Bir mozaik olarak Türkiye (37) – Türkiye’de Mübadil olmak | Ruşen Çakır ve Ümit İşler yorumladı

Türkiye’de Mübadiller kimler? Mübadillerin tarihi ne? Nereden nereye göç ettiler? Nüfusları ne kadar?

Bir mozaik olarak Türkiye’nin 37. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Ümit İşler ile Türkiye’de Mübadilleri konuştu.

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’ yayın dizimizde 37. bölüme geldik. Evet, 40’a doğru gidiyoruz. Ve bu yayınımızda Lozan Mübadillerini konuşacağız. Lozan Anlaşması ardından Yunanistan ve Türkiye arasında yaşanan bir tür takas, insan takası, yani gerçekten çok acayip bir olay. Bunu da bu konuda yıllardır faaliyet yürüten Lozan Mübadilleri Vakfı’nın Mütevelli Heyet Başkanı Arif Ümit İşler’le konuşacağız. Hoş geldiniz.

Ümit İşler: Hoş bulduk.

Ruşen Çakır: Evet, takas dedim ama kırmadım sizi değil mi?

Ümit İşler: Yok, yok, tam ifadesiyle takas. Çünkü mübadele, mal takası anlamında kullanılan bir ticari kavram. Değiş tokuş. İnsanlar da değiş tokuş edilince, bu tarafta bulunacak bir kavram bulunamamış, ‘‘mübadele’’ denmiş bu işin adına.

Ruşen Çakır: Nedir bunun tam tarihi? Lozan diyoruz, Lozan’da mı bağlandı bu karar?

Ümit İşler: Tabii, tabii. Şimdi aslında Yunanistan ve Türkiye arasındaki göç, yani tam şöyle söyleyeyim, Osmanlı ile Yunanistan arasındaki göç 1821’den itibaren başlıyor. Mora’dan, güneyden Yunan hareketi başlayınca kuzeye doğru kaçanlar veya Osmanlı’nın diğer yerleşim yerlerine kaçan Müslümanlar, Türkler en sonunda kuzeye kadar geliyorlar. 1912’deki Balkan Savaşı’ndan sonra da Meriç’ten ötesi Yunanistan’a kalınca orada kalan Müslümanların hepsi Yunan vatandaşı oluyorlar. Bu Müslümanların etnik olarak büyük bir çoğunluğu Türk. Çünkü Osmanlı yerleşkesinde şenlendirme ile oraya götürülen aşiretler, kavimler yani 1830’lardan itibaren oraya yerleştirilmiş Müslüman aileler. Bu arada dönem dönem de ihtidayla Müslümanlaşmış aileler de var. Dil farklılıkları olabilir. Ama işte 1912’den sonra ciddi bir göç başlıyor, Balkan göçü. Bunların içerisinde Yunanistan’dan gelenler de var. 1922 Türk-Yunan savaşı sonucunda Yunanistan çekilirken Anadolu’daki Hristiyan nüfusun 800-850 binine yakını çok kısa bir dönem içerisinde Yunanistan’a geçiyor, kaçarak gidiyorlar.

Ruşen Çakır: Kendi istekleriyle değil.

Ümit İşler: Aslında mübadele, Venizelos hükümetiyle İttihat Terakki arasında 1. Dünya Savaşı’ndan önce bir şey var, zorunlu değil ama değiş tokuş, yani isteyen bu tarafa, isteyen o tarafa gitsin gibi bir şey var. Fakat 1. Dünya Savaşı patlak verince bu iş kalıyor. Sonuçta savaş bitiyor, mütareke imzalanıyor Mudanya’da ve Batı Trakya’nın boşaltılması isteniyor Türk tarafından. Batı Trakya’daki Hristiyan nüfus da Hristiyan askerler vasıtasıyla Yunanistan’a götürülüyor, Meriç’in öteki yakasına. Tabii orada ciddi bir nüfus birikiyor. Lozan Antlaşması’nın ilk ek maddesi de nüfus değişimi ve esir takası. Bunu ağırlıklı olarak Yunan hükümeti tercih ediyor. Çünkü orada çok büyük bir nüfus birikimi var. Yani 4 milyona yakın bir Yunan nüfusunu düşünün; ordu dağılmış, savaş sonrası ekonomi bozulmuş ve oraya 1 milyona yakın insan geçmiş. Onlar bunu teklif edince Türk tarafı da, ‘‘Burada kalan Hristiyanları da gönderelim bari, gelsinler’’ diyor. Ve burada da çok nüfus azalmış, savaşlar, Osmanlı’nın yenilgileri… Yani bugün, şimdiki sınırlarımıza döndüğümüzde Türkiye’nin nüfusu 12 milyon falan, 11-12 milyon o tarihte. Ve bu anlaşma 30 Ocak’ta, Lozan Anlaşması’ndan aylar önce imzalanıyor.

Ruşen Çakır: Tam tarihi nedir?

Ümit İşler: Tam tarih 30 Ocak 1923. Sonrasında Birleşmiş Milletler, o zamanki adıyla Milletler Cemiyeti hemen oturuyorlar, bu işi nasıl kotarırız diye. O zaman Mülteciler Yüksek Komiserliği ilk defa kuruluyor, işin başına da Nansen getiriliyor, bu Norveçli Kutup Fatihi Nansen ve hemen iki tarafta da muhtelit komisyonlar kuruluyor, çalışmalar başlıyor. İşte mevcut nüfusun mal varlıkları tespit ediliyor ve dönen, karşılıklı geliş-gidişte bu insanların yerleştirilmesi, iskânları da söz konusu. Buradan oraya giden, kaçarak giden insanların büyük bir kısmı oradaki Müslümanların evlerine yerleştiriliyor ve orada da ekstra sorunlar başlıyor. Evler küçülüyor, terk ediliyor, bazı yerler yaşıyor, bir yıla yakın beraber yaşadıkları vaki ve nüfus mübadelesi işte Mayıs 23, tam tarihini bilemiyorum ama 23’ün sonlarına doğru herhalde ilk Midilli-Ayvalık arasında değişim yapılıyor. İlk mübadiller Midilli’den geliyorlar, Ayvalık’a yerleştiriliyorlar. Daha sonra işte, öncelikle gemilerle Selanik Limanı, Kavala Limanı, Yanya bölgesinin Preveze Limanı’ndan; onun dışında Drama çevresinde, istasyona yakın olan yerlerden trenle 450-550.000 arasında, 450.000 kayıt da var ama söylenen 500.000’in üstünde bir nüfus çok kısa bir sürede Türkiye’ye geliyor.

Ruşen Çakır: Buradan gidenlerin sayısı kaç?

Ümit İşler: Buradan gidenlerin sayısı 240.000 kişi, o da Orta Anadolu’da kalan.

Ruşen Çakır: Peki, bu 450.000-500.000, yani yarım milyon en azından, kişiyi ülkenin batısına mı yerleştiriyorlar?

Ümit İşler: Hayır, Yunanistan, yani buradan giden Rumların terk ettiği yerlere yerleştiriliyorlar.

Ruşen Çakır: Mesela nereler?

Ümit İşler: Kars’a kadar veya Sivas’a Divriği’ye kadar; Girit’ten gelenler, Mersin, Adana, hatta Urfa’ya. Yani enteresan, nereden Rum kalktıysa oraya gönderilmiş. Ama büyük nüfusu alan İzmir özellikle, İstanbul çevresi ve Samsun. Çünkü Samsun Limanı’na çıkışlar oluyor. İstanbul’da burada şeye çıkılıyor, Büyükçekmece, Mimar Sinan’a.

Ruşen Çakır: Peki burada insanların rızası…

Ümit İşler: Yok. ‘‘Gidiyorsunuz’’ deniyor, mecburi yani. Bu anlaşmanın en önemli özelliği, dünyada ilk defa zorunlu göç.

Ruşen Çakır: Resmî göç…

Ümit İşler: Resmî göç ve zorunlu göç.

Ruşen Çakır: Siz tabii birçok anekdot biliyorsunuz, ailelerinizden vesaire. Yani, istemeye istemeye giden, gitmemek için direnmeye çalışan çok öykü var mı böyle?

Ümit İşler: Var tabii. Yani çünkü bu savaşı yaşamış olanlar gitmek zorundalar ama savaşı yaşamamış bölgeler ‘‘Niye gidiyoruz?’’ diye şaşkına dönüyorlar. Özellikle Orta Anadolu Rumları, Kapadokya bölgesinden gidenler, yani savaşı da bilmiyorlar. O tarihte iletişim de yok çünkü, oraya savaş ulaşmamış. O insanlar buradan giderken, yani ne bulabildilerse onu götürüyorlar. Bir de Türk komşuları onları Mersin Limanı’na kadar götürüyorlar, büyük bir kısmı oraya kadar da yanlarında gidiyorlar, yolda zarar görmesinler diye. Oradan buraya gelenlerin de… Mesela okumuşsunuzdur veya elinize geçerse okuyun, Necati Cumalı’nın iki tane o bölgeye ait romanı var; birisi ‘‘Viran Dağlar’’, birisi ‘‘Makedonya 1900.’’

Ruşen Çakır: Galiba çok eskiden ‘‘Makedonya’’yı okumuştum diye hatırlıyorum.

Ümit İşler: ‘‘Makedonya 1900’’de babasının vapura binerken iskelede kitlenip kaldığını söylüyor. Yani, hiç kimse atasının, dedesinin… Düşünün ki, kaç yıl ya? 1800’lerden başlayan ve 1920’lere gelen bir dönem.

Ruşen Çakır: Peki, Ümit Bey, şeyi merak ediyorum, burada temel nokta din. Yani gelenler Müslüman, gidenler…

Ümit İşler: Gidenler Rum Ortodoks, anlaşma öyle konuluyor. Yani, ‘‘Niye Türk yazmıyor?’’ denirse de, — bu çok tartışılıyor, özellikle Batı Trakya’da tartışılıyor bu konu — anlaşmada, Yunan topraklarında yaşayan, Yunan nüfusuna kayıtlı Müslümanlarla, Türk nüfusuna kayıtlı Rum Ortodokslar… Rum, biliyorsunuz, Anadolu’daki Hristiyanlara verilen isim. Yani, Romeus, Roma’dan kalan anlamında.

Ruşen Çakır: Yani, Ortodoks olmayanlar kalıyor.

Ümit İşler: Ortodoks olmayanların kalması lazım ama onlar da bir şekilde gidiyorlar. Özellikle şey olan, Evangelist olan bölgeler var; Samsun, Ordu bölgesinde, güneyde Tarsus çevresinde, Toroslar’da. Bunlar Ortodoks değiller, Evangelistler. O dönemde işte Amerikan kolejlerinin misyonerlik çalışmalarıyla… Ama onlar tabii etkili değiller.

Ruşen Çakır: Peki, gelenler etnik olarak hepsi Türk değil ama Müslüman.

Ümit İşler: Yani şöyle söyleyeyim size, buradan gidenlerin önemli bir kısmı Türkçe konuşuyor, ana dilleri Türkçe. Şimdi o insanlara ‘‘Siz Türksünüz’’ falan derseniz, çok hoşlarına gitmiyor. ‘‘Biz oralıyız ama Türk değiliz’’ diyorlar. ‘‘Heleniz’’ de demiyorlar. Oradan buraya gelenler, Makedonca konuşan var, Pomakça konuşan var, Yunanca konuşan var, eski bir Yunanca konuşanlar var. Onlara da ‘‘Ya siz oradan dönme…’’ falan derseniz, çok hoşlarına gitmiyor açıkçası. Çünkü herkes bulunduğu yerde aidiyetini kabullenmiş durumda şu anda.

Ruşen Çakır: Ben Pomaklarla ilgili bir kayıt yaptım, yayınlandı. Bayram Bey’le konuştum. Pomaklar apayrı bir olay. Şimdi, Yunan Mübadilleri ya da Lozan Mübadilleri konsepti, yani buraya kuşaklar geliyor, geldikten sonra belli bir süre bir şey oluyor falan. Ne zamandan itibaren, ‘‘Ya biz Yunanistan/Lozan Mübadilleri olarak birbirimizi görelim, edelim’’ diyorlar?

Ümit İşler: Tabii, ismi koyan ağırlıklı olarak biziz, yani Lozan’dan kaynaklandığı için mübadele. Bir de şöyle düşünün; yani çok uzun yıllar Osmanlı tebaasındasınız, bir anda Yunan tebaasına geçiyorsunuz. Birkaç sene sonra, işte 1900, 10 sene sonra tekrar onlar vatana dönüyorlar. İşin aslı o yani. Vatana geliyorlar ve burada ayrıcalıklara uğramamak için de kayboluyorlar. Zaten toplu bir yerleşim olmadığı için kolonileşemiyorlar da, bir arada da olmuyorlar. Aileler bir arada belki. Bazı aileler kopuk zaten, yerleştirmede dağılmışlar. Onlar birbirlerini bulmak için çok uğraşıyorlar. Yani size şöyle söyleyeyim, babam ve dedem Kayalardan, Kayalar merkezden mübadeleyle geliyorlar. Babaannemin ailesi de Kayalar’ın bir köyünden mübadeleyle geliyorlar. Onlar Gelibolu’ya yerleştiriliyorlar, bizimkiler Samsun’da kalıyorlar. Aslında Sivas’a gitmeleri gerek, gidemeyip Samsun’da kalıyorlar. Ve babaannem ailesini 15 yıl sonra görüyor. Ancak orada bulunduklarını öğreniyorlar. İletişim nasıl kuruluyor, ne yapılıyor, onu çok iyi bilmiyorum ama babaannem üç çocuğunu alıyor, gidiyor babasının yanına. Dağılmış aileler derken bir de ayrıca içinde de dağılan aileler var yani.

Ruşen Çakır: Peki, sonra bu bir kimlik olarak… Hani şimdi Lozan mübadilleri, insanlar dağılmış bir yerde, belki de çok da fazla bunu dile getirmiyorlardı ama belli bir tarihten itibaren, ‘‘Ya biz Lozan Mübadilleri olarak…’’ demeye ne zaman başladılar?

Ümit İşler: İşin aslı şöyle: 1999’da, bu Türk-Yunan ilişkileri değişip de iletişimler sürmeye başlayınca, bizim vakfımızın asıl kurucusu olan Sefer Güvenç, ‘‘Ben de bir gideyim, şu babamın köyünü göreyim’’ diyor. Onun çünkü babası oradan gelmiş, annesi oradan gelmiş. Kalkıyor, gidiyor, orada ilişki kurmaya başlıyor. Sonra dönüyor, geliyor ve diyor ki; “Lozan Mübadili diye bir olay var. Niye biz bunu deşmiyoruz, karıştırmıyoruz?” Çünkü Sefer aslında sendikacı. Emekli olduktan sonra bir örgüt kurması lazım. Ve biz 1999’da bir araya geldik. Bir iki toplantı yapıldı, o otel toplantıları. Bu işe ilk karışan babam. Babam çünkü birinci kuşak, orada doğmuş, buraya gelmiş. Emekli öğretmendi babam ve o toplantılar içerisinde beni de oraya yönlendirdi. Dedi ki, “Ya çok değişik, orijinal ilişkiler var, gel.” Ve işte ilk vakıf kurmaya karar verdiğimizde 2000 yılıydı. Biz dedik ki yani, ‘‘Dernek mi, vakıf mı? Vakıf olarak bir çatı örgütü olursak, bunu yaymaya çalışırız.’’ Tüzüğümüzü hazırladık, yapacağımız işleri belirledik ve 2001’de vakıf olarak tescil edildik ve ilk kurucu başkan olarak da babamdı. Çünkü alt kadro, çalışabilen kadroydu o tarihte. Kendisi, işte 80 yaşlarında popülasyonu olan birisi olarak duruyordu. Derken 2002’de babam vefat ettikten sonra, ben de iş güç sahibiyim o tarihte, ‘‘Hadi sen gel, orada dur’’ dediler. O durmayla başıma kaldı bu iş.

Ruşen Çakır: Peki, şu anda Lozan Mübadilleri Türkiye’nin dört bir yanına dağılmış. Tabii yeni kuşaklar oldu, çocuklar, torunlar vesaire. Birbirleri ile görüşüyor, dayanışıyorlar mı?

Ümit İşler: Şu anda şöyle, bu çatı örgütünün arkasından dernekler kurulmaya başladı. Çünkü biz hemen bunu deklare ettik ve ilk yaptığımız iş de sözlü tarih çalışması yapmaktı. 7-8 kişi atıldık sahneye, sahaya, yanımızda daha genç akademisyen arkadaşlar da vardı. Sözlü tarih çalışması yaptık. Yani son artık oradan gelen insanlardan kalanlarla bir görüşme yapalım istedik, bunları görüntülü ve sesli görüntülü yaptık. 160’a yakın sözlü çalışma oldu. Bu çalışmada tabii çevreyi de tanıdık, yani nerede ne var. Özellikle Trakya bölgesinde çok mübadil var. Yani İstanbul dışına çıkar çıkmaz mübadele başlıyor. Hemen şu arkanızda şeyde bitiyor. Çünkü Florya’dan itibaren mübadele… Ha bir de onu ifade etmedim; mübadele anlaşmasında iki bölge ayrı tutuluyor. Birisi İstanbul bölgesi, İstanbul ve Adalar; ikincisi de Meriç’in ötesinde, Karadere’ye kadar olan, bugün bizim Batı Trakya dediğimiz, Yunanlıların Evros dediği bölge de mübadele dışı kalıyor.

Ruşen Çakır: Oradaki Rum Ortodokslar ve Müslümanlar değil.

Ümit İşler: Onlar yerinde kalıyorlar. Yani burada işte Yeşilköy’de, Boğaz’daki köylerde, Yeniköy’de, Arnavutköy’de veya Cihangir’de, hani bizim çok iyi tanıdığımız Rum dostlarımız var ya İstanbul’da, onlar bu anlaşmanın dışında kalanlar. Gökçeada, Bozcaada da bunun içinde. Öteki tarafta da işte bugün Gümülcine, İskeçe, Dedeağaç, Dimetoka, buralarda halen yaşayan Türkler var.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Peki, siz demin bahsettiniz, sendikacı arkadaşınız gitmiş. Ne zaman başladı geldiğimiz yerleri görelim duygusu?

Ümit İşler: Biz 2000 senesinin Nisan ayında bir gezi yapalım dedik. Bu fikrimizin oluşmasını sağlayan bir kitap var, ‘‘Emanet Çeyiz.’’ Elinize geçti mi bilmiyorum.

Ruşen Çakır: Duydum, evet.

Ümit İşler: Kemal Yalçın diye bir öğretmen arkadaşımız, Almanya’da yaşıyor, ‘‘Emanet Çeyiz’’ diye bir kitap yazıyor. Bu kitap, aslında gerçekten karşılıklı gidiş gelişleri, yani çeyizin sahibini bulabilmek için hem Türkiye’de hem Yunanistan’da onlarca yer geziyor. Bu bize bir fikir aşıladı ve onunla irtibat kurduk. O bize Selanik’te bir organizasyon ayarladı. Orada Makedonya Haber Ajansı’nda çalışan, yine Türkçeyi çok iyi konuşan bir arkadaşımız var. Biz buradan bir otobüs, sen, ben, o gittik, gazeteciler, televizyoncular. Ve Selanik’te Beyaz Kule’de bizi karşıladılar. Giderken bir köye uğradık. O köyde de karşılanmayı çok enteresan gördük. Yanımızda giden Sarışaban’ın Karacalar köyünden arkadaşlar vardı. Onların köyünü de ‘‘Hadi bulalım’’ diye bir soruşturduk. Sarışaban’a çok yakın. O köye girince baktık ki köylerde de Türkçe konuşanlar da var, bizimle ilişki kuran çok fazla insan var. Akabinde biz her yıl işte ‘‘Mübadil topraklara ziyaret’’ diye geziler düzenliyoruz, hala devam ediyoruz.

Ruşen Çakır: Peki, tersi de herhalde şeyler…

Ümit İşler: Onlar buraya çok önceden geliyorlar. Bizim gibi vize sorunları da yok zaten Özal döneminden beri. Onlar kapıyı çalıp, hani elinde bir pasaportla geliyorlar, köylerini buluyorlar ve oralarda buluştuklarında onlara çok enteresan gelen diyaloglar da oluşuyor. Şimdi Yunanistan’ın Aridaia bölgesi, bizim eski söylediğimiz isimle Karacaova, oranın bir dağ köyünde bir papazla tanıştık. Papaz çok güzel Türkçe konuşuyor, Kayseri’den gelmiş ailesi ama aksanı tipik bir Kayseri ve Anadolu aksanı. Yani anlatırken diyor ki: “Bubam dua okurkene Yunanca okurdu da sonra Türkçe okurdu ki ihtiyarlar ağlasın diye.” Bu hiç aklımdan çıkmıyor, bunun kaydı da var bende.

Ruşen Çakır: Peki, yeni kuşaklar mübadillik olayını biliyorlar mı, ilgi gösteriyorlar mı?

Ümit İşler: Artık öğrenmeye başladılar çünkü çok fazla akademisyen çalışıyor bu konuda. Yani biz 2000’de başladığımızda bir bibliyografi çalışması yapmıştık, böyle şu kadar bir kitaptı yani. Şu anda bu çalışmayı yapsanız birkaç cilt olur herhalde, çünkü çok fazla bu konuda hem roman yazıldı hem kişiler aile hikayelerini yazdı hem akademik çalışmalar bu konuda çok gelişti.

Ruşen Çakır: Filmler de yapıldı herhalde.

Ümit İşler: İşte birkaç tane film yapıldı. En son bir film yapıldı, gösterime girdi, şu anda zannediyorum Antalya tarafında da oynuyor. O da çok güzel anlatıyor, mübadeleyle Kapadokya’da bir köye giden Türkler, bir Rum ailenin yanına yerleştiriliyorlar. Kapadokya sonradan boşalıyor tabii. Orada o iki ailenin iletişimi, ilişkisi, onlar çok güzel anlatılmış. Güzel bir film. Yetkin Dikinciler oynuyor başrolde. Amatör bir çalışma gibi ama bence profesyonel bir çalışma olmuş. Bir de meşhur “Dedemin İnsanları” orada da aile hikayesini anlatmış Çağan Irmak.

Ruşen Çakır: Peki, ne olacak? Bir mübadil kültürü var, biyografiler çıkıyor, kitaplar yazılıyor vesaire. Ama burada yerleşen insanların artık Türkiye ile bir sorunları falan yok.

Ümit İşler: Yani şimdi ben Kayalar’a defalarca gittim, orada çok yakın dostlarım var. İşte, ‘‘Babanın köyü, gel burada bir ev verelim sana’’ deseler, yaşayamam yani. Yani artık 100 yıl geçmiş, 101. yıldayız. Nesiller buralı olmuşlar, nesiller oralı olmuşlar, gidiyorlar, geliyorlar. Bir özlem var. Yani buraya gelince Rumca konuşan insanları görünce şaşıran oradan gelenler var. Biz oraya gidince Türkçe konuşan onlarca insanla beraberiz. Hala benim kuşaklarım Türkçe konuşabiliyor; özellikle Karadeniz’den giden Bafra bölgesi, Orta Anadolu’dan giden Kapadokya bölgesi. Orada Kapadokyalılar festivaller düzenliyorlar her yıl, o festivallere defalarca davet edildik, gittik, onlarla iletişimimiz sürüyor. Bazı Avrupa Birliği projelerini orada bazı derneklerle ortak yaptık. Yani vakıf olarak biz şu anda bir enstitü konumundayız. Onlarca yayın yaptık ve bu yayınların büyük bir kısmı akademik çalışma. Mesela 90. yılında son bir sempozyum yapmıştık. 100. yıl sempozyumunu burada Şişli Belediyesi ile yaptık. Kitabı basıldı, son işte şeyleri tamamlanıyor, bandrolleri hazırlanıyor, o kitap da yayına girecek. 90. yılı aslında getirmiştim size.

Ruşen Çakır: Evet, ben onu alacağım. Peki, şunu sorayım. Şimdi Türkiye’nin değişik yerlerine dağıtıldılar, Rum Ortodoksların boşalttıkları yerlere dağıtıldılar. Sonra ne oldu? Oralarda yaşamayı sürdürüyorlar mı? Sanki daha çok İstanbul’a, İzmir’e vesaire gelmişlerdir diye tahmin ediyorum.

Ümit İşler: Çok gelen yok.

Ruşen Çakır: Yok mu?

Ümit İşler: Çok gelen yok, çünkü önemli bir kısmı tarımla uğraşıyor. Onlara tarla verilmiş. Yani ağırlıklı olarak şöyle bir durum var; burada yerleşik nüfus onları tabii aşağılıyorlar, ‘‘macır’’ diyorlar. Hatta bir terim var; ‘‘bitli macır.’’ Macırlar kendilerini pek göstermiyorlar. Kentlere yerleşenler tabii daha çabuk adapte oluyor, köylere yerleşenler daha izole yaşıyorlar. Ama zaman içerisinde toplum kendini adapte ediyor. İlk kuşak birbiriyle evlenmiyor. Mesela bizim ailemize gelen ilk yabancı gelin annem. Ondan önce hep mübadil ailelerle evlenmişler. Bir de enteresan bir şey, aile içi evlenme yok yani mutlaka başka birisi olması lazım. Mübadillerde böyle bir gelenek vardır.

Ruşen Çakır: Birinci derecede yakın akraba evliliği yok.

Ümit İşler: Akraba evliliği yoktur.

Ruşen Çakır: Ama tercih yine mübadil aileler.

Ümit İşler: Kültür çünkü, yani dil. Öyle enteresan bir şey ki, anne tarafım Ordulu ve büyükbabam Gürcü. Ben tanımadım gerçi ama. Şimdi onun yanına gittiğimizde köye gidiyoruz, Gürcüce ve Gürcü aksanıyla konuşuluyor. Samsun’a geliyorum, hep Mübadillerin içerisindeyim, aksanımız çok farklı, böyle bir kültür karmaşasında da yaşadım. Bu dönem içerisinde işte karışıyor insanlar yani. Az zaman değil, 100 yıl. Artık, ‘‘Sen bitli macırsın’’ diye kimse aşağılayamıyor. Bu aşağılanmanın getirdiği kompleks de yırtıldı artık.

Ruşen Çakır: Evet, muhacir lafını bir zamanlar çok duyardım, şimdi siz söyleyince, ‘‘Tabii ya, muhacir deniyordu’’ diyorum. ‘‘Bitli’’yi bilmiyorum açıkçası, hiç demedim ama. O zaman an itibarıyla özel bir sorun, beklenti, şikayet falan yok.

Ümit İşler: Şu anda yok. İlk gelişte, tabii yerleştirmede çok önemli sorunlar var. Yani savaş sonrası iki taraf, bir kere o taraf zaten karmakarışık, yani Yunanistan. Anadolu’da da İskan Bakanlığı kuruluyor, Mustafa Necati getiriliyor başına, İmar ve İskan Bakanlığı olarak Mübadillerin yerleştirilmesi için. Fakat iki sene sonra geliyor mübadiller. İki sene içerisinde mevcut envanter, yani mülk envanterlerinin önemli bir kısmı darmadağın olmuş. Kimisi işgal edilmiş, başka yerden gelenler yerleşmiş, kimisi işte deprem dönemi yerleştirilmiş ve herkes bıraktığı malın karşılığını aldığını düşünmüyor açıkçası. Yani gelenlerin anlattığına göre geldikleri yerler cennet.

Ruşen Çakır: Mülksüzleştirildiklerini düşünüyorlar.

Ümit İşler: Evet, tabii. Sonra burada işte bir 10 dönüm tarla veriliyor kişi başına, bir yer veriyor köylerde yerleştirilmek için. O köylerde giden Rumların yerleri mevcut, yerliler tarafından çoğu zaman tahrip edilmiş. Örnek köyler yapılıyor. Samsun’da birkaç tane örnek var, burada Bursa bölgesinde birkaç örnek var. Devlet örnek köyler yapıyor, örnek mübadil evleri yapıyor ama her yerde yapamıyor bunu tabii. Dediğim gibi, bütün Anadolu’ya yayılmışlar.

Ruşen Çakır: Ama sonra kendi yağınızda kavruldunuz ve önünüzü görebiliyorsunuz.

Ümit İşler: Eğitimle beraber insanlar Türkiye’de böyle. Yani biz Samsun’da liseden sonra… Ben 67’de bitirdim liseyi. Liseden sonra nerede okuyacaksınız? İstanbul’da veya Ankara’da okuyacaksınız. Kazandığınız burası veya Ankara. Yani Erzurum veya işte İzmir. Büyük kentlere böyle gittik yani ve geldik, kaldık sonuçta.

Ruşen Çakır: Evet. Çok ilginç. Son olarak şeyi sorayım; dil. Şimdi diyorsunuz ya, oraya gittiğimizde Türkçe konuşan görüyoruz, onlar geldiğinde Rumca konuşan görüyorlar. Hala konuşuluyor mu?

Ümit İşler: Vallahi, belli yerlerde hala konuşuluyor.

Ruşen Çakır: Siz konuşuyor musunuz mesela?

Ümit İşler: Bizim bölgemizde Türkçeden başka dil yok. Yani, babaannem de büyükbabam da Türkçeden başka dil bilmiyorlardı, aileleri de bilmiyordu. Bu öyle bir yerleştirilme ki, bu Kayalar bölgesi çevre köyleri itibarıyla tamamen Türk yerleşimi. Bu, zannediyorum Evrenos döneminden beri oraya götürülen aşiretler. Hatta bazı köy isimlerinde kendi aşiretlerinin isimleri de verilmiş. İşte İnobası, Çalcılar, Haydarlı falan gibi. Fakat bir Epir bölgesi var, yani Yanya, Grebena Nasliç bölgesi. O bölge, Yunanca konuşan nüfusun yaşadığı bir bölge ve orada Müslümanlaşma Arnavutlarla başlıyor. O Arnavut bölgelerinde Yunanca konuşan nüfuslar da var. Oraya yerleştirilmiş Türkler de var tabii, şenlendirme de var. Ama oradan gelen nüfusun belli bir kısmı Yunanca konuşabiliyor. Yaşlılar hala konuşuyor. Mesela Çatalca’da gidin, iki üç köy var, Yunanca rahat rahat konuşabilirsiniz. Çatalca’da bir müze açtık biz, tam merkezde, 2010 Kültür Başkenti Ajansı desteğiyle. O müze halen mevcut duruyor.

Ruşen Çakır: Mübadillik üzerine.

Ümit İşler: Mübadele Müzesi ve tescilli bir müze o yani, Kültür Bakanlığı’na ve burada Ayasofya’daki Kültür Müdürlüğü’ne tescil edilmiş. Lozan Mübadilleri Vakfı’nın ve Çatalca Belediyesi’nin ortak yapımı.

Ruşen Çakır: Ne sergileniyor orada?

Ümit İşler: Orada tabii şey sergileniyor; oradan buraya getirilmiş materyaller, işte yazışmalar, giysiler, fotoğraflar, aile öyküleri.

Ruşen Çakır: Evet, çok ilginç. Hep bildiğimiz ama öyküsünü pek dışarıdan insanların bilmediği muhacirler, mübadiller. Çok sağ olun Ümit Bey.

Ümit İşler: Rica ederim.

Ruşen Çakır: Çok aydınlatıcı oldu. Tam da bizim ‘‘mozaik’’ kavramımıza çok uyan bir topluluk söz konusu. Çok teşekkür ediyoruz. Evet, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 37. bölümünde Lozan Mübadilleri’ni bize Arif Ümit İşler anlattı. Kendisine çok teşekkürler. Size de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.