamak istiyorum: İsmailağa’ya da iktidardan, “Burada artık sizin yanınızda değiliz” açıklaması gelmiş olsa gerek ki, avukata kabine öncesinde bu açıklama apar topar yaptırıldı. Şu hâliyle bakıldığı zaman, anne, baba ve eski koca kendi başlarına kaldılar. Kim onlara nasıl destek verecek bilmiyorum. Çok da fazla umurumda değil. Burada esas önemli olan husus: Bunun devâmı nasıl gelir?

Murat’ın (Yetkin) yazısından bahsettim. Murat yazısında diyor ki: “Erdoğan tarîkatlara mecbur. Onlara çok fazla dokunamaz”. Bu teorik olarak doğru. Yani her bir oya da ihtiyacı var Erdoğan’ın, doğru. Ama artık oy alacağım diye birilerine tâviz verdikçe, var olan oylarını kaybetme riskiyle karşı karşıyaysa, gerekirse onlardan vazgeçebilir. Anladığım kadarıyla öyle bir kritik eşikte Erdoğan. Yani “Bunlardan gelecek hayır…” deyip, oraya artık kafasını çevirebilir. Nitekim şöyle de bir olay oldu, biliyorsunuz: İsmailağa Cemaati’nin efsânevi şeyhi vefat etti, o da artık yok. Mahmut Efendi de olmadığına göre, yeni dönemde onlara pekâlâ, “Artık doğru dürüst davranın. Benim başımı daha fazla derde sokmayın” mesajını bu olay nedeniyle veriyor olma ihtimâlinin daha yüksek olduğunu düşünüyorum. 

Şu hâliyle bakıldığı zaman, birçok yayında bunu işliyorum, daha yeni dün de konuştuk: Cemaatler çöküyor. Artık cemaatlere yaslanan kimsenin kazanabileceği bir şey yok. Hele İsmailağa gibi diğer bütün bu Nakşî cemaatleri vs.leri, bunlara yaslanabilmek için onların bir ağaç olabilmesi lâzım. Artık ağaç olma özelliklerini yitirdiler. Onlar da çürüyor. Bir diğer yandan cemaatler de aslında Erdoğan’ın eski Erdoğan olmadığı gerçeğiyle karşı karşıyalar. Birlikte yaşadıkları bir çöküş var. Bâzı durumlarda bâzı cemaatler –ki Erenköy Cemaati bence bunu yapıyor– Erdoğan’ın kendilerini de dibe çekmesinden kurtulmak için Erdoğan’la yollarını ayırmaya gittiler. En azından mesâfe koymaya gittiler ve şimdi onun karşılığı BİM krizi olarak karşımıza çıkıyor. Kimi durumda da Erdoğan, meselâ bu son İsmailağa örneğinde olduğu gibi, onun kendisini daha fazla dibe çekmesine izin vermek istemiyor. Böyle bir olayı şu anda yaşıyoruz. Bunun devâmının nasıl geleceğinde de sâdece cemaatlerle Erdoğan’ın, iktidârın ne yapacağı değil; muhâlefetin de sivil toplumun da burada nasıl bir pozisyon alacağı önemli olacak. Onları kendi hâline bıraktığınız zaman – ki  genellikle tercih edilen bu– o ilişki inişli çıkışlı bir şekilde devam eder. Ancak burada, bu süreçte eğer diğer kurumlar doğru pozisyonları alabilirse, bu süreçte iktidâr-cemaat ilişkilerinin genel olarak Türkiye’nin hayrına bir şekilde gelişmesine yol açabilirler. Şu olayda şimdi ilginç bir şey oldu. Hemen hemen herkes bir yerde birleşti, açığa bir tek Saadet Partisi düştü — ve onun dışında birkaç kişi. Temel Karamollaoğlu’nun yaptığı açıklama ya da onların TV5’te yapılan yayınları vs., şu anda esen rüzgârın tam tersi bir yerde duruyorlar. Yani ne demişti Temel Karamollaoğlu: “Âile rahatsız oluyor”. Şu anda bakıyoruz ki: “Âile rahatsız olsun, olmalı” duygusu baskın ve belki biz bu yayını yaptığımız sırada ya da çok zaman geçmeden hem mahkemenin öne alındığını hem de muhtemelen anne ve babanın ᅳya da anne belki değil; ama en azından babanınᅳ ve eski kocanın tutuklu yargılanmasına da tanık olabiliriz. Halbuki yanılmıyorsam iki gün önce İsmail Saymaz, anne ve babanın mahkemeye getirilmemesi ve uzaktan bağlanmaları karârı alındığını söylemişti. Ama rüzgâr birdenbire değişti, algoritma bozuldu ve burada yaklaşan seçimle de bunun çok ciddî bir şekilde alâkası var. Sonuçta bütün bu hamleler, bütün bu yaşananlar seçmen tercihinde birinci derecede etkili olacak şeyler. Bu olayı örtbas etmeye çalışmak, bunun için enerji sarf etmek herhangi bir parti için akıl kârı bir şey değil. Hele her oya ihtiyâcı olan iktidâr partisinin. Şimdi öteki mantıkla, “Aman İsmailağa’yı ürkütmeyelim, aman Menzil’i ürkütmeyelim, şunu ürkütmeyelim, bunu ürkütmeyelim” diye hareket edecek olursa iktidar… normalde bunu yapıyordur; ama böyle bir olay geldiği zaman, bu tür kritik olaylarda artık bunu düşünecek hâli yok ve şu hâliyle bakıldığı zaman iktidâr da, Erdoğan da, İsmailağa Cemaati de, İsmailağa Cemaati’nin yeni yönetimi de “hadi öyle diyelim, “yeni yönetimi” diyelimᅳ canlarını kurtarmanın derdine düşmüş durumdalar. Çünkü olay çok vahim, çok büyük ve böyle büyük olaylar çok büyük dönüşümlere yol açabilir.

Son olarak iki not düşmek istiyorum. Bugün arkadaşlar ilginç bir şey gösterdi. Cumhurbaşkanlığı İletişim Başkanlığı’nın biliyorsunuz “dezenformasyonla mücâdele” bültenleri var. O bültenlerin bir tânesinde, bugünkünde, bu olayın devlet tarafından örtbas edildiği iddiasının bir dezenformasyon olduğu söyleniyor ve kaynak olarak ne gösteriliyor biliyor musunuz? “Tutuklansınlar” denilen Timur Soykan ve Murat Ağırel’in, çoğu Halk TV’de yaptıkları yorumlar ve aktardıkları olaylar. Yani dün “tutuklansın, fasık” vs. denen kişiler, bugün Cumhurbaşkanlığı’nın dezenformasyonla mücâdele kampanyasında referans veriliyorlar. Bu çok ilginç bir durum ve bunu özellikle vurgulamakta yarar var. Bu vesîleyle bir kez daha bu arkadaşlarımı, meslektaşlarımı kutluyorum — ki Murat yeni Sedat Simavi Ödülü de aldı, tekrar tebrik etmekte yarar var. Bir diğer not: Bu sürecin birdenbire değişmesinde Emine Erdoğan’ın ve Sümeyye Bayraktar’ın  ᅳtabiî, hâliyle eski Erdoğan’ınᅳ bir şekilde etkileri olduğunu tahmin etmiştim. Çünkü onların bu tür konularda arada sırada, herhangi bir yasal pozisyonları olmasa da iktidâra müdâhil olabildiklerinin örneklerini geçmişten biliyoruz. Yaptığım araştırmalarda bu sürece çok ciddî bir şekilde dâhil olduklarını da öğrendim. Bu da ilginç bir not. Sonuçta kadının hakkını öncelikle kadınlar savunuyor. Tabiî ki bir insanın kadın olması, tek başına kadın hakkı savunacağı anlamına gelmiyor; ama böyle kritik anlarda bu tür müdâhalelerin bâzen sürecin akışını değiştirebildiğini görüyoruz. Herhalde yarın öbür gün bununla ilgili birtakım detaylar da iktidar yanlısı medyada çıkar, onu da görürüz. Bu arada tabiî şunu da söylemek lâzım: İktidar yanlısı medyanın bu konuda herkesten daha cevval bir pozisyona sarılmış olması, bir-iki gün içerisinde birdenbire direksiyonu kırıyor olmaları da ᅳzarârın neresinden dönerlerse kârdır tabiî deᅳ çok yazık yani, zavallı bir durum. Onu da özellikle vurgulamak lâzım. Önce kalkıp, “Ne söylendiğine değil, kimin söylediğine bakın”dan, şimdi köşe yazarlarının vs.nin onlardan daha sert bir şekilde bir yarışa girmiş olmaları. Bunun da Türkiye’nin ne acı bir yerde olduğunu bize bir kere daha gösterdiği kanısındayım. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.