Peter Harling: “İsrail ve müttefikleri Gazze’deki şiddetin kendilerine devâsâ bir mâliyeti olacağını anlamayı reddediyorlar”

Beyrut’ta araştırmalarına devam eden Peter Harling, Gazze’deki savaşın başka sınırlara doğru yayılma risklerini değerlendiriyor. Harling’e göre, bu çatışma, İbrânî Devleti’nin meşrûluğu ve onu destekleyenler üzerinde ağır sonuçlara yol açacak. Joseph Confavreux‘un Peter Harling ile yaptığı ve Mediapart’ta yayımlanan söyleşisini Haldun Bayrı çevirdi.

Peter Harling yirmi beş yıldır Arap dünyasında, özellikle Irak, Suriye, Lübnan, Mısır ve Suudî Arabistan’da yaşayıp çalışıyor. International Crisis Group’un eski özel danışmanı, Birleşmiş Milletler’e de danışmanlık yapıyor. Ekonomi, çevre ve teknolojiler konularında yeni bir araştırmacı kuşağını yetiştiren Synaps araştırma merkezinin kurucusu. 

Mediapart: Gazze’de gözümüzün önünde olup biteni nasıl adlandırırdınız? Savaş mı, soykırım mı, etnik temizlik mi, anti-terörist operasyon mu, yoksa başka bir şey mi?

Peter Harling: Bu savaştaki en büyük sorun, terörizme karşı savaş, toplu misillemeler, uygarlık savaşı, insânî kriz ve soykırım eğilimleri gibi farklı sicilleri birbirine karıştırmasıdır. Herkese kendi tarzında yorum getirme imkânı veriyor bu; her kafadan bir sesin çıktığı bir durum hep daha fazla kutuplaştırıyor ve tüm aşırılıklara izin veriyor.

Bir savaşın bu kadar çok anlama gelebilmesi ender görülür. Hele bunun eski, âşinâ olunan ve nispeten tanımlaması kolay bir çatışma olması daha da şaşırtıcı: Kendilerine uluslararası hukuk uygulanan, çok eşitsiz kuvvetlerdeki iki taraf arasında bir toprak mücâdelesi bu.

Ufak bir Filistinli, Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus Nâsır Hastânesi’ne düzenlenen bir İsrail saldırısında ölmüş bir yakınının naaşına sarılarak ağlıyor, 28 Aralık 2023. © Fotoğraf AFP

Gazze’de hâlihazırda tanık olduğumuz şiddet, ne bakımdan İsrailliler ile Filistinliler arasındaki bitmez tükenmez çatışmanın yeni bir “raund”undan fazlası?

Bu sayısız “raundlar” pek az şeyi değiştiriyordu, bunun yardımıyla barış süreci gömüldü: Şiddet devamlı görünür olduğu için, yaşanabilir bir çözüm arayışı yersizleşiyordu.

Bugün daha temeldeki bir şiddete dönülüyor, Araplar’ın Nekbe [Büyük felâket”, 1948’de Filistinlilerin memleketlerinden atılması” – Fr.Ed.N.] diye adlandırdığına benziyor. Gerçekten de İsrail Devleti’nin kuruluşu, savunulabilir sınırlar tanımlayacak şekilde, Filistin nüfûsunu yerinden çıkarıp bastırmayı hedefleyen acımasız bir kampanyayla olmuştur. Bugünkü durum yine budur.

Sorun, dünyanın değişmiş olmasıdır. İsrail ve Batılı müttefikleri bu nitelikteki bir şiddetin sâdece Filistinliler için değil kendileri için de devâsâ bir mâliyeti olacağını anlamayı reddediyorlar. Ya cisimleştirme iddiasında oldukları uluslararası hukuk önünde hesap vermeleri gerekecek, ya da bu hukuku sonunda inkâr edecekler. Her iki durumda da, meşrûlukları, ama aynı zamanda çıkarları için de sonuç felâket olacaktır.

Bu eski çatışma, terörizme karşı savaş prizması üzerinden bütünüyle yeniden mi oluşturuldu?

Evet ve terörizme karşı bu savaş bir kestirme yol. “Terörizm” kaygan bir kelimedir. Teknik olarak, esâsen moralini bozmaya ya da karşılığında cinâyetler işlemeye itmek için hasmı yıldırmayı hedefleyen şiddet eylemlerini tanımlayabilir. Bu durumda kavram, “terörist gruplar”ın tekelinde kalmayan çok sayıda askerî eyleme uygulanır.

Propaganda konusunda, bu sözcük bilhassa hasım tarafı, medenî dünya ile barbarlar dünyası arasındaki o çok eski ikili öbek uyarınca gayrimeşrû diye niteleyerek yerme imkânı vermektedir. Her taraf bu mantığı kullandığına göre, bir çatışmada dâima Öteki’nin teröristi olunur. Bu düşünce ve eylem çerçevesinin hiçbir yere vardırmaması da bu nedenledir. Daha iş görür çerçevelere, özellikle de uluslararası hukukun tanımladığı çerçevelere dönmekten başka seçeneğimiz yoktur.

İsrailliler ile Filistinliler arasındaki çatışmanın en beteri de olsa veya muhtemelen başka bir evresi de olsa, bir çözülme evresine mi girdik, yoksa bilinmeyen bir sürecin sâdece başında mıyız?

Gazze Akdeniz’in göbeğinde bir açık yara olarak kalma riskiyle karşı karşıya. Artık büyük ölçüde yerle bir edilmiş bu toprak parçası yeniden inşâ edilmeksizin insânî krizden bir toparlanmaya nasıl geçileceğini tahayyül etmek çok zor. Üstelik her tür yeniden inşâ, peşînen İsrail’in kabul ettiği bir yönetişim formülünü gerektiriyor.


Gazze’nin […] Lübnan’da ve Batı Şeria’da tekrarlanabilecek bir emsal oluşturma riski var.


Kalıcı işgal biçimleri, dolayısıyla gerilla biçimleri de, sürekli daha müdâhaleci güvenlik tedbirleri, malların ve kişilerin dolaşımı üzerine bitmek bilmez müzâkereler, hattâ kolonların/yerleşimcilerin kısmen geri dönmesi beklenebilir daha ziyâde.

İsrail’in bir gün Lübnan’da ve Batı Şeria’da tekrarlayabileceği bir emsal oluşturma riski var Gazze’de. Her şey bu halı bombardımanı stratejisinin uluslararası düzeydeki sonuçlarına bağlı olacaktır. İsrail için bunun mâliyeti az kalırsa, tekrarlanacaktır.

Savaşın Ortadoğu’ya yayılması sizce muhtemel mi?

Evet, her ne kadar “bölgenin alev alması” beklentisi abartılı da olsa. Batı Şeria, Lübnan, Suriye, Irak ve Yemen’e yayılan askerî eylemlerle, devletlere bağlı olmayan farklı kuvvetlere İran’ın bir desteğiyle ve bu mıntıkadaki Amerikan kuvvetlerinin önemli bir konuşlanmasıyla bölgesel bir savaş zâten vuku buldu.

Bu aşamadaki esas tırmanma riski Lübnan’dadır. Hizbullah uzun zamandır İsrail’le nihâî bir savaşa hazırlanıyor. Bunu günümüz bağlamında başlatmayı temennî etmiyor. Ama hiçbir zayıflık belirtisi göstermemeye de önem veriyor.

Peter Harling. © Synaps

İsrail ise, kendi adına, kuzey sınırında ciddî bir tehdidin sürmesine artık müsâmaha gösteremez. İki taraf da haftalardır hedefi nispeten belli vuruşlarla birbirinin boşluğunu yokluyor; ama bu darbelerin gücü, caydırıcılık kapasitelerini kabul ettirerek hasma boyun eğdirme umûduyla sürekli artıyor. Çıkışın görülmediği bir açık artırma oyunu bu; üstelik iki taraf için de, sözü dinlenir ve güvenilir bir arabuluculuğa girişebilecek hiç kimse yok.

Bölgedeki Arap ülkelerinin, özellikle de Gazze’deki durumda sorumluluğu bulunan Mısır’ın tutumunu nasıl görüyorsunuz?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Arap hükûmetlerinin çoğu, aynı Batı’daki hükûmetlerimizin çoğunluğu gibi Filistin dâvâsına ilgisizleştiler. Onlara göre kaybedilmiş bir dâvâ bu; geçmişin bir kalıntısı, daha sıradan ya da olumlu önceliklere nazaran bir vakit kaybı. Kaldı ki Amerikan yönetimi de, Gazze’deki savaşı İsrail’le Suudî Arabistan arasında bir normalleşme sürecini yeniden başlatarak sonuçlandırmayı umarak bu gerçekliğe oynuyor.

Filistinlilerin çektikleri ıstıraplar Arap kamuoyunu seferber ettiği müddetçe gayri muhtemel bu. Ama Filistin yanlısı bu duyarlılık, geleneksel olarak kendini sâdece krizlerde dış vurma eğiliminde. Şiddet azalır azalmaz çabucak kesiliyor. Bu yüzden genellikle Arap hükûmetleri, heyecânın yatışmasını beklerken, hesap soracakmış gibi tavırlar takınmakla yetiniyorlar.

O zaman asıl soru şudur: “Bu çatışma vesîlesiyle İsrail’in statüsü anlamlı bir değişikliğe uğrayacak mıdır?” Dâima daha fazla dehşete doğru yol almaya devam edilirse, imkânsız değil bu.

Biden’ın önümüzdeki yıl yapılacak seçimde Trump’ın seçilmesine oynayan bir Netanyahu Hükûmeti’ne tam destek çıkmasını ve İsrail politikasını böyle desteklemesiyle seçmen tabanının bir kısmını kaybedebilecek olmasını nasıl anlıyorsunuz?

İyi cevap verebilmek için bu soruyu genişletmek lâzım. Göçmenleri Rwanda’daki alıkoyma ve tasnifleme merkezlerine tehcir eden Britanya fantazmını nasıl anlamalı? Avrupa Birliği’nin Libya’da savunmasız ahâliye eziyet edip haraca bağlayan milislere mâlî yardımda bulunmasını nasıl açıklamalı? Nice şeyler mevzûubahis olmasına rağmen Ukrayna’daki savaştan şimdiden yorulabilmesini? Tekrar adaylığını koyamayacak da olsa bir Fransız cumhurbaşkanının sâfi popülist bir yaklaşımı benimsemesini? İsrail’in bâzı politikalarını eleştiren Yahudiler’in Alman kurumları tarafından Yahudi düşmanları olarak kınanmasını?

Histerik davranışların listesi günden güne uzuyor. Temsilcilerimiz Gazze’ye çok sayıda başka dosyada yaptıkları gibi tepki veriyorlar: Kof sezgilerle, düşünce alışkanlıklarıyla, hesap soracakmış gibi tavırlar takınmakla yetiniyorlar — hiçbir konuyu cidden ele almadan sürekli konudan konuya atlama düşkünlüğüyle.


Yöneticilerimizin hayli bir kısmı […] zekâlarından emin olsalar da sığ kimseler.


Asıl çarpıcı olan, ideoloji yokluğuna, hakiki siyâsî partiler ve kurumlara saygı, etik ya da kültür yokluğuna havâle eden siyâsî yapılanma yokluğudur. Yöneticilerimizin hayli bir kısmı “iyi eğitim almış”lardır, tuzukuru çevrelerden gelirler, iyi niyetlerinden emindirler, zekâlarından emin olsalar da, câhil demesek bile şaşırtıcı bir sığlıkta kimselerdir.

Irak ve Suriye üzerine çok çalıştınız. Bu iki savaş bölgesinden bugün Filistin’de olup bitenler için çıkarılacak dersler var mı?

Savaş durup dinlenmeden nitelik değiştiriyor. Ama bu değişimler derece derece vuku buluyor; bu yüzden çatışmalarda benzerlikler, evrimlerinde ise belirgin evreler oluyor. Farklılıklarına rağmen, Irak, Suriye, Ukrayna ve Gazze’deki savaşların ortak noktası, hepsinin nasıl bitirileceği bilinmeyen savaşlar olmasıdır.

Gazze Şeridi’nin güneyindeki Han Yunus’a yapılan bir İsrail bombardımanından sonra çocuğuyla hastâneye koşan bir kadın, 15 Kasım 2023. © Fotoğraf: Belal Khaled / AFP

Bu savaşların başlangıç târihleri vardır, ama bitiş târihleri yoktur. Terörizme karşı savaş da böyledir: Bunun bitmiş olduğunu kim söyleyebilecektir ki? Baş aktörlerinin muazzam tahrip olanaklarına sâhip olduğu, ama hiçbir pratik zafer tanımlarının olmadığı savaşlardır bunlar: Çatışmanın daha derin sebeplerini çözmekle uğraşılmadan, hasmın bütünüyle ortadan kalktığı görmek istenir.

Modern tahrip yolları ile, harekete geçmekte kararsız siyâsî hedeflerin bu bileşimi esas olarak sivil ahâlinin, temel altyapıların ve kentsel mekânların aleyhine çalışmaktadır. Yönetmesi zor, yeniden inşâsı çok mâliyetli, yüz üstü bırakılmış insanların yaşadığı, harap olmuş mıntıkalarla karşı karşıya kalınır. Bunun sonucunda ortaya çıkan kalıcı istikrarsızlık bâzen silikleşebilir ama asla durmaz.

Kısa süre önce Paris Arap Araştırmaları ve İncelemeleri Merkezi’ndeki (Carep) konferansınızın başlığı “Üç Ortadoğu” idi. Bununla neyi göstermek istiyordunuz?

Ortadoğu, kimliğimizin asıl potasını oluşturan Akdeniz mekânındaki yakın komşumuzdur. Bu kimliğin iki yaka arasındaki olumlu ya da olumsuz sayısız alışveriş ve paylaşımlarla oluştuğunu unutma eğilimindeyiz. Bizzat İsrail-Filistin çatışması da kendi Avrupa târihimizin ayrılmaz bir parçasıdır ve bu çatışmanın güzergâhının toplumlarımızda güçlü yansımaları olması normaldir.

Ama Ortadoğu aynı zamanda git gide daha fazla, yabancı gibi, bizden kopuk ücra bir bölge gibi görülmek istenen bir bölge de. Özellikle hükûmetlerimiz, bu bölgedeki gerçekliği bizlere perdeleyen iki çelişik tasavvurla sınırlı tutma eğilimindeler.

İlk tasavvur çok karanlık: En beter durumda denetim altında tutmanın, en iyi durumda da yokmuş gibi yapmanın temennî edildiği, şifresi çözülemeyen ve aşılamayan çatışmaların yaşandığı topraklar. İçinde Irak, Suriye, Yemen, Libya’nın bulunduğu, ama Lübnan, Mısır ve Tunus’un da dâhil edilebileceği, “kara delikler”le dolu bir haritaya Gazze de ekleniveriyor.

İkinci tasavvur aksine çok iyimser: İlerlemeden, yenilikten, finanstan, yatırımlardan, kârlardan, gençlik, spor ve enerjiden söz edilebilen umut mekânları söz konusu… Bölgenin bir nevi küreselleşmiş cennetle bütünleşen kısmı bu. Dubai’deki COP28’de gördük bunu: Suudî Arabistan Veliaht-Prensi gibi şahsiyetler, Tunus’ta güneş enerjisi için altyapı projeleri, Fas’ta avokado bahçeleri… Toplumları hiç dert etmeyen jet sosyete elitlerinin yürüttüğü yeni bir kaynak çıkarma ekonomisini şekillendiriyor bu.

Dolayısıyla bizi asıl ilgilendiren üçüncü Ortadoğu’dur: Çoğu kendi başına bırakılmış yarım milyar komşunun yaşadığı Ortadoğu. Benim çalışmam bilhassa bizi birbirimize bağlayıp birleştireni araştırmaktan ibâret.

Arap dünyasına özgü olmakla meşhur ne çok dinamiğin Avrupa’da bizim de yaşadığımız şeyler olduğunu ve o toplumların da ne kadar aynı şeylere özlem duyduğunu görseniz şaşırırdınız.