Mehmet Altan ile Türkiye’nin Gidişatı (7): Yeni çözüm süreci umut veriyor mu? Suriye’deki Alevi katliamı & İmamoğlu’na diploma kıskacı

Ruşen Çakır ve Mehmet Altan

Ruşen Çakır ve Mehmet Altan, Türkiye’nin Gidişatı’nın bu haftaki bölümünde PKK lideri Abdullah Öcalan’ın tarihi çağrısı ardından siyasette yaşanan gelişmeleri, Heyet Tahrir eş-Şam (HTŞ) liderliğindeki Suriye’de yaşanan Alevi katliamını ve İstanbul Büyükşehir Belediye (İBB) Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını ve maruz bırakıldığı engelleri değerlendirdi. Peki çözüm süreci umut veriyor mu?

“Kürt meselesi çözüm bekliyor, toplum yoruldu”

PKK lideri Abdullah Öcalan’ın son açıklamalarının devlet denetiminde yazılmış bir metin olduğunu ve asıl sorunun demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasıyla ilgili olduğunu belirten Altan, “Eğer temel sorun demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasıysa, önce bunu açarak çözüm üretmek gerekir” dedi.

Altan, Diyarbakır’daki nabzı yerinde gözlemlediğini belirterek, halkın büyük bir sessizlik içinde süreci takip ettiğini, kimsenin radikal görüşlerini açıkça ifade etmediğini söyledi. Altan, “Herkes barış olsun istiyor, yoruldular. Ancak çözüm demokratik yolların açılmasına bağlı” ifadelerini kullandı.

Devletin açıkladığı yol haritasında demokratik dönüşüme yönelik vaatler olduğunu ancak metin içinde bunun net olarak belirtilmediğini vurgulayan Altan, sürecin ne kadar gerçekçi olduğunu sorguladı:

“Devletin onayıyla yazılmış bir metinde, terörün temel sebebi olarak demokratik siyaset kanallarının kapalı olması gösteriliyorsa, o kanallar neden açılmıyor?” diyerek çelişkiye dikkat çekti.

Abdullah Öcalan ve DEM Parti Heyeti
Abdullah Öcalan ve DEM Parti heyeti, İmralı Adası. (27 Şubat 2025).

Suriye: Türkiye oyunun dışında mı kaldı?

Altan, Suriye’deki gelişmeler konusunda Ankara’nın yeterince bilgilendirilmediğini düşündüğünü belirterek, “Washington ve Londra’nın oluşturduğu yeni stratejilere Türkiye’nin tam anlamıyla dahil olmadığını görüyoruz. Ankara sürece dahil olmadan gelişmeler yaşanıyor” dedi.

Suriye’de Alevilere yönelik yaşanan katliamların hükümet tarafından açıkça kınanmamasını da eleştiren Altan, “Bu insanlık dışı bir durum. Din, mezhep veya etnik kimlik fark etmeksizin her türlü insanlık suçunun karşısında durulmalı” ifadelerini kullandı.

DEM Parti siyasi parti turlarına başladı
Çözüm süreci umut veriyor mu?

“Türkiye’nin geleceği demokrasiye bağlı”

Türkiye’nin barış süreci ve siyasi geleceği hakkında önemli uyarılarda bulunan Mehmet Altan, çözüm için demokratikleşmenin kaçınılmaz olduğunu vurguladı. Altan, “Gerçek bir barış süreci ancak halkın özgürlüğünü ve refahını önceleyen bir yaklaşımla sağlanabilir. Aksi takdirde, geçmişte olduğu gibi, süreçler gelip geçer ama kalıcı bir çözüm elde edilmez” dedi.

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. 2025 Mart ayında ‘Türkiye’nin Gidişatı’nda Prof. Mehmet Altan’la birlikteyiz. Konuşacak çok şey var ama bazılarını konuşamayacağız galiba, değil mi ağabey? Hoş geldin. Evet çok şey var, çok birikti.

Mehmet Altan: Hangilerini konuşabileceğiz? 

Hangilerini konuşacağız bakacağız. Sana bir sürprizim var. Bugün Dünya Tıp Günü. 

Altan: Evet Tıp Günü. Hiç unutmam.  

Ama bir gün daha var.

Altan: O hangisi?

Dünya Pi Günü. Pi sayısının değeri olan 3,14’ü temsil ettiği için, her yıl üçüncü ayın 14. günü kutlanırmış. 

Altan: A çok iyi. Bununla ilgili bir yazı yazmıştım. İnsanlığın güzelliğine bak ya. Mesela Pi sayısı üstüne, ‘’kim buldu, nasıl buldu ne işe yaradı, bulunmasaydı neler eksik olurdu?’’ böyle bir sohbet yok. Ne kadar sığlaştı her şey.

Dünya Tıp Günü dolayısıyla doktorlara da selamlarımızı yollayalım. 

Altan: Askerde 39 derece ateşle yatırmamışlardı beni, hiç unutmam. Burdur’da buz gibi alanda beklemiştim. Ben de bütün doktorları selamlıyorum, günleri hayırlı uğurlu olsun, kutlu olsun, artık nasıl olacaksa. Türkiye’nin bu dönemi doktor dövmekle övünen kadınla anılacaktır. Bunlar gelir geçer, ama o simge olarak kalacaktır. İkincisi de Boğaziçi Üniversitesi’nin kapısına konan kelepçe.

Evet şimdi en önemli konuyla başlayalım. Abdullah Öcalan tarihi bir açıklama yaptı. Ben otelin salonundaydım, çok da gazeteci vardı. Gerçekten çok tarihi bir âna tanıklık ettik. Açıklama metni çok da tartışıldı. Şöyle bir toparlayayım açıklamayı. Aslında iktidarın beklediği bir metindi. Bozulmadılar, örtbas etmediler. Öte yandan, açıklama Kürt tarafında da rahatsızlık yaratmadı. Tabii ki Kürtlerden de Türklerden de eleştiriler var ama aslında büyük çoğunluğun bir başlangıç noktası olarak ‘’tamam’’ dediği bir metindi bu. Sen ne dersin?

Altan: Ben hemen ertesinde Diyarbakır’daydım. Dicle Toplumsal Araştırmalar Merkezi’nin toplantısına çağırmışlardı, ona gittim. Böylece Diyarbakır’ın nabzını da görmüş oldum. İnsanlar iyi bir şeyolsun diye topluca bekliyorlar. Hiç kimse kendi düşüncesini, asıl keskin bir düşünce ve duygusu varsa bile bunu ifade etmiyor. Esas düşünce ve duygularını durgun, sakin bir görüntünün altına saklıyor ve herkes bu iş çözülsün istiyor. Bu çok yorucu bir şey. Mesela bugün haberlere bakıyordum. Molla Mustafa Barzani’nin doğumunun 122. Yılı. Şimdi biz bu yaşlara geldik, hepimizin figürleri vardı değil mi?  Bölgesel olarak da Kürt meselesinin simgesi Molla Mustafa Barzani.  Doğumunun 122. yılı. Öcalan’ı soruyorsun ya, o da bir 40 yılımızı götürdü. Çözülemeyen bir sorun çözülsün, acı bitsin, gözyaşı bitsin, kan bitsin, doğru dürüst, çoğulcu, eşit, demokratik bir ülke olsun diye hep birlikte bekliyoruz. Onun için de bu kadar acılardan sonra gelinen o noktada, demokratik beklentileri karşılayıp karşılamayacağı konusunda fazla bir tereddüt vardı. 

Ben Öcalan’ın açıklamasında bir cümleyi, olanak çıkan her yerde tekrarlıyorum. Nihayetinde bu, devlet denetimde yazılmış bir belge. Bu cümle benim için çok önemli, çünkü bütün meselenin özü bu. Diyor ki: Cumhuriyet tarihinin en uzun ve kapsamlı isyan ve şiddet hareketi olan PKK’nın güç ve taban bulması, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır.’’ Şimdi Türkiye’nin bu işleri ayarlayan yetkilisi, etkilisi, görüneni görünmezi, egemeni neyse, nihayetinde bunları ayarlayan görünmeyen birileri var, onun onayıyla yazılmış bu. O görünmeyenlerin de onayı var. Peki kardeşim, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından terör çıkıyorsa, niye bunu açmıyorsunuz? 

Şimdi başka bir şey söyleyeceğim: Devlete hükümete yakın gazetelerden biri, nasıl olacağını, nasıl bir plan olduğuna dair yol haritasını sızdırıyor. Altı basamaklı bir yol haritası. Sonunda, devletin demokratik dönüşümü için düzenlemelere gidileceği söyleniyor. Peki ama metinde öyle yazmıyorsunuz.  Metinde ‘’bütün bu olanlar, demokratik siyaset kanallarının kapalı olmasından kaynaklanmıştır’’ diyorsunuz. İlk önce onu açın bitsin bu iş. Burada da çok derin bir çelişki yok mu? Topluma sızdırdıkları ‘’Parlamento düzeyinde bakacağız, hoşumuza giderse…’’ Abdullah Öcalan’la o egemen unsurun denetiminden çıkan yapıdaki teşhis başka. Bir de Molla Mustafa Barzani hikayesi var, değil mi? Körfez çıkarması olmasa, AB ve ABD olmasa, orada Irak-Kürdistan bölgesi olmayacaktı. İlk başta neler yaşandı, sonra ne oldu da bir problem çıkmadı, çok ballı börekli oldular. Nedir bu? Ben zaten devlette çok üst düzeylerde görev yapmış insanlara da soruyorum, ola ki biz görmüyoruz. Aslında psikolojik bir şey. 

Sen gelmeden önce gençlerle bu konuda sohbet ediyordum. Tabii belli bir yaşta olanların bilmediği bir olay var. Hatırlıyorsundur, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin önde gelen isimleri televizyonlara çıkar, “Kürt diye bir şey yok” derdi. 

Altan: Evet.

Hatta ‘’dağda karda yürürken ‘kart-kurt’ ses çıkarıyorlar’’ muhabbeti ciddi ciddi yapılıyordu. Hep bunlar dağlı oluyor.

Altan: Yalan söylüyorsun da ne oluyor? İnkâr nedir? Yüz yıl çok iyi bir laboratuvardır. Yüz yıllık laboratuvar, Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, toplumunun yeniden, doğru, demokratik, hukuki, akılcı, hepimize refah ve özgürlük getirecek yeni yollar bulmamızı niye sağlamıyor, bunu anlayamıyorum. ‘’Niye sağlamıyor?’’ çocuksu bir soru. Bunu böyle söyleyen para kazanıyor, rant ve imkân kazanıyor. Devletin tepesinde devleti koruyormuş. ‘’Ulusal çıkarlarımız.’’ Nedir o ulusal çıkarlarımız? Ulusal çıkar denen şey senin zenginleşmen, bireysel olarak kazancının ve özgürlüğünün artması, yeryüzü vatandaşı düzeyinde bir yaşam sahibi olman, ona göre katma değer üretecek donanıma sahip olman. Ben bunu bin yıldır dinlerim. Herif konuşuyor, orada palavraları sıkıyor. Düşün, vatandaş olarak bana bir yararı var mı, benim zenginliğimin ve özgürlüğümün önünün açılmasını sağlayan bir şey söylüyor mu? Söylemiyorsa, kendisinin pozisyonunu sağlamlaştırmak için söylüyor. Siyaset kurumu Türkiye’nin canına okudu. Çünkü siyaset yapmak isteyenler, kendi mesleklerinde başarılı ve itibar sahibi olmayan ve ancak siyasette itibar para pul sahibi olan bir zümre. Onlar da buranın canına okuyor. Çünkü sadece kendileriyle ilgili bu adamlar.  

Yalnız sana bir şerh düşeceğim. Sadece siyasetçilerden ibaret değil. Bu statükonun beslediği, bunun ekmeğini yiyen, ekonomide, kültürde, üniversitede çok insan var. Erdoğan mesela çözüm sürecinde “Biz inkâr ve ret politikalarını bırakıyoruz” derdi. İnkâr ve ret politikaları üzerinden ekmek yiyen bayağı bir kesim var.

Altan: Çok doğru söylüyorsun. Şimdi adınısöylemeyeceğim, tam da hatırlamıyorum, adam devlete öyle bir yamanmış ki, ömrü boyunca kendiarabasına binmemiş, hep resmi arabaları kullanmış. Bu 10 tane cümledir. Çünkü toplum yok. Piyasada kendi donanımını icra ederek var olma gibi bir kültürümüz ve geleneğimiz yok. Bizde bir tek devlet var. Oraya yamanmaya harika bir örnek bu. Adam oradan buradan ayrılmış, hepsinde resmi arabası, şoförü var.

Peki, yol haritasını da almış okumuşsun. Bayağı bir şey de gelişti. Sanki hızlı da gelişiyor. Mesela Erdoğan da artık yüksek profilli olmaya başladı; İmralı heyetini nihayet kabul edeceğini söyledi. Birkaç gün içinde herhalde o da olacak. Ne dersin, oluyor mu bir şeyler?

Altan: Ben buraya geldiğimde daha evvel bu konuyu konuşurken İngiltere’nin çok önemli bir rol oynadığını, altı çizilmeyen, çok etkin uluslararası aktörlerden birinin İngiltere olduğunu söylüyordum. Şimdi anladığım kadarıyla, İngiltere ile Amerika, Avrupa ile Amerika arasında gittikçe açılan bir mesafe var. Onun için, Amerika’nın bugünkü yönetimindeki ideolojisi, hayata bakışı, dünyanın gidişatıyla ters düşen, anti küresel, globalleşmeye karşı bir tavırla, bunun her şeye rağmen kendi hükmünü icra ettiğini söyleyen unsurlar, iktidarlar ve Avrupa’daki güç dengeleri arasında bir savaş var. Bunu her yerde gördüğümüzü düşünüyorum. Amerika, Ortadoğu’da kapıyı omuzlayıp kırdı ve kendi hükmünü, gücünü ve stratejisini hayata soktu. Mesela ne oldu? Amerika, Mazlum Abdi’yi aldı, bir şekilde uçağıyla Şam’ götürdü ve anlaşmayı imzaladılar. Bu, ikisini birden güçlendirdi, uluslararası bir hiyerarşiye getirdi. PKK mıydı, PYD miydi, silah mı bırakıyordu, Türkiye’nin kendi içindeki tartışmaları bitirdi, başka bir planı icra etti. Bu sefer, Türkiye’deki aktörler oradaki yapının gücünü gördüğü vakit, söylemini adımını ona göre değiştiriyor. Tabii komiklikler de var. Hani bu devlet projesiydi? ‘’DEM Partililerle görüşürüm, heyetle görüşürüm.’’ Yahu zaten devleti idare eden partiler siz değil misiniz? Sizin aklınız değil miydi? Çok karışık. İç politikada da çok karışık. Şimdi mesela sen bana “Erdoğan daha yüksek profil verdi” diyorsun. E, Cumhurbaşkanı. Hani devlet projesiydi bu? Demek ki kendi aralarında da sıkıntı var.

Anladığım kadarıyla sen Suriye’deki anlaşmaya Ankara’nın çok dahil olduğunu düşünmüyorsun?

Altan: Hayır, hiç düşünmüyorum, çok haberdar olduklarını da düşünmüyorum. 

Ama Erdoğan hemen o akşam iftarda şey yaptı.

Altan: Okumayla ilgili bir şey bu. Sana bir şey söyleyeceğim. Buna müdahil ve bundan haberdar olan birilerinin tartışması gereken şeyleri tartışmıyor.

Ne mesela?

Altan: PKK ile Rojava ayrımı üstünden gelişen bir durum var. Suriye’deki gelişmelere müdahil olmadan, kendi toprağındaki bir sıkıntıyı çözme işi, aynı zamanda uluslararası sistemin de ortaya koyduğu bir formül. Şimdi bunu uygulamaya kalkıp, bu formülün öbür tarafını, o formülü şekillendirenlerin yaptığın anlaşmanın dışında seslendirmeye başlarsan… Devletin içinde de bir itiş kakış, koalisyon ortakları arasında da net olarak bu konuyu çözmek, Türkiye’yi kanatlandırmak gibi bir şey görmüyorum. Hatta yeryüzünü okuma konusunda da çok yetersiz olduklarını düşünüyorum. 

Zaten Devlet Bahçeli’nin bir müddet hastanede ya da hasta yatağında telefonla yaptığı birtakım konuşmalar oldu. Mesela Selahattin Demirtaş’a telefon açıyor. Böyle bir şeyi bir yıl önce bunu duysaydık herhalde koltuktan düşerdik ama burada söyledim.

Altan: “Bu bizdeki devlet geleneğidir, hep böyle yaparlar” dedim. Burada bir ilke yok. Bak, şimdi nasıl diye soruyorsun ya, ben Diyarbakır’da bir Kürt vatandaşım ve olaylara bakıyorum. Ne diyeceğim? “Çok iyi inşallah olacak” diye alkış tutarız. Bir sene, iki sene, beş sene evvel, urgan atan birisi ‘’Bak şimdi neler yapıyor?’’ diyorsun. Bu tehlikeli bir şey çünkü yarın da başka bir şey yapar. Demek ki ilkeden ziyade bir fikir icra ediyor. Peki o icra edilen fikrin, zihniyetin, 100 yıllık Türkiye Cumhuriyeti Devleti öngörüsü yok mu? Bir A-B-C planı yok mu? Burası nasıl bir devlet, ben anlayamıyorum.

A-B-C Z’ye kadar olduğunu söyleyecekler.

Altan: Palavrada çok güçlü olduğumuzu biliyorum. 

Mesela şu anda bakıyorum, Suriye’de yapılan anlaşmadan Kandil memnun, selamlıyor. Erdoğan da şikâyet etmedi, o da memnun olduğunu söyledi. 

Altan: Bence, bunuhızlıca yürürlüğe koyan iradeyleberaber yürümek istiyor. Bir de herhalde o iradenin dışında ‘’bizim de planımız var’’ diyen bir grup var, gücünün arttığı oranda, onlarla arasına da biraz daha mesafe koymak istiyor. 

Peki, tekrar soruma döneyim: İngiltere, Amerika şu bu, bir şeyler gidiyor. Herhalde çok sorunlu olacak, ama şu ana kadar genellikle fazla sorun çıkmadı. Her kesimden itirazlar var, itirazların da hemen hemen birçoğu açığa düştü. İlk başta “Öcalan’ın ne yapacağına bakalım” dendi, bakıldı bir şey yok. “Kandil buna ayak direr” dendi, Kandil ayak diremedi. Sonra “Bunun Suriye ayağı yok” dendi, Suriye’de anlaşma çıktı. “Erdoğan topa girmiyor” dendi, Erdoğan topa girdi. 

Altan: Bitmiş. Bir de tabii çok komik oluyor, insanın tecrübeleri artınca, hafif gülerek izliyorsun. Bir oyun, bir plan yürümüş gitmiş. Anlamayanlar bağırmaya başlayınca ve bunlar belirli makamlardaysa, o zaman garipsiyorsun. Yoksa bu oyunun, bu planın yürürlükte olduğu ve tıkır tıkır yürüdüğü çok belli.

Peki bu Türkiye’nin hayrına mı? 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Altan: Bu hayır meselesi nedir? Türkiye’yi zenginleştirip özgürleştirecekse, hayrınadır.  Bu laflardan da sıkıldım. Çünkü bunu söyleyenler, siyasetçiler. Yüz yıllık hayrı ne oldu Türkiye’nin? Hukukun üstünlüğünde 117. sıradayız, emeklilerin hali belli, yumurta alamıyoruz. Neyin hayrı? Sizin hayrınız çok iyi.

Ben Mehmet Altan’a soruyorum. Ben açıkçası başından beri silahın susmasının bile Türkiye için çok büyük bir kazanım olacağını, sonrasına bakmamız gerektiğini söylüyorum. Ama birçok insan “Silah susar ama demokrasi gelmez” diyor. Gelir gelmez, o ayrı bir tartışma konusu, ama ben kendimi bildim bileli silah var.

Altan: Buadımların olumlu olduğu, desteklediğimiz de kesin. Ama bu oynananoyun ve bu zihniyetten sıkıldım. Bunu buraya kendiniz yazdınız kardeşim. “Demokratik siyaset kanalı kapalı olmasından dolayı bu sonuçlar çıkıyor’’ diyorsunuz. Yani ‘’Ben, o hiç kendi özel arabasına binemeyen buranın üst düzey bürokratı gibi burada kalayım, parayı pulu, itibarı götüreyim, devletten ayrılmayayım, devletin etkin yerlerindedurayım. Beni aşan bir iradeyle, olması gereken olmasın’’ diyorsunuz. Bu çok korkunç bir şey. Olmasıgerekeni, kendi çıkarın için hırsızlığın, yolsuzluğun, yetersizliğin için yapmamak. Burada endişemvar. Ne yapılması gerektiğini herkes biliyor ve yapmıyor. 

Sana harika bir şey okuyayım, ne demek istediğimi gayet iyi anlatacak.Bunları daha evvel çıkarttım, tam bir hazine. Bak, ne diyor: “Terörün sonuç olduğunu unutan heryaklaşım, sadece baskıyla çözüm üretmeye yarar.”  ‘’Terör sonuçtur ‘’diyeni alıp götürürleryani. Terör bir şeyinsonucu. Zaten daha evvel Öcalan’la ortak yazılan metinde Demokratik ve siyasi kanalların kapalı olmasından bunlar çıkıyor” diyor. Burada “Terör sonuçtur” diyor. Bununlabağlantılı okursan, “Demokratik kanalların kapalı” diyor. “Terörün sonuçolduğunu unutan her yaklaşım sadece baskıyla çözüm üretmeye yönelir. Oysa buterörü daha çok güçlendirir. Bu nedenle terörü sona erdirmenin yolu, temel hak ve hürriyetlere saygılı bir devlet yaklaşımıyla, ekonomik kalkınma ve güvenliği aynı bütünün parçaları olarak ele almaktan geçer” diyor. Güvenlik devletiyle olmaz. Bunu 2001 yılı AK Parti’nin programı söylüyor. Ayıp denen bir şey var. Kaç yıl geçti, kaç tane insan öldü, Türkiye kaç para kaybetti? Bunu 2001 yılındayazan AK Parti, yani 23 yıldır hükümet olan şahıslar. Bunun olduğunubiliyorsunuz da niye yapmıyorsunuz? Bu çok ayıp bir şey değil mi? Bizi getirdikleri yerleri de söyleyeyim. 95 sayfalık son AB Türkiye Raporu’nda, üyelik müzakerelerinin 2018’den bu yana ilerlemediğini, demokratik standartlar, hukukun üstünlüğü, yargı bağımsızlığı ve temel haklar konusunda geriye gidişleilgili kaygıların giderilmediği kayda geçirildi. 

Ama şimdi biliyorsun Avrupa ile Türkiye arasında ordu bağlamında tekrar bir yakınlaşma var. “Türkiyesiz olmaz” diyorlar. 

Altan: ‘’Göçmen anlaşması varsa Türkiyesiz olmaz,’’ ‘’NATO Ordusu giderse Türkiyesiz olmaz.’’ Bu da çok ağır geliyor insana.

Ama olay çok ciddi. 

Altan: Tabii bir değişim olacak, inşallah ondan da bir hayır çıksın. Sonuçta o hale geldik, inşallah maşallah filan. Türkiye’yi, bu tespiti yapan iktidar yönetiyor ve geldiği nokta bu. Şimdi yeniden ordumuzla yardım edeceğiz. Niye hukukunuzla, zenginliğinizle, çip üretiminizle, üniversitelerinizle AB’ye yardım etmiyorsunuz? ‘’Halk çocukları var, onlar büyük bir güç elde ediyor, dronlarımız var, size yardım edelim.’’ Peki diğer konulardaki, halkın refah ve özgürlüğü konusundaki durum ne? Son rapor bu AB Türkiye Raporu.

Peki konuyu değiştirelim.

Altan: Vallahi değiştir, sıkılıyorum.

İstanbul Üniversitesi emekli profesörü olarak üniversiteniz çok ciddi bir kıskaç altında, değil mi? Ekrem İmamoğlu’nun diploması meselesi, istifa eden dekanlar, baskıya maruz kalan üniversite yönetimi. Bütün çaba Ekrem İmamoğlu’nun diplomasını iptal ettirmek, diploma iptal edilince de cumhurbaşkanı adayı olamayacak.

Altan: Türkiye’ninsiyaset kurumunun bir diploma sorunu var galiba, o düzeyin üstüne çıkamıyor. Türkiye’nin tartıştığı konuların da düzeyi yükselemiyor. ‘’Diploması var mı yok mu?’’ konusunu başkaları için 100 yıldır konuşuyorduk, şimdi muhtemel Cumhurbaşkanı olabileceği varsayılan bir başka siyasetçi için konuşuyoruz. Ama konu aynı. Molla Mustafa Barzani ile ömür gitti, Öcalan’a geldi, iktidardaki Cumhurbaşkanı’nın bilmem nesi konuşuluyordu, şimdi olma ihtimali olanınki konuşuluyor. Bu tür bir tartışmanın neye faydası var? ‘’Fransa’nın başındaki adamın diploması var mı yok mu? yahut ‘’onun yerine gelecek seçimi kazanacak olan, Sorbonne’da üçkağıt çevirdi mi?’’ diye tartışılıyor mu?

Senin hakkında da deniyor, senin doktoranı da babanın Fransız bir arkadaşı vermiş. 

Altan: Sorbonne’a rica etti, orada bir fiş yazdı, gönderdi faksla.

Senin doktora aldığın zaman faks var mıydı?

Altan: Bak oradan yakaladın. Kurumların güvenilirliği, insanların ilkelerle, kurallarla ilişkileri… Nihayetinde ‘’Türkiye’de ilke, kural, kurum yoktur, güç vardır, işini bilme vardır’’ denen bir anlayışın her şeyden daha güçlü olduğunu söylüyor. Zaten bu, devlet ve milletin olmadığının ispatıdır. 

Ekrem İmamoğlu il il dolaşıyor ve her gittiği yerde de açık açık Erdoğan’la muhatap oluyor, “Mertsen çık karşıma. Açık açık yarış benimle, yargıyı karıştırma’’ diyor. Diyor ama, sence Erdoğan’la fiilen yarışabilecek mi? Diploma, diploma olmazsa, mahkeme…

Altan: Bir kere ben buranın en tepe noktalarında bir yönetici olmak yerine, eğer imkânları varsa İsviçre’de vatandaş olmak, neden insanların bireysel tercihleri değildir anlamıyorum. Buranın başına geçiyorsun da ne oluyor? Söylediğim çerçeve belli. Yalan dolan filan. Bir kere bu siyaset hırsını, burayı yönetme ihtirasını sahiden anlamıyorum. Beni birisi yönetsin ama yeryüzü standardında yönetsin. Ben burayı yönetmek filan istemiyorum. Bu duygu içinde olmamayı anlıyorum. İkincisi de Türkiye’de demokratik bir yarış yok. “Hukukun üstünlüğünün, yargı bağımsızlığının olmadığı bir yerde siyaset nasıl yapılabilir” diyor adam. ‘’Ben burayı yönetmek istiyorum’’ demenin demokratik bir ülkede kuralları var, burada kuralı yok ki. Her türlü şey başına gelir. Vahşi orman belgeseli gibi burası. “Sen benim yerime mi geçmek istiyorsun, senin yedi sülalenin mahvederim” diyor, elinde de imkân varsa mahvediyor. Burada kalkıp “Ben senin yerine geçeceğim” demek, büyük bir cesaret. Kuralı, ilkesi, hukuku, yargısı yok ve makinesi bozuk. Ben bu siyasetçileri onun için garipsiyorum. Bu sadece ‘’ben bir milletvekili, bir belediye başkanı olayım’’ anlayışı. Muhalefet belediyeleri aldı, iktidar da merkez diye paylaşılmış. ‘’Biz bu konumları elde edelim, idare ederiz.’’ Ama öyle bir şey kalmadı artık. ‘’Makinesi bozulmuş, kırılmış, motoru olmayan bir arabayı kim sürecek?’’ kavgasını devam ettiriyorlar. Ayıptır yaptığınız. Bunun içine derli toplu yeniden inşa edecek bir güç ve yeni bir demokratik yol koyun. Birisi iktidara geldi, beş senede bu rejim değişecek mi? HSYK’yı, üniversiteleri, YÖK’ü, gelir dağılımı ne yapacaksın? Emeklilere kaç para vereceksin? Yani en azından bugünden itibaren başlayarak fiili olarak ekonomiyi, hukuku düzeltmek için ne yapacaksın? Yargıyı ne yapacaksın, 15 Temmuz’dan sonra bütün partizanları doldurdular, ne yapacaksın? Üniversiteler çöktü, ne yapacaksın? ‘’Biz gelelim de bakarız.’’ Ya o yetkilerle beş sene oraya gelmek yeter mi? Birisi geldi ve ne olduğunu gördük. Siyaset kavgası değil, rejimi nasıl değiştireceğine dair…

Bunu göremiyorsun?

Altan: Hayır, göremiyorum, ürküyorum. Siyasetçiye, siyaset kurumuna güvenim sıfır. Ben insanlar üstünden konuşmayı, dedikoduyu sevmem ama öyle şeyler duyuyorum ki muhalefetle iktidar için. İkisinin de kanalları var, sansürü aynı, yaklaşımı aynı, belediyelerle merkezi hükümet arasındaki uygulamaları aynı. Bir iktisat hocasıyım ben, piyasada arz-talep, emek-arz talebi gibi bir şey değil ki. Siyaset aslında istihdam alanı. Herkesin çoluğu çocuğu yakını bir yerlerde, iktidar için de muhalefet için de böyle. Ben piyasada okuyup iş bulup yürürsün zannediyordum. Hayır, siyaset kendi yakınlarını her tarafa dolduruyor. Niye? Siyasetçinin aldığı para, geliri, konumu belli. Siyasetçi olduğun, turnike geçtiğin, belediye başkanı olduğun, parlamentoya girdiğin vakit süper. Ondan sonra bir daha da gitmek istemiyorlar.

Ölmüşüz Mehmet ağabey. Ne yapacağız? 

Altan: Entelektüel bir tartışma ya da Türkiye’nin sorununa çare olacak bir şey görüyor musun? Türkiye, bir siyaset kurumunun öldüğünü ve çürüdüğünü görmedikçe, abuk sabuk siyaset konuşuruz ve bizim hayatımız daha kötüleşiyor. Siyasete giren zenginleşiyor, halk fakirleşiyor. Böyle bir şey gördün mü? Siyasette konum elde etmek, Osmanlı Sarayı’na girmek gibi. Tebaa olarak sen sefil oluyorsun, herkesin aklı fikri siyasette. Niye? Çünkü başka kurtuluş yok, en itibarlı iş, ‘’Türkiye’yi yönetiyor.’’ Yönettiğiniz Türkiye belli, ortada. Utanmaz mısınız, ayıp yahu. Onun için siyaset kurumunun çürüdüğü, ilk önce birinci tespit olacak. Siyaset kurumu çürüdü. Geçen gün bir soru soruyordum: Devlet ve millet olamamış, çürüme noktasındaki bir ülkede, buradan çıkışı sağlayacak bir siyaset kurumu nasıl inşa edilir? O inşa edilirken, siyaset nasıl bir yöntem izlemelidir? Burası devlet olamadı, millet de olamadı. Ama çok olma çabası ortadan kaybolunca çok hızlı çürümeye başladı. Böyle bir dönemde gene çıkışı siyaset sağlayacak. Peki yeni bir siyaset nasıl inşa edilir? Bu sorunun cevabını bulmadığım hiçbir yerde …

Geçen gün Özgür Özel çok iyiydi, AB’ye gitti geldi. Tabii ilişkide muhatap değişince, düzey de konu da yükseliyor. Grup konuşmasındaki AB anlatımı çok iyiydi. Bütün belediyelere hakimsiniz, niye hepsinde Avrupa Birliği kriterlerini uygulamıyorsunuz da biz de yerelde Avrupa Birliği’ne girmiş olalım? Ama o zaman “Seni çok sevdim, sempatik bir çocuksun, sana 21’den ihale verdim” diyemiyorsun. 

Peki, Kürt ayağından hareketle Suriye konuştuk ama Suriye’de yakın zamanda Alevilere yönelik çok ciddi katliamlar oldu. Yüzlerce sivil öldürüldü ve Türkiye’ye de birtakım yansımalar oldu. İktidar bunu bir Alevi katliam olarak tanımlamadı gördüğüm kadarıyla

Altan: Çok ayıp, sahiden ayıp. Daha ağır kelime kullanmayım da insan olamamanın kabulüdür. Bal gibi Alevileri orada katlettiler. Ama insanların ırk, din, mezhepleri farklı diye katledilmelerini, siyasi nedenlerle yahut o düzeydeki bir cinnet refleksiyle yok saymak ne kadar korkunç bir şey. İnsan gibi muhteşem bir canlıyı ırkı, dini ve mezhebi farklı diye öldürüyorsun, sonra da içinden “Oh oldu, tabii öldürülür” diyorsun. Bunun kınanması lanetlenmesi yetmez. Bu, insan olmaktan çok uzak bir siyaset anlayışı, bir şartlanma, bir gaddarlık, bir cinayet. 

Peki Suriye ne olacak? Oradaki temel husus neydi? Cihatçı gruplar geldiler, Şam’a kuruldular, ama dünyaya ihtiyaçları var ve dünyaya ihtiyaçları olduğu için de çoğulcu bir Suriye’yi inşa etme sözü verdiler. Körfez ülkeleri ve Arap dünyası ne kadar bununla ilgileniyor bilmiyorum, ancak Batı dünyası özellikle bunu şart koştu. Ama daha üçüncü ayda böyle bir olay yaşandı. 

Altan: Bu büyük tehlikeye karşın, dünya sistemi İsrail’ioranın başına koydu, Kürtleri de yanına koydu. Bu iki unsur, bu söylediğin büyük tehlikeyi kendi çıkarları doğrultusunda sürekli gözetmek, engellemek ve muhtemel faciaların önüne geçmek için gözetmen, müdahil ve bekçi olarak oradalar. 

Ama bu, Ankara ile Tel Aviv arasında bir gerginliğin potansiyel olarak var olduğunu söylüyor o zaman.  

Altan: Hayır ama Ankara değişebilir. Ankara’nın değişme ihtimalini belki konuşmak lazım. AKP, uygulamayacağını bile bile yazdığı bu programla bizi kandırdığı dönemde, Suriye ile İsrail arasında arabulucu olacak kadar bir itibar sahibiydi, unutma. Belki tekrar oraya gelme mecburiyetini dünya kendisine hissettirecek.

Yani İsrail değil, Türkiye geri adım atar diyorsun.

Altan: Başka türlü çıkamıyor, gitmez Türkiye. Ben sana her seferinde söylüyorum. Gidiyor gibi görünür, gidemeyeceği yere kadar gider. O çok da uzak değil. Para yok pul yok. Şimdi tekrar ‘’ordumuz var gücümüz var’’ diyorlar. Görmüyorlar mı?  Bu Avrupa Birliği raporları müthiştir. İlgileniyor ilgilenmiyor meselesi değil, bu doktor raporu. Doktor röntgeni, tomografiyi çeker yazar. Sen aldırma, ertesi gün eski hayatına devam et. Üç gün sonra başın belaya girdiğinde, onun sebebi, o röntgen ve tomografide konulan teşhistir. Bu teşhisi yok sayarak nereye kadar gidersin? ‘’Benim ömrümü geçsin, ben iktidardayken olmasın, sonra ne olursa olsun.’’ Bunların baktığı açı bu. Ama bazen iktidardayken de o tomografinin, röntgenin sonuçları kendi içine düşebilir. 

Mesela Bahçeli niye bu işin öncülüğünü yaptı? Ermenilerle anlaşma gerektiğinde, Petrosyan’la da Alpaslan Türkeş bir araya gelmişti. Evet anladık,  en çok Ermenilere karşı olanla yapılır. Kürtlerle bir anlaşma yapılacaksa en karşı olanla yapılır. Bu devletin bin yıllık, kendisine göre büyük yolları, yöntemleri neyse, sonunda ne oluyor anlamıyorum. Ama buna rağmen, arada bir öyle bir herkesin sorup sormadığı, birisinin ne kadar bilip bilmediği, kapalı devrede, ‘’biz çok hakimiz ve dünya kötüye gidiyor, kendi ülkemize bir güzellik yapalım ve böyle bir anlaşma yapalım. Burada kimsenin bilmediği bir karar alıp onu uygulayalım, kimseye de söylemeyelim, diğer kanat da bilmesin’’ gibi karışık işler var orada. Açık bir toplum olmadığı için, kimin ne kadar neyi bilip bilmediği sonra daha iyi anlaşılır. Ama bunu el yordamıyla görüyorsun ki orada çok cevapsız sorular var. Onun için, bu Ahmet el-Şara’nın ağzını bile açmadığı İsrail, burada çok güçlendi. Suriye’nin ordusunu mahvetti, ordusu kalmadı. İsrail sürekli genişliyor.

Mesela güneyde Dürziler İsrail’le birlikte hareket etti. 

Altan: Demek ki senin söylediğin ihtimaller, mesela IŞİD ile ilgili mahkumları sahiden sıkıntısız denetleyecek ve kontrol edecek Kürtler dışında birileri var mı o bölgede? 

Türkiye bölgede bir anlaşma yaptı ya?

Altan: Onların hepsi akamete uğradı. Bu son anlaşmayı iyi okumak lazım. Bir de niye Türkiye bu anlaşmanın böyle olabileceğini daha geniş planda okuyamadı, ona da kendileri bakmaları lazım. 

Hemen Şam’a gitti.

Altan: Ama anlaşmadan sonra.

Peki, mart ayı ‘Türkiye’nin Gidişatı’nı nasıl toparlayalım? 

Altan: Ben buraya gelirken 25 dereceydi. Bu kalıcı bahar mı gerçek bahar mı? İnşallah gerçek bahardır.

Diyorsun ama meteoroloji açıklama yaptı, pazartesiden itibaren 20 derece düşecekmiş. 

Altan: Biz öyle bir ülkenin insanları değiliz. Biz şimdi bugün çekimi yapıyoruz akşama kadar, bir bakarsın… Sen hâlâ devlet geleneği ve terbiyesi edinmedin mi? Burada ‘’ertesi gün’’ çok uzun bir zamandır. Akşama kadar 25 derece, sonrasını bilemem. Bak sana çok az şey getirdim. Bunlar Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin, siyaset kurumunun, burayı yönetmek isteyenlerin fotoğrafları. Bak, her kimi istiyorsan onun fotoğrafını gör. 2001 yılında böyle yazıyor, ama 2025 yılında demokratikleşme en sonda. Ayıp, mahvoldu Türkiye. İnşallah düzelir. Onun için de sakin bir şekilde, her olumlu adımı destekliyoruz ama tecrübeli bir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak ‘’kardeşim bunu böyle yapacaksanız gene olmayacak’’ endişesini de seslendiriyoruz.

Evet Mehmet Altan’la Türkiye’nin Gidişatımart ayı yayınını yaptık. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.