Barbaros Gökdemir yazdı: Alain Delon’un ardından

“Toujours à droite! Her zaman sağdayım!” diyen, 1960’lar ve 1970’ler Avrupa sineması ile dünya sinemasında derin izler bırakmış ünlü Fransız oyuncu Alain Delon, 18 Ağustos’ta 88 yaşında hayata veda etti. Kendisinden üç yıl önce vefat eden Jean-Paul Belmondo ve Avrupa sinemasının diğer büyük yıldızları ve auteur yönetmenleri gibi, filmleri ve karakteriyle bir dönemi, bir üslubu ve tarzı; daha da önemlisi, yirminci yüzyılın ikinci yarısında dünya savaşları sonrasında doğan sinema akımını ardında bıraktı. Onu, canlandırdığı karanlık karakterler, fötr şapkası, sıra dışı güzelliği, renkli gözleri ve çalıştığı Avrupalı ve Amerikalı usta yönetmenlerle hatırlıyoruz. 

Ama madalyonun bambaşka bir yüzü de var. 2019 yılında Cannes Film Festivali’nde onur ödülü alan ünlü oyuncu, yapmış olduğu filmler kadar, kadınlarla olan oldukça sorunlu ilişkileri, birden fazla cinsel saldırı iddiası, homofobik, ırkçı, kadın karşıtı söylemleri ve aşırı sağ görüşleri ile de aynı zamanda Fransız sinema perdesinin sorunlu tanrısı.

Delon’a göre kariyerinin başlangıcı bir kaza; ancak kariyerinin durdurulamaz yükselişi öyle değil. 1956 yılında, hayatında ilk defa Cannes Film Festivali’ni Alfred Hitchcock filminde rol alan kız arkadaşı ile ziyaret etmesinin ardından Delon, film teklifleri almaya başlar ve ardı ardına rol aldığı Plein Soleil (1960), Rocco ve Kardeşleri (1960) ve L’Eclisse (1962) filmleri ile dünyaca tanınan bir yıldız haline gelir. Sinemaya adım attığı 1957 yılından itibaren başlayan popülaritesinin hiçbir zaman bitmediğini, katlanarak arttığını ve film yapmaya hiç ara vermediğini söyler. Cannes’da onur ödülünü alırken söylediği şu sözler oldukça dikkat çekiyor:

“Ben o filmleri yapmak tabii ki isterdim ama sadece benim isteğimle olabilecek bir şey değildi bu. Benim yapmamı istiyorlardı! Özellikle de kadınlar. Bana filmlerimi kadınlar yaptırdı. Bu mesleği yapmam için savaştılar!”

Patricia Highsmith’in ünlü kitabı The Talented Mr. Ripley’den uyarlama olan Plein Soleil (1960) – ki ileriki yıllarda aynı romanın hem sinema perdesinde hem Netflix’de farklı uyarlamalarını gördük- filmine bugün baktığımızda aslında Delon daha ilk filminde nasıl bir personaya sahip olacağının haberini veriyor. Güzel yüzlü ama aldatıcı, az konuşan, donuk bakışlı ve tekinsizlik uyandıran bir karakter. Öyle ki Delon’un ileriki yıllarda hayata geçirdiği tüm karakterlerde iyiliğin değil, kötü tarafın bir tasvirini ya da bir tanımını görmek mümkün. 

Alain Delon kariyerinin başında henüz çok genç ve bir oyuncu olarak oldukça deneyimsiz. Ama ona ilk filminin yönetmeni çok iyi bir tüyo veriyor: “‘Oynama, ol!’. Bu benim yönetmenlerimden aldığım bir ders oldu. Hiçbir zaman numara yapmadım. Bana yönetmenlerim ‘olmayı’ öğretti.”

Aynı yıl gösterime giren Yeni Gerçekçi İtalyan yönetmen Luchino Visconti’nin epik filmi Rocco ve Kardeşleri‘nde (1960), güneyden kuzeye, Milan’a göç eden beş erkek kardeş ve annelerinin hikayesi anlatılır. Delon, canlandırdığı Rocco karakteriyle ailesini bir arada tutmaya çalışır, kardeşleri için büyük fedakarlıklar yapar, ama bu çaba hüzünlü bir yolculukla son bulur. Rocco, güneyde bıraktığı toprağı ve eski aile yaşamını özler, ancak birçok şey için artık çok geçtir. Delon’un filmdeki saf, kırılgan ve gerçekçi oyunculuğu, filme derin bir duygusal boyut kazandırır. Visconti Alain Delon’un Rocco olduğunu söyler. Eğer Delon filmde yer almayı kabul etmeseydi film hiçbir zaman gerçekleşmeyecekti. 

Bu başarıların ardından Delon, kariyerine Jean-Pierre Melville, Joseph Losey, Jean-Luc Godard ve Louis Malle gibi dönemin önemli yönetmenleriyle devam eder. Özellikle Melville ile yaptığı Le Samouraï (1967), Le Cercle Rouge (1970) ve Un Flic (1972) ve kişisel favorim olan Joseph Losey’nin yönettiği Mr. Klein (1976) filmleri dönemin en sevilen yapımlarındandır. John Woo, Quentin Tarantino, Martin Scorsese gibi yönetmenler; Antonio Banderas, Leonardo DiCaprio gibi starlar Delon’un kendi kariyerleri üzerinde büyük bir etkisi olduğunu sık sık dile getirirler. 

Alain Delon’un kariyeri, İtalyan Yeni Gerçekçilik akımına Visconti filmleri ile dokunurken, Yeni Dalga (Nouvelle Vague) hareketini ıskalar. “Beni istemiyorlardı,” der Delon. Yeni Dalga’nın en büyük yıldızlarından biri olan Jean-Paul Belmondo’nun aksine, Delon, François Truffaut, Claude Chabrol, Éric Rohmer gibi isimlerle hiç çalışmaz. (Jean-Luc Godard ile yıllar sonra ancak 1990 yılında çalışıyorlar.) Cannes Film Festivali’nde ödül alırken, “Beni pas geçtiler,” diye ekler. “O sıralarda Visconti ve Melville gibi yönetmenlerle çalışıyordum ve pek de umrumda değildi!”

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Peki, gerçekten de Yeni Dalga sinemacılarının Alain Delon’u pas geçme gibi bir niyetleri var mıydı? Delon’un sağa yakın duruşu, öğrenci hareketleri ve özgürlükçü düşüncelerle büyüyen, sol eğilimli Yeni Dalga için ters miydi? Ya da Delon, kendisini şans eseri Yeni Dalga’nın genç yönetmenleri yerine, kariyerleri çoktan oturmuş büyük ustaların filmlerinde bulunca, bu iki dünya arasındaki mesafe mi açıldı? Bugün, Delon’un filmleri ile Yeni Dalga filmleri arasındaki farkı net bir şekilde görebiliriz. Yeni Dalga’nın deneysel ve tesadüfi yapısının aksine, Delon’un yer aldığı filmler daha muhafazakâr, klasik sinema olarak adlandırabileceğimiz büyük prodüksiyonlar.

Böylesine büyük bir oyuncuyu ve sinema tarihinin önemli yapıtaşlarını filmografisinde gördüğünüz zaman, bir sinemacı olarak etkilenmeden edemiyorsunuz. Üretmiş olduğu filmlerin çeşitliliği, ona drama, melodram, film noir, suç, gerilim ve komedi gibi birçok türü deneme şansı vermiş ve hepsinde de unutulmaz eserler yaratabilmeyi başarmıştır. Fiziksel güzelliği ile de sinema perdesinin en yakışıklı oyuncusu olarak kendisini tarihe yazdırmış. Ama bütün bunlar olurken, özel hayatı ile ilgili çıkan suçlamaları ve iddiaları okuduğunuz zaman hayretler içerisinde kalıyorsunuz.

Kariyerini kadınlara borçlu olduğunu söyleyen Delon, acaba kadınlara karşı mütevazı, yumuşak ya da anlayışlı mıymış? Mesela, kendisi hiç kabul etmese de iki çocuğu annelerinin babaları tarafından şiddete uğradığını ve bu yüzden hem kaburgalarının hem de burnunun kırıldığını söylemişler. 1968 yılında korumasının ani ölümü sonrası Delon’un adının bu politik davada sanık olarak geçmesi, ancak davanın hiçbir zaman sonuçlanmaması; 2013 yılında Fransa’nın aşırı sağcı siyasetçilerinden Jean-Marie Le Pen’e ve ırkçı söylemleri olan bir politikacıya destek vermesi; 2024 yılında evinde 72 silahın ele geçirilmesi ve homofobik ve kadın karşıtı yorumları, Delon’u bugün kesinlikle tartışmalı bir figür haline getiriyor.

Peki bir kişinin tartışmalı hareketlerini, suçlarını, ayrımcı söylemlerini düşündüğümüz zaman, onların ürettikleri işleri, filmleri, eserleri nereye koyacağız? Eğer bugün bir sanatçıyı bir düşüncesinden ya da yaptığı bir şeyden dolayı hatalı görüyorsak, üretmiş olduğu işlerin bu düşüncelerini destekleyen bir yanı yoksa, bu işleri de yok mu saymalıyız? Örneğin, benzer bir şekilde tartışmalı bir figür olan Woody Allen’ı ve filmlerini ele aldığımız zaman — mesela Annie Hall ya da Manhattan — bu işlere de yüzümüzü mü çevirmeliyiz? O filmler hem tarih açısından hem de bugünü anlamak açısından aynı değerlerini korumuyorlar mı? Hatta bu filmler, sadece Woody Allen’ın değil, o filmde yer alan birçok kişinin, yönetmen, senarist, oyuncu, müzisyen, kurgucu vs. katkılarını da göz önüne sermiyor mu? İşleri onları üreten sanatçılardan ayrı bir şekilde düşünmemiz mümkün değil mi?

Bir yandan yazıyı hazırlayıp, bir yandan da bu çetrefilli sorularla kafamda boğuştuğum bu hafta, Delon’un kariyerinin ilk yirmi yılından toplam yedi film seyrettim. Rocco ve Kardeşleri’nin epikliği, Jean Pierre Melville’in filmlerindeki ekonomik ve hesaplı oyunculuğu, La Piscine’deki Romy Schneider ile olan ritmi, Mr. Klein’daki iyi ile kötü arasındaki değişimi, L’Eclisse’deki çocuksu hali… Zaman ayırabilirseniz, Delon’un filmlerini yeniden ziyaret edin derim. Pişman olmayacaksınız.