Okuyucularımızdan mektuplar | “İmamoğlu’nu kendini CHP koridorlarının içine hapsederken görmek beni derinden üzdü”

İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) liderliğini değil, İstanbul’u yeniden istediğini açıkladı. 2024 Mart’ta yapılacak yerel seçimler için hazırlanmaya başlayan İmamoğlu’nun rakibi kim? Medyascope Yayın Yönetmeni Ruşen Çakır bu soruyu Twitter’dan sormuş, siz de cevap vermiştiniz. Aynı soruyu web sitemizden de sorduk, oraya da yanıtlarınız gelmeye devam ediyor. Formu doldurmak için bu linke tıklamanız yeterli. Şimdi sizinle okuyucularımızdan gelen üç mektubu paylaşmak istiyoruz: Medyascope okuyucuları Ömer Faruk Karadavut, Kemal İslim ve Yesin Aydemir’e göre İmamoğlu’nun rakibi kim?

Ömer Faruk Karadavut | “İmamoğlu’nu kendini CHP koridorlarının içine hapsederken görmek beni derinden üzdü”

Ekrem İmamoğlu’nun son çıkışlarına dair görüşlerimi paylaşmak istiyorum. İlk olarak sonucu en başta paylaşıyorum: Ekrem İmamoğlu’nun en büyük rakibi kendisi ve cesaretsizliği.

Ekrem Bey, genel seçim öncesi tercih ettiğim bir adaydı ancak çeşitli kumpaslar sonucu hem hükümetin uydurma davaları hem de Kemal Kılıçdaroğlu’nun koltuk sevdası nedeniyle aday gösterilmedi. Buna rağmen, Kemal Bey’in adaylığı sonrasında tıpkı diğer muhalif seçmenler gibi, Kemal Bey’i desteklemek için birleştik. Amerika’da yaşayan biri olarak, seçim sandığına yaklaşık 12 saat uzaklıkta olmamıza rağmen, Türkiye Cumhuriyeti’nin daha demokratik bir ülke olması umuduyla ailemle birlikte oy kullanmaya giderek, Ekrem Bey’in öncülük edip kurduğu Türkiye Gönüllüleri Los Angeles topluluğuyla sandığa gitmek için çalışmalar yaptık.  

Ancak, bugün gelinen noktada, kurumsal muhalefetin, toplumsal muhalefetin çabalarının onda biri kadar bile olmaması gerçekten hayal kırıklığı yaratıyor. Kemal Bey’in topluma hesap vermediğine ve koltuğunu sağlama alma amacı dışında bir hedefi olmadığına inanıyorum. Seçim kaybedilmiş olmasına rağmen, umudumu Ekrem Bey’de görmekteydim fakat Ekrem Bey’i de kendini CHP koridorlarının içine hapsederken görmek beni derinden üzdü. Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının ödediği bedelin karşısında, koltuklarını korumak dışında bir çaba içine girmediklerini görmek beni hayal kırıklığına uğrattı.  

Bu durum, siyasete ve ülkeye yabancılaşmama neden oldu. Kemal Bey’e oy kullanmak için çektiğimiz zorlukları ve çileleri düşündüğümde, boşa uğraşmış hissediyorum. Eğer CHP bu yolda devam ederse, gelecekteki genel seçimlerde sandığa gitmeyeceğim bir noktaya gelebilirim. İçimden başka bir şey dilemek gelmiyor, onlara koltuklarında mutlu yarınlar dilerim.  

Kemal İslim | “İmamoğlu’nun kafası mı karışık?”

İmamoğlu’nun rakibi kim? Ben sonuca ulaşmak için, geçmiş ve şimdinin bir okumasını yapmak istiyorum. “Bu sayede, İmamoğlu’nun kendisine kimi rakip olarak gördüğünü bulabilirim” diye düşünüyorum.

2019 yerel seçimlerine bugün bakıldığında iki tane hikaye var: Birincisi, İstanbul’u İmamoğlu’na lütuf olarak veren, oyunu kuran, yanına da Kaftancıoğlu gibi muhteşem bir teşkilatçıyı koyup İmamoğlu’nun seçimin kazanmasını sağlayan Kılıçdaroğlu. Diğer hikayeyse, ekibiyle birlikte imkansızı başarıp tarihi değiştiren İmamoğlu.

Haksızlık etmeyeyim, bu ikinci versiyon ilk seçildiği zamanlarda biraz denendi, kitap da çıkarıldı fakat sonra vazgeçildi. Bence gerçekte olan, bu ikisinin karışımı idi. Kılıçdaroğlu, etrafında İBB adaylığı için fır dönen ama halkta karşılığı olmayan kariyer siyasetçilerine “hayır” deyip, bilimin gösterdiği adaya yöneldi. O aday da, çok çalışarak, hak ederek İstanbul’u aldı. Hatırlarsınız, o dönem Muharrem İnce aday olmadı diye küsenler vardı, belki de o fark ilk seçimde yapılabilirdi.

2019-2023 arasına baktığımda da iki tane İmamoğlu var: Kılıçdaroğlu’nun, İmamoğlu’nu cumhurbaşkanı yardımcısı olarak ilan ettiği süreye kadar, tamamen bağımsız, kendi hedefinde emin adımlarla ilerleyen bir İmamoğlu gördüm. Hatırlatmak isterim, kendisi 2023’te yurt gezilerine çok ağırlık vermeye başlamıştı. Ben siyasetçi değilim, ama siyasette söylem değil, eylemin niyeti gösterdiğini düşünürüm. İmamoğlu da, fiili olarak cumhurbaşkanı adaylığını istediğini belli ediyordu. Hatta yer yer kendisine oy verenler tarafından bile “İBB’yi az önemsiyor, başka illere gidiyor” şeklinde eleştiriler yapılıyordu. Evet, bu İmamoğlu, CHP’li İmamoğlu değil, Ekrem İmamoğlu’ydu.

Geçen zaman içinde, dava ve Saraçhane süreci, Meral Akşener’in de bence yer yer dozunu kaçırır vaziyette İmamoğlu’nun şahsına verdiği destek ve cumhurbaşkanı adaylığında açık açık onu istemesi, geleneksel CHP’lileri İmamoğlu’ndan soğuttu. Kendisine çok mesafeli bir partili kesim var. İmamoğlu’nu “ikinci Erdoğan” olarak görüyorlar, sağcı görüyorlar. Evet, kendisi bir İlhan Cihaner değil fakat yaptıklarına baktığımda gerçekten hakkaniyetli ve kamuculuğu da es geçmeyen bir belediye başkanı görüyorum. Kılıçdaroğlu’nun CHP adayı olduğu yavaş yavaş kesinleşmeye başladığında, İmamoğlu da stratejisini parti neferi olarak belirledi ve gerçekten de, kampanya sürecinin en çok çalışan ismiydi. O artık, CHP’li İmamoğlu idi. CHP’li İmamoğlu da, 28 Mayıs’a kadardı. Seçim hezimeti sonrası, çok haklı olarak, CHP’nin mevcut yapısını eleştirmeye başladı. Kampanya sürecinde ona tekrar ısınan CHP’liler de, tekrar “sağcı İmamoğlu”, “İkinci Erdoğan” söylemine geri döndü. Hatta ben bu CHP’lilere, HDP-TİP çizgisindeki sol kesimi de ekleyebilirim. Kendisine mesafeli epey insan olduğunu düşünüyorum.

Peki, şu andaki İmamoğlu hangisi? Hibrit İmamoğlu mu var, yoksa kafası mı karışık?

Ekrem İmamoğlu, açık şekilde İstanbul’u bir defa daha kazanmaya yürüyeceğini beyan etti. Bu kendisi açısından doğru bir hamle. Çünkü lider olmak için, zafer kazanmak lazım. Kendisi cumhurbaşkanı adayı yapılmadı, o tren kaçtı. Hoş, ülkenin başkanlığını istiyorsanız, aday yapılmak değil, aday olmalısınız o da ayrı mesele ama burada CHP’li İmamoğlu biraz ağır bastı anladığım kadarıyla. Neyse, bir diğer tren olan CHP lideri olmak da halkın gözünde bir zafer değil, sadece bir koltuk sahibi olmak demek, o trene binmemek ile de çok doğru bir hamle yaptığını düşünüyorum. Yine de Ekrem İmamoğlu ile CHP’li İmamoğlu’nun şu anda aynı anda sahada olduğunu düşünüyorum ki, bu bence kongreye kadar devam edecek ve kongreden sonra artık Ekrem İmamoğlu olarak devam edecektir. Kılıçdaroğlu kalırsa, onu parti de aday yapsa veya CHP yönetimi ve teşkilatı tamamen değişse de, kendisi yola Ekrem İmamoğlu olarak devam edecek. Stratejisi aynı fakat taktik farklı olacak. En azından eşyanın tabiatına uygun olan budur veya olması gereken budur. Daha doğrusu yüzde 48 için görünürde olan tek umut budur.

İmamoğlu’nun rakibi Erdoğan’dır: Bu okumaları yaptığım zaman, zaten sadede gelmeden de diyeceğimi demiş oluyorum. Geriye şu anda sadece İstanbul’u yeniden kazanmak kaldı. İstanbul’da da, Erdoğan kimi aday gösterirse göstersin, rakip belli, o da Erdoğan’ın kendisi. 2024 İstanbul seçimleri, İmamoğlu-Erdoğan yarışının ilk ayağı olacak. Tabii ki, pek çok parametre var ve yenileri gelecek, siyasetçilerin tercihleri de etki edecek fakat benim bugünden gördüğüm, Türkiye’de başkanlık sistemi en az 10 yıl daha bu şekilde devam edecektir ve yarış artık Erdoğan ile İmamoğlu arasındadır eğer İmamoğlu da bunu isterse.

Yesin Aydemir | “İmamoğlu ne Kılıçdaroğlu’nun ne de Erdoğan’ın rakibi olabilir”

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bu kadar uzun konuşulmaz. En ufak bir heyecan uyandırdı mı seçmen nezdinde ya da sokakta? Hayır. Gece ilerleyen saatlere kadar baktım, TT bile olamamıştı konuşması. Artık kabak tadı vermiş ve hiçbir işe yaramayan İstanbul güzellemesi yaparak konuşmanın zamanı çoktan geçti. Gıdası, suyu, ağacı, kadını, çocuğu için mücadele eden, geçim sıkıntısının karanlık koridorlarında debelenen ve derdini nereye anlatacağını bilemeyen bu halk, ciddiye bile almadı kendisini.

Kolay mı olsun istiyor? Olmaz.

Dertsiz, tasasız mı olsun diye talep ediyor? Olamaz. 

Ne şiş yansın ne kebap mı diyor? Mümkün değil.

21 yıllık bir iktidarı sallamaya soyunurken bunları geçsin bir kalem, olmaz. “Bir kere daha” diyemiyorum zira, daha önce kazanılmış seçim ile bu yerel sandığa gitme eylemi mukayese kabul etmez. Bambaşka bir manzaraya bakıyoruz. Her ne kadar “Yüzde 48 ciddi bir rakamdır” dense de, ezici bir şekilde yeniden iktidara gelmiş ve önümüzdeki beş senesi için her anlamda iktidarını garantilemiş bir yapıya karşı savaşılacak deyim yerindeyse.

Bu bakış açısı ile ne Kılıçdaroğlu ile ne de Erdoğan ile rakip olamaz İmamoğlu. Zaten sürecin tabir-i caizse suyu çıktı. Yok internet sitesi açmalar, yok Zoom toplantılarında ona buna sobelenmeler“Ha bugün, ha yarın acaba ne diyecek, belki şimdi” diye diye iflahımız kesildi.

Siyaset ciddiyet ister istemesine de birkaç adım öncesinden cesaret ister. Lafı dolaştır dolaştır, ortada kuyu var sağdan
geç, soldan dolan; sonunda söyleye söyleye bunu söyle: Herkesin yorumuna muhtaç bir cümle… Hayatlarını gazeteciliğe adamış koca koca insanların bile “Pardon, şunu mu demek istediniz acaba?” şeklindeki sorusuna maruz kalıyorsan, adamakıllı laflar etmemişsin demektir. Onu demedim şunu demek istedim; aslında öyle dememiştim de böyle demiştim, şeklinde uzayıp giden o sıkıcı monolog, insanı canından bezdiriyor yaz sıcağında. Konuşmasından sonra televizyon kanallarında yapılan yorumlar da ömür tüketiciydi gerçekten.

Bir önceki seçimlerde aldığı desteği talep ederken dahi cesaretin kırıntısını gösteremiyor. Parti adı anmak yok, çok ayıp bir kere. Lafını kime ettiğini açık yüreklilikle söyleyemiyor, kibir dolu. “Sizden çok ama çok rica ediyorum, lütfeeeen ama çok lütfen beni destekleyin, bakın rica ediyorum” der mi koskoca ülkenin koskoca şehrinin başkanlığına aday birisi? Başta kendisi olmak üzere derslerine çalışmıyorlar, bari film endüstrisini takip etsinler.

Hayali de olsa gerçeğe yakın diyaloglardan ders almak mümkün. Kopyala-yapıştır konuşmalarla ve hamaset dolu kelimelerle karşımıza çıkmak da neyin nesi? Hadi bizi aptal yerine koymak bir ülke geleneği de, akşam konuşma metnine çalışırken kendisi neler hissetti acaba? Ya da dönüp kendisini bir daha seyretti mi? “Olmamış bu” demedi hiç? “Anlaşılmadı galiba ne demek istediğim” diye düşünmedi mi? Çocuklarına sorsaydı bari. Gözümüzü dünyaya açtığımızdan beri temcit pilavı gibi söylene söylene içi boşaltılmış güzelleme laflarına karnı tok olmayan kaldı mı acaba etrafta? 

Akbelen’e gitmedi, Barış Pehlivan’a gitmedi, ortalık yangın yeri ama varsa yoksa İstanbul’u kazanan Türkiye’yi kazanır. Bu saptama, “Almanlar kaybettiği için biz de kaybetmiş sayıldık” kadar zavallı bir cümleye dönüştü benim nezdimde artık.

Kendin dışında birileri ile yarışırken kaybetmeye mahkumsundur. Birisiyle rakip olacaksa tek rakibinin kendisi olduğunu kabul etsin önce. Bir sözü varsa söylesin. İnandığı neyse arkasında yürüsün. Uğrunda ölünecek bir vatan varsa, ölsün. Lakin aklını başına alsın. Böyle konuşma olmaz. Cesur olsun, cesur.

“Kimin rakibi?” sorusunun cevabı değilse de bu satırlar, kendisini bile rakip olarak görmekten imtina eden birisi için ne söylesem az. Böyle giderse karizması günden güne çizilecek ve kazanması bir rüya olacak. “Anlaşılan herkes Nasreddin Hoca’nın torunu” diye düşünmekten alamıyorum kendimi çoğu zaman ama şu var ki, ben gülmüyorum. Gözümüze bakarak samimiyetle özür dilediği için teşekkür edeyim kendisine bitirirken. Hiç olmazsa onu yaptı.