Bir mozaik olarak Türkiye‘nin 36. bölümünde Ruşen Çakır konuğu Ferhat Badlo ile Türkiye’de İranlıları konuştu.
Türkiye’de İranlılar kimler? İranlılar nerede yaşıyor? Türkiye’nin nerelerinde yaşıyorlar? İran kültürü günümüze nasıl geldi? Türkiye’de İranlıların en büyük sorunları ne?
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 36. bölümünde, evet 36’ya geldik, Türkiye’deki İranlıları konuşmak istiyorum. İranlılar nereden çıktı diyebilirsiniz. Uzun zamandan beri Türkiye’ye değişik nedenlerle gelen, kimileri geçiş yapan ama önemli bir kısmı da Türkiye’de kalan İran vatandaşları var. İşte bunların öykülerini, varsa sorunlarını, neden geldiklerini, nelerle iştigal ettiklerini ve Türkiye’ye nasıl entegre olduklarını ya da olamadıklarını kendisi de İran’dan yıllar önce gelmiş olan Ferhat Badlo ile konuşacağız. Hoş geldiniz Ferhat Bey.
Ferhat Badlo: Efendim, çok teşekkür ederim. Hoş bulduk, sağ olun.
Ruşen Çakır: Estağfurullah.
Ferhat Badlo: Beni davet ettiğiniz için çok teşekkür ederim. Benim için bir onurdur, sağ olun. Teşekkür ederim.
Ruşen Çakır: Ferhat Bey, şimdi bazı izleyicilerimiz der ki: “Ya tamam, Süryanileri anladık, şunu anladık, bunu anladık, İranlılar nereden çıkıyor?” diyebilir. Ben şöyle başlayayım: Yıllar önce gazeteciliğe ilk başladığımda, ilk yaptığım haberlerden birisidir Türkiye’deki İranlılar. O tarihte – ki yıl 1986 falan, öyle bir tarih – çok şaşırmıştım binlerce, on binlerce İranlının geldiğini gördüğümde. Bunlar büyük ölçüde devrimden sonra ülkeyi terk edenler gibi gözüküyor ama sanki bunun da ötesinde bir şeyden bahsediyoruz gibi. Türkiye’deki İranlı varlığını bize bir özetler misiniz?
Ferhat Badlo: Efendim, şöyle başlayayım; İran’la Türkiye arasındaki sınır 534 km. Bu 534 kilometrede bizim üç tane giriş noktamız var. Bunlar Doğubayazıt, Gürbulak ve Kapıköy. Şimdi bu bölgeden Türkiye’ye her zaman giriş olmuştur. Ama esas girişlerimiz 1979 devriminden sonra başladı Türkiye’ye. Daha önce, 79’dan önce genellikle tüccar olarak gelip Türkiye’ye yerleşmiş ve buraya birtakım yatırımlarla gelmişler. Hatta o zaman bir dernek de kurmuşlar, ‘‘Hayır Derneği’’ dediğimiz bir dernek kurmuşlar ve çok hayır işlerine başlamışlar Türkiye’de. Ama 79’dan sonra olay tamamen farklı bir boyut alıyor. Devrim olduktan hemen bir yıl sonra İran-Irak Savaşı başlıyor. İran-Irak Savaşı başladığı andan itibaren İran’dan çıkışlar, havayolu çıkışları çok zor hale gelmiş çünkü Saddam uçakları tehdit etmiş. Türkiye maalesef coğrafi konum olarak öyle bir hassas, öyle bir güzel noktada ki Ortadoğu ile Avrupa’nın tam coğrafi bölgesinde kurulmuş harika bir coğrafya. Yani Türkiye’de yaşayan insanların aynı anda dört mevsimi yaşama hakkı var ve yaşayabiliyor. Nasıl yaşayabiliyor? Uludağ’da kayak yapıp gidip Antalya’da yüzebiliyorsunuz. Türkiye çok cazip bir ülke. Başta göç denildiği zaman normalde Afganistan, Pakistan, Irak gibi ülkeler akla geliyor. Halbuki İran’dan Türkiye’ye çok ciddi bir göç olmuştur 79’dan sonra. Nedeni de şu: Dediğim gibi savaş başladıktan sonra İran’ın yeni rejimi, yeni İslam Cumhuriyeti dediğimiz yönetim grubu, İran’da üniversiteleri kapatarak kültürel inkılap devrimi başlattılar. Yani dediler ki: “Biz önce bir üniversiteleri temizleyelim, gençleri burada kendi belirlediğimiz yöntemlerle eğitime sokalım.” Bu yöntemleri belirlerken 3 yıl üniversite sınavları olmadı, üniversitelere giriş olmadı. O zaman ben de o grubun içindeydim, liseyi bitirdim, gideyim yurt dışında okuyayım diye bir baktım ve sadece Türkiye herhangi bir vize uygulamasına geçmiyor. Yani vize almamıza gerek kalmadan Türkiye’ye geldik. Ben ilk İstanbul’a giriş hatıramı da söylemiş olayım. İstanbul beni cezbetti, çok cezbetti. O zaman özel eğitim kurumları yoktu, üniversite sınavları vardı. İran’dan, şöyle rahatlıkla söyleyebilirim, 3 yıl içinde yaklaşık 100.000 öğrenci eğitim için geldi. Bunların birçoğu okuduktan sonra Türkiye’den yurt dışına, Avrupa ülkelerine gittiler. Bazıları da, %30 diyebilirim, benim gibi Türkiye’de yerleşik olarak kaldılar. Ondan sonra çeşitli kurumlarda, özel sektörde çalışmaya başladılar. Mesela ben kendim, kimya eğitimimi bitirdikten sonra özel bir sağlık sektöründe yaklaşık olarak 25 yıl Türkiye’deki DNA sistemlerinin kurulması, DNA laboratuvarlarının kurulması konusunda uzman olarak çalıştım. O zaman DNA test laboratuvarları yeni kuruluyordu, cihazlar gelmişti Türkiye’ye. Cihazlar da tamamen Amerikan yapımıydı. Cihazları kurduktan sonra aynı zamanda ekibi alıp İngiltere’ye eğitime de götürdük. Elbette şu anda ben emekliyim, çalışmıyorum. Ama yani Türkiye’de artık biraz dinlenip gezme zamanım olmuştur ve bunu yapmaya çalışıyorum.
Ruşen Çakır: Peki, şimdi şöyle de bir husus var tabii; özellikle Amerika Birleşik Devletleri başta olmak üzere Batı ülkelerinin çoğunun temsilcilikleri rehine kriziyle, Amerikan Elçiliği baskını gibi şeyler nedeniyle kapanmıştı İran’da ve bildiğim kadarıyla çok kişi Batı’ya gitmek için Türkiye’ye geliyordu. Hatta şeyi hatırlıyorum; Amerikan Başkonsolosluğu bizim Galatasaray’daydı o zaman, önünde İranlılar bayağı kuyruk olurdu. Bir de öyle bir boyutu var sanki.
Medyascope'un günlük e-bülteni
Andaç'a abone olun
Editörlerimizin derlediği öngörüler, analizler, Türkiye’yi ve dünyayı şekillendiren haberler, Medyascope’un e-bülteni Andaç‘la her gün mail kutunuzda.
Ferhat Badlo: Kesinlikle öyle, İran’daki konsolosların çoğu savaştan dolayı ve çeşitli nedenlerden dolayı kapatıp gittiler. Hatta bir tanesinin örneği yine benim. Benim bütün ailem Fransa’da yaşamaktadır ve ben buraya gelip İstanbul’da mı eğitim alayım, Fransa’ya mı gideyim diye konsolosluğa başvurdum. O dönemde de üniversite sınavları vardı. Üniversite sınavlarına girip Türkiye’de artık yerleşik olarak kaldım. Halbuki ben bile yurt dışına gitme düşüncesiyle geldim ama İstanbul’un cazibesi beni her zaman çok cezbetmiştir. İstanbul beni her zaman çok cezbetmiştir. Konsolosluklar kapandıktan sonra zaten İranlıların birçoğu buraya vize almak için geldi. Sadece Amerikan Konsolosluğu değil; Alman Konsolosluğu, Fransa Konsolosluğu, bunların hepsine müracaat oldu. Hatta ve hatta burası, şöyle bir bilgi vereyim, trenlerle kaçak Berlin’e giden bir sürü İranlı oldu. Yani geldiler buraya, buradan vize almadan iltica amaçlı gittiler. Çünkü İran, savaş halinde olan bir ülke olduğundan dolayı birçok tanıdığımız, bildiğimiz İranlı Berlin’e gittiler ve tabii Berlin’de kamplara yerleştirildiler. Kamplara yerleştirildikten sonra da rahat rahat hayatlarına devam ettiler. Ondan sonra oradan dağıldılar zaten. Benim düşüncem, yani bir istatistik olarak şöyle söyleyebilirim: Şu ana kadar 4-5 milyon İranlı İran’dan çıkmış, ya iltica halindeler ya da başka bir ülkenin vatandaşlığını alarak yaşıyorlar. Türkiye’deki vatandaşlık almış İranlıların sayısı inanın meçhul. Çünkü ben birçok veriye baktım, herhalde bu veri pek paylaşılan bir veri olmadığından dolayı ama tahminimi söyleyeceğim: 150 ile 200 bin İranlı şu anda benim gibi Türk vatandaşı olarak Türkiye’de yaşamaktadırlar.
Ruşen Çakır: Peki, şunu sormak istiyorum. İran’da çok değişik gruplar var. Bunların içerisinden Azerbaycanlı olanlar, dil de çok yakın olduğu için ve kültürler de benzer olduğu için, onların intibak etmesi daha kolay olabilir. Ama Farsça konuşanlar ve diğer… Herhalde sadece Farsça konuşanlar ve Azerbaycan Türkçesi konuşanlar değil, Kürtçe konuşanlar da var. Bilmiyorum, Belucilerin ayrı bir dili var mı? Hatta İran’da yaşayan Araplardan da belki gelen olmuştur. İranlılar Türkiye’ye geldiğinde, yani geçici olarak değil de yerleşen, iş kuran ya da bir yerlerde çalışmaya başlayan İranlıların sorunları oldu mu toplumda?
Ferhat Badlo: Şöyle söyleyeyim; İran’da yaklaşık 7-8 dil konuşuluyor. Farklı farklı İran’ın eyaletlerine dağılmış olan, Gilekçe konuşuluyor mesela, Hazar Denizi sahillerinde. Ondan sonra Mâzenderanca konuşuluyor. Azerbaycan bölgesinde zaten Azeri Türkçesi konuşuluyor, ki ben Azerbaycan bölgesinden gelen biriyim. Onun haricinde, Tahran merkezi bölgede Farsça konuşuluyor, ki İran’ın yüzde olarak dağılımını verirsem, %60’ı Farsça konuşan kesim, %25-30’u Azeri kesim, Azerice konuşuyorlar. Diğer kalan %5-6 Beluciler var, Lurlar var Luristan bölgesinde, İran’ın güneyinde. Beluciler, Afganistan sınırına yakın bölgelerde. Horasan zaten Afganistan sınırına yakın bir bölgede. Bu bölgelerde yerleşen insanlar var ki bunların yüzdeleri daha düşük ama her birinin kendine has özgü dilleri var, o dilleri konuşuyorlar. İran İslam Devrimi’nden sonra rejim, bu bölgelerde, daha doğrusu kırsal kesimlere biraz daha fazla teveccüh gösterip yatırımlarını kırsal bölgelerde artırdı ki büyükşehirlere göçü önlesin. Ne kadar başarılı oldu bilmiyorum ama kırsal kesimlere destek vermeye başladı, özellikle sınırlardan gelmelere destek vermeye başladı.
Ruşen Çakır: Peki, bunlar Türkiye’ye geldiklerinde, onu sormuştum esas olarak, bir uyum sorunu, bir dışlanma, ayrımcılığa muhatap kaldı mı, yaşandı mı böyle şeyler?
Ferhat Badlo: Vallahi ben her zaman şunu görmüşümdür; Türkiye medyası İran’da çok izleniyor. İnanın, buradaki diziler İran’da inanılmaz taraftarlar buluyor, saat farkı olsa bile. Burada saat 21.00’de başlayan bir dizi İran’da 22.30’da başlıyor, insanlar sabah kalkıp işe gidecekler, gece 1.30-2.00’ye kadar İran’da dizileri izliyorlar. Çok etkili bir kültürel yaygınlık oluşuyor. İran’da hatta Fars çocukları bile, kendi gözlerimle gördüğüm, Türkçeyi net konuşabiliyorlar. Türkiye’nin dil açısından, kültürel açıdan İran’da inanılmaz bir etkisi var. Bilmem, X dizisinde giyilen bir kot pantolon ertesi ay Tahran’da 50.000-100.000 üzerinde satış yapmış oluyor. O sebepten dolayı çok etkili bir sistem oluştu Türkiye ile İran arasında. Aslında daha doğrusu biz Azeriler olarak, ben %30 kesim olarak söyleyeyim, kendimizi çok daha fazla Türk olarak görüyoruz. Bizim bir Pantürkizm dediğimiz bir olay var, biraz da oraya kaçsın diyelim. Ben bile Türkiye’yi şu anda vatan olarak gerçekten birinci vatan, ikinci vatanım İran olarak görüyorum. Bunu samimi olarak söyleyebilirim.
Ruşen Çakır: Şimdi biliyoruz ki Türkiye ve İran yıllarca imparatorluklar, devletler falan hep komşu olmuşlar. Uzun bir zamandır savaşmıyorlar ama hep aralarında bir rekabet, kimi zaman gerginlik vesaire olmuş. Birbirlerinden kültürel olarak çok etkilenmişler, onu da biliyoruz. Ama yine de iki büyük imparatorluk bakiyesi ülkenin insanları var ve bunların birbirleriyle olan ilişkileri… Yani özellikle Türkiye’ye yerleşen İranlılara karşı böyle bir rahatsızlık vesaire yaşandı mı hiç, ilk başlarda özellikle?
Ferhat Badlo: Harika bir soru, harika bir soru. Yani gerçekten bu soruya cevap vermek benim için bir onur. İran ve Türkiye’deki olaylara dikkat ederseniz, 20. yüzyılda Avrupa’da büyük bir savaş başladı. Avrupalılar birbirlerini öldürmeye başladılar. İran’la Türkiye arasında, değerli bir bilim adamımız söylemişti, yaklaşık 350 senedir herhangi bir ciddi etkileşim olmadı. En son 1500’lü yıllarda Çaldıran Savaşı’ydı ki onu da inşallah bizi izleyen arkadaşlarımız Google‘da yazıp görebilirler. O savaş, Osmanlı Padişahı Sultan Selim’in lehine tamamlanmıştır. Ondan sonra biz hiç savaşmadık. Bizim sosyoekonomik durumlarımız, kültürel yakınlığımız ve büyük bir sınıra sahip olan yakınlığımız bizim kültürel açıdan birbirimizi çok etkilememize sebep olmuştur şimdiye kadar ve bundan sonra da olacağız. Ben şunu biliyorum; İranlıların buraya geldiğinde bu kültüre adapte olması çok kısa zaman sürmüştür. Rahatlıkla Türk kültürüne adapte olup Türkiye’de herhangi bir sorun, herhangi bir ikinci sınıf vatandaşlık kelimesi kullanılıyor ya, asla ve asla böyle bir şey görmedik biz. Tam tersine, Türkiye’de yabancı olarak bize kucak açıldı. İnanın, üniversiteye biz girdiğimizde bütün öğrenciler, “Aa, yabancı bir arkadaşımız gelmiş” derdi. Biz de, “Biz yabancı değiliz, biz Türküz, gelmişiz burada okuyoruz” diye cevap verirdik. O zaman Azeri Türkçesi konuşuyorduk tabii. Ondan sonra uzun yıllardan sonra da artık kendi ülkemiz gibi hissettik. Biz herhangi bir ayrımcılık görmedik, herhangi bir kültürel fark görmedik. Zaten bizim kendi kültürümüzle Anadolu kültüründe çok benzerlikler yaşıyoruz. Yani şöyle, yemek yapma tarzlarımız bile çok benziyor, konuşmalarımızdaki benzerlik inanılmaz. Şunu söyleyeyim; Osmanlı dili, Farsçaya çok yakın bir dildi. Ben hatta üniversitede olduğum zamanlar, kimya okurken bile hukuk fakültesinden arkadaşlar gelip, “Ferhat, şurayı okur musun bize, ne diyor burası?” diye sorarlardı. Ben de cevaplarımı verirdim tabii.
Ruşen Çakır: Peki, şunu söylemek mümkün; şimdi, özellikle devrim sonrası gelişlerde sanki daha çok orta sınıf İranlılar gelmiş gibi gözüküyor. Yani işi gücü olan, belli bir miktar parası da olan, dil bilen ya da mesleği olanlar gelmiş gibi gözüküyor. Ama olay sadece bundan ibaret değil. Bazen bakıyoruz, Türkiye’de çok etkili İranlı iş insanları da var. Bir tarafta da özellikle Güneydoğu’da falan, belki daha yoksul İran vatandaşları da olabiliyor. Ama galiba esas bunun lokomotifi orta sınıflar.
Ferhat Badlo: Kesinlikle öyle. Şöyle söyleyeyim, bu konu bana sorulduğu zaman şöyle bir cevap veririm: İran’dan üç kesim Türkiye’ye muhaceret etmiş. İran’ın üç kesimi Türkiye’ye gelmiş, yerleşmeye çalışmış veya yerleşmiştir. Birinci kesim, gerçekten Türkiye’de yatırım yapacak grup insanlar. Ellerinde mevcut paranın biraz da İran’da değil de, yumurtalar aynı sepet misali, Türkiye’de de bir yatırıma gireyim diye düşünerek gelmişler ve burada da yatırımlara girmişler.
Ruşen Çakır: Pardon, sözünüzü kesiyorum. Özellikle İran’a Batı’nın birtakım ambargoları falan olduğu zaman herhalde bu daha da…
Ferhat Badlo: Kesinlikle. İran şu anda Batı’nın ağır bir ambargosu altındadır. Nedeni de şu: 2000’li yıllarda inatla başlattığı, ben öyle söylüyorum, Atom Enerjisi çalışmaları. 2006 yıllarında atomu zenginleştirmeye başladılar. Yani Uranyum 235’i zenginleştirmeye başladığı andan itibaren… Bir kimyacı olarak söyleyeyim, Uranyum 238 miktarı çok olduğunda herhangi bir verim alınamıyor. ‘‘Bu mutlaka 235’e indirilmesi lazım’’ diye düşünerek zenginleştirmeye başladılar. Ama bu zenginleştirme aşamasında her aşamada Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu’nun denetimine ilgi duymadı ve izin vermedi. Sonraları bu denetime izin verdiği halde bile zenginleştirmeye devam etti, kontrolsüz bir zenginleştirme oluştu diye ben duyuyorum. O zamandan itibaren ambargolar daha ağırlaştı. Ağırlaştığı andan itibaren 534 km sınırı olan bir ülkeyle sınır ticaretini yoğunlaştırmaya başladılar. O zaman tabii tüccarlar akın etmeye başladı. Tüccarlar akın etmeye başladı Türkiye’ye ve burada yatırım yapmaya başladılar. Bu tüccarların içinde tabii envai çeşit ürünleri, ambargo dahilinde olup veya olmayan ürünleri İran’a göndermeye başladılar. Gıda maddelerinden temizlik maddelerine kadar… Aynı zamanda da onların içinde birtakım yasak maddeler de gitmeye başladı, ki tespit edilen şirketlerin hepsi Türkiye’de kapatılıyor, çalışmalarına müsaade edilmiyor. Bizim tercüme ofislerimize gelenlerde bu son zamanlarda dikkat ettiğim… Benim çalıştığım birkaç tercüme ofisi var, ben aynı zamanda İngilizce ve Farsça da tercüme yaparak tercüme ofislerinde çalışıyorum noterlerle birlikte, Adalet Bakanlığı’nın mütercimi olarak. Gelen, kurulan şirketler dikkatimi çok çekmektedir. Hem miktarı çok arttı hem muazzam yatırımlarla gelmişler, burada bir kursunlar diye. Bu da belli oluyor ki İran’ın ambargodan gerçekten bir nefes alma noktası Türkiye. Yani ben görüyorum, Türkiye İran’a çok nefes aldırdı. Nedense İran’ın hava yoluyla gelemeyen bir ürünü veya İran’ın çok acil ihtiyacı olan testler, pandemi döneminde bile COVID testlerinin çoğu Türkiye’den temin edildi. Daha sonra İran kendi COVID testini yapmaya başladı. Bu çok önemli bir nokta. Türkiye her zaman İran’a bir nefes olmuştur.
Ruşen Çakır: Şimdi aklıma şey geliyor.
Ferhat Badlo: Buyurun efendim.
Ruşen Çakır: Galatasaray Lisesi’ndenim ben, biliyorsunuz.
Ferhat Badlo: Biliyorum biliyorum.
Ruşen Çakır: ‘‘Batı’ya açılan pencere’’ derler. Türkiye de İran için Batı’ya açılan pencere oldu.
Ferhat Badlo: Aynen öyle.
Ruşen Çakır: Evet, şimdi birinci kategori para yatıranlar dedik. İki ve üç ne oluyor?
Ferhat Badlo: İkinci kategoriyi şöyle söyleyebilirim: Orta kesim. Orta kesimin elinde küçük bir maddi kaynak olduğunda buraya gelip bir daire alıp sürekli ikamet etme şansı elde etmişler veya daha önce kiralayarak da Türkiye’de yaşama şansları vardı. Türkiye Cumhuriyeti’nin kararına göre, Türkiye’de daha önce 250.000 dolar yatırım yaparak Türk vatandaşlığı alma hakkını kazanan yabancılar, son bir yıldır 400.000 dolarlık yatırım yapıp bir gayrimenkul alarak Türk vatandaşlığını elde edebiliyorlar veya 500.000 dolar yatırım yapıp, ticari bir yatırım yapıp vatandaşlık elde edebiliyorlar. Bunların hepsini biz görüyoruz İranlı olarak, buna hükümet müsaade ediyor. Ama bu son bir yılda az bir şey azalmaya başladılar. Nedeni şu: Göç İdaresi, çok ciddi akımı önlemek için birtakım yaptırımlara gitti ve kira kontratı yaparak gidip izin almalarına müsaade etmedi. Dedi ki; ‘‘Yatırım yapmanız lazım ya da çalışma izni almanız lazım.’’ Türkiye’de şu anda çalışma izniyle çalışan İranlılar var. Yatırım yapanlar var. Ama o orta kesim, şunu söyleyeyim, yerleşebildiler. Yapamayanlar da geri dönmeye başladı. Yani biz ona negatif göç diyoruz. Negatif göç başladı, ben görüyorum. ‘‘Ha, arkadaşım, alamadık biz ikametimizi, mutlaka gitmemiz lazım’’ diyorlar. “20.33” yazısı geldi. Bu “20.35” yazısı, yani toprağı terk edin diye 10 gün müsaade ediliyor. Zaten kontroller çoğaldı, yasak girişlere kontroller çoğaldı. Ama şu anda Afgan problemi oluştu. Şu anda İran’da en azından 2,5 milyon kimliği belirsiz Afganlıyı İran’dan dışarı çıkarmaya çalışıyor, itiyor. Maalesef yine hedef Türkiye. Yani Türkiye’miz, Türkiye Cumhuriyetimiz, diyorum, yıllarca bu göç meselesiyle karşı karşıya kalmış.
Ruşen Çakır: Peki, şeyi sormak istiyorum. Negatif göç dediniz, bir de şöyle bir olay yaşandı diye biliyorum. Özellikle Muhammed Hatemi’nin cumhurbaşkanı olmasıyla İran’da reform beklentileriyle beraber belli bir gevşeme oldu ve rejimle sorunu olup gidenlerin önemli bir kısmı yerleşme olmasa bile gidip gelmeye başladılar. Yani eskiden belki de çıkıp uzun bir süre gitmeyenler… Ben o sıralarda Hatemi zamanında gazeteci olarak çok gittim İran’a ve orada çok insan gördüm. Mesela, çok büyük bir… Merhum Daryuş Şayegan’la mesela röportaj yaptığımda, Şayegan yıllarca Fransa’da yaşayan birisi olarak Hatemi döneminde yıllar sonra Tahran’a gelmişti. Şimdi anladığım kadarıyla insanlar gidip gelebiliyorlar. Yani böyle bir İran’ı tam anlamıyla terk etmiş değiller. Öyle değil mi?
Ferhat Badlo: Çok güzel bir noktaya parmak bastınız. Tabii ki Hatemi döneminde bizim beklentimiz şeydi; ‘‘glasnost ve perestroyka.’’ Yani biz düşündük; Hatemi glasnost ve perestroyka’yı yaygınlaştırıp İran’ı açık bir ülke haline getirecek, ilişkiler farklı olacak diye. Çok başarılı olamadı Hatemi bunda. Çünkü bizim dini liderimizin veya o grubun düşünceleri biraz daha farklılaştığından dolayı bu tür oluşumlara müsaade edilmedi. Edilmediğinden dolayı İran yine İslami rejim olarak, biraz daha baskıcı bir rejim olarak kaldı. Zaten üçüncü grup göç edenler bunlar. Yani siyasi yasaklı olan insanlar İran’dan çıkmaya, yakalanmadan önce İran’dan çıkmaya çalışıyorlar veya sanat konusunda sanatçılarımız, İran’da sanat icra edemeyenler bile göçüp geldiler. Bir de LGBT’lerimiz var, onlar da geldiler. Yani onların da İran’da tabii… Her ne kadar Ahmedinejad, “İran’da LGBT yok” dediyse de — bunu Birleşmiş Milletler’de, Amerika’da söyledi — yok, İran’da LGBT var ve Türkiye’ye iltica etmişler. Aslında mültecilerin durumunun da tekrardan Türkiye hükümeti tarafından ele alınması çok önemli bir konu.
Ruşen Çakır: Şimdi baktığımız zaman burada diyelim ki 80’de gelen insanlar… 1980’den bu yana kaç yıl oluyor?
Ferhat Badlo: Yaklaşık olarak 40 yıl.
Ruşen Çakır: Yeni kuşaklar da oluştu. Sizin mesela çocuğunuz var.
Ferhat Badlo: Evet efendim.
Ruşen Çakır: Başkalarının da çocukları var. Evlenenler oldu, belki karma evlilikler oldu, vesaire oldu. Peki, nasıl oluyor? Şimdi mesela çocuklar kendilerini İranlı mı hissediyorlar, Türkiyeli mi hissediyorlar? İkisi birden mi diyorlar, yoksa ne İran ne Türkiye, dünya vatandaşı mı?
Ferhat Badlo: Çok geniş bir İranlı dost çevrem var, İranlılarla zaman zaman görüşüyoruz. Ha, şunu unuttum, belirteyim; İranlıların burada dernekleri var. İki tane bildiğim, benim de üye olduğum, aynı zamanda bir zamanlar genel sekreterliğini yaptığım iki derneğimiz var: İSİAD ve TİSİAD derneklerimiz var. Burada çoğunlukla İranlılarla görüşüp dirsek temasında olduk. Bunların çocuklarını gördüğümde bazılarının Farsça bilmediklerini gördüm. Hatta derneklerin birçoğu bir adım atarak Farsça kursları açtılar bu çocuklara, ki gelsinler Farsça öğrensinler diye. Bizim çocuklarımızın hepsi Türk kültürünü İran kültüründen daha fazla benimsediler. Ne kadar da bizim İran Pers kültürümüzdeki Nevruz Bayramı, Sizdah Bedar dediğimiz bayram çıkışları, Çarşamba Suri dediğimiz, Yelda gecesi dediğimiz şeylere çok fazla aşina olmadıkları halde bile biz onlara dernek olarak zaman zaman davetiyeler gönderdik. Biz onlara bu Nevruz’u, bu Yelda gecelerini yaşatmaya çalıştık ki bu çocuklar da yavaş yavaş öğrensinler. Çünkü bana göre %90 Türk kültürünü benimsemişler. Yavaş yavaş İran kültüründe de bir eğitim verelim, öğrenelim, öğretelim dedik çocuklarımıza.
Ruşen Çakır: Okul açmıyor mu İran devleti?
Ferhat Badlo: İran devletinin burada okulları var. İran Lisesi var burada, İran İlkokulu var burada. Efendime söyleyeyim, kültürel olarak İran kültür ofisleri var burada; gidebiliyorsunuz, oturabiliyorsunuz, sohbet edebiliyorsunuz. Çoğunlukla konsolosluğun denetiminde, artı, hayırsever İranlılar tarafından da bu merciler besleniyor. Yani burada gerçekten yardım edilen öğrenciler çok var.
Ruşen Çakır: Anladığım kadarıyla daha çok büyük şehirlerde yaşıyorlar.
Ferhat Badlo: İran’dan göç edenlerin çoğu daha çok büyük şehirlerde yaşıyorlar. Başta İstanbul olmak üzere Ankara, İzmir tercih ettiler. Antalya bu son zamanlarda çok gündemde oldu. Onun da sebebi, televizyonda İstanbul’un deprem kuşağında olduğunun vurgulanması ve biraz da korkudan dolayı. Çünkü Tahran da zaten deprem kuşağında. Çoğunlukla Antalya veya İzmir tarafları çok tercih edildi.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey görüyorum Ferhat Bey, çok yoğun bir de turizm var. Ne zaman bir uçağa binsem, iç hatlarda falan Türkiye’de, muhakkak İranlı birtakım aileler görüyorum. Türkiye’ye turizm için gelen, kimisi yazları denize giden ya da başka birtakım etkinlikler için gelenler oluyor. Şimdi bunlara yönelik olarak, buradaki İranlıların birtakım faaliyetleri, şirketleri mi var mesela? Mesela İran’dan Türkiye’ye gelen turistleri buradaki İran vatandaşlarının, İranlıların kurduğu şirketler mi getiriyor buraya?
Ferhat Badlo: Şöyle, tabii ki bazı İranlıların burada turizm şirketleri var. Sadece ambargodan dolayı para transferleri konusunda sıkıntı var. Para transferleri İran’dan Türkiye’ye, Türkiye’den işte satın aldıkları otellerin veya yurt dışı otellerinin ödemelerini yapmakta biraz sıkıntı var. Ama İranlıların çoğu, İran’daki mevcut şirketler tarafından rezervasyon yaptırarak Türkiye’ye geliyorlar. İran’da yapamadıklarını burada yapabilmek, buradaki rahatlığı yaşayabilmek için çoğunlukla turist olarak geliyorlar ve ciddi bir getiri sağlıyor Türkiye bu turizm sayesinde, inanılmaz bir getiri sağlıyor. Ama rezervasyonların hepsi İran şirketleri tarafından yapılıyor. İran şirketlerinin ödemelerinin, bu tarz ödemelerin Türkiye Cumhuriyeti vergi sistemine dahil edildiği görülmüştür. Yani İran’daki bir bankadan buradaki bir bankaya transfer yapılmıyor ama İran’daki herhangi bir sarraftan buradaki bir sarrafa ödeme yapılıyor, oradan da şirketin ödemesi yapılıyor. Yani o konuyu kolaylaştırmışlar. İran’da ve burada yaşayan sarraflar hemen hemen özel bir bankacılık sistemi gibi çalışıyorlar. İran’da sizin verdiğiniz bir ödeme, buradaki borçlu olduğunuz şirketin hesabına sarraf tarafından yatırılıyor ve bir belge ediniliyor ve o belge vergi dairesinde kullanılabiliyor. Hükümetimiz bu konuda kolaylık sağlamıştır.
Ruşen Çakır: Şimdi şöyle bir şey var, malum bölge karıştı. İran bir şekilde şu anda İsrail’le sorun yaşıyor. Bu yeni bir göç ihtimali doğurur mu insanlarda Türkiye’ye yönelik?
Ferhat Badlo: Hiç sormayın. Ben bugün gelmeden önce haberleri dinliyordum, mesela Lübnan’dan Türkiye’ye yönelik bir akım başlamış. Dediğim gibi, Ortadoğu’da Türkiye çok ilginç bir konumda olduğundan dolayı, bölgede doğan herhangi bir kaos Türkiye’yi göç açısından çok etkiliyor. Bakınız, İran’da şu anda arabalar sıralarda. Her an her ihtimale karşı İsrail saldırısı söz konusu diye arabalar 10 km, 15 km benzin sırasında bekliyorlar. Bugün gidin giriş sınırlarına, Türkiye’ye giriş yapmak isteyen bir sürü insan bekliyor. Maalesef göç meselesiyle Türkiye’nin tekrar karşı karşıya kalma ihtimali var. Ümit ediyorum ki bu kaos bir an önce bitsin, bir an önce İsrail bu saldırıları durdursun ve bir an önce Ortadoğu biraz nefes almış olsun. Burada çocuklara çok üzülüyorum.
Ruşen Çakır: O temenni hepimizin temennisi ama gerçekçi olmak gerekirse biraz zor. Peki, toparlayalım Ferhat Bey.
Ferhat Badlo: Evet efendim.
Ruşen Çakır: Ne istiyorsunuz ve beklentiniz nedir? Mesela Türkiye’de büyük şehirlerde olan, genellikle orta sınıf olan onbinlerce İranlı var. Bunların her biri kendi bacağından asılıyor belki ama sonuçta birtakım ortak meseleleri de, ortak sorunları da vardır. Anladığım kadarıyla da büyük bir kısmı Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olmayı benimsemiş ve hatta seviyor.
Ferhat Badlo: Evet efendim. Size çok net basit bir cevap vereceğim bu konuda; milletvekili istiyoruz.
Ruşen Çakır: Nasıl?
Ferhat Badlo: Biz Türkiye’de yaşayan İranlıları… Şu anda 150.000 civarında veya 200.000 civarında İranlı Türk vatandaşı var Türkiye’de. Türkiye’deki maalesef seçim sistemleri, hatta ve hatta aktif çalışan İranlılar tanıyorum, mesela hani bildiğimiz partilerde aktif çalışan İranlılar var; ama seçim zamanında bunlar daha alt sıralardan gösterildiği için hiçbir zaman milletvekili olma şansı yok.
Ruşen Çakır: Aday gösterilen var yani.
Ferhat Badlo: Aday gösterilen var. Mesela Şişli’den aday gösterilen bir doktor arkadaşım var benim bildiğim. O gün konuşuyorduk, ama diyor ki; ‘‘Beni 13. sıradan aday gösteriyor. Benim 13. sıradan çıkma ihtimalim yoktur.’’ Yıllardır Avrupa’da yaşayan azınlıkların parlamentoda milletvekilleri var. Şu anda Türk milletvekilleri Almanya’da, İran milletvekilleri İsviçre’de, Almanya’da, Fransa’da görebiliyoruz ama Türkiye’de bir tane İran milletvekili görmek istiyoruz. Esas isteğimiz hükümetten bu. İkinci isteğimiz de, özellikle benim izlediğim konularda ikinci isteğim iltica konusu. Birleşmiş Milletler kanunlarına göre iltica bir insanın hakkıdır. Yani artık sen ülkende sıkıntı yaşıyorsan eğer, bir ülkeye iltica etme hakkın var. Ama Türkiye şu anda doğudan gelen ilticacılara şartlı iltica veriyor, kesin iltica etme şansları yok. Birleşmiş Milletler zaten ofislerini kapatıp gitmiş. Bu iltica eden insanların müracaat ettiği polis merkezlerinde işte belli bir aşamada forumlar var, farklı farklı şehirlerde dolaştıklarını görüyoruz. Bana söylüyorlar, yani ‘‘Ferhat, biz çok farklı şehirlerde dolaşıyoruz’’ diye. Açılan bir kapı yok ve çok zor durumdalar. Üçüncü isteklerimizden bir tanesi de, her zaman bu barışımızı koruyalım. İran’la Türkiye arasındaki bu dostluğu her zaman koruyalım.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Ferhat Bey, çok sağ olun.
Ferhat Badlo: Efendim, çok sağ olun.
Ruşen Çakır: Çok bilgilendirici oldu, çok teşekkür ediyoruz.
Ferhat Badlo: Ben teşekkür ediyorum efendim.
Ruşen Çakır: Evet, ‘‘Bir mozaik olarak Türkiye’’nin 36. bölümünde Türkiye’deki İranlıları Ferhat Badlo ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.