Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel ile Haftaya Bakış (211): Bahçeli’nin klibi | Kılıçdaroğlu’nun mücadele çağrısı | Erdoğan-Özel görüşmesi

AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan ile CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in önümüzdeki hafta görüşmesi bekleniyor. Özel görüşmesinin bir nezaket ziyareti olmadığını ve kendi gündemleri olacağını söylerken, Erdoğan anayasa değişikliği teklifiyle gideceğini açıkladı. CHP’li kurmaylar ise hükümetin atması gereken “güven artırıcı adımlara” dikkat çekti.

Eski CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, X hesabından açıklama yayımladı ve “Bu düzenin kurucusu sarayla müzakere edilmez, mücadele edilir..!” dedi. Kılıçdaroğlu, şair Adnan Yücel’in “Saraylar saltanatlar çöker/ kan susar birgün/ zulüm biter” dizelerini de paylaştı.

MHP’nin resmî X hesabından partinin lideri Devlet Bahçeli’nin Ferdi Tayfur’un “Söyleten Sensin” şarkısı eşliğinde yalnız başına yürüyüş yaptığı video konuşulmaya devam ediyor. 

Ruşen Çakır, Kemal Can ve Kadri Gürsel Haftaya Bakış’ta yorumladı.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. “Haftaya Bakış”la karşınızdayız. Kadri Gürsel ve Kemal Can’la haftanın öne çıkan konularını, sorunlarını konuşacağız. Kemal Can stüdyomuzda, Kadri Gürsel İstanbul dışından bağlanıyor. Merhaba Kadri.

Kadri Gürsel: Merhabalar. İyi yayınlar diliyorum.

Ruşen Çakır: Hepimize. Önce Bahçeli ile başlayalım ve tabiî ki Bahçeli uzmanı Kemal’le başlayalım.

Kemal Can: Sürekli birilerine uzman etiketi yapıştırıyorsun. 

Ruşen Çakır: Herkes uzman. Biz de olalım.

Kadri Gürsel: Kemal’e “Bahçeli uzmanı” denmesi, uzmanlığın değerini düşürmez. Bilâkis.

Ruşen Çakır: Kesinlikle. Kemal, ne diyorsun Bahçeli’nin video klibine? Klip diyorum, bir acayip, ama sonuçta klip. Ferdi Tayfur’un şarkısı eşliğinde “Yıkılmadık, ayaktayız” görüntüsü. Bahçeli 23 Nisan’da Meclis’e gitmemişti. Ardından bu klibi yayınladı. Ve tabiî bu video klip üzerine çok spekülasyon yapıldı. Şarkının sözleri sitem dolu. “Ben seni hep sevdim, sen bana düşmanlık yaptın” gibi bir şey diyor sözlerinde. O minvalde bir şey. Erdoğan’a sitem ettiği söylendi, ama Semih Yalçın bugün, “Ne alâkası var? Pekâlâ Meral Akşener’e de söylüyor olabilir” demiş. 

Kemal Can: “Ben sana dost oldum, sen düşman oldun” diyor. Bir de, “Sana hâin diyorum. Dedirten sensin” var. Bahçeli, böyle sembolleri,göndermeleri, îmâları, kelime oyunlarını seviyor. Garip hesaplamalar yaparak benzetmeler kuruyor. Senelerdir, neredeyse 20 küsur senedir siyâsette. Hem hamleleriyle hem aldığı pozisyonlarla, seçmen ağırlığının çok üzerinde siyâsî etki yaratabilen önemli bir siyâsî figür. Bahçeli’nin her hareketinden bir mesaj bulmak, ona bir kerâmet atfetme meselesinde biraz ölçünün kaçtığını düşünüyorum. Çünkü AKP’nin içinde MHP’den rahatsızlık meselesi bir sır değil. Hattâ AKP içerisinde bâzı çevrelerin, medyada etki edebildikleri çevreleri manipüle ederek bunu sürekli pişirdiklerini, sürekli bununla ilgili enformasyon yaydıklarını biliyoruz. Çeşitli çevrelerin, bu çatlak meselesine çok önem atfettiğini de biliyoruz. Ama Bahçeli böyle göndermeler, mesajlar filan seven biri olmakla birlikte, bunu böyle sakladığı gizlediği de söylenemez. AKP’nin birtakım isimlerine, doğrudan Cumhurbaşkanı’nın danışmanlarına, Meclis Başkanı’na, AKP’nin yandaş medyasındaki birtakım köşe yazarlarına varıncaya kadar, bâzen isimli, bâzen doğrudan adrese teslim, çok açık biçimde, eleştiri sınırını bile aşan şeyler söylüyor. En son grup toplantısında çok net birtakım şeyler söyledi. Bu klipten, velev ki tekrar Bahçeli bir şeyler îmâ etmek, bir şeylerin altını çizmek ya da birtakım göndermeler yapmak istemiş olsun, burada yepyeni bulunan şeyin ne olduğunu çözemedim.

Ruşen Çakır: Ama komik ya.

Kemal Can: Olay komik. Komik ya da ilginç ve seyirlik. Daha önce de yine Ferdi Tayfur’lu bir Volvo klibi vardı. Ondan önce de çizmeli, Zeki Müren’li başka bir videosu daha vardı. Bunları ya Bahçeli çok seviyor ya onun çevresinde bu konuda girişimci birtakım insanlar var. Biz de konuşuyoruz, ama iki gündür bunun üzerine televizyonların çubuklu yorumcularının hepsi buradan bir şeyler çıkartıyorlar. Ben şunu bir türlü çözemedim: Bilinmedik ne öğrendik? Bahçeli bâzı konularda, iktidârın içindeki bâzı çevrelerin problemli hamleler ya da açılımlar yapması değilse bile bunun çok lâfını etmekten hoşlanmadığı için, zaman zaman uyarılarını, kırmızı çizgilerini ya da ayarını veriyor. Gayet açık biçimde veriyor zâten. Doğrudan grup toplantısında veriyor. Doğrudan söylüyor. Birtakım başka AKP sözcüleri de bu konularda genellikle MHP’yi eleştirenler isimsiz kontenjanından konuşuyorlar, açıktan çok fazla konuşmuyorlar. Ama onların yönlendirdiği birtakım insanların dile getirdiği şeyler. Ben o yüzden, bu klip meselesinde birdenbire “Hiçbir şey yoktu. Bakın şimdi çok önemli bir mesaj geldi” refleksini çok anlamlandıramadım. 

Ruşen Çakır: Hep sorun vardı Kemal; ama Bahçeli “Artık bardak taşıyor” diyor gibi algıladım ben.

Kemal Can: Tamam, bunu algılayalım; ama grup toplantısından ileri olan şeyi nedir?

Ruşen Çakır: Grup toplantısında doğrudan ihânetten bahsediyor. Grup toplantılarında muhâtaplar senin de bahsettiğin gibi hep üçüncü şahıslar. 

Kemal Can: Ama bunu Erdoğan’a söylediği vehmiyle söylüyorsun. Ama bunu doğrulayan bir şey yok. Çok kısa bir süre önce, Erdoğan, grup toplantısında çok açık biçimde Bahçeli ile ittifâkı hakkında çok net mesajlar verdi. Hattâ “Birinci çıktık” bilgisini bu toplam üzerine verdi. “Biz tek ve ortak bir iktidar blokuyuz” dedi. Bu görüntünün değişip değişmeyeceğini bilmiyoruz. O lâfların da doğrudan Erdoğan’ı hedef alıp almadığından çok emin değilim açıkçası.

Ruşen Çakır: Sen ne diyorsun Kadri?

Kadri Gürsel: Bugünkü gündemimiz biraz ruh çağırma seansını andırıyor. Ne konuşacaksak konuşalım, hep muğlak, belirsiz, içi dolu ama neyle dolu olduğunu bilmiyoruz.

Kemal Can: Evet. Vehim ve varsayımlar var.  

Kadri Gürsel: Varsayımlar üzerine bir program yapacağız aslında. Bu da aslında keyifli tabiî. Acaba ne dedi? Ne demek istedi? Videonun kendisi zâten başlı başına trajik bir video bence. Bu videonun neden çekildiği, bu videonun kimin fikri olduğu, eğer Bahçeli’nin fikri ise buna neden “Evet” dendiği –tabiî “Hayır” diyebilirler mi? Bu da ayrı mesele– seçilen mekân, üzerindeki giysiler… Bir bahçe görüyoruz. Etrâfı bir metrelik duvarla çevrili, dışarısı gözüküyor. Orada yürüyüş parkuru var. Bir kulvar var. Bahçeli o kulvarda titrek, muntazam fakat zayıf adımlarla yürüyor. Yere güçlü basmıyor bir kere, yorgun, yaşlı bir insan. Allah uzun ömürler versin tabiî, o ayrı mesele. Ama zâten bu videoyla verilen imaj hiç de öyle sağlıklı bir imaj değil. Tek başına yürüyen bir insan. Yirmi adım atıyor, sonra başka bir yerden yürümeye başlıyor. Yirmi adım daha atıyor ve orada duruyor. Evet, Ferdi Tayfur’un şarkısının sözleri başlı başına dramatik. Çünkü orada ihânet var, sevmek var. Ferdi Tayfur belli ki bunu kendisini terk eden, yâhut kendisini mutsuz eden sevgilisi için yazmış. Burada bir ortaklık söz konusu herhalde. Bahçeli’nin de sitem ettiği bir ortaklık. 

Ama yorumlamam isteniyorsa, herkes yapıyor bunu, ben de yapayım, benim neyim eksik? Bir kere, Bahçeli’nin 23 Nisan Resepsiyonu’na katılmaması bence bir mesaj; onu birlikte ele almak lâzım. Türkiye Cumhuriyeti’nden önce, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin kuruluşunun yıldönümü münâsebetiyle verilen bir resepsiyon bu. Meclis Başkanı tarafından veriliyor. Bahçeli buna katılmıyor. Katılmayarak acaba ne demiş oluyor? Bazı arayışlar olduğunu biliyoruz. Erdoğan ciddî bir seçim yenilgisi aldı. Partisi çok ciddî seçim yenilgisi aldı. Büyük zemin kaybetti. Bu bir zemin kaymasıdır. Erdoğan bunu tespit etti ve bir arayış içinde. Belli ki Bahçeli de onun bir arayış içinde olduğunun farkında. Bu arayışların ne olabileceği husûsunda spekülasyonlar yapılıyor. Deniyor ki: “Başkanlık sistemi 50+1 yerine 40+1’e indirilsin”. Bu, başlı başına bir problem. Erdoğan parlamenter rejime geri dönmeyi deneyebilir mi? 

Bahçeli’nin katılmadığı resepsiyon, Parlamento’nun kuruluş yıldönümü için verilen bir resepsiyon. Normalde buna katılması gerekirdi. Bahçeli orada olsaydı, Özgür Özel ve Erdoğan çay içmeyeceklerdi. İçseler bile bu, siyâset dışı bir olay olacaktı; protokoler olacaktı. Çünkü Bahçeli’yi çağırmadan Özgür Özel ile Erdoğan’ın çay içmesi ve Bahçeli’nin dışarıda kalması gibi bir ihtimal söz konusu olamayacaktı. Bu resepsiyon bana 15 yıl öncesinde siyâset yapılan Türkiye’yi hatırlattı. Hattâ 90’ların Türkiye’sini. Ve enteresan bir şekilde, bâzı gazeteciler çağrılmışlar. Ruşen, seni çağırdılar mı?

Ruşen Çakır: Çağırdılar da ben gidemedim.

Kadri Gürsel: Keşke gitseydin. Çok şey kaçırmışsın. Seni de çağırmaları önemli. Burada bir şeylerin olacağı, bir şeylerin döneceği önceden biliniyor ki herkes bunu görsün, yerinde izlesin diye yapmışlar bunu. Bunun böyle olacağı belki Bahçeli tarafından da istihbar edildi ve Bahçeli de gitmedi. Bu resepsiyondaki mizansen önemli. Çok eski yıllarda, gazeteciliğin Türkiye’de yapılabildiği, daha doğrusu, devletin kabul salonlarında gazeteciliğin yapılabildiği ortamlardaki sahneler canlandı bir anda gözümde. O zaman da iki siyâsetçinin bir araya gelmesi olay olurdu. Sorular sorulurdu, cevaplar alınırdı. 

Bir Bahçeli vesâyeti var Cumhur İttifâkı üzerinde. Cumhur İttifâkı zâten MHP’nin AKP ve Erdoğan üzerindeki vesâyetinin kurgulandığı, sürdürüldüğü bir ittifak. Bu vesâyet ilişkisinin sarsılmakta olduğunu görüyor Bahçeli. Sarsıldığını gördüğü için de, başka arayışlara girmemesi için bir uyarıda bulunma ihtiyâcını duyuyor. Mehmet Şimşek’e karşı yaptığı bence son derece hırçın, mesnetsiz çıkış da aslında bunun bir parçası. Mehmet Şimşek’in söylediği sözün “yerel halk” diye çevrilmesi de çok yanlış. Bunun câhilâne bir şey olmadığı kanaatindeyim; bilinerek yapılıyor. Herkes bilir ki global finans dünyasının dilinde “yereller”, “yerel yatırımcı” demektir. “Local people” derken orada kastedilen vatandaş değil, yerel yatırımcılardır. Bahçeli “Müfsit zihniyet” sözünü kullandı. Mehmet Şimşek’e fesat sokucu demek istiyor. “Mehmet Şimşek fesat sokuyor” diyor. Acaba neyin fesadını sokuyor Mehmet Şimşek? Kemal Bey’in –Kemal Can’ı kastetmiyorum–, Kemal Kılıçdaroğlu’nun “müzâkere” demesi ilginç. 

Ruşen Çakır: Ona bilâhare geleceğiz.

Kadri Gürsel: Kemal Bey ve Devlet Bey rahatsız durumda. Ben onu demek istiyorum. 

Ruşen Çakır: Evet, o gerçekten önemli bir husus. Erdoğan-Özel görüşmesi herhalde haftaya olacak artık, hafta içi denmişti. Yeri, saati, günü belli değil; ama birkaç gün içerisinde olacak. Erdoğan yeni anayasa konusunu gündeme getireceklerini söyledi. Özgür Özel de, “Önce kendisi anayasayı uygulasın” dedi. Anayasayı konuşmayacağı anlamına gelmiyor, ama başka şeyleri gündeme getireceği kesin. Bugün Abdulkadir Selvi çok net bir şekilde, “Erdoğan’ın perspektifi değil ama AK Parti içerisinde belli çevrelerin söylediği yumuşamaya ihtiyaç var” diye yazmış. Özgür Özel-Erdoğan yakınlaşmasının bir şekilde bir yerlerden pompalandığı da görüyoruz. Her hâlükârda bu görüşme çok kritik olacak. Yıllar sonra Erdoğan ve ana muhâlefet liderinin buluşması târihî bir buluşma olacak. Ama burada Erdoğan seçim kaybetmiş bir Cumhurbaşkanı olarak girecek. Benim düşüncem; Erdoğan anayasayla başlayıp anayasayla bitirerek bir fotoğraf vermeyi tercih ediyor olabilir; ama Özgür Özel herhalde hazırlıklı gidecek. Gezi tutuklularını, Can Atalay’ı, hattâ Selahattin Demirtaş’ı çok ciddi bir şekilde gündeme getirmesini de bekliyorum. Bahçeli’nin o klibini, bu beklenen görüşmenin önüne bir müdâhale girişimi olarak görüyorum şahsen. Ne dersin Kemal?

Kemal Can: Deminki konudan devamla söyleyeyim. Bahçeli’nin, Ferdi Tayfur şarkısıyla Erdoğan’a “Hainsin” dediği varsayımıyla bir sonuç çıkartıp, bu varsayımı buraya kadar ilerletmenin çok mantıklı bir gönderme olduğunu düşünmüyorum. Ama buna karşılık daha önce de söylediğim gibi, Erdoğan’ı bir tarafa çekmek konusunda hareketlenmiş çeşitli çevrelerin –biraz önce Kadri’nin Mehmet Şimşek örneğinde verdiği gibi– nifak sokan, fesat sokan, hâinlik yapan ya da başka çevrelerin isteklerini yerine getirenler olarak etiketlendiğini biliyoruz. Bir seçim yenilgisi almış ve kısmen yeni bir pozisyon almak ya da pozisyonunu gözden geçirmekle ilgili bir karar sürecinde olan Erdoğan’ın çevresinde hem partisinin içinde hem partisinin dışında, hem ülkenin içinde hem ülkenin dışında çeşitli çevrelerin hareketlendiğini öngörmek şaşırtıcı değil. Bu hareketlenmenin, mevcut statükoyu bozucu birtakım etkiler ya da tartışmalar yaratmasından rahatsızlık duyacak olanların reaksiyon vermesi, bunu baştan kesmeye çalışması, o çevreleri enterne etmeye çalışması beklenen bir durum. Bunun bir örneğini Bahçeli’de, bir örneğini Mehmet Uçum’da gördük. Erdoğan’ın bir danışmanı bu konuda, “Bir dakika! Orada bir durun!” diye parmak salladı. Yani bu konu Bahçeli’den ibâret değil. Böyle bir şeyin işlediği çok açık. Erdoğan’ı şuraya ya da buraya çekmek, itmek ya da kafasını bu anlamda etkilemek için harekete geçmiş çevrelere, çeşitli kanallarla gayet açık birtakım mesajlar aksettiriliyor. 

Burada kritik olan şeylerden biri, Özgür Özel’in ya da aslında muhâlefetin, artık amiral gemisinden daha belirleyici bir rol edinmiş olarak olan CHP’nin nasıl tutum alacağı. İki açıdan da öyle. Birincisi, Mehmet Şimşek’in soktuğu “nifak”. Uluslararası sermaye çevrelerinin, Türkiye ekonomisinin atacağı adımlarla ilgili beklentileri ya da dayatmaları ile ilgili pozisyon ve buna “muhâlefet desteği”nin nasıl sağlanacağı. İkincisi, Erdoğan için siyâsî dizaynda birinci öncelik taşıyan, kendi iktidârını korumak ya da şahsî pozisyonunu korumakla ilgili atacağı adımları. Bunun da merkezine anayasanın yerleşeceği, daha seçim öncesinden îtibâren konuşulan bir mevzuydu; şimdi, seçim sonuçlarıyla birlikte bu daha lüzumlu hâle geldi. Erdoğan eğer bir siyâsî mühendislikle bir çıkış programı uygulayacaksa, bu anayasa meselesi elindeki en kuvvetli enstrüman gibi duruyor. Burada kritik olan şey, Özgür Özel’in seçtiği kavramla ilgili bence. O da, müzâkere. Hatırlarsan ilk başta, “Bizim büyük bir gündemimiz var. Pek çok konuda ortaya koyacağımız taleplerimiz ve görüşlerimiz var” demişti. Yani “Bizim söyleyeceklerimiz var” başka bir şey, “Müzâkere etmek” başka bir şey. Müzâkere, belirli bir konuda bir pazarlığın açılmasıdır. Çünkü müzâkere bir talep karşılaşması değil, bir ortak zemin arayışıdır. Sen biraz önce, “Târihî bir görüşme olacak. Uzun zamandır olmadı” dedin ama, AKP’nin, yine kuvvetli bir yenilgi aldıktan sonra yaptığı müzâkere sürecini hatırla. Ne zamandı bu? 2015 Haziran seçiminden sonra, büyük bir seçim yenilgisi almış AKP, CHP ile aylar süren istikşâfî görüşmeler için masaya oturdu.

Ruşen Çakır: Ama orada Erdoğan Davutoğlu’nu sürdü öne.

Kemal Can: Tamam, ama sonuçta yine aynı matematik işliyordu: Bir yenilgi vardı ortada. Yenilginin sonrasında, herkesin iddia ettiği ve beklediği gibi değişim ihtimâlinden söz ediliyordu.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Ama Kemal, o genel seçimdi. AKP tek başına iktidar çıkmadı. Koalisyon olması, kanûnen, anayasaya göre gerektiği için yapıldı. Burada ise yerel seçim var. İktidârın değişmesi diye bir şey söz konusu değil. Erdoğan, “Bu zâten yerel seçim. Dört yıl daha bekleyelim” diyebilir. 2015 Haziran’ına benzetmek o anlamda bence sorunlu.

Kemal Can: Onun koşulları hiç benzemiyor zâten. Ama “AKP zâten kategorik olarak muhâlefetle asla masaya oturmuyor, bu ilk defa oluyor” dersen, o zaman benzetme ortaya çıkıyor. Çünkü kendi krizini yarattığı anlarda, Erdoğan’ın, muhâlefetin de yönetilmesi ve muhâlefetle ilişkinin yönetilmesi gibi bir önceliği olduğu açık. Şu anda anayasa meselesi, onun açısından bunun kapısı. Dolayısıyla burada kavramın “müzâkere” olarak konulmasından kaynaklanan, Erdoğan’ın işi sâdece anayasaya sıkıştıran bir görüşmeye çevirme ihtimâli yüksek. Özgür Özel’in görüşmesi çok doğru bir tercih. Zâten görüşme talebini o ortaya koydu. Görüşme talebi çok doğru. Görüşmede ileri süreceği şeyler kritik. Bunlar önemli. Bu görüşme de o açıdan hayâtî. Ama işe “müzâkere” kavramıyla girdiğin zaman, “Müzâkereye açılan konu nedir?” tartışması ortaya çıkıyor. Eğer toplantının müzâkere başlıklarını muhâlefet belirleyecekse, o toplantıdan başka bir anlam çıkacak. Ama müzâkere başlığını iktidar yani Erdoğan belirlerse ve anayasayla sınırlı tutarsa, başka bir sonuç ortaya çıkacak. Dolayısıyla şu anda o görüşmenin önemini belirleyecek şey, müzâkere edilecek şeyin ne olacağı konusu.

Ruşen Çakır: Kadri Bey, müzâkere edilecek şey ne olacak? Anayasa konuşmakla yetinmeyecekler herhalde.

Kadri Gürsel: Anayasa, başlı başına bir müzâkere konusu. Müzâkere edilecek şeyin çerçevesi de, “Neyin karşılığı ne?” meselesi. Yani “Ben ne verirsem, sen karşılığında ne verirsin?” sorusunun cevâbı. Burada müzâkere etmeye yakın pozisyonda olan tarafın Erdoğan olduğu görülüyor. Özgür Özel’in talepleri olabilir. Ama ‘’Bu taleplerinin karşılığında neyin müzâkeresini yapacak?” diye sorduğumuzda, Erdoğan’ın temel meselesi iktidarda kalmaktır. İktidârını uzatmaktır. Bunun müzâkeresi yapmak için Özgür Özel Erdoğan’a ne verebilir? Erdoğan bunun karşılığında Özgür Özel’e ne sunabilir? Ben burada bir çıkış olduğu kanaatinde değilim. Velev ki Erdoğan gerçekten yumuşayarak ya da yumuşama emâreleri göstererek iktidârını uzatabileceğini düşünsün. Ben bu kanaatte değilim. Erdoğan yumuşayarak iktidârını uzatamayacağını çok iyi biliyor. Bir otokrat, yumuşamaktan başka çâresinin kalmadığını düşünüp bunu hayâta geçirdiğinde, bu, rakipleri tarafından zâfiyet olarak görülür, zayıfladığı ortaya çıkmış olur. Bence Erdoğan’ın yumuşama yönünde atacağı her türlü adım –ki sen biraz önce Özgür Özel’in Gezi tutuklularının serbest bırakılması, Can Atalay, hatta Selahattin Demirtaş’ı gündeme getireceğini söyledin–, gerçekten eğer Türkiye’de bir yumuşama zemini, bir yumuşama iklimi oluşturmak gerekiyorsa, ilk önce yapılacak şeylerden biri bunlar, ikincisi de basın özgürlüğü ortamını yeniden oluşturmaktır. Zâten bu otoriter gidiş, basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması yönündeki sert önlemlerle başladı. O zaman basın özgürlüğünü geri getirmek gibi bir şey olmalı. 

Ama ben bütün bunların Erdoğan’ın sonunu hızlandıracağı kanaatindeyim. Erdoğan bunu çok iyi biliyor; tamâmen tıkanmış durumda. Müzâkerede açacağı konu, senin de dediğin gibi, kendi iktidârını uzatmaya dönük bir anayasa değişikliği olacaktır. Ben Özgür Özel’in bu tuzağa düşeceğini hiç zannetmiyorum. Nasıl bir anayasa değişikliği olacak? 2010’daki değişiklikte, sözde birtakım liberalleşme adımları, âdeta bir şeker kaplaması olarak kullanılmış ve sunulmuştu. Ama onun öyle olmadığı görüldü. Dolayısıyla bu konuda çok tecrübeliyiz hepimiz. İktidârın, iktidarda kalması ve hayâtını devam ettirmesi için, yedi yılda bir anayasa değiştirmek gibi bir çâre gerekiyor. 2010’da yaptılar, 2017’de yaptılar. Şimdi de 2024’teyiz. Aradan yedi yıl geçmiş, biz yeniden anayasa konuşuyoruz. Erdoğan, anayasa değişikliği yoluyla iktidârını uzatmaya çalışacak. Özgür Özel ile tek başına görüşmesi bile muhâlefet açısından siyâsî bir puandır; çok önemli bir siyâsî kazanımdır. Erdoğan’ın artık muhâlefetle görüşmek mecbûriyetinde kalması, Erdoğan’ın yerel seçimden zayıflamış bir lider olarak çıktığının göstergesi olacak. Bunun karşılığında daha fazla adım atabileceğini zannetmiyorum Erdoğan’ın.

Ruşen Çakır: Kılıçdaroğlu’nun o çıkışını… Biraz önce bahsetmiştin; aslında Bahçeli ile Kılıçdaroğlu’nu birlikte telaffuz etmek bana da çok yanlış gelmiyor. Kılıçdaroğlu, “Sarayla müzâkere edilmez, mücâdele edilir” sözüyle, “çatışma” üzerinden gidiyor. Yani “mücâdele” diyerek kutuplaşmanın devâmını, kutuplaşmanın tırmanarak sürmesini istiyor. Ama muhâlefetin içerisinde de, “CHP yerel seçimden başarıyla çıktı. Sonuna kadar saldırsın” diye düşünenler var. Diğer bir perspektif –anladığım kadarıyla sen de onu öyle söyledin–, iktidarla konuşmayı zaferin bir devâmı olarak hayâta geçirebilir.

Kadri Gürsel: Evet. Ama ülkeyi kutuplaştırarak siyâsî güç elde etmek, gücü korumak, artık ne iktidârın ne de muhâlefetin işine yarayan bir yöntem. Çünkü Cumhuriyet Halk Partisi birinci parti olabildiyse, az da olsa iktidar blokundan aldığı oyların bunda rol oynadığı görüldü. Demek ki Özgür Özel’in “Cam tavan kırıldı” derken kastettiği, az da olsa iktidardan bir oy geçişi olduğunu saptamalarıydı. Bu olabiliyorsa eğer, Erdoğan’ın Özgür Özel’i muhâtap alarak görüşmesinin, oy geçişi imkânını daha da büyüteceği kanaatindeyim. Özgür Özer’le yapacağı görüşme, “Dostlar alışverişte görsün” kabilinden bir görüşme de olsa, bu, Özgür Özel’e ve CHP’ye yarayacaktır. Yumuşama, aslında CHP’ye kazandıracaktır. Cumhuriyet Halk Partisi’nin hiç de öyle korkulacak bir parti olmadığını ve aldığı belediyelerdeki hizmeti ve pratiği ile de bunu kanıtladıklarını ve daha da kanıtlayacaklarını düşünüyorum. 

Bu yönde iktidarda yaratılan korku… ki korku siyâseti 2023’te neler neler söyletmişti iktidâra biliyorsunuz. “Diyânet’i kapatacaklar,” daha öncesinde “PKK’lılar elektrik faturası toplayacaklar” gibi saçma sapan şeyler söylemişlerdi. Bu tartışma bağlamında, Özgür Özel’in elini açmaması, yani gündemini görüşmeden önce kamuoyuyla paylaşmamasının ve bu yönde ipuçları vermemesinin çok mâkul bir tutum olduğu kanaatindeyim. Çünkü Özgür Özel bunu yaparak, bu görüşmenin aslında bir yere gitmeyeceğini de belli etmiş olacak. Halbuki Özgür Özel’in burada bağcıyı dövmek gibi bir amacı yok, üzüm yemek gibi bir amacı var. Bunu bekleyip görmek lâzım diye düşünüyorum.

Ruşen Çakır: Şu âna kadar İmamoğlu’nun adını hiç anmadık, farkında mısınız? Seçim öncesinde, meselâ ben, Özgür Özel’den çok İmamoğlu’nu telaffuz ediyordum. Özgür Özel’den bahsettiğim zaman yanında muhakkak İmamoğlu’nun ismini geçirme ihtiyâcı hissediyordum. Özgür Özel, “İmamoğlu’nun gölgesindeki genel başkan” imajını aştı sanki, ne dersin?

Kemal Can: Birtakım komplocuların tezlerine göre, Erdoğan ve Kılıçdaroğlu, İmamoğlu’nu, hatta Yavaş’ı fazla gündemde tutmayıp, Özgür Özel’i öne çıkartmaya çalışıyorlar. Aslında Kılıçdaroğlu’nun çıkışını da “ters manyel” olarak yorumlayan kişiler de var. Çok katıldığım için değil, ama her komplo iddiasının dayanmak zorunda olduğu bir hakîkat vardır. Kadri’nin söylediklerine büyük ölçüde katılıyorum, ama şöyle bir tarafı var: Teorik olarak baktığımızda hem bu görüşmeyi talep etmek hem bu talebe karşılık almak hem de o masaya oturup iddialarını masaya koyabilecek olmak, böyle bir seçim galibiyetinin sonrasında, muhâlefetin hem özgüvenini artıracak hem de ona daha da pozitif şeyler katacak bir şey. Ama bu bir matematiksel kesinlik değil, bir imkân aslında. Çünkü biraz önce konuştuğumuz konuda da olduğu gibi, Türkiye’de uzunca bir süredir siyâset ihtimal satarak yapılıyor, çözüm ya da program satarak yapılmıyor. İktidar bunu çok fazla yaptı, ama muhâlefet de yaptı. Çok uzun bir süredir, yapılan seçimlerde iktidar birtakım gündelik vaatler ortaya atıyor. Ya da “Biz SİHA yaptık. İHA yaptık. Uçak yaptık. Araba yaptık” filan gibi hikâyeler anlatıyor, ama sonuçta çok sistemli, ana problem noktalarına çözüm öneren programlar koymayıp, ihtimalleri satıyor. “Böyle olursa yumuşar”, “Tek elde olursa, istikrar olur. Büyümeye faydalı olur” gibi birtakım varsayımları satarak siyâset yapıyor. Muhâlefette de bunun karşılığı var. İYİ Parti, yedi sene boyunca merkez sağı toparlama ihtimâlini ileri sürerek siyâsette var oldu. Diğer partilerin hepsi, AKP’den olacak çözülmeyi toparlayacak, yeniden muhâfazakâr demokrat bir zemin oluşturma iddiasını politik olarak satarak Altılı Masa’ya oturdular. 

Bu açıdan baktığımızda, şu anda iktidârın veya Erdoğan’ın, kendi iktidârı önceliğinde hangi yolun daha verimli olabileceği konusunda nihâî kararı verdiği fikrinde değilim. Göstergeleri nasıl okuduğunuza bağlı. Blok siyâseti oy kaybettirdi. Meselâ sayısal verilere baktığımızda, blokun bütününden değil, AKP’ye oy kaybettirdiğini görüyoruz. 2024 seçim sonuçlarına baktığımızda, blok oyları açısından çok büyük bir kayma yok. Ama blokların taşıyıcı partilerine baktığımızda, çok dramatik bir kayma var. CHP çok ciddî biçimde oy artırıp, kendi blokunun çok dominant ve belirleyici partisi olmuş. Buna karşılık, Cumhur İttifâkı blokunun ana partisi AKP, büyük oy kaybetmiş. Erdoğan’ın söylediği gibi, AKP, MHP ve hattâ henüz blok değiştirip değiştirmediğini bilmediğimiz Yeniden Refah Partisi’ni birlikte düşündüğümüzde… Hattâ galiba Ulaş Tol böyle bir grafik paylaştı yakın bir zamanda. Geçen gün sen de Emre Erdoğan’la böyle bir yayın https://medyascope.tv/2024/04/23/rusen-cakir-prof-emre-erdogan-yorumladi-chp-birinci-parti-olarak-kalabilir-mi/ yapmıştın. Blok oylarına baktığımızda, o kayma resmini, haritayı değiştiren, CHP’nin arttığı, AKP’nin düştüğü büyük resmi görmüyoruz. Dolayısıyla, Erdoğan şimdi blok siyâsetinin kendisine kaybettirdiğini düşünerek bir siyâsî hamleye mi yönelecek, yoksa tam tersine, tek güvencesinin blok siyâseti olduğunu mu düşünecek? Koruyabildiği şey aslında blok. 2011’den îtibâren partisinin oyu, bütün değişikliklere, bütün küçük sapmalara rağmen düzenli bir erime içerisinde. 2011 seçimi îtibâriyle %49-50 sınırında oy almış bir parti, şimdi %30’lar seviyesinde ölçülen bir partiye dönüşmüş durumda. 13-14 senede bu kadar fazla oy kaybederek iktidarda kalmayı nasıl başarmış? Blok oylarını koruyarak. Yeni ittifaklarla blok oyunu tutmaya çalışarak. Dolayısıyla, Erdoğan blok ve kutuplaşma siyâsetinin bir zarar verdiğini düşünüyor olabilir ama partisini mi yoksa kendisini mi kurtarmak istediğine henüz karar vermiş değil. Zâten bu ilk turda konuştuğumuz o mesajlar, çatışmalar, arkadaki büyük kavgalar da bununla ilgili. 

Bu kritik dönemeçte ana muhâlefetin sürükleyici aktöründen daha büyük bir belirleyicilik sağlamış olan CHP’nin tutumu, Erdoğan’ın karârı üzerinde etkili olabilir. Ama bu, bir kesinlik içermiyor. Sadece bir imkân olarak önümüzde. Bunun nasıl sonuç vereceğini, sâdece görüşmenin sonuçlarından değil, daha sonra Erdoğan’ın bu görüşmenin sonuçlarıyla ilgili atacağı adımlardan izleyeceğiz. Ama burada bence daha belirleyici faktör, CHP’nin ya da genel olarak muhâlefetin, bu târihten sonra, kutuplaştırma siyâsetinin geriletilmesi ya da genel olarak iktidârın geriletilmesi sürecini, kendi bağımsız politikasını daha belirleyici biçimde, siyâseti belirleyen, siyâsetin gündem başlıklarını kuran bir yere taşıyıp taşımayacağıyla ilgili. Erdoğan’ı sıkıştırıp yaptıracakları kadar, kendisinin devam rotası da önemli olacak. Bu konuda CHP dışındaki aktörlerdeki gelişmeleri de tâkip etmek gerekiyor.

Ruşen Çakır: O CHP dışındaki aktörlere geliriz. Kadri, seninle yayındanönce Erdoğan’ın 9 Mayıs’ta yapacağı Washington Beyaz Saray gezisini konuşmuştuk. Seçimden önce 9 Mayıs’ta gideceği açıklanmıştı. Seçimden sonra belirsizlikten bahsedildi. En son haber olarak, Erdoğan’ın ABD’ye gitmeyeceği açıklandı. Bloomberg dün gideceğini söyledi. Biraz önce, Bloomberg’in Beyaz Saray muhâbiri, bir yetkiliye dayanarak, Erdoğan’ın 9 Mayıs gezisinin ertelendiği haberini geçti. Burada bir şeyler dönüyor. Bu tamâmen ajandaları ile ilgili bir olay değil belli ki. 

Kemal Can: Klip çekmiyorlar ki anlayalım ne olduğunu. Biden bir klip çekse de anlasak kime ne mesaj gönderiyor.

Kadri Gürsel: Biden’ın yürüyüşüyle, Sayın Bahçeli’nin yürüyüşü aslında birbirine çok benziyor. Farklı bir klip olmaz.

Ruşen Çakır: Erdoğan bu ziyâreti çok istedi. Biden seçildiği andan îtibâren, onunla Beyaz Saray’da görüşmeyi istedi. Biden da sürekli olarak bunu duymazdan geldi. Değişik yerlerde, NATO Zirvesi gibi toplantılarda ayaküstü buluştular. Erdoğan başbakanken, Bush’la Beyaz Saray’da yaptığı görüşmesini izlemiştim. Ne kadar Anti-Amerikan olsalar da oraya gitmek ve Amerikan Başkanı tarafından kabul edilmek, Erdoğan için çok önemli. Bu sefer Biden’la görüşemedi. Bu seçim öncesi herhalde prensip olarak randevu aldılar ve duyurdular. O da bir güç gösterisiydi. “Erdoğan güçlü bir lider Amerikan Başkanı tarafından kabul ediliyor” mesajı verilmek istendi. Seçimden sonra işin karışmış olmasında, seçim sonuçlarının etkisi olduğunu düşünüyorum. Bir şey bildiğimden değil, tamâmen spekülatif bir şey söylüyorum. Yani bu seçimden bu kadar net bir şekilde yenik çıkmış olan Erdoğan’a, Biden ya da Amerikan yönetimi “Çok da fazla meşrûiyet vermeyelim” demiş olabilir. Çok mu abartıyorum?

Kadri Gürsel: Ben abarttığın kanaatinde değilim; ama Amerikan yönetimi kalacak mı devam edecek mi, yoksa Trump mı gelecek, henüz belli değil.  Kasım’da seçim var. Türkiye’de ise bir erken seçim olmazsa, Erdoğan 2028’e kadar Cumhurbaşkanı olarak devam edecek. Dolayısıyla belirli alanlarda Türkiye ile çalışmak istiyorlarsa, Erdoğan’ı da çok kızdırmamak, çok küstürmemek gibi bir tutum, bir özen göstermeleri gerekiyor. Bu görüşme çocuk oyuncağı değil. Bir görüşecek, bir görüşmeyecek… Tabiî görüşmeden ne beklediğimize de bağlı. Amerikan tarafı görüşmeden ne bekliyor? Türk tarafı ne bekliyor? Türk tarafı bu görüşmeden, Türkiye’deki iktidârın gücünün bir süper güç tarafından yeniden tanınması ve teyit edilmesi beklentisi içindeyse, bu aslında meşrû bir beklenti. Eğer ikili meselelerde herhangi bir sorun çözülmeyecekse, Biden Beyaz Saray’da böyle bir politik armağanı Erdoğan’a sunmak zorunda değil elbette. Dediğin gibi, bütün Batı karşıtlığına, Amerikan karşıtlığına rağmen, “Bakın, o kadar güçlü bir liderimiz var ki, kendisi Biden tarafından Beyaz Saray’da kabul ediliyor.” Bu bir anlatı. Bu bir hikâye. Bunu içeride iç politika amaçlarıyla kullanmak her zaman, hep mümkündü; bundan sonra da mümkün olabilir. 

Ben şuna da biraz dikkat çekmek istiyorum. Tabiî bu bir spekülasyon bilgisi. Aslında bu programda tartıştığımız iki görüşme var. İkisinin de merkezinde Erdoğan var. Tam orta noktada durup, sağa sola bakan, böyle bir merkez konumunda Erdoğan. Biri Özgür Özel ile görüşme. İç politikada Türkiye’nin iç siyâsetinin istikametini tâyin etme ihtimâli taşıyan bir görüşme. Diğer tarafta da Biden görüşmesi var. Bu iki görüşmenin de içeriği belirsiz. Bu iki görüşmede de ele alınacak konular aşağı yukarı tahmînen belli oluyor. Fakat Türk-Amerikan ilişkileri öyle bir noktada ki, eğer iki lider, Amerika Birleşik Devletleri Başkanı ve Türkiye Cumhurbaşkanı görüşüyorlarsa, bunun öncesinde, heyetler hâlindeki görüşmelerde belirli bir ilerlemenin sağlanmış olabilmesi gerekiyor. Konvansiyonel bakış bunu gerektirir. Ortak meseleler hakkında belirli bir ilerleme sağlanmamışsa, görüşmenin de bir anlamı yoktur. Yeter ki taraflardan biri sırf bu görüşmenin fotoğrafını kendi içinde ve bölgede pazarlayacak olmasın. 

Erdoğan’ın, Biden ile yapacağı o görüşmeden alacağı güçle, dönüp Ortadoğu’ya, Filistin sorunu konusunda veyâhut Filistin sorunu konusundaki diğer ortaklarına bir şeyler söylemesi, bir güç göstermesi, bir kapasitesinin olduğunu göstermesi mümkün. Fakat AKP iktidâra geldiğinden beri, Türkiye’de dış siyâset hep iç siyâset için yapılıyor. Bu hiç değişmedi, başından beri bu böyle. Farklı dış siyâsetler yapılıyor, ama iç siyâsette gözetilen o. Misal: İsrail konusu. İsrail konusu, ABD açısından riskli bir konu. Amerikan kampüslerinde, bâzı üniversitelerde çok ciddî olaylar oluyor. Amerika’nın, İsrail’in Gazze’de sürdürdüğü kıyım ve yıkım politikasına ve bu siyâsete karşı verdiği ön koşulsuz destek, Amerika’da vicdanı olan insanları, gençliği, demokratları sokağa dökecek bir raddeye vardırmış durumda. Erdoğan da, İsrail’e karşı yeterli tepki göstermediği yönündeki Yeniden Refah Partisi propagandalarının etkili olduğunu, oy kaybında bunun rol oynadığını teslim etmiş olsa gerek ki, hemen seçimden sonra yaptığı ilk şey, İsrail ile ticârî ilişkileri sınırlamak ve bu konuda İsrail’e yaptırımlar uygulamaya başlamak oldu. Erdoğan sesini yükseltti ve daha üst perdeden konuşur oldu. 

Böyle bir Erdoğan’ın, 9 Mayıs’ta, Amerika Birleşik Devletleri, Washington DC’de ağırlanmasıyla, oradaki platformu da Erdoğan tabiî ki İsrail’e olan tepkisini göstermek için kullanacaktır. Biden’la ikili görüşmesinden sonra ortak basın toplantısı gibi bir şey yapacaklarsa –ki liderler arasında görüşmelerde bu âdettendir– orada da İsrail konusuna değinecektir. Hem İsrail’i kınayacaktır hem de Amerika Birleşik Devletleri’nin İsrail’e verdiği ön koşulsuz, hattâ sınırsız, açık destek politikasını orada da kınaması beklenir. Aslında yine senin dediğine geliyor konu. Erdoğan, orada söylediklerini hem iç politikaya hem Ortadoğu’ya tahvil edecektir ve muhtemelen bir siyâsî kazanca dönüştürmeye çalışacaktır. Bu fırsatı Erdoğan’a vermemek gibi bir amaç gütmüş olabilirler. Beyaz Saray Yönetimi’nin, şöyle bir ortamda bu amacı gütme lüksleri var: Türkiye ve Amerika arasındaki mâlûm mevcut sorunların hiçbirinin bu görüşmede çözülemeyeceği ve Amerika’nın çıkarları doğrultusunda yâhut Türkiye ve Amerika’nın ortak bir noktada birleşmesi doğrultusunda herhangi bir ilerleme sağlanamayacağını öngördüklerindendir. O zaman, bu, kullanışlı bir gezi olacak Erdoğan için. Tam da Türkiye’de büyük bir güç kaybetmişken, dışarıda hâlâ aranan, ilgi gören, görüşülen lider olarak gücünü tâzeleyecek. Bu çerçevede buna imkân vermiş olmak istemezler; ama ben spesifik olarak bir İsrail faktörünün de burada olabileceğini düşünüyorum. Bu bir spekülasyon tabiî ki.

Ruşen Çakır: Evet, yavaş yavaş toparlayalım. Çünkü burada saat 18.00’de bir canlı yayın daha olacak. Kemal, yarın İYİ Parti’nin kongresi var. Konuşmadık bile. Kim kazanır?

Kemal Can: İYİ Parti kurultayına seyirci alınmayacağına dâir yapılan açıklama tartışma yarattı. Kongrenin salonunda da birtakım ittifak değişiklikleri olabilir. Çünkü tüzüğe göre, eğer salt çoğunluk sağlanamazsa, ilk iki aday yarışacak. Birileri, diğerlerini destekleyebilir. Dengeleri etkileyebilecek çok faktör var. Dolayısıyla şu anda öngörmek biraz zor. Ama şöyle bakabiliriz: Şu andaki adayların hepsi, zâten Akşener’in yanında yer almış isimler. Şimdi farklı pozisyonlarda olabilirler, bir tânesi hariç. Bu isimlerden herhangi birinin birdenbire liderliği almasıyla İYİ Parti’yi bambaşka bir yere götürmeleri ihtimâli çok yüksek değil açıkçası.

Ruşen Çakır: Kim kazanırsa kazansın, İYİ Parti kaybediyor sanki. Öyle bir hava var.

Kemal Can: Kimin kazandığı, İYİ Parti’nin bundan sonra nasıl bir fonksiyon edineceğini de belirleyecek.

Ruşen Çakır: Kadri, bu konuda bir şey söylemek ister misin?

Kadri Gürsel: Hayır.

Ruşen Çakır: Şimdi tam bir spekülasyon yapayım. Orada aslında yarışan iki kişi var: Meral Akşener ve Mansur Yavaş. Bakalım hangisi kazanacak?

Kemal Can: Herkesin orada bir dahli var. Küçük, ama herkesin bir biçimde “İşime yarar” diye baktığı, tarafları olan bir durum var.

Ruşen Çakır: Oradan haber de geliyor. Çarşamba günü İYİ Parti’den bir kadın İstanbul milletvekili CHP’ye geçti. Önümüzdeki hafta da yeni katılımlar bekliyorum İYİ Parti’den CHP’ye. Daha doğrusu istifâ etmiş olanlardan. Muhtemelen İzmir milletvekili Ümit Özlâle katılacak. Kongrenin sonucuna göre de CHP’ye bayağı katılımlar olabilir diye düşünüyorum.

Kemal Can: Mümkündür. Kongre sonucuna göre pek çok şey değişebilir.

Ruşen Çakır: Evet, “Haftaya Bakış”ı burada noktalayalım.Kadri, Kemal, çok teşekkürler. İzleyicilerimize de çok teşekkürler. Haftaya tekrar buluşmak üzere, iyi günler.