Transatlantik: Los Angeles’taki protestolarda son durum | Trump ve Musk kavgası | Erdoğan çözüm sürecine nasıl bakıyor?

Ruşen Çakır, Gönül Tol ve Ömer Taşpınar Los Angeles’ta süren protestoları, Trump ve Elon Musk’ın kavgasını ve Erdoğan’ın çözüm sürecine bakışını değerlendirdi. Los Angeles’taki protestolarda son durum | Trump ve Elon Musk kavgası | Erdoğan çözüm sürecine nasıl bakıyor? başlıklı videoda Çakır, Tol ve Taşpınar dünyanın ve Türkiye’nin gündemini yorumladı.

Gönül Tol, Foreign Policy’deki yazısında, Erdoğan’ın yeniden PKK ile “çözüm süreci”ni başlatmasının esas amacının Kürt sorununu çözmek değil, 2028’de yeniden aday olabilmek için güç konsolidasyonu olduğunu vurguluyor. Yeniden anayasa değişikliği ve Öcalan’la görüşmeler, Kürtler için Kürtçe eğitim gibi somut demokratik taleplerin karşılanmasından ziyade, Erdoğan’a ömür boyu iktidar yolu açan bir stratejik manevra olarak sunuluyor. Yayında da bahsi geçen Tol’un yazısını buradan okuyabilirsiniz.

ABD Başkanı Donald Trump ile Tesla ve SpaceX CEO’su Elon Musk arasındaki uzun süredir devam eden iş birliği, “Büyük Güzel Yasa” (Big Beautiful Bill) olarak adlandırılan yeni bütçe ve vergi düzenlemesi nedeniyle ciddi bir çatışmaya dönüştü.

Transatlantik: Los Angeles’taki protestolarda son durum | Trump ve Elon Musk kavgası | Erdoğan çözüm sürecine nasıl bakıyor?
Transatlantik: Los Angeles’taki protestolarda son durum | Trump ve Elon Musk kavgası | Erdoğan çözüm sürecine nasıl bakıyor?

Tartışma nasıl başladı?

ABD Başkanı Donald Trump ile Tesla ve SpaceX CEO’su Elon Musk arasındaki uzun süredir devam eden iş birliği, “Büyük Güzel Yasa” (Big Beautiful Bill) olarak adlandırılan yeni bütçe ve vergi düzenlemesi nedeniyle ciddi bir çatışmaya dönüştü.

Trump’ın ikinci döneminde hükümet harcamalarını kısmak üzere oluşturulan Devlet Verimlilik Departmanı’nın (DOGE) başkanlığını yürüten Musk, kısa süre önce bu görevinden istifa etti.

Daha sonra Musk, Trump tarafından desteklenen yeni iç politika yasa tasarısını “hayal kırıklığı” olarak nitelendirdi. Elon Musk, “Açıkçası bütçe açığını azaltmak bir yana artıran, verimlilik ekibinin yaptığı işi baltalayan devasa harcama tasarısını görmek beni hayal kırıklığına uğrattı” dedi.

“Bir yasa büyük ya da güzel olabilir ama ikisi birden olamaz” diyen Musk, söz konusu paketin DOGE’un yürüttüğü mali tasarruf çalışmalarını gölgede bıraktığını söyledi.

Los Angeles’ta kısmi sokağa çıkma yasağı ilan edildi

ABD’nin Los Angeles şehrinde devam eden gösteriler nedeniyle kısmi sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Yasak akşam 20.00’de başlayacak ve sabah 06.00’ya kadar devam edecek.

Los Angeles’ta göçmenlere göçmenlere yönelik baskınlarla başlayan protestolarda onlarca kişi gözaltına alındı.

Göçmen baskınlarına karşı protestolar Los Angeles’tan New York, Atlanta, Chicago, Dallas, Philadelphia ve San Francisco da dahil olmak üzere en az dokuz ABD şehrine yayıldı.

Protestolar büyük ölçüde Los Angeles şehir merkezinde yoğunlaştı. Günler süren çatışmaların ardından, polis bu bölgeyi “yasadışı toplanma alanı” ilan etti.

8 Haziran Pazar günü bazı araçlar ateşe verildi; polis, göstericilerin atlı birliklere karşı yanıcı maddeler kullandığını öne sürdü. Güvenlik güçleri ise kalabalığı dağıtmak amacıyla ses bombaları ve biber gazı kullandı. Olaylar sırasında 101 numaralı otoyol geçici olarak trafiğe kapatıldı, yağma haberleri geldi.


Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. ‘Transatlantik’le karşınızdayız. Türkiye ve dünyayı Gönül Tol ve Ömer Taşpınar’la konuşacağız. Washington’a merhaba. Geçmiş bayramınız kutlu olsun. Önce Türkiye’den biraz bahsedelim istiyorum. Gönül, Amerika’nın önde gelen düşünce dergilerinden Foreign Policy’de Türkiye’deki çözüm süreci üzerine bir yazın çıktı. Dün çıktı galiba, değil mi? 

Gönül Tol: Evet, dün. 

Ruşen Çakır: Yazının başlığında, ‘’Erdoğan’ın Kürtlerle yaptığı ‘barış sürecine’ güvenmeyin’’ diyorsun. Ben okudum ama izleyicilerimiz bilmiyor. Özetleyebilir misin? Sonra Amerika ile ilgili konuşacağımız şeyler var, ama bu konu çok önemli. Şu anda süreç biraz donmuş gibi duruyor. Daha önce bu konuları konuşup tartıştık ama makale üzerinden tekrar tazelemekte yarar var. 

Gönül Tol: Aslında bu yazıda iki temel argümanım var. Bir tanesi, otokratlar etnik sorunların barışçıl ve kalıcı çözümünde başarılı değiller. İkincisi de etnik sorunları çözmeye çalışırken yapmaya çalıştıkları şey, kalıcı bir barış getirmek değil, kendi otokrasilerini konsolide etmek. Yazımdaki iki temel argümanım bu. Şimdi bunu desteklemek için de hem dünyadan örneklere bakıyorum hem de Erdoğan’ın geçmiş Kürt açılımlarındaki motivasyonuna ve davranışına bakıyorum. Yazıda Sri Lanka örneğini verdim. Sri Lanka’da Tamil İlam Kurtuluş Kaplanları ya da dünyanın bildiği tabiriyle ‘’Tamil Kaplanları’’ ayrılıkçı bir terör örgütü. 1980’li yıllardan itibaren Sri Lanka Devleti’ne karşı savaşmış. Aslında silahlı saldırı 70’lerde başlamış fakat 80’lerden itibaren bağımsızlık isteyen bir terör örgütüne dönüşmüş. Bu arada, siyaset bilimi açısından, Türkiye’deki Kürt meselesiyle Sri Lanka’daki Tamil meselesinin farklılıkları olduğunu da söylemek gerekiyor. Fakat yapmaya çalıştığım şey açısından, bence karşılaştırılabilir iki vaka. Sri Lanka’nın nüfusunun yüzde 75’ini, etnik köken olarak Sinhalalar oluşturuyor. En önemli azınlık da %12’ye tekabül eden Tamil azınlığı. Aslında başlangıçta Tamiller ülkenin kuzeyinde yaşıyorlar. 1950’lerden itibaren barışçıl bir şekilde demokratik bir şekilde haklarını aramaya başlıyorlar. Fakat 70’li yıllardan itibaren bu hak arama mücadelesi, bir Marksist öğrenci direnişiyle beraber silahlı çatışmalara dönüşüyor. Aslında bunun ateşleyicisi olan da 1956 yılında çıkan Sinhala kanunu. Tamillerin, farklı bir etnik köken olarak farklı dil talepleri var. Sinhalalı çoğunluk, Sinhala dilini resmi dil olarak dikte ediyor ve bunun üzerinden bir çatışma başlıyor. 1976 yılında Tamil Kaplanları kuruluyor. Bunun bir de siyasi ayağı var. Sadece bir terör örgütü değil, aynı zamanda bir siyasi parti olarak da kendisini gösteriyor ve gittikçe radikalleşiyor. 2005 yılında Mahinda Rajapaksa’nın Cumhurbaşkanlığını almasıyla birlikte, Tamil Kaplanları’na karşı çok ciddi topyekûn bir savaşa girişiyor ve nihayetinde 3 yıl içerisinde bütünüyle kontrol altına alıyor. Örgütün lideri öldürülüyor, yerine gelen insan hapsediliyor ve örgüt kendini 2009 yılında lağvediyor. 

Bence, asıl bundan sonra yapılanlar karşılaştırma açısından önemli. 2009 yılında örgüt silahları bırakıp savaşa son verme kararı verdikten sonra, dönemin Cumhurbaşkanı olan Rajapaksa, ‘’terörizmi bitirdim’’ söylemini kullanarak ve kendi Sinhala Budist milliyetçi imajını parlatarak, çok ciddi bir otokratikleşme sürecine giriyor. Tamil Kaplanları’nı bitirmiş olmanın verdiği rüzgârla bir otokratikleşme sürecine giriyor ve bütünüyle yargı ve medya kontrol altına alınıyor, kendi aile üyelerini çok kritik yerlere, önemli bakanlıklara getiriyor. Hatta kardeşlerinden biri “Tamil Kaplanlarını bitirmekle birlikte neredeyse bir krallık durumuna geçtik” diyor. Dolayısıyla, bütünüyle bir tek adam rejimi kuruluyor. O tarihin üzerinden 16 yıl geçti. Bugün ‘’Tamil azınlığın hakları verildi mi?’’ diye sorarsanız, tam tersine, o savaşın bitmesinden itibaren sadece Tamillere de değil, Rajapaksa’yı eleştiren herkese yönelik çok ciddi bir baskı rejimi devreye giriyor. Bu arada Tamillere verilen anayasal haklar dahi Rajapaksa tarafından çiğneniyor. Mesela Tamillere dil hakkı veriliyor, anayasal olarak onların diline bir statü kazandırılıyor. Fakat anayasayı tanımayan bir adam olarak, bu anayasal haklar verilmiyor. ‘’Savaş bitti artık barış var’’ söyleminden 16 yıl sonra, bugün hâlâ Tamil azınlığının ciddi bir baskıya maruz kaldığını görüyoruz. 

Buradan yola çıkarak ve tabii Erdoğan’ın da 2009’dan itibaren yaptığı Kürt açılımlarının da tarihine bakarak şunu söylüyorum; Erdoğan’ın da aslında tam olarak yaptığı şey bu. Otokratların niyeti etnik çatışmalara barışçıl çözümler getirmek değil. Birincisi, bir ‘’terörü bitirdik’’ söylemi var. Aynı şekilde Rajapaksa da ‘’yeni bir demokratikleşme evresine giriyoruz, demokratik haklar vereceğiz” diyerek bitirmiyor. Tamil Kaplanları’na “Anti terörizm kampanyası sona ermiştir. Terörsüz Sri Lanka getirdik” diyor. Erdoğan da benzer bir söylemle aslında niyetini belli ediyor. Yazımda Kürt hareketine de referans veriyorum ve şunu söylüyorum: Anayasa süreci içerisinde DEM Parti Erdoğan’la ittifak yapar ve Erdoğan’ın 2028’de yeniden seçilmesinin önünü açarsa, DEM Parti’ye karşı önyargıyı ve baskıyı daha fazla artıracak. Erdoğan’ın ardından gelen bir Türkiye’de dahi DEM Parti bununla anılacak. Birinci söylediğim şey bu. 

İkincisi, Anayasaya uymayan bir lider var karşımızda. Eğer Erdoğan’dan demokrasi, anayasal haklar bekliyorsanız, neden bugüne kadar Anayasaya uymamış bir liderden bunu bekliyorsunuz? Hadi diyelim ki size dil hakkı, çeşitli kültürel haklar tanındı. Bahçeli mesela yeni bir ulusal kimlikten bahsediyor. Diyelim ki çeşitli talepler ki yeni bir anayasa ile birlikte gerçekleştirildi ve Kürtler de yeni anayasaya “tamam” dediler ve Erdoğan yeniden seçildi. Bu anayasal haklara saygı duyacağından nasıl emin olabiliriz? Yeniden başladığım yere dönecek olursam, yazının özü, bu tür liderler etnik çatışmaların çözümünü istemek yerine, bu etnik çatışmaların çözümünü kullanarak kendi otokrasilerini konsolide etmek istiyorlar ve nihayetinde herkes kaybediyor. 

Ruşen Çakır: Ömer sen bu konuya ne dersin? Daha önce tartıştığımız bir konu ama Gönül’ün yazısını okuduğunu varsayıyorum. Okudun değil mi? 

Ömer Taşpınar: Okudum tabii, okumaz mıyım? 

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ruşen Çakır: Sen ne diyorsun?

Ömer Taşpınar: Ben Gönül’ün yazısından Sri Lanka hakkında çok şey öğrendim. Yazıdan önce de tartışıyorduk. Bu Kürt meselesi temelinde bir etnik sorunsa, ‘’dünya genelinde etnik sorunlar nasıl çözümleniyor?’’ sorusuna bence iki cevap var. Bir tanesi asimilasyon, öbürü de çok kültürlülük. Asimilasyon Fransız modeli. Fransa’da bugün bir Korsikalı, bir Breton, bir Norman çok kültürlülük adına bir şey söylemiyor, Fransız vatandaşlığı üzerinden gidiyor. Bireysel vatandaşlık üzerinden asimile olmuş durumdalar. Ama Fransa’ya baktığımızda asimilasyonun şartı, ülkede bir demokrasi olması, hukuk devletinin olması, ifade özgürlüğü, din özgürlüğü gibi bireysel hakların ve tabii ki demokrasinin ve liberalizmin gelişmiş olduğu bir cumhuriyet kavramı ve ekonomik kalkınma.

Ekonomik kalkınma da çok önemli, ekonomik kalkınma olmadan da asimilasyon olmuyor. Bunlar olmadığında, Gönül’ün yazıda söylediği gibi, otoriter liderler kolay kolay demokratizasyona, çok kültürlülüğe gidemiyorlar. Otoriter liderlerden çözüm beklemek, daha çok silahlar sussun, asimilasyon olsun şeklinde oluyor. Çünkü otoriter liderlerin siyasi sözlüğünde, siyasi bakış açılarında, çok kültürlülük, bireysel özgürlükler ve demokrasi, liberalizm yok. Onlar asimilasyon ve ekonomik kalkınmadan bahsediyorlar. Türkiye’de de bu vardı. Türkiye, yarı Fransa yarı da otoriter rejim arasında. Fransa gibi etnik azınlık kavramını ve çok kültürlülüğü reddediyor, Kürtlerden asimilasyon istiyor, ama karşılığında da tam demokratizasyon getiremiyor. Yani Fransa’nın olduğu kadar bir demokrasi olamıyoruz. diğer bölgelerde, Fransa’da olduğu kadar da ciddi bir ekonomik kalkınma da olmuyor. Bu arada ekonomik kalkınma sadece bir anda asimilasyonu getirecek sihirli bir unsur değil. Mesela İspanya’ya baktığımızda, İspanya’daki Katalan ve Bask bölgeleri kalkınmış bölgeler. Ama burada Bask milliyetçiliği ve Katalan milliyetçiliği devam ediyor. Orada da Kanada Quebec’te olduğu gibi çok kültürlülük devreye giriyor. O çok kültürlülükte, azınlıkların dillerini yerel dil olarak kabul etme ve bunu meşru görme ve eşitlik kavramında, isteyenlerin, ana dillerinde hem eğitim alabildikleri hem de konuşabildikleri bir sistem. Türkiye bunlardan çok uzak. ‘’Dünyada etnik meseleler, etnik terörizm nasıl halledilir?’’ sorusuna verilecek cevaplarda Türkiye’nin şu anda şu anki sistemiyle, Erdoğan’ın kafasındaki tek adam sistemiyle, liberalizmden, demokrasiden, hukuk devletinden uzaklaşmış bir Türkiye’deki etnik soruna (Kürt meselesi bir etnik sorunsa) çözüm bulmak çok zor. O açılardan baktığımda ben de yazının ana parametrelerine katılıyorum. 

Ruşen Çakır: Evet, biraz sizin oralara gidelim. Los Angeles bayağı diken üstünde, kısmi sokağa çıkma yasağı da ilan edilmiş. Trump çok sert şeyler söylemiş. Yasa dışı sığınmacılara, göçmenlere yönelik operasyonlar var, değil mi Gönül? Bize özetler misin tam olarak ne oluyor ve nereye doğru evrilebilir? Bu böyle sürecek bir şey mi yoksa bir taraf pes mi edecek? Çok sert geçiyor sanki. 

Gönül Tol: Evet, gerginlik çok tırmandı Ruşen ve bu başka eyaletlere de sıçradı. Mesela Teksas’ta da benzer şekilde, ulusal muhafızların federal kontrol altına alınması kararı alındı. Kaliforniya demokratların kalesi olan bir yer. Trump’ın Los Angeles’taki göçmenlerle ilgili olarak hep söylediği şey, Kaliforniya’da suçun çok arttığı, yasadışı göçmenlerin istilasına uğramış bir eyalet olmasıydı ve orada tutuklamalar oluyordu. Bu arada bu göçmenlere yönelik sınır dışı tutuklama dramatik bir şekilde artmış durumda. Çünkü bakanlık üzerinde çok ciddi bir baskı var. Günde 3 bin kişi yakalanacak diye bir kota getirmişler. Dolayısıyla bu baskıyla birlikte bir günah keçisi arıyorlar. Trump, Kaliforniya’ya da yasal olmayan göçmenlere kucak açan eyalet olarak bakıyor. Los Angeles’ta buradaki tutuklamalara karşı protestolar başladı. Bu protestoların ardından Trump, Kaliforniya Valisi Gavin Newsom’ın onayı olmadan, bu federal ulusal muhafızları kontrol altına aldı. Bu arada 2 bine yakın muhafız gönderdiği söyleniyor. Aslında Amerikan Başkanlarının böyle bir yetkisi var. Fakat bu çok sık kullanılan bir yetki değil ve siyasi amaçlarla kullanılmıyor. Trump “Bu tamamen yasal. Çünkü orada federal binaları ve tesisleri korumak için böyle bir karar aldım” diyor. Ama Kaliforniya Valisi, Trump’ın, meseleyi kışkırtmak için böyle bir karar aldığını söylüyor. Hukuk uzmanları da bunu aslında başkanlık yetkilerini zorlaması olarak yorumluyorlar ve gerçekten de çok gerilim artmış durumda. Sadece protestoları bastırmaya yönelik olarak oraya bu kadar insan yığmak gerçekçi değil. Bu bütünüyle Trump’ın siyasi bir güç gösterisi. Şimdi bunu yaparak hem oradaki durumu kışkırtıyor hem Kaliforniya gibi demokratların kalesi olan bir yeri dize getirmeye çalışıyor hem de halka ‘’Büyük bir kaos var, o eyalet istila altında. Hukuk ve kamu düzeninin tek savunucusu benim’’ mesajını vermeye çalışıyor. Bu arada Meksika bayrakları taşıyan göstericiler vardı, Fox News gibi Trump’a yakın medya kuruluşlarında çok gösterildi. Trump bunu kullanarak ‘’kamu düzeninin tek savunucusu benim’’’ mesajını veriyor. Bu insanlar anayasal haklarını kullanarak bir protesto gösterisine katılıyorlar. Trump bu şekilde protestoların ulusal güvenlik tehdidi gibi algılanmasına sebep oluyor. Nitekim, Fort Bragg’da yaptığı bir konuşmada “Bu protestolar ulusal egemenliğe bir saldırıdır” dedi. Orada taşınan Meksika bayraklarına referans vererek “Bakın, bu insanlar burada bir sürü yabancı bayrak taşıyor. Yasadışı göçmenler var ve asıl onlar bu olayları körüklüyor ve biz sadece kamu düzenini korumak için oradayız” mesajını veriyor ve aslında protestoculara karşı aşırı güç kullanımını da meşrulaştırmaya çalışıyor. 

Bu arada önümüzdeki cumartesi günü Washington’da da gösteriler olacak. Farklı eyaletlere de bu gösteriler sıçramış durumda. Burada Amerikan Ordusu’nun yaş günü kutlanıyor, Trump’ın yaş günüyle aynı güne denk gelmiş. Dünden itibaren, Washington sokaklarında tankları görüyorsunuz. Hem Los Angeles’ta ulusal muhafızların askerin oraya gönderilmesi hem bu cumartesi günü yapılacak kutlamalar, özellikle demokrat tabanda inanılmaz bir panik oluşturmuş durumda. Bu arada deniz piyadelerini söylemeyi unuttum. Trump deniz piyadelerini de Los Angeles’a gönderdi. Bunun ne tür sonuçları olacağını düşünmek lazım. Bu, eyaletler ve federal iş birliğine çok zarar veren bir şey. Dediğim gibi Trump’ın bu yetkiyi kullanma hakkı var, fakat bu çok sık kullanılan ve siyasi amaçlarla kullanılan bir yetki değil. O nedenle bu federal-eyalet gerginliğini artıracak bir şey ve sivil asker ilişkilerinde de tabii gerilim olacak. İki gündür emekli askerler açıklamalar yapıyor, bunun çok tehlikeli bir tırmanış olduğunu söylüyorlar ve askerin siyasete bulaştırılmaması gerektiğine dair uyarılarda bulunuyorlar. Pek çok insan, özellikle Los Angeles’taki protestolardan itibaren, Demokrat Parti’nin önde gelen isimlerinin ciddi bir mobilizasyonlar, halkı yeni protestolara halkı çağırmasını bekliyor.

Ruşen Çakır: Ömer sen ne dersin, durum gerçekten vahim mi? 

Ömer Taşpınar: Durum Trump’ın imdadına çok iyi bir zamanlamayla yetişti. Çünkü Los Angeles’taki göçmenlerin gösterilerinden önce Trump’ın işleri iyi gitmiyordu. Trump’ı iktidara getiren şartlara baktığımızda üç ayaklı bir açıklama yapabiliriz. Bir tanesi ve en önemlisi ekonomi. İkincisi göçmenler, ki Biden döneminde ülkeye 12-13 milyon göçmen girdi. Bunların çoğu yasalardan yararlanarak girdi. Bir kısmı kaçak girdi. Bir kısmı da göçmen yasalarında bazı boşluklardan yararlanarak siyasi mülteci statüsünde girmeye çalıştılar. Ama milyonlar girdi ve bu çok büyük bir rahatsızlık yarattı. O nedenle, Trump’a oy veren insanların önemli bir yüzdesi hem ekonomi hem de göçmenler konusunda Trump’a destek verdiler. Bir de Biden’ın dış politikadaki başarısızlığı… Dış politika, ekonomi, göçmenler olarak baktığımızda, neden ‘’Trump’ın imdadına bu göçmenler meselesi ve gösteriler zamanında yetişti’’ diyorum. Çünkü Trump’ın işleri ekonomi ve dış politika cephesinde hiç de iyi gitmiyordu. Trump’a destek oranı oldukça düşük, düşmeye de devam ediyor. Amerika’da ekonomideki gidişat iyi değil, belirsizlik var. Bu gümrük vergileri, enflasyonun devam etmesi, bütçe açığı, bütçe tartışmaları, ki Elon Musk’la yaşanan meselelerin temelinde de bütçe meselesi var, bütün bunlar nedeniyle ekonomide Trump’ın imajı bayağı bir darbe aldı. Eski Trump yok. Ekonomiyi yöneten Trump imajı yok. 

Dış politikadaki başarısızlıklar malum. Ukrayna Savaşı devam ediyor. Ortadoğu’da Gazze meselesi devam ediyor. İran’la görüşmelerde de bir şey çıkmıyor. Dış politika açısından bir başarısızlık var. Bu şartlar altında baktığımızda, Trump’a hâlâ güvenen kitle en çok göçmenler konusunda güveniyor. Trump’ın desteğine baktığımızda, göçmenler konusunda ülke genelinde Trump’a, Cumhuriyetçilere, Demokratlardan daha fazla güvenen bir çoğunluk var. O yüzden Trump bu göçmen konusunu olabildiği kadar kullanacak ve bu konunun, ülkeyi kutuplaştırmasını, hatta mümkünse anarşik bir yere doğru getirmesini istiyor. Çünkü bu çatışmalardan ortaya çıkacak kaotik resimden kendisi bir şekilde “Bakın ben olmasam bu göçmenler ülkeyi istila edecekti, kalkışma var” diyerek, göçmen düşmanı ve halkın gözünde de sempati toplayan bu imajını konsolide etmeye çalışacak. O nedenle normalde olmayacak şeyler yaşanıyor. 

Burada iç savaş döneminde, 19. yüzyıldan bu yana, asker, kol kuvveti olarak kullanılamaz. Amerika’da askeri inzibat olarak bir şey yok. Askeri üslerde askeri polis vardır. Onun dışında, askerin polisiye olarak kullanılması yasalara aykırıdır. O yüzden Trump’ın 700-800 deniz piyadesini Los Angeles’a yollaması hem provoke edici hem de çok tehlikeli. Çünkü bu deniz piyadeleri şehir ortamında tutuklama yapma yetkisine sahip değiller. Yapacakları tek şey, polise veya kendilerine saldırı olduğunda güç kullanmak. Tabii ki orantısız güç kullanabilirler. O yüzden eğer ölü olursa, bu gerginlik tırmanır. Şu anda herkes tırmanmasından çekiniyor. Bu krizin tırmanmasından çekinmeyen bir kişi varsa, o da Trump. Çünkü Trump bu imajlar sayesinde, bir bakıma, insanlara ekonomiyi ve dış politikadaki başarısızlıkları unutturuyor. 

Ruşen Çakır: Peki bir de, biraz yatışmış gibi görünen Elon Musk-Trump kavgasıyla da bir noktalayalım. Pek konuşamadık daha önce. Elon Musk galiba “Bazı sözlerim çok fazla kaçtı” demiş ama balayı kısa sürdü ve boşandılar değil mi Gönül? 

Gönül Tol: Evet. Washington’da, biz de dahil küçük bir grup, Trump seçildikten hemen sonra bu birlikteliğin ne kadar süreceğine dair bir iddiaya girmiştik. Aramızda büyükelçiler de vardı. Bu birliktelik 6 ay ya da 1 yıl sürer diyen vardı. Ama en fazla bir yıl süreceğini söylüyordu insanlar. Dolayısıyla bu aslında beklenen bir şeydi. Çünkü Trump ile Musk arasındaki ilişki aslında hiçbir zaman derin bir ideolojik uyuma dayanmadı, tamamen bir çıkar ilişkisine dayalıydı. Elon Musk, Trump’ın iş dünyası dostu politikalarından, özellikle deregülasyondan faydalanmak istedi. Trump da Musk’ın, özellikle Tesla’nın sembolize ettiği o yenilikçi kişiliğini ve sembol haline gelmiş popülaritesini kendi lehine kullandı. Tabii bu arada Twitter da seçim ve kampanya sürecinde çok yardımcı oldu. Fakat hiçbir zaman aralarında gerçek bir güven ya da ortak bir vizyon olmadı. Bir de tabii çatışan egolar söz konusu. Trump da Musk da sahneyi paylaşmak istemeyen, eleştiriye tahammülsüz karakterler. Musk’ın geri adım atışını düşündüğümüzde, aslında Musk çok para kaybetti. Trump’a yaklaşarak, Tesla’nın asıl hitap ettiği kitle olan liberal kitleyi kaybetti. Liberal kitle Demokrat Parti’nin tabanıydı. Çevre hassasiyeti olan tabandı. Musk Trump’a yaklaşarak o tabanı kaybetti. Trump’la bu şekilde kamuoyu önünde kavga ederek, MAGA hareketinin de tabanını kaybetti. Bence Elon Musk’ın geri adım atması çok şaşırtıcı değil. 

Trump seçildikten hemen sonra Medyascope’ta konuşmuştuk. Trump, Obama koalisyonunun çökmesiyle birlikte bambaşka yeni ve geniş bir koalisyon kurdu ve o koalisyonu bir arada tutmanın çok zor olacağını söylemiştik. Nitekim Trump-Musk ayrışmasıyla, aslında o koalisyonun çatırdamaya başladığını da görüyoruz. Çünkü Musk dediğimizde, sadece Musk’tan bahsetmiyoruz. Silikon Vadisi’ndeki o teknoloji milyarderlerinin temsil ettiği bir kanat da var, onun da çatırdamasından bahsediyoruz. Sonuçta Trump’ın seçilmesi, popülistler, kültürel muhafazakârlar, liberteryenler ve iş dünyası elitlerinden oluşan bir kırılgan koalisyona bağlıydı ve bu kopuşla birlikte bu koalisyon artık ciddi bir çözülme sürecine girdi gibi görünüyor.

Ruşen Çakır: Ömer, Trump’ın ilk döneminde, birçok milli güvenlik, ulusal güvenlik danışmanı, dışişleri bakanları kısa sürede saf dışı kalmıştı. Burada da bir iki tane böyle başladı. Elon Musk bunların en çarpıcısı. Yine benzer bir olay yaşayacak mıyız? Sürekli kadro değiştirme, yenileme olayı olur mu yoksa Trump bu sefer daha hazırlıklı mı geldi? 

Ömer Taşpınar: Olmaz. Çünkü birinci dönemle ikinci dönem arasındaki en büyük fark, Trump, birinci dönemde müesses nizamdaki Cumhuriyetçilere muhtaç olmasıydı. Bu sefer ise kendi kadrosunu, bütünüyle sadakat üzerinden giden, liyakati olmayan kadroları getirdi. Bu liyakatsiz ama sadakatli kadro, kendisine bağlı olarak çalışıyor. Kontrol edemediği bir grup vardı, o da dijital oligarşi. Yani Silikon Vadisi milyarderleri. Bunların ajandası ve çıkarları Trump yönetimiyle, özellikle de Trump’ın milliyetçi, popülist stiliyle uyuşmuyor. Mesela göçmen konusunda bu dijital oligarşi, Silikon Vadisi, göçmenleri istiyor. Veya yabancı öğrenciler konusu. Amerika’da, Harvard ve diğer ciddi üniversiteler üzerinden giden çok ciddi bir yabancı öğrenciler tartışması var. Dijital oligarşi ve Silikon Vadisi, bu üniversitelerdeki Çinli, Avrupalı, Hintli, Ortadoğulu yabancı öğrencileri, istiyor. Trump’ın milliyetçi tabanı, demin bahsettiğimiz o anti-göçmen söylemi olanlar istemiyor ve göçmenler ciddi bir korku altında. Özellikle Kaliforniya’daki göçmenler. Belki de yüz binlerce, milyonlarca illegal göçmen var, onlar korku altında. Burada Trump’la Elon Musk arasında bir ciddi çıkar çatışması vardı. Çin’e de farklı bakıyorlar. Musk, Çin’e yatırımlar ve korumacılık konusunda, neoliberal ekonomiye, serbest ticarete daha yakın düşünüyor. Belki de en önemlisi, mali konularda, mali sorumluluk ve bütçe açığının bu kadar açık olması, Musk’ı ve dijital oligarşiyi rahatsız ediyor. Çünkü bu, faizleri artırabilir, enflasyon getirebilir, Amerika’nın kredi notunun düşmesine neden oluyor. Zaten Elon Musk’ın ilk attığı tweet de “Kongre’deki bütçe felaket bir bütçe. Bu gerçekten Amerika açısından bir felaket senaryosu, bu geçmemeli” dedi ve orada Trump’ın tepesi attı. 

Bütün bu konularda ortada bir çıkar birliği bile yok. Normalde çıkarların örtüşmesini beklerdik, ama ortadaki tek çıkar, Gönül’ün bahsettiği o deregülasyon. Özellikle kripto veya yapay zekâ gibi alanlara yönelik, Biden yönetimi yönetmelik getirmişti. Dijital oligarşi ve Silikon Vadisi, bu yönetmeliklerin ortadan kaldırılması veya bazı çevreci yönetmeliklerin regülasyonlarla güçlendirilmesi konusunda farklı düşünüyor. Daha vahşi bir kapitalizm istiyorlar. Kapitalizmi sosyal kapsamdan ve kanunlardan çıkarmak konusunda bir örtüşme var. Ama onun dışında, zaten bu beraberlik zor bir beraberlikti. Silikon Vadisiyle ve dijital oligarşiyle, Trump’ın, eski danışmanı milliyetçi kanattan Steve Bannon’ın kurduğu rejim, çok çarpışan rejimler. Steve Bannon “Elon Musk’ın Güney Afrikalı olması nedeniyle göçmen statüsüne bakalım. Belki de bu adam Amerikan vatandaşı değildir, ülkeden atılması bile gerekebilir” dedi. Bunun üzerine de Rusya’dan, Kremlin’den Dimitri Peskov çok esprili bir tweet attı ve “Buraya gelmek isterse, Elon Musk için her zaman Rus vatandaşlığı mümkündür” dedi. Rusya da Amerika’nın içinden geçtiği siyasi kaosla, bir bakıma dalga geçme fırsatına kavuşmuş oldu.

Ruşen Çakır: Evet, sizin oralar çok keyifli. Bizim buralar sert. Allah sonumuzu hayır etsin diyelim. Gönül Tol ve Ömer Taşpınar, çok teşekkürler. ‘Transatlantik’i burada noktalıyoruz. İzleyicilerimize de teşekkürler, iyi günler.