İtalyan yazar Antonio Scrati’nin konuşmasını İtalyanca’dan Fransızca’ya çevirisini Haldun Bayrı Türkçeleştirdi.
Benito Mussolini’yi iktidâra taşımış olan sezgiler, günümüzdeki post-faşist sağın “popülist câzibesinin kara merkezidir” diyor, 7 Aralık’ta Avrupa Kitap Ödülü’nü alan İtalyan yazar Antonio Scurati.
Ekim 1922’de, Benito Mussolini Roma’nın üzerine yürüyor ve faşizmi iktidâra taşıyordu. Yüz sene sonra, post-faşist sağın seçim zaferi Roma’ya ikinci bir yürüyüşü akla getiriyor. Bence karşı koymak gereken bir düşünce bu.
Bu târihsel karşılaştırmanın câzibesine boyun eğmemeliyiz. Birinci Dünya Savaşı’nın siperlerinden doğan silâhlı partisiyle 20. yüzyıl faşizminin, çağdaş Batı Avrupa târihinde benzersiz bir hâdise olmasından değil sâdece bu; aynı zamanda, bu benzetmenin bizim şimdiki zamanda o geçmişten kalanları, faşizmden olmasa bile Mussolini’den zamânımıza kadar ulaşanları görmemize engel olduğu için.
Kendi payıma şahsen, Mussolini’nin güncelliğinin, kitleler çağında politikanın neye dönüştüğüyle ilgili sezgilerine dayandığına inanıyorum. O zaman açılan bu çağ şimdi olgunluk evresine ulaştı. Mussolini’yi sâdece faşizmin kurucusu değil, aynı zamanda ve bilhassa, bugün sık sık belirsiz bir biçimde popülizm diye adlandırma eğiliminde olduğumuz şeyin mûcidi yapan sezgiler bunlar.
Bu okumaya göre, şimdiki zamânımızı merkeze alan târihsel-kültürel bir perspektifle tekrar düşünüldüğünde, Mussolini popülizmin babasıdır. Geriye dönük bu bakış açısı, faşizmin şiddetinden ziyâde baştan çıkarma kuvvetine odaklanır; faşizmin, bir eliyle İtalya’yı hırpalarken, öteki eli ve ayrılmaz parçası popülizmle de İtalyanlar’ı baştan çıkardığını kabul etmeye mecbur bırakır bizi.
Halkın lider bedeniyle özdeşleşmesi
“Ben halkım. Halk, benim.” Mussolini popülizminin ilk iddiası budur. Politikanın bir şahısa dayandırılmasını, zihni dumûra uğratacak derecede zorlar; aksini kanıtlayan her şeye kayıtsız kalan efsâneleştirmeye varır. Liderle halkın özdeşleşmesi –ve halkın liderin bedeniyle özdeşleşmesi (ki düşünmeye gerek olmaması bakımından halkla duygusal ve akıldışı bir iletişim kurar)– milliyetçi (ya da egemenlikçi) ideoloji tarafından beslenen dışlama ve zulüm protokolleri sâyesinde işleyen gayet çatışmalı bir iktidar tertîbâtı yaratır: Benimle berâber olmayan bana karşıdır, yani halka karşıdır, halkın bağrındaki bir dâvetsiz misâfirdir, vatana yabancıdır, anavatan topraklarına sızmış bir istilâcıdır, İtalyan düşmanıdır (ya da Fransız düşmanı, Amerikan düşmanı, vb.). Sürekli olarak yeni düşmanlarla beslenen bu tertîbat, sürekli yeni muhâliflere ve direnişçilere saldırmaya hazırdır; ama tek suçu “farklı olmak” olan bireylere ve gruplara da saldırmaya hazırdır. Târihsel faşizmin popülist tertîbâtı, 1920’li yılların başındaki –Rus Devrimi’nden esinlendikleri için faşist propaganda tarafından “Asya vebâsı”nı taşıyan yabancı istilâcılar diye nitelenen– İtalyan sosyalistlerinden, 1930’lu yılların sonundaki İtalyan Yahudileri’ne varıncaya kadar geniş bir özne yelpâzesini ezip öğütmüştür.
Bu ilk iddia radikal bir basitleştirmeye yol açar. Mussolini popülizmine ayırt edici özelliğini veren ikinci nokta da tam burada belirir – yarattığı büyülenmenin ikinci nedeni. Mussolini, 20. yüzyıl başındaki bireyin modern yaşamın çetrefil ağırlığı altında kendini ezilmiş hissettiğinin gayet bilincindeydi; faşizmin başlangıcına damgasını vuran parlamenter demokrasiye karşı şiddetli polemiğin hedefi de tam buydu: Yavaşlığı, etkisizliği, yolsuzlukları, dayanılmaz çoğulculuğuyla parlamenter demokrasiyi, toplumun ve varoluşun savunulamaz karmaşıklığının marazî siyâsî muâdili gibi sunmak. “Biz siyâset değiliz, anti-siyâsetiz biz; biz bir parti değiliz, anti-partiyiz biz” diye îlân eder müstakbel Duce, hareketini kurduğu sırada.
Korkunun ekşi kokusu
Bütün bunların karşısındaki popülist, tüm sorunları bir düşman istilâcı fantazmasına indirgeyerek, tehdit etmez ama anlık bir ferahlama vaadinde bulunur: Modern yaşamın karmaşıklığını radikal biçimde basitleştirerek yapar bunu. Bu bir yalan, çocukları uyuturken anlatılan bir masal, diyeceksiniz bana. Doğru. Hiçbir şey vaat etmeyen bir taahhüttür ve bu nedenle işe yarar.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Popülist Mussolini’nin üçüncü büyük sezgisi: Kitleler çağında siyâsî şef, kitleleri, görmekten âciz oldukları yüksek hedeflere doğru rehberlik ederek değil, onların peşlerine takılarak, onların bir adım arkasında kalarak yönetmelidir. (“Ben sonraki adamım” diyordu Mussolini, kendinden gurur duyarak, “hayvanlar gibiyim, gelen zamânın kokusunu alırım”). Bu da fikirlerinin, stratejilerinin, programlarının olmaması anlamına gelir; fakat boşluğun taktik üstünlüğünü pratiğe dökmektedir. Arkada olduğunuzda ne yaparsınız? Düşünür müsünüz? Tahlil mi edersiniz? Öngörüde mi bulunursunuz? Hayır. Ortalığı koklarsınız. Siyâsî yaşamı hâletirûhiyenize, neredeyse dâima kötü bir hâletirûhiyeye indirgediğinizde ise ne yaparsınız? Uygarlık, hayvanlığın alt tabakasına alçaldığında hangi koku kaplar ortalığı? Korkunun ekşi kokusu.
En ilkel korkularına indirgenmiş bir insanlığın alenî muazzam laboratuvarı olan Birinci Dünya Savaşı’nın şafağında Mussolini, umudun, gelecek güneşin partisi olan Sosyalist Parti’den kendini attırdıktan sonra, dehşet verici çok önemli bir şeyi anlar: Umuttan daha güçlü tek bir siyâsî tutku vardır: Korkudur o. Neyin korkusudur bu peki? Ötekilerin umudundan korkmaktır. Dün, sosyalist devrimin zaferinden korkmaktı; bugün ise Avrupa’ya doğru kitleler hâlinde göç etmek zorunda kalan o halkların daha iyi yaşam umutlarının gerçekleşmesi korkusu.
Hem tehditkâr hem rahatlatıcı bir formül
İlk yıllardaki faşist propagandanın neredeyse tümü bu korkuyu körükler, bundan beslenir ve bir tulum gibi şişer. Bu yerine getirildiğinde, Mussolini popülizminin yapacağı tek bir hamle kalır: Korkuyu nefrete dönüştürmek; bu geriletici, çöküntüye uğratıcı ve sakatlayıcı duyguyu saldırgan, seferber edici, taşkınlaştırıcı bir şeye dönüştürmek. Yıllar boyunca küçük ve büyük burjuvaziye korkması gerektiğini bildirdikten sonra, “Korkma, nefret et!” diye haykırma ânı gelir.
“Demokrasinin başarısızlığa uğramış bir tecrübe olduğu ortaya çıktı, Parlamento hayâtı boş yere karmaşıklaştırıyor, bütün sorunlar yegâne bir düşman istilâcıdan ibâret, o düşman senin karşında duruyor, ben de senin yanındayım.”
Yüz yıl önce bir yandan milisleri (squadrismo) ülkede terör estirirken, Hem tehditkâr hem rahatlatıcı bu formülle Mussolini İtalya’yı baştan çıkarmıştı. Dün olduğu gibi bugün de, popülist câzibenin yüreği bu formülde atmaktadır.
(İtalyanca’dan Fransızca’ya çeviren Valentine Morizot)
¶ İtalyan yazar Antonio Scurati 16. Avrupa Kitap Ödülü’nü, son cildi kısa süre önce İtalya’da yayımlanan Mussolini üzerine sahih bir romanın ikinci cildi “M, l’homme de la providence” (Les Arènes, 2021, Fr. çev.: Nathalie Bauer) kitabıyla aldı. © Antonio Scurati by arrangement with The Italian Literary Agency