Ruşen Çakır & Prof. Emre Erdoğan yorumladı: CHP birinci parti olarak kalabilir mi?

Cumhuriyet Halk Partisi’nin 31 Mart Yerel Seçimleri’nden birinci parti çıkmasının yankıları sürüyor. Ruşen Çakır, konuğu Prof. Dr. Emre Erdoğan ile CHP’nin 31 Mart’taki performansını, önümüzdeki seçimlere etkisini değerlendirdi.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Merhaba, iyi günler. Öncelikle 23 Nisan’ı tebrik edelim. Ve stüdyomuzda İstanbul Bilgi Üniversitesi’nden siyâsetbilimci Prof. Emre Erdoğan var. Kendisiyle neler konuşacağız? Son seçimleri konuşacağız tabiî; ama ana eksene Cumhuriyet Halk Partisi’ni almak istiyoruz. Başlığa da onu çıkarttık. Hoş geldin Emre.

Emre Erdoğan: Merhabalar, hoş bulduk.

Soru çok açık: “CHP birinci parti olmaya devam edebilir mi?” Çünkü biliyoruz ki AK Parti iktidâra geldiğinden beri ilk kez bir seçimde birinci parti olamadı. CHP ise en son, Ecevit’in 1977’deki başarısı, birinci parti olması; bir de Sosyal Demokrat Halkçı Parti’nin 1989 yerel seçimlerinde birinci parti çıkması dışında bir birinci partilik deneyimi yok. Demokratik Sol Parti’yi katmıyoruz, o apayrı bir olaydı. Ve mâlûm, hep de söylenen, %25, bilemedin %30’luk bir şeye sıkışmış bir parti târifi yapılırdı. Şimdi %37 oy almış ve birinci olmuş bir parti var. Bu rastlantı ya da konjonktürel bir durum mu? Yoksa devâmı gelir mi, kalıcı olabilir mi?

Emre Erdoğan: Aslında şu birinci parti olma olayını bir açmamız gerekiyor. Şimdi bizim yerel yönetim sistemimizin karmaşıklığı vs. ile, birden fazla kritere bakmamız lâzım. Hangi kriterlerde birinci parti? Bunun en basiti, bir daha tekrarlayalım: Türkiye’de iki tür il var: büyükşehir illeri ve büyükşehir olmayan iller. Büyükşehir illeri 30 tâne, 51 tâne de büyükşehir olmayan il var. Bunları ayıralım. Büyükşehir olmayan illerde, burada İl Genel Meclisi var. İl Genel Meclisi oylarına baktığınızda birinci parti, bu önemli bir şey, oylarını artırmış durumda. İkinci parti oyları farkta az olabilir, bu önemli. O 51 tâne küçük il, toplam nüfusun %25’ini alıyor. Bir de büyükşehir illeri var. Bu büyükşehir illerinde nüfûsun %75’i var. Burada da 30 tâneden 14 tânesini kazanmış durumda. Bu da performans olarak çok çok yüksek. Burada nüfûsa göre baktığınızda zâten büyük illeri aldığı için büyükşehir belediye başkanlıklarında oy oranı olarak yüksek. Ama kontrol ettiği il sayısı yüksek, metropol sayısı. Sonra ilçelere baktığımızda, 975 tâne ilçemiz var. Bunların 322’sini kontrol ediyor, bunların da çoğunluğu batıda olmak üzere. Şimdi bu kriterlerin hepsinde bir performans artışı var geçmişe göre, başarılı diyebiliriz. Peki bizim birinci partiden kastettiğimiz ne? Yarın öbür gün bir seçim olsa seçimi kazanır mı? Şimdi buradaki başarısı onu sinyallemiyor henüz. Oradan buna dümdüz gidemiyoruz. Niye gidemiyoruz? Çünkü bu bir yerel seçim. Yerel seçim olduğu için de oy verme sâikleri hayli farklı olabiliyor. Öteki tarafta da kayda değer bir yerel iktidâra sâhip. O 322 tâne ilçe, 14 tâne büyükşehir ilçesi, büyükşehir yönetimi ve çeşitli merkez ilçe yönetimlerine sâhip olması, merkez ilçe ona çok büyük güç verebiliyor. Bu gücü gelecek seçime taşıyabilir ise, genel seçime girerken avantajlı girebilir. Ama şunu açıkça söyleyeyim: Şu anda seçim olsa oy oranlarının böyle olmama olasılığı çok yüksek. Yani daha düşük olma olasılığı var çeşitli sebeplerden. AK Parti’nin daha yüksek alma olasılığı var. İYİ Parti’nin belki daha yüksek olma olasılığı var. Şu andaki durum önümüzdeki seçim sonuçlarını bence henüz göstermiyor. Ama bir fırsat alanı var.

Evet. “Ne yapabilir? Nasıl yapabilir?”e gelmeden önce, verili durumu biraz daha irdeleyelim istiyorum. Sen ezbere biliyorsun CHP’nin verilerini. Meselâ Erdoğan en son grup toplantısında, “Biz Cumhur İttifâkı olarak daha fazla oy aldık” dedi. Yani MHP ile toplayarak daha fazla oy aldığını söyledi. Bu bir anlamda fukara tesellisi gibi yani. Çünkü bir tarafta tek başına CHP, bir tarafta AKP + MHP. Ama bir de ilginç yanı şu, sen rakamları verdin: Meselâ büyükşehirde ikisi birleşse de CHP’yi yakalayamıyor, 14’e 12. İllerde de 21’e 20. Yine yakalayamıyorlar. Yani oy oranı olarak bu olabilir. Benim ilgimi çeken, hepimizin ilgisini çeken bir başka husus; meselâ ülkenin batısında –Kırklareli istisnâ, Kocaeli ve Sakarya istisnâ, bir de Hatay’ı batıda sayarsak, o değişik bir olay zâten– hepsi CHP oldu.

Emre Erdoğan: Evet.

Hepsi CHP oldu. Yani burada Bursa, Balıkesir, Manisa, Denizli, Afyon, Kütahya gibi şehirler de eklendi. Neyle açıklıyoruz bunu? Yani sosyolojiyle de açıklıyoruz herhalde, değil mi?

Emre Erdoğan: Çok fazla faktör var. Yani düşünüyordum neyle açıklayabiliriz diye. Şimdi, bir seçim öncesi beklentilerimiz vardı. Neydi beklentimiz? İktidârın oyu düşecekti. Bu, Allah’ın emriydi, düştü. Yani bu her Mart seçiminde düşer. Matematik istisnâsı iki tânedir: 1984 ve 2004 seçimleri. 1983 yılından beri iktidarların oyu düşüyor yerel seçimlerde. Bunu bir kenara koyalım. İkincisi; ekonominin gidişâtı da düşürecekti, bunu da biliyorduk. İktidârın oyu düşecekti, bu kesindi. Ama öteki taraftan da CHP, ittifaktan kopuk olarak tek başına girmişti seçime. Hattâ ittifak unsurlarının bâzıları ona karşı kampanya yapmıştı. O zaman da soru şuna dönüşmüştü: “Acaba CHP ittifaktan ne kadar oy koparabilecek?” Bu oldu. Yani CHP tek başına girmesine rağmen, “tabanda ittifak” dediğimiz, “Tavanda olmuyor, peki tabanda ittifak yapalım” dediğimizi başardı. O yüzden de, İstanbul’a baktığımız zaman, sâdece İstanbul’da bile İYİ Parti’nin ve DEM’in bir önceki seçimde aldıkları oylardan daha düşük oy aldıklarını görüyorsunuz. Bütün bunlar Cumhuriyet Halk Partisi’ne gidebildi. Tabanda ittifak başarılabildi. Öteki tarafta da Yeniden Refah unsuru var. Yeniden Refah da Cumhur İttifâkı’ndan rahatlıkla oy alabildi — 7 puan gibi gözüküyor kopardığı, önemli bir fark. Bu da başlı başına düşünülmesi gereken bir şey. Nasıl mümkün oldu? Bütün bunlar bir araya gelince CHP’nin başarılı olmasını mümkün kıldı. Yani makroda bunu görüyoruz. Ama makroda gördüklerimizle mikroyu açıklamakta zorlanıyoruz. İl bazında da zorlanıyoruz. Meselâ Balıkesir, en sürprizlerden bir tânesi. Merkez sağda yer alan bir ilden bahsediyoruz. Hep böyle gelebilmiş, etnik yapısı buna uygun. Muhâfazakârlık ve orada üçüncü partide Turhan Çömez gibi kuvvetli bir aday varken CHP’ye geçti. Bursa’da geçen sefer zâten başa baştı, orası geçti. Bütün bunlar sürpriz. İlçe bazına gelince olay iyice karmaşıklaşıyor zâten. Yani İstanbul ilçelerini teker teker geçelim, her birinde farklı faktörler devreye giriyor. Dolayısıyla çok katmanlı bir şeyin aynı anda gerçekleştiğini görüyoruz.

İstanbul ilçeleri demişken, ben İstanbul ilçelerini yıllardır, 30 yıl önce Beyoğlu’nun falan Refah Partisi’ne geçtiği zamandan beri bayağı iyi bilirim. İstanbul’da ben şöyle bir tespit yaptım: AK Parti’nin elinde târihî, yani eski belediye olarak Zeytinburnu var, Fatih var, Ümraniye var. Onun dışındakilerin hepsi 90 sonrasında ilçe olmuş, belediye statüsüne kavuşmuş yerler. Yani ben onu şöyle değerlendiriyorum: Nasıl Türkiye haritasına baktığın zaman taşrada AK Parti, Doğu Anadolu, İç Anadolu ve Karadeniz’e sıkıştıysa; İstanbul’da da İstanbul’un bir anlamda –hani lâf uyuyor mu bilmiyorum ama– “İstanbul’un taşrası”na sıkıştı. Yani Üsküdar’ın elden gitmesi, Gaziosmanpaşa’nın gitmesi, Bayrampaşa’nın gitmesi, Tuzla’nın gitmesi, neredeyse çok eski olan, meselâ daha dışarılardaki Silivri, Çatalca… bunların gitmesi, bu bayağı önemli bir olay sanki.

Emre Erdoğan: Orada zâten çok odaklanarak bakmamız gerekiyor. Çünkü meselâ Üsküdar’ı ele alalım. Uzun süredir Üsküdar ortada diyoruz. Bir geçen seçim sonuçlarına bakıyoruz, bir de Üsküdar’da sağlam bir nüfus hareketi var. Yani Beşiktaş ve Şişli’nin pahalanması, nüfûsu biraz oraya kaydırdı. Oranın klasik sâkinleri olmayan yeni kentli sâkinler gelmeye başladı. Onlar zâten kaydırmaya başlamıştı, bu oldu. Şimdi Üsküdar’ı böyle açıkladık. Ya Eyüpsultan? Eyüpsultan’da nasıl oldu? Göktürk var Eyüpsultan’da. İnanılmaz bir nüfûsun yerleştiği, sosyo-ekonomik statüsü Eyüpsultan’ın geri kalanıyla alâkası olmayan, hani bizim “çitlenmiş” dediğimiz, “gettolaşmış” dediğimiz nüfus orada yaşamaya başladı. O da orayı kaydırdı, onu da öyle açıkladık. Ümraniye’de de benzer. Ümraniye’de yanlış bilmiyorsam binâların dörtte biri kentsel dönüşüme uğradı ve sitelerle nüfuslar değişiyor. Bütün bunlar oluyor. Bütün bunları açıklıyoruz. Ama Beykoz’u nasıl açıklayacağız? Beykoz’da da tabiî bir kentsoylulaşma var, orası değişiyor; ama o kadar büyük değil. Beykoz’da başka bir şey oldu demek ki. Oraya gidip bakmak lâzım Beykoz’da ne oldu diye.

Beyoğlu da meselâ.

Emre Erdoğan: Beyoğlu’nda da benzer bir şey oldu.

Erdoğan’ın memleketi.

Emre Erdoğan: İşte, Beyoğlu, Esenyurt, Küçükçekmece’de Kürt oyları devreye girdi. Özellikle Esenyurt, Küçükçekmece’de tamam, Kürt oyları devreye girdi diyebiliyorum. Ama o kadar çok katman var ki. Meselâ Gaziosmanpaşa. Gaziosmanpaşa’da da kentsel dönüşüm var. O zaman acaba diye insan şunu soruyor — “sosyolojik” dediniz ya: Oranın bu “mutenâlaşması” deniyor ya, hani kentsel dönüşüme uğraması, oraya yeni sâkinlerin gelmesi AK Parti tabanını mı eritiyor? AK Parti’nin oralardaki gücünü mü azaltıyor? Ya da AK Parti tabanı mı değişiyor? Yani orada yaşayan AK Parti tabanı farklı değerlere mi sâhip olmak istiyor? O yüzden çok katmanlı bakmak gerekiyor. Buradan da Türkiye çıkarımı yapabiliriz. Yani Bursa’da olan, Balıkesir’de olan, buralarda olan şeyler bir sosyolojik değişimin yansıması da mı olabilir? Bu sosyolojik değişim, yeni bir nüfus gelmiştir, olur ya da nüfus değişmektedir, bakmak lâzım.

Şimdi CHP üzerinden devam edelim. Bu seçimde birtakım ilginçlikler oldu. Meselâ Kastamonu’yu almış olması. Ama en önemlisi Adıyaman’ı almış olması; hattâ çok net bir şekilde aldı Adıyaman’ı. Yani baktığımız zaman, %49, neredeyse her iki Adıyamanlı’dan birisi ona oy vermiş. Amasya ve Giresun da var. Giresun’da CHP genelde az buçuk vardır, ama yani orayı da aldı. Amasya’yı aldı, Kastamonu’yu aldı, Kırıkkale’yi aldı falan. Bunların hepsi bir şekilde insanı şaşırtan şeyler. Tabiî ki adayların etkisi olmuştur, ama sâdece adayla açıklanabilecek şeyler mi bunlar?

Emre Erdoğan: Bir miktar adayla, yani aday tespit stratejileriyle. Hani bir hak vermek lâzım, 2019’da da farklı bir aday tespit stratejisi vardı. Yani başarılı ilçe belediye başkanlıklarını taşıma gibi bir strateji vardı. Bunun başarılı olduğu yerler oldu, çoğunlukla da başarılı oldular, çok başarısız olmadılar, başta İmamoğlu olmak üzere. Beylikdüzü Belediye Başkanlığı’ndan… Bu kayda değer. Bu bir adım daha ileriye gitti bence aday tespitlerinde. Tanıdığım adaylara bakıyorum, şahsen tanıdığım ya da izlediğim adaylara bakıyorum. Bu kez parti aktivistleri açısından, gençlik kollarında, genç kadınlarda… Şimdi ben de çok eleştiririm her zaman, genel olarak eleştiririm; kadın adaya yer vermiyorsunuz, genç adaya yer vermiyorsunuz diye. İstatistikler berbat. Yani bir genç kadının kazanma olasılığı, bir yaşlı erkeğin kazanma olasılığının 16’da biri filan. Böyle istatistikler var. Ayrımcılık uyguluyorsunuz. Burada beklenmedik bir dönüşüm yapıldı. Yani isimler de var. Genç kadınlar aday gösterildi, bâzıları çok ünlü, bâzıları daha az tanınmış. İstanbul’da da öyle, genç kadınlar ön plana çıkartıldı. Bunun bir avantaj olduğunu düşünüyorum. AK Parti’nin gösterdiği adaylarda sorun olduğunu düşünüyorum, aday gösterme stratejilerinde. Eskiden daha duyuyorduk, onların üç aşamalı bir aday belirleme stratejileri vardı. Onun çalıştığını söylüyorlar, hâlâ aynı mekanizmaları çalıştırdıklarını düşünüyorlar; ama eskisi kadar iyi çalışmadığı kanaatindeyim ben. Yani 2015 seçimlerinde, özellikle ikinci tur seçimlerde ya da daha önceki yerel seçimlerde bir aday gösterme stratejileri vardı. O strateji çalışamamış gibi gözüküyor, kötü adaylar. Bir de hizmete bakmak lâzım. Yani insanların hizmetlerden memnûniyetleri ve memnûniyetsizlikleri ne kadar? Giresun dediğinizde… Şimdi biz dünyayı İstanbul’dan ibâret gördüğümüz için hep İstanbul üzerinden değerlendiriyoruz; ama Giresun’da ne oluyor? Orada insanlar ne gibi hizmetler bekliyorlar, ne gibi hizmetler alıyorlar? Bütün bunlardan…

Bir anlamda cezâlandırmalar da söz konusu.

Emre Erdoğan: Kesinlikle cezâlandırma olduğunu düşünüyorum, yani bu kadar kaybın olmasının sebebi.

Şimdi burada CHP’nin batı partisi olduğunu biliyorduk, iyice katmerlendi. Ama batının dışında da birtakım yerlerde oy alabildiğini, belediye başkanı seçtirebildiğini gördük. Ama hâlâ İç Anadolu’da, Doğu Anadolu’da ve Güneydoğu Anadolu’da bayağı bir sorun var. Özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da sorunlu. Ama Güneydoğu söz konusu olduğunda bir başka husus var; batıdaki Kürtler’in oyunu alabiliyor. Yani bunların, şimdi hep söylendi ya, İstanbul özelinde çok da tartıştık, “stratejik oy” vs. diye. Bu sanki stratejik oyun da dışında bir şeymiş gibi bir hissiyat var içimde.

Emre Erdoğan: Bir şunu söyleyerek başlayalım, o hesâbı yeniden yapacağım herhalde. Türkiye’deki ilçelerin üçte ikisinde sâdece iki parti rekabet ediyor. Bir üçüncü parti rekabet edemiyor. Bu hep böyle gelmiş. Dolayısıyla, yani Güneydoğu’da AK Parti ve DEM ya da herhangi bir Kürt partisi rekabet ederken araya girmek çok kolay değil. Yani sebep yok. Orada böyle bir fay hattı yok. Üçüncü, ikinci bir fay hattı yaratamıyorsunuz. Dolayısıyla buna biraz coğrafya kaderdir deyip gitmek lâzım. Doğudaki Kürt seçmen davranışıyla batıdaki Kürt seçmen davranışı arasındaki farklılıklar üzerinde düşünmeye değer. Özellikle yerel seçimse bu. Şimdi genel seçim başka bir şey. Yerel seçimlerde aldığınız hizmete bakabiliyorsunuz. Ve şöyle bir şey, bunu da hep akılda tutmakta fayda var: Ben iktidarda mıyım değil miyim? 1-0, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi gibi. Seçimi kazandın mı, kazanmadın mı? Ya da kazanan kişi bana yakın mı, uzak mı? Çok açık olarak 2015’ten beri AK Parti, HDP ve Kürt seçmene yakın değil, o iş kapandı ve geri dönmesi mümkün değil. Yani bir Kürt seçmenin, HDP seçmeninin 2015’ten sonra AK Parti yönetimine bakıp, “Bu benim hassâsiyetlerime yanıt verir” deme şansı yok. O kapı kapandı, nasıl açılır bilmiyorum. Dolayısıyla İstanbul’daki bir Kürt seçmen, seçime bakıyor, gidiyor, iki tâne aday var. Bunlardan biri AK Parti adayı, nasıl davrandığını biliyor; bir de İmamoğlu var. Hangisi bana daha fazla kapıyı açacak? Basit, sorunun yanıtı belli. Hangisi benim hassâsiyetlerimi karşılayacak? Şimdi bu hassâsiyetler kültürel temsiliyet hassâsiyeti olabilir, hakkının verilmesi olabilir. Yani öyle bir şey ya da işte kentsel dönüşüm var. “Kentsel dönüşümde hangisi beni buradan taşıyacak, atacak; hangisi beni dinleyecek, haklarımı koruyacak?” dediği zaman, tercihini yapıyor. Öncelikler farklı. Güneydoğu’da taşra ile merkez de farklı. Diyarbakır’ın merkeziyle Diyarbakır’ın taşrası da farklı. Adıyaman’ın taşrası da farklı. Yani hepsinin farklı kaygıları var.

Şu var biliyorsun, bir araştırma, Rawest’in yaptığı araştırmada Güneydoğu’daki seçmene, Kürt seçmene sorulduğunda, ikinci parti tercihlerinde CHP çıkıyor; ama sâdece DEM Partililer değil AK Partililer için de. Yani CHP’nin Kürtler’de bir karşılığı olduğunu görüyoruz. Yani ilk parti olmasa bile, çok da hasmâne bakmadıklarını bulduklarını söylüyorlar.

Emre Erdoğan: Bu mümkün. Şimdi bizim hep bir kutuplaşma öykümüz var ya. Kutuplaşma öyküsü şöyle anlatayım; Türkiye siyâseti yan yatmış bir “t”, uzun kolu, burada Türkler var, burada Kürtler var. Bir de kısa kolu var; burada da laikler var, aşağıda da muhâfazakarlâr var diye. İşte bu uzun kolda kısalma olma olasılığı var. Yani ne demek? En azından CHP seçmeni, baktığı zaman, HDP’lilere daha yakın görebilir kendisini. HDP’liler de CHP’ye yakın görebilir. Niye? Daha az tehdit olarak algılayabilir. Yani meselelere baktıkları zaman şöyle bir şey var: 2015 bizim için çok kritik bir dönemdi. O dönemde bizim de elimizde veri vardı. 2015’teki önemli değişikliklerden biri, HDP seçmeninin artakalan siyâsî seçmenler tarafından daha fazla tehdit olarak algılanmasıydı. Bu değişmiş olabilir. Bu nasıl değişir? İşte, lider söylemiyle değişebilir. Eğer sizin lideriniz sürekli Kürtler’i ve HDP’lileri bir öcü olarak sergiliyor ise, onları sürekli terörle ilişkilendiriyor ise, o zaman zâten onlar bir daha yan yana gelmez. Ama onlara, “Kürt, PKK sevicisi” falan demek yerine; “Ahmet, Ayşe, Zehra, aynı dertlerimiz var” diye insan gibi davranarak hitap ediyorsa, o şekilde davranıyorsa, yaklaşırsınız zâten. Dolayısıyla ben, CHP liderlerinin en azından kayda değer bir kısmındaki söylem değişikliğinin etkileyici olduğunu düşünüyorum Kürt seçmen nezdinde.

Bu 2019’un ve 2024’ün haritalarına baktığımda şu beni çok çarptı: AK Parti’nin böyle bir yerde, ülkenin iç kısımlarında, bir iki istisnâ dışında alıp götürdüğü, Karadeniz’e kadar giden, Batı Karadeniz’in başı, Artvin dışında bütün Karadeniz, Doğu Karadeniz falan ve İç Anadolu. Ama şimdi bakıyorum, delik deşik oldu. Meselâ ne kadar önemli bilmiyorum ama, Sivas’ı Büyük Birlik Partisi aldı, Yozgat’ı Yeniden Refah aldı, Şanlıurfa’yı verdi, Adıyaman’ı verdi. Erzincan MHP’de zâten. Yani böyle bir durum var. Arada İç Ege gibi olan yerler, meselâ işte Afyon’u, Kütahya’yı falan da CHP aldı. Böyle bir şey oldu. Bir de şunu gördüm: İl belediyesi kazanan bütün partiler, meselâ İYİ Parti bir tek Nevşehir’i aldı, onu da AK Parti’den aldı. Büyük Birlik Partisi tek yer aldı: Sivas’ı AK Parti’den aldı. DEM Parti Muş’u, Ağrı’’yı AK Parti’den aldı. MHP bile almış AK Parti’den. Yani MHP’den AK Parti’ye geçen var, AK Parti’den MHP’ye geçen var. Yani AK Partili il belediyelerinden kayıpların hepsi tüm partilere dağılmış. Çok ilginç bir şey. Yani şöyle bir olaydan ibâret değil: Sâdece AKP’den CHP’ye kayış ya da seçmen olmasa bile, belediyelerde herkesin istifâde ettiği bir çözülme var sanki.

Emre Erdoğan: İşte bunu şöyle düşünmek lâzım, araştırılabilir; bir oy kaybı var, bu oy kaybının bir kısmı ulusal oy kaybı. Ulusal olarak bir oy kaybetti. Bunu ulusal faktörlere bağlarsınız. İşte, en büyüğü enflasyon olmak üzere. Bir de yerel oy kayıpları var. Bâzı yerlerde daha fazla oy kaybetmiştir, bâzı yerde daha az kaybetmiştir yerel koşullardan dolayı. En sonunda da adaylardan dolayı; bâzı adaylarda daha az, bâzı adaylarda daha çok. İşte, meselâ Yeniden Refah’a kaptırdığı Urfa. Yani aday zâten AK Partili baktığınız zaman. Hem ulusal oy kaybı var hem Urfa’da bir memnûniyetsizlik var, bunu Urfa’ya gidip gelen artık herkes biliyordu; bir de aday yabancı değildi. Dolayısıyla bir rahatsızlık yaratmadan kolaylıkla kaydırabilirler. Bunun en klasik örneği o, üçünün bir araya geldiği. Şimdi bütün bunlara baktığımız zaman, AK Parti’nin bunun muhâsebesini yapması lâzım. “Ulusal olarak mı kaybettik?” diye. Böyle denir ya: “Ulusal bir kayıp, her yerde 10 puan kaybettik, gitti” — matematik bu. Ama bâzı yerlerde daha mı fazla kaybettik? Yerel faktörler… Bence yerel faktörler devreye girdiği için bu tür kayıplar olabiliyor. Yani sâdece AK Parti’nin kaybı değil. Manisa. Manisa Büyükşehir Belediyesi MHP. Yani daha önce Özgür Özel’in aday olduğu ve kaybettiği. Şimdi orayı nasıl kaybediyor bu parti? Bir önceki seçimde başarılı olduğunu düşündüğümüz, %10’a ulaşmış bir parti Manisa’yı kaybediyor. Zâten 10 tâne büyükşehir belediyesi yok ki elinde. En önemlilerinden birini kaybediyor ve gayet de milliyetçi tandansı olan bir büyükşehirden bahsediyoruz. Yani gayet tutunabileceği bir yeri…

Bir de bayağı bir farkla kaybetti. Yani öyle böyle değil yani. Ben açıkçası Manisa’yı görünce hayret ettim; çünkü alıp almayacağı belli değil deniyordu.

Emre Erdoğan: Ben de onu söylüyordum.

Senin çok sevdiğin kamuoyu araştırmaları öyle diyorlardı. Ama bir baktık ki %57 oy aldı CHP Manisa’da. Acâyip bir şey.

Emre Erdoğan: İşte burada, CHP’nin mutlaka bir başarısı var, ona îtiraz etmiyorum. Ama burada AK Parti’nin ya da MHP’nin kendilerini sorgulamaları gerekiyor. Yani “Burada biz ne kadar büyük hata yaptık?” demeleri gerekiyor. Şimdi dönüp bütün bu kaybı ulusal oy kaybı gibi düşünüyorlarsa… ki öyle bir olasılık var, çünkü öyle açıklamalar da gelmeye başladı: “Seçmenimiz sandığa gitmedi” diye.

Evet, onu söylüyor Erdoğan.

Emre Erdoğan: “Ekonomi yüzünden oldu, çünkü popülist politikalar izleyemedik…” Tamam, ama sâdece bundan mı? Bence sâdece bundan değil. Yani bu kadar basit olmadı o iş, dediğim katmanlamalar yüzünden.

Burada şöyle bir tablo görmüştüm, onu şu anda bulamadım ama sen de illâki meraklı olduğun için görmüşsündür. AK Parti’nin en güçlü olduğu yerler; meselâ Konya, Kayseri vs. gibi yerlere baktığımızda da, yeniden kazanıyor ama acâyip bir oy kaybediyor.

Emre Erdoğan: İşte bu, büyük ölçekte ulusal oy kaybı.

Meselâ Konya’da %49-50 civârı oy almış, bir önceki oyu %70’e yakın mı neydi. Ve burada Yeniden Refah’ın %23’lük bir oyu var, ilk defa seçime giriyor. Kayseri de meselâ bir önceki seçimde rekor kırılan yerlerden birisiydi; ancak %38 alabildi AK Parti. Yine Yeniden Refah geldi gibi. Yani bir de öyle bir olay var. Yani böyle bir ensesinde, geleneksel olarak güçlü olduğu yerlerde –meselâ Kahramanmaraş2ta da böyle, Malatya’da kısmen böyle, Elâzığ meselâ öyle– Yeniden Refah gibi bir şey var arkasında, gölge var.

Emre Erdoğan: Tabiî, Yeniden Refah beklemedikleri bir şey. Yani neden beklemediler? Çünkü çok uysaldı cumhurbaşkanlığı seçiminde, hiç öyle bir ârıza çıkarmadılar. Ama bu seçime geldikleri zaman, daha başında, “Bu beka meselesi değil” dedi Erbakan. “Bu yerel seçim. Rekabet iyidir, rekabet edelim, kendinizi toplarsınız” dedi. Evet, memnun olmayan, çeşitli sebeplerden memnun olmayan seçmeni de kendisini çekti. Sâdece tek boyutlu değil o iş. Dolayısıyla, aslında rekabet…, yani sizi tehdit eden birisi olduğu zaman daha düzgün davranma olasılığınız oluyor. Bu sinyali böyle almaları lâzım. Yani Yeniden Refah buradan ileriye mi gider geriye mi gider? Onu öngörmek mümkün değil. Her şey olabilir. Ama çok basit bir şey var; daha iddialı DEVA’nın ya da Gelecek’in, “Biz bu işi yaparız” dediği oy koparma işini, çok daha küçük ölçekte bir parti yapabildi. Yani bir lider, 10 tâne insanla bunu yapabilirler –ki diğerleri çok daha kalifiye kişilerin olduğu, çok daha hazırlıklı olarak bu işe girişmişlerdi– bunu Yeniden Refah yaptı.

Şimdi, şöyle bir olay da netleşiyor. Meselâ bir önceki seçimde muhâlefet dediğimiz zaman bir kalabalıktan bahsediyorduk: Altılı Masa + Muharrem İnce + o zamanki Yeşil Sol Parti vs. vs., Zafer Partisi falan. Ama şimdi, bu seçimin ardından, muhâlefet dediğimiz zaman akla CHP geliyor.

Emre Erdoğan: Evet.

Aslında artık belki muhâlefet lâfını böyle çok da kullanmamak lâzım; çünkü çok belirsiz bir şey. Çünkü bâzı partiler artık yok, değil mi? Gelecek Partisi yok, DEVA yok. Saadet Partisi bir örgüt olarak var; ama Yeniden Refah’ın karşısında o da yok. Memleket Partisi zâten yok. Böyle ilginç yeni bir durum var ve ana muhâlefet partisi dediğimiz parti sonuçta muhâlefetin kendisi oldu. Yeniden Refah ise… meselâ benim en son yaptığım yayında, Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Altınöz de kendilerinden muhâlefet diye bahsediyor.

Emre Erdoğan: Evet, yani muhâlefet. İktidar değil.

İktidar değil. Yani tekrar dönmeye de pek niyetleri yok. Sanki şu anda muhâlefet denince; CHP, DEM Parti ve Yeniden Refah kalmış gibi bir durum var.

Emre Erdoğan: Şöyle düşünelim: İşte, bizim seçim sistemimiz parti sayısını artıracak bir seçim sistemi. Neden? Çünkü baraj yok. Teknik olarak barajı kaldırdığımız için Parlamento’daki parti sayısı artar, matematik olarak. Ama Parlamento işe yaramıyor. Kuvvetli bir yürütmeye sâhip olduğumuz için, istediği kadar buradaki parti sayısı artsın, bir kişi kazanıyor. Dolayısıyla bu da tam tersi bir güç etkisi yaratıyor ve parti sayısını azaltıyor. Parlamento işe yaramadığı için… Eskiden çok işe yarıyordu sanki, ama orada bir sözünüz vardı; Meclis’te olmanız ya da olmamanız önemli değil, önemli olan iktidârı alıp almamanız. Bunu bir makro iktidar olarak düşünün. Türkiye iktidârında kim var? AK Parti var, başka kimse yok. Kimseyle bölüşmüyor, doğrudan bölüşmüyor en azından. Yerel iktidarlara gelin. İstanbul’da seçimi kim kazandı? CHP kazandı. İstanbul’da iktidarda kim var? CHP. Kimseyle bölüşüyor mu? Bölüşmüyor, bölüşmeyecek. Dolayısıyla bu minüskül partiler eğer coğrâfî olarak güçlü değillerse, istisnâî durumda, BBP’nin Sivas’ta olması gibi, hiçbir şansları yok yaşamaları için. Onlar kaybettiler. Ama DEM’in, herhangi bir Kürt partisinin her zaman bir coğrâfîa kökeni var, bir konu bazlı kökeni var, o yaşamaya devam eder. Öteki tarafta Refah, kendisine sanıyorum alan açıyor, bakmak lâzım. Yani çünkü yeni bir olay, eski bir olay değil. Hem de dönüşüyor, eskisi gibi de değil. Yani ilk kurulduğundaki gibi bir marjinal tablo da yok. Ama o zaman sorun nereye geliyor? İYİ Parti nerede ve İYİ Parti kim? Onun topografyası ne? Bütün bunlar şey kalıyor. Yani eğer iktidarda değilseniz, ulusal iktidarda değilseniz, yerel iktidarda değilseniz olmaz. Eğer Mayıs seçimleri çok farklı gerçekleşseydi, bu minüskül partiler kabinede de yer bulsalardı, o zaman hayırlı olurdu olmazdı ayrı mesele, ama güçlenirlerdi. Şimdi tam tersine. “Mâdem yönetimde değilsiniz, yok olmaya mahkûmsunuz”a geliyor.

Şimdi başlığımıza da tekrar dönelim. CHP çok büyük bir fırsat yakaladı.

Emre Erdoğan: Evet.

Belli ve işi ciddîye alıyorlar. Hemen bütün belediye başkanları hafta sonu buluştular. Çalışmalar yapılıyor. Bir değişim zâten yaşadı. Bir şeyleri sanki baştan ciddîye alıyor gibi. Erdoğan’dan randevu talep edecek ve görüşecekler; orada da söylediği: “Bir nezâket ziyâreti olmayacak” — hani eşitler arasında bir ilişki kurma gibi.

Emre Erdoğan: Evet. Parti başkanları.

Burada CHP’nin önündeki fırsatlar ve riskler diye sorsam, çok geniş olduğunu biliyorum, ama ilk aklına gelenler. Yani meselâ neden bu geldiği noktayı koruyamayabilir ya da ne yaparsa muhâfaza edip geliştirebilir?

Emre Erdoğan: Bu baştaki modele geri dönelim; yani “ulusal faktörler”, “yerel faktörler” ve “adaylar” diye. Şimdi belediyelerin ulusal faktörlere etkisi çok az. Yani nedir? Türkiye’nin bir numaralı, en önemli sorunu enflasyon ise, bir belediye enflasyonu çözemez. Hayat pahalılığıyla mücâdelede aktif rol oynayabilir, yoksulluğa biraz müdâhale eder; ama bu enflasyon makro düzeyde, hattâ küresel düzeyde bir mesele. Orada hükûmete bakar bu iş. Hükûmet bu işi batırırsa muhâlefete yarar, kurtarırsa hükûmete yarar. Bu kadar basit. Orada belediyelerin hareket alanı sınırlı. Meselâ ufacık dokunuşları olabilir, dediğim gibi işsizlik açısından olabilir. Yani meselâ yeni seçimler yapılıyor Hindistan’da. Hindistan’da fark ediyor yerel yönetim. Yani makro bir yere gidiyor Hindistan’da, X eyâleti başka yere gidebiliyor, bunu yapıyor. Türkiye’de öyle bir şey yok, o kadar büyük bir ülke değiliz belki de o yüzden. Yerelde ne yapabilir? En önemli şeylerden bir iki şeyi söylemek istiyorum. Bunlardan bir tânesi: Türkiye’de CHP’nin nasıl yöneteceğine dâir insanların bir fikri yok. Çünkü CHP çok uzun zamandır iktidarda değil. Baktığınız zaman, biraz önce siz söylediniz, yani ne zaman iktidâra geldi CHP? SHP’yi hatırlıyoruz, 1991-1995. Rezâlet bir dönemdi diye hatırlıyoruz.

Ya da diyelim ki Ecevit’in başbakan olduğu zaman.

Emre Erdoğan: Evet. O da işte yani… Çok iyi anılar yok. Şimdi CHP nasıl yöneteceğini insanlara gösterebilir, bu olur. Çünkü baktığımız zaman, bir sürü parti yerelden yükseldi. Yani iyisi kötüsü yerelden yükseldi.

Erdoğan’ın kendisi başta.

Emre Erdoğan: Erdoğan’ın kendisi. Geldi, model oluşturdu. %25’ti İstanbul’daki oyu. Çok rahat, iyi yönetebilir. İyiden kasıt ne? Buna bakması lâzım. Kötü yönetmemesi, iyi yönetmesi lâzım. Bir de tam onun devâmı, kötü yönetmemesi lâzım. Burada 1989’a dönmesi lâzım. 2 yılda ne oldu? 1989-1991, hepimiz buradaydık. Birinci parti nasıl üçüncü parti hâlini aldı? Ve arkasındaki Kürt milletvekillerini de içeride tutarak Erdal İnönü’nün bonkörlüğüyle bu işi yapmıştı. Ve SHP’ydi. Hani dediğiniz gibi SHP’yi biraz daha sempati ile hatırlıyoruz, genel olarak baktığımızda. Neyi başaramadılar? Buna dikkat etmeleri lâzım. Yani 1) iyi yönetmek zorundalar, iyiyi tanımlamaları lâzım; iyiden kasıt ne? 2) kötü yönetmemek zorundalar. Hassâsiyetler geliyor. Çifte standarttır bu. Hatırlarsınız, çok çok iyi hatırlarsınız; 1983-1991 arası ANAP yönetti işte, “Papatyalar”dan vs. bir hikâye doğdu. İnsanlar “ha ha” dediler. Sonra Demirel hükûmeti geldikten sonra başka çiçek gönderdi vs.’den teker teker bakan kellesi gitti. Toleransa bakmıyor insanlar. Yani şu anda CHP’ye bakış çok daha sert. Bir iki tâne ipucunu da duyduk: Şeffaflık konusunda, yolsuzluklar konusunda Türkiye’de ne tür hassâsiyet varsa, CHP toplumdan daha fazla hassas olmak zorunda. Bu ağır bir şey. Burada tolerans var. Burada bize niye tolerans yok? Çünkü muhâlifsiniz, muhâlifsiniz. Kendinizi ispat etmek zorundasınız. Yani kötü yönetmemekle mükellef. Kötü yönetmemek nasıl olacak? İşte bu çok kolay bir şey değil. Çünkü belediye başkanları, küçük derebeyler. Bir kere seçildikleri zaman başka bir insan oluyorlar. Bunun üzerinde genel merkezin biraz kılıç sallandırması, denetlemesi lâzım. Sürekli denetlemesi lâzım. Yani hizmetini iyi mi yapıyor, insanların beklentilerini yerine getiriyor mu? Burada da parti örgütünün beklentilerinden bahsetmiyorum; vatandaşın beklentilerini yerine getiriyor mu? Şimdi bu işler biraz daha standartlaştı. Eskiden sâdece AK Parti yapardı. Belediye başkanlarının karnelerini tutarlardı. Duyduğum kadarıyla artık CHP de belediye başkanlarının karnelerini tutma eğilimi taşıyormuş çeşitli kriterlerle. Kendi kriterleriyle tutsun. Yani halk ne kadar seviyor değil; ne kadar şeffaflık algısı var, ne kadar bu işler temiz, nereye oynuyor ise ve sürekli kontrollerle, birisi başarısız oluyorsa onu kenara çeksin. Ama bunu yapabilecek mi? En büyük gerilim de burada. Yani iyi yönetmeyi başarabilecek mi, kötü yönetmemeyi başarabilecek mi?

Peki, şimdi bir başka soru: “Önümüzdeki süreçte Erdoğan’la, iktidarla, ama esas olarak Erdoğan’la nasıl bir ilişki?” meselesi.

Emre Erdoğan: 1982 Anayasası Cumhurbaşkanı’nı devletin başı olarak tanımladı. Bu daha önce olan bir şey değildi, 82 ile oldu. Ve o günden bugüne de Cumhurbaşkanı her seferinde daha güçlendi. Ben Cumhurbaşkanı’nın güçlerinin kısıtlandığı tek bir anayasa değişikliği görmüyorum. Ve şu anda da süper güçlü, devletin başı, yani sâdece hükûmetin başı değil. Hani Demirel’in lâfı var ya: “Hükûmetin başı”. Hayır, hükûmetin başı değil devletin başı. Devletin başıyla karşı karşıyasınız. Dolayısıyla aslında o sizin de başınız ister istemez, devletin parçası olarak. Bir anlamda ona tâbisiniz. Bu kolay bir pozisyon değil. Sembolik bir pozisyondan bahsetmiyoruz, çok kuvvetli bir Cumhurbaşkanı’ndan bahsediyoruz. Bir yandan da parti başkanı olması hasebiyle, başkanlık sistemlerinde olmaması gereken bir şey; denksiniz, eşitsiniz. Bir de bir sonraki insan siz olabilirsiniz. Bütün bunları taşıması gerekiyor. Yani devletin başı olduğunu anayasa da bunu va’z ettiği için kabul etmesi gerekiyor. Yani yargının da başı Erdoğan, yasamanın da başı Erdoğan, yürütmenin de başı Erdoğan. Bu kabul edilmesi gereken bir gerçek. Hoşumuza gitmediğini söyledik zâten. Hoşumuza giden bir şey değil; ama bu hâle geldi bu iş. Bunu kabul etmek gerekiyor. Dolayısıyla bir şey yapacaksanız, onunla yapacaksınız. Ona rağmen yapma şansınız çok fazla yok. Bu zor bir süreç, bir şey yapacaksınız. Yapmayabilirsiniz bile; Baykal örneğinde olduğu gibi, hiç işbirliğine gitmeyebilirsiniz. Ondan sonra size sorun yaratırlar. O size muhtaç değil çünkü. Bunu bir kabul etmek gerekiyor. Parlamento daha kuvvetli olsa size muhtaç olabilirdi, ama değil. Ama ikincisi, onun yerine gelme olasılığınız var. O zaman da işte, bence hayırlı ve umarım da çalışır, şu gölge kabine. Çünkü bir kabine var. Meselâ yine yanlış, bakanlar kurulumuz yok bizim, bizim kabinemiz var. O bakanlar…, onlar başkanın sekreterleri, Başkan kimseye sormadan atıyor, kimseye hesap vermiyorlar, canı isteği zaman da alıyorlar. Parlamento’nun hiçbir denetleme yetkisi yok bakanlar üzerinde, bunu kaybettik biz. Dolayısıyla siz kendi Bakanlar Kurulu’nuzu, gölge kabineyi devreye sokmanız gerekiyor, markaj yapabilmeniz için.

Var zâten. Îlân etmişler ama…

Emre Erdoğan: Daha aktif olsun, yani bunu görelim, lâfta kalmasın. Şimdi şu Ukrayna’da yaşananlar varken, şimdi okuyan yazan herhangi bir insan, Ukrayna’daki krizden koskoca Dışişleri Bakanlığı, koskoca Saray, koskoca Külliye vs. mi daha hâkimdir, yoksa İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı’ndan mı çözüm bekleyeceğiz? Olabilir mi? Yani mâliye politikaları, işte geçen sene tartıştık, bu kadar karmaşık meselelere kim çözüm üretecek? Muhtarlık dâire başkanlığı mı üretecek İstanbul’un? Yani yerel yönetimler bunları yapamaz, orada politikayı geliştiremez. Ve bizim de şundan kurtulmamız gerekiyor: Lider gelir, halleder. Hayır, akıl gelir halleder. Bu aklı da yerel yönetimler ortaya koyamaz, dediğim gibi. Şimdi bakın, Irak’a gitti. Hangi yerel yönetim tavır alacak Irak konusunda? Belki Güneydoğu’dakiler alırlar, onları da oradan ilgilendiriyor; ama Ankara Belediye Başkanı dönüp Irak konusunda tavır mı alacak? Bunu kim yapacak? Bunu parti yapacak. Yani burada büyük bir yük var. CHP’nin kendi politikalarını üretmesi, alternatife geçmesi gerekiyor. Bunu da parti yapacak. Partiye çok ciddî bir iş düşüyor.

Peki, son olarak şunu konuşalım: 2028’de muhtemelen Ekrem İmamoğlu aday olacak diye düşünüyoruz. Şimdi milletvekili seçimi ayrı; ama cumhurbaşkanlığı seçiminde ona, bir cumhurbaşkanı adayına illâki kendi partisinin seçmeni oy vermek zorunda değil yani. Ekrem İmamoğlu normal şartlarda CHP seçmeninden daha fazla oy alır diye varsayılıyor. Peki, Ekrem İmamoğlu’nun 2028 stratejisini görebiliyor musun, kestirebiliyor musun? Yani istediğini biliyoruz. Hattâ bir önceki dönemde Kılıçdaroğlu yerine kendisi olmak istediğini de biliyoruz, bir şekilde olamadı o ayrı. Onun önündeki fırsatlar ve riskler neler?

Emre Erdoğan: Birinci mesele şu: İttifak yok artık. Dolayısıyla ittifak adayı olmasından bahsetmek, Cumhuriyet Halk Partisi’nin şartlar değişmezse… Şimdi 2 senede SHP’ye ne olduğunu biliyoruz. Şartlar değişmezse, yani bu momentum devam ederse Cumhuriyet Halk Partisi’nin adayı olması gerekiyor. Yani bu önemli bir şey. İlk aşması gereken handikap o. İkincisi, İstanbul’da başardığı –ki başardı diyelim buna– sandıkta ittifâkı kurabilmesi lâzım. Bu kez daha kolay seçim, iki turlu. Yani ikinci tura bıraktığı zaman, zâten kendiliğinden çekebilecek. Bu da önemli bir şey. Ama bence esas, hani bir süre sonra şu tartışmayı görelim. Altılı Masa açıkça Parlamenter Sistem’e geri dönmeyi savunuyordu, açıkça. Mümkün değil diyorduk, yapamazsınız diyorduk. Tamam, zâten olmadı. Dönmek isteniyor mu? Yani esas biraz buna karar vermek gerekiyor. Bizim sistemimiz Parlamenter Sistem mi olacak, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi mi olacak? Yani burada akıl karışıklığına yer olmaması gerekiyor. Ve bunun şimdi yanıtını vermek zorunda değil CHP. Ama şu ister istemez sorun yaratıyor, yarattı; yani o Altılı Masa, işte 7 tâne cumhurbaşkanı yardımcısı, her birine bir bakanlık, %1’e bir bakanlık filan derken, zâten insanlar “Acaba?” demeye başladılar. Olanı gördük.

Yani şöyle bir şey mi diyorsun: Cumhurbaşkanlığı seçimine Parlamenter Sistem falan karıştırmadan cumhurbaşkanlığını, yani var olan sistemin başına geçmeyi hedef alarak.

Emre Erdoğan: Çünkü öyle olacak. Yani ötekisi akıl karışıklığı yaratıyor. İlkin, evet, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemimiz ahım şahım bir hükûmet sistemi değil; ama seçilecek kişi Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin başına gelecek. Dolayısıyla, hani zamânında bunun şakasını çok yaptık, başbakanlığın bitmesi için kampanya yapan tek başbakan Binali Yıldırım diye, referandumda, son başbakanımız oldu. Yani şöyle bir şey: “Ben cumhurbaşkanı adayıyım, ama cumhurbaşkanı olur olmaz Parlamenter Sistem’e geri döneceğim”. Bu akıl karıştırıyor. Ha, oturup tartışılması gerekiyor. Yani ben de çok memnun değilim bu Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nden vs., ama şimdi de değil. Şimdi çok erken. Şimdi bakılması gereken şey, Cumhuriyet Halk Partisi’nin başarısız olmaması gerekiyor iki kriterde. İyi yönetmesi gerekiyor ve kötü yönetmemesi gerekiyor. Ama bir yerden sonra buna gelmesi gerekiyor. Nasıl bir Türkiye? Yani Parlamenter Sistem’e dönecek miyiz, dönmeyecek miyiz? Bunun tartışılması gerekiyor. Adayın da öyle çıkması gerekiyor. Çünkü o zaman değerlendirme farklı olacak. Birisi çıktığı zaman, “Parlamenter Sistem’e geri döndüreceğim” diyen bir aday varsa farklı değerlendirirler; “Ben, tamam, cumhurbaşkanıyım ama farklı bir cumhurbaşkanı olacağım” diyen. Buna da zaman var. Ama daha erken bunu tartışmak için.

Sen anladığım kadarıyla Ekrem İmamoğlu’nun Parlamenter Sistem’i çok fazla dillendirmeden, daha iyi bir cumhurbaşkanı olma iddiasıyla çıkacağını varsayıyorsun.

Emre Erdoğan: Mantıklı olan o gibi geliyor. Dediğim gibi, Cumhurbaşkanlığı Hükûmet Sistemi’nin iyileştirilmesi taraftarıyım; ama Parlamenter Sistem’e gözü kapalı dönmenin çözüm olduğuna inanmıyorum. O yüzden hani hiç akıl karıştırmayalım. Zâten belediye başkanlığından geliyor, küçük cumhurbaşkanı. Büyük cumhurbaşkanı olmaya aday olsun. Ama buradaki en büyük handikap, dediğim gibi, kabine nasıl olacak, politikalar nasıl belirlenecek vs. gibi şeyler. Çünkü bugün gerçekten cumhurbaşkanlığı seçimi olsa, muhâlefet kazanır açıkça. Yani bunu biliyoruz, başka bir olasılık yok.

Son demiştim ama, bir soru daha sorayım. Erdoğan kendisi, “Düştüğümüz yerden kalkmayı bildik” dedi, daha önceki örneklerden hareketle. Bu aslında, şimdi düştüğünü de kabul ediyor. Kalkabilir mi?

Emre Erdoğan: Şimdi 10 puanlık düşüş var son yerel seçimden. Son genel seçimden 5 puanlık düşüş var. Şimdi bu düşüşü görmeyecek bir kişilik değil. Nasıl kurtarabilir? Üç faktör. Bir, “Ulusal faktörleri iyileştiririm”. Ulusal faktörü değiştirmek… “Ekonomiyi düzeltirim. İki sene frene basarım, iki sene sonra gaza basarım, 2028’e büyümeyle gireriz, ben burayı kurtarırım.” Olmadı, diğer faktörler — ki sokmadı. “Beka meselesini devreye sokarım, şunu bunu sokarım” vs.. Ama bence, yani benim bildiğim AK Parti, yerel faktörlerdeki sorunu da görmüştür. Yani daha önceki seçimlerde de yaptığını biliyoruz. Şu anda her ilçede bir rapor hazırlanmıştır; “Niye kaybettik?” raporu. O raporlar toplanmıştır. O raporlar incelenip orada bir teşhis gelirse, yereli de çözmesi lâzım. Sorun yerelde de var. Yani sâdece makro düzeyde sorun yaşamadılar. Dolayısıyla Tayyip Erdoğan, bu kadar deneyimli bir lider olarak şunu düşünüyor: “Ben makroyu kurtarırım –ona inancı var–, mikroyu da kurtarmak için uğraşmanız lâzım”. Ama bu nasıl olacak bilmiyorum. Parti gerçekten biraz demir yorgunluğu yaşıyor. Yani eski parti değil. Eski dinamizmi olan, eski hareketli olan parti değil.

Bana kalsa parti yok hükmünde. Ben biraz aşırı mı söylüyorum?

Emre Erdoğan: İyimserlik diyelim. Yani hâlâ 300’den fazla belediyeyi kontrol eden bir parti.

Meselâ bir de karşılarında Yeniden Refah gibi, AK Parti’nin ilk yıllarını anımsatan bir parti de var yani.

Emre Erdoğan: O çok şey, çünkü AK Parti’nin övdüğümüz sâha çalışması zâten Refah’ın sâha çalışma modeliydi. Şimdi o çalışma modelini bilen bir çalışma modeliyle karşı karşıyasınız. Bu kolay bir rekabet değil. Ama bu tam sâha pres yapmayı gerektiriyor. Şimdi tam sâha pres yapacak enerji var mı? Yani bunu, çok uzatıyorum biliyorum ama, Tansu Çiller’le ya da Özal’da biz yaşadık. Adam gidiyor, George W. Bush’la konuşuyor, orada başka insanlar akıl veriyor; buraya geliyor, Demirel’le atışacak. Şimdi bu enerjiyi hissetmiyordu adam, eninde sonunda parti havaya uçtu, o enerjiyi hissetmeyince, uğraşmayınca. Şimdi Recep Tayyip Erdoğan dünya liderleriyle uğraşırken, gelip Çemişgezek parti örgütündeki hatâyla mı uğraşacak? Mesele bu. Partideki çözümü bundan. Yani parti, Recep Tayyip Erdoğan partisine dönüştüğü için, kurumsallaşmadığı için sorun var. Kendi kendini yaşatamıyor. Tayyip Erdoğan yaşatıyor partiyi. Onun da dikkati dağıldığı zaman parti dağılıyor. O yüzden AK Parti yokmuş gibi; çünkü Erdoğan partiye bakmıyor. Baktığı zaman farklı olabilir. Ama o da 72 yaşında.

Çok teşekkürler.

Emre Erdoğan: Ricâ ederim. Çok sağ olun.

Evet, Prof. Emre Erdoğan’la “CHP birinci parti olmayı sürdürür mü?” sorusunu tartıştık. Tabiî 2028’e kadar konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.