Tuna Kiremitçi son polisiye romanı Kumarbaz’ı Ruşen Çakır’a anlattı. Kitapta, Başkomiser Perihan Uygur bu kez Kıbrıs’ta bir cinayeti araştırıyor. Kiremitçi videoda, hem romanın arka planında işlenen meseleleri hem de kendi yazarlık yolculuğunu değerlendirdi.
Kiremitçi, Ruşen Çakır’a verdiği söyleşide romanın temel düşüncesini şöyle anlattı: “Kumarı biraz da mecaz olarak kullanmak istedim. Yani kumarbaz karakterine sahip olmak için mutlaka kasinoya gidip oynamak gerekmiyor.” dedi.
Kendi geçmişinden de ilham aldığını söyleyen Kiremitçi, babasının bir kumar bağımlısı olduğunu ve bu nedenle hayatı boyunca kasinolardan uzak durduğunu belirtti:
“Ben hiç oynamadım hayatımda çünkü bütün servetini kumarda kaybetmiş bir babanın çocuğuyum. Şu anda ben zengin çocuğu olabilirdim. Ben kasinoya girdiğim zaman klostrofobiye kapılırım hep. Yani hiç böyle on dakikadan fazla duramam.”
Kiremitçi, polisiye türünün yazar için bir meydan okuma olduğunu vurguladı. Kiremitçi bu durumu şöyle anlattı:
“Çünkü bir polisiye romanda asıl olaylar romanın yazanı ile okuyanı arasında geçiyor. Yani o karşılıklı bir şey gibi. Satranç gibi bir şey. Ve yanlış hamle yaptığın zaman karşı taraf hemen onu fark ediyor. Kaleminin çok iyi olması da bunu kurtarmıyor. İstediğin kadar edebi gücü yüksek bir şekilde yaz, onlar hemen şey yapıyorlar, yaralıyorlar romanı. O yüzden de üzerinde ekstra
bir çalışmak gerekiyor şeyi bitirdikten sonra.”
Eski TBMM vekili, bir zamanların ünlü iş insanlarından Sadık Alpsoykan her ay kumar oynamaya gittiği Kuzey Kıbrıs’ta ölü bulunur. KKTC’nin destek talebi üzerine, İstanbul’dan Başkomiser Perihan Uygur ile Ankara’dan Cumhuriyet Başsavcısı Yelda Kansu Girne’ye vakayı soruşturmaya gönderilirler. Diğer taraftan, İstanbul Tarlabaşı’nda işlenen bir cinayeti araştırma görevi Komiser Ayla ve Komiser Yardımcısı Hasret’e düşer.
Sadık Alpsoykan cinayetinin üstünün kapatılmaya çalışıldığını ve adadaki karmaşık güç ilişkilerini hisseden Başkomiser Perihan bu işin peşini bırakmamaya kararlıdır.
Başkomiser Perihan Uygur serisinin dördüncü kitabı Kumarbaz derinlikli karakterleriyle, Girne-İstanbul ekseninde sürükleyici ve heyecan dolu bir macera.
(Kitap tanıtım bülteninden)
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Tuna Kiremitçi’nin son polisiye romanı Kumarbaz’ı konuşacağız. Siyasetten bunaldık, polisiye konuşalım diyoruz, ama karşımıza yine siyaset çıkıyor. Kuzey Kıbrıs konusu.
Tuna Kiremitçi: Evet.
Kuzey Kıbrıs’ta yeni birtakım olaylar, cinayetler oldu biliyorsun. Senin bu kitabında hepsi var. İnsan kaçakçılığı, kumar… Zaten kitabın adı da Kumarbaz. Nereden geldi bu fikir aklına? Kıbrıs’ı biliyor musun?
Kiremitçi: Kıbrıs’ı biraz biliyordum. İlk defa çocukluğumda, 10 yaşındayken ailemle birlikte gitmiştim. Bu kitap, Başkomiser Perihan Uygur macerasının dördüncü kitabı. Daha önceki maceraları hep İstanbul’da geçmişti. Bu sefer onu bilmediği bir yere, yurtdışına göndermek istedim. Çünkü hem yabancı yer hem tanıdık, yerli gibi böyle iki arada bir yer olduğu için Kıbrıs bana çok elverişli göründü. Bir de ana kahramanımın kumarbaz olması fikri çok hoşuma gitti. Çünkü kumarbazlığı biraz da mecaz olarak kullanmak istedim romanın içerisinde. Kumarbaz karakterine sahip olmak için mutlaka casinoya gidip oynamak gerekmiyor. Hatta kumar oynamak bile gerekmiyor. Hayata devamlı risk alarak bakan insanlar vardır ya, bazen çok kazanırlar, bazen çok kaybederler ama hayata öyle devam ederler. Hayatın kendisi de bir kumar mıdır yoksa her işin içinde kumar var mıdır, cinayet de bir kumar mıdır? Bütün bu mecazlara müsait olduğu için kumarı seçtim. Çünkü bütün servetini kumarda kaybetmiş bir babanın çocuğuyum.
Öyle mi?
Kiremitçi: Evet. Şu anda ben zengin çocuğu olabilirdim.
O zaman bilinçaltında böyle bir şey varmış.
Kiremitçi: Evet. O yüzden ben casinoya girdiğim zaman klostrofobiye kapılırım; on dakikadan fazla duramam. Ama kitabı yazarken, bugün nasıl çalıştıklarını, aletlerin teknolojilerini ve içerideki tiplerin nasıl olduğunu görmek için Girne’de ve Magosa’da çeşitli mekânları dolaşmam gerekti. Ama renkli bir konu tabii ve dediğin gibi siyasete ve toplumsal sorunlara da çok bağlanan bir şey. Günümüz polisiyesi de zaten böyle şeylere müsait i biliyorsun. Hem bir ‘’katil kim?’’ hikâyesi anlatıyoruz. Bir taraftan da sosyal sorunları ortaya koyuyoruz. Yani toplumcu gerçekçi bir polisiye var bugün. Ben de buna dâhil olmak istiyorum açıkçası. O yüzden de o sosyal sorunların ya da siyasetin arka planda olmasını seviyorum. Daha katmanlı oluyor.
Kitabı yazarken çeşitli mekânları dolaştığını söyledin. Kıbrıs’a ilk gittiğinizde, babanın kumar sevdası yüzünden mi gitmiştiniz?
Kiremitçi: Onu hatırlamıyorum, küçüktüm çünkü. Öyle bile olsa benden gizli yapmıştır herhalde diye düşünüyorum.
İzleyiciler ne kadar merak eder bilmiyorum ama ben de kumarbazımdır. Bir keresinde Kıbrıs’ta kumarhaneli bir otelde kaldım ama hiç gitmedim kumarhanesinde. Kumarın nasıl bir şey olduğunu biliyorum. Zaten kitapta beni çekenlerden birisi de budur. Senin daha önceki kitaplarına kıyasla, bu kitapta, başta Kıbrıs ve İstanbul olmak üzere çok mekân var, çok yan kahraman ve çok yan öykü var. Daha önceki kitaplarını da okumuş birisi olarak aslında çok riskli bir şey yapıyorsun. Yani bu kitapta yaptığın çok riskli olmuş. Çünkü pekâlâ onlar savrulup gidebilir. Mesela, ‘’Ahmet’ten bahsediyordu, ne oldu Ahmet’e?’’ diye sorabilir okur. Hepsi bir sonuca bağlanıyor nihayetinde.
Kiremitçi: Evet. Sonunda bağlayamayacağımı düşünsem, zaten o yan hikayeleri hiç kurmazdım. Başladığım zaman onları nasıl bağlayacağımı biliyordum. Sadece yazarken insan daha çok geliştiriyor ya, bazı şeyleri başta tahmin ettiğimden daha çok geliştirdim. Yani Kıbrıs’ta bir cinayet işleniyor, Tarlabaşı’nda bir cinayet işleniyor, geçmişe giden tarafları var, bugünde geçen tarafları var. Ama bir yerden sonra hepsi birleşen dosyalar haline geliyorlar. Yazmaya başlamadan önce bunları nasıl bir araya getireceğimi biliyordum. Onun cüretliğiyle başladım zaten. Çünkü öncesinde romanın temel fikirlerine karar vermiştim aslında. Tabii aralardaki öyküleri yazarken insanın aklına gelen çok şey oluyor. Ama ana yapısına neredeyse karar vermiştim. Ondan dolayı da bazı şeyleri daha önceki romanlarımdan daha etraflıca anlatmak istedim. Aslında okur romanla beraber daha uzun süre zaman geçirsin istedim.
Evet, benim açımdan öyle oldu gerçekten. Biraz ağır ağır okudum. Çünkü bazen insan kitap hiç bitmesin ister, hatta bunu sosyla medyamda da paylaştım. Ama bir yerde bitirmekte yarar var.
Kiremitçi: Ne güzel. Bir polisiye romanın alacağı en iyi iltifat bu herhalde
Türkiye’de yazılan bir polisiyede devlet memuru kadınlar var ve bu kadınların cinsel hayatı var.
Kiremitçi: Evet, o ilgi çekici zaten.
İlgi çekici tabii ama hani eski Türk filmlerinde yatağa girerler, yorganı çekerler, sonra sabaha kalktıklarını görürdük. Kitapta hiç öyle değil. İnsanı biraz şaşırtan bir şey.
Kiremitçi: Ama cinsel hayatını anlatmadan bir insanı tam olarak anlatamayız bence. Bir roman karakterini tanımak istiyorsak, onun cinsel hayatı hakkında bir fikir sahibi olmamız iyi. Tabii onu bir cinsellik sömürüsü haline getirmeden, ama o karakterin doğasını, içindeki çalkantıları anlamak, bazı tercihlerinin sebeplerini anlamak için cinsel hayatıyla ilgili ipuçları vermek, ama dozunda vermekte fayda görüyorum. Bir de sonuçta bunlar devlet memuru insanlar. Başta bir dedektifimiz var tabii. Çok zeki, çok takıntılı, ‘’her şeye rağmen ben bunu çözeceğim’’ diyen bir dedektif. Ama aynı zamanda da bir ailesi olan, bir kocası, bir kızı olan ve bir taraftan da ailenin de sorunlarıyla uğraşmakta olan birisi. Sonuçta orta yaşlı bir kadın, ama çok şükür bir cinsel hayatı hâlâ var.
Başkomiser Perihan’dan bahsediyorsun. Kitapta bir kadın müfrezesi var. Biri başkomiserin yardımcısı, diğeri de onun yardımcısı, üç kadın var. Aslında üç kuşak var.
Kiremitçi: Evet, tam da öyle. X, Y, Z kuşaklarından birer kadın.
Mesela Başkomiser Perihan daha Boomer’a yakın. Tam değil ama
Kiremitçi: Perihan X kuşağı aslında.
Diğeri Y kuşağı, öteki de Z kuşağı. Aralarında birtakım gerilimler ve aslında çok da ciddi paslaşmalar var. Bir de tabii kahramanların hepsinin kadın olması ilginç.
Kiremitçi: Evet. Erkek egemen bir teşkilatın içerisinde kadın oldukları için bir kader ortaklıkları var ve diğerleri de Başkomiser Perihan’ı örnek alıyor. Belli durumlarda ‘’Perihan olsa ne yapardı bu durumda?’’ diye düşünerek davranış seçiyorlar. Ama bazen birbirlerini anlamakta zorlandıkları oluyor, sonuçta bir nesil farkı hissediliyor. Yaşam tarzı farklılıkları var. Başkomiser Perihan özel hayatında ne kadar domestik bir karakterse, Ayla o kadar sokak çocuğu, diğeri, en genç olanı dijital dünyaya meraklı. Tabii zaman zaman anlaşamadıkları oluyor, ama dosya üzerine çalışırken bir ortak dil buluyorlar, birbirlerini o bakımdan tamamlayabiliyorlar.
Sen sinemayla da ilgilisin, yanılıyor muyum?
Kiremitçi: Ben sinema okudum. Senaryo öğretmenim Duygu Sağıroğlu’ydu. Dramatik yapı konusunda ne biliyorsam Duygu Sağıroğlu’ndan öğrendim diyebilirim.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Oğlu da bizim okuldan biliyorsun.
Kiremitçi: Evet. Üniversitedeyken, Duygu Hoca döve döve bana dramatik yapıyı öğretmişti.
Peki sana çok soruyorlardır herhalde, kitapların, film ya da dizi oluyor mu? Olabilir mi?
Kiremitçi: Bazı yapım şirketlerinden yapmak isteyenler var. Özellikle ilk romanım Mezun Cinayetleri hakkında. Ama bu sinema ve televizyon sektörünün de kendi gerçekleri var. Ben o gerçeklerin günümüzdeki haline çok hâkim değilim. Dijital platformlar hangi kriterlere göre çalışıyor, işleyiş nasıl çok yakından bilmiyorum, oralarda çok net konuşamıyorum açıkçası. Ama yapmak isteyen arkadaşlar bunun kolay senaryolaştırılabileceğini düşünüyorlar. Türkiye’de polisiye yazabilen senarist çok fazla yok ama ben de destek verebileceğimi söylüyorum. Bir profesyonel senaristle beraber, tercihen bir profesyonel kadın senaristle beraber bunu senaryolaştırabileceğimi söylüyorum. Bu fikirden hoşlanan bazı yapımcı arkadaşlar da oluyor. Bazıları genç, bazıları da benim yaşlarımda. Bazı görüşmeler yapıyorlar. Ama dediğim gibi, o kapalı kapılar ardında işler nasıl yürüyor, şu anda uzak kaldığım bir yer olduğu için tam olarak hâkim değilim. Ama yapılabilir.
Mesela Başkomiser Perihan’ı kim oynasın istersin?
Kiremitçi: Aslında haylimdeki Başkomiser Perihan, Perran Kutman’ın ben yaştaki hâli. Yani 50’lerindeki bir Perran Kutman hayâl ederek yazmıştım. Mesela Binnur Kaya bu role cuk oturur. Bir de mizahı da olan bir karakter olduğu için, Binnur Kaya ilk aklıma gelen isim. Görüntüsünün bir anaç tarafı da var. Hem de çok iyi bir oyuncu tabii. Aklıma o geliyor.
Türkiye’de epeyce polisiye sektörü oluştu. Bayağı yazar çizer var. Kimleri okuyorsun diye sorsam?
Kiremitçi: Ahmet Ümit’i okuyorum tabii. Türkiye’de modern polisiyenin yol açıcısı olduğu için kendisine minnettarız da. Çünkü Türkiye’de polisiye romanları belli bir çıtanın üzerine getirdi. Elçin Poyrazlar’ın romanlarını seviyorum. İlk aklıma gelenler bunlar. Unuttuklarım varsa kusura bakmasınlar.
Rahmetli Celil Ağabey vardı.
Kiremitçi: Evet, Celil Oker. Zaten Celil Oker ve Ahmet Ümit bu işin öncüleridir. Celil Oker daha kara roman gibi yazardı, Ahmet Ümit daha modern, Avrupa polisiyesi gibi, politik bir arka planı olacak şekilde yazıyor. Bu iki yazar çok çalışarak Türkiye’deki polisiyeyi saygın bir hâle getirdiler, bize yol açmış oldular.
Yıllar önce Reha Erdem’in ilk uzun metrajlı filmini beraber çekmiştik. Ama 35 mm değildi, 8 mm çekmeye kalkmıştık. Rahmetli Celil Oker başkomiser rolündeydi. Ama film bitemedi.
Kiremitçi: Onun banyo edilmesi da zordu o zamanlar.
Sonra film bitmeden Reha Fransa’da sinema okumaya gitti, film öyle yarım kaldı. Celil babacan bir başkomiser rolündeydi.
Kiremitçi: Ben tanışamadım kendisiyle. Ahmet Ümit’i yakından tanıyorum, 20 yıllık bir ahbaplığımız var ama Celil Bey’le tanışmak hiç kısmet olmadı.
Çok tatlı, muazzam birisiydi, Allah rahmet eylesin. Kitaba dönelim. Kıbrıs deyince akla kumar geliyor tabii, bir de insan kaçakçılığı. Ben duyuyordum filan ama kitaba bakınca olay hakikaten ciddi. Biz de Kıbrıs’a gittiğimizde çok Afrikalı görüyorduk. Orası bir güzergâh mı?
Kiremitçi: Şu anda tam öyle değil aslında. Yani bir İtalya kadar ya da bir Yunanistan veya bir Türkiye kadar değil. Ama benim romanımda işi bu hâle getirmeye çalışan birtakım tipler var. Yani onlar kurgusal aslında. Akdeniz’in her yerinde olduğu gibi, burada da böyle bir ihtimal olduğunu söylüyorum. Afrika ve Avrupa’nın ortasında bir adasınız siz. Bu, her an burada da olabilir demek istedim romanda. Olsaydı nasıl olurdu, kimlere nasıl zararlar verilirdi hangi insanlık dışı durumlarla karşılaşılırdı, nasıl dramlar, trajediler yaşanırdı, biraz onun düşüncesiyle yola çıktım kurguda. Kumar baronları için ideal bir yer. O konuda zaten haberler okuyoruz ve duyuyoruz her zaman. Onlar da kurgunun arka planını oluşturuyorlar Bir de bunların dışında Kıbrıs’ın normal hayatı var. Yani Lefkoşa’ya gittiğin zaman karşılaştığın, normal, entelektüel, okuyup yazan, kitaba sanata meraklı, sakin insanlardan oluşan bir Kıbrıs hayatı var. Aslında biraz da onu verebilmek istedim. Çünkü Türkiyeliler Kuzey Kıbrıs’ı çok iyi tanıdıklarını zannediyorlar, fakat aslında o kadar tanımıyorlar. Kuzey Kıbrıslılar da bundan biraz gocunuyorlar açıkçası. Türkiyelilerin Kuzey Kıbrıslılara, ‘’yavru vatan’’ diyerek bir yukarıdan bakışı vardır hep. Çünkü zamanında orası için kan akıttık. Orayı avucumuzun içi gibi bildiğimiz zannederiz. Ama bildiğimiz şey sadece, tatil, deniz, kum, güneş, disko, kumarhane, eğlence hayatı ve turizm. Ama onun dışında orada normal bir hayat da yaşanıyor. Onun detaylarına vakıf olmaya çalıştım bir taraftan da. Yani Girne’nin sokaklarında dolaştığı zaman normal hayatta insanlar neler görüyorlar ve bunlar nerelerde casinolar Kıbrıs’ına bağlanıyor, nerelerde bağlanmıyor biraz onları anlamaya çalıştım aslında.
Bir de kitapta da yer yer geçiyor, Kuzey Kıbrıs’ın olmayan bir statüsü var ya, hani var ama yok bir ülke.
Kiremitçi: Evet, suçlu iade konularında pürüzler yaşanıyor. Bu da zaten adadaki özellikle sol basının ve gazetecilerin de çok üstünde durdukları, şikâyet ettikleri ve canlarını sıkan bir durum. Bu, adanın kuzeyini bir suç merkezi haline getirebiliyor. Hatta, benim tanıdığım Kuzey Kıbrıslı, daha toplumcu görüşlü insanlar öyle kullanıldığını iddia ediyorlar. Romanın içine onlardan da yansımalar koymak istedim. Mesela bir gazeteci karakteri var. Bu karakter, benim Kuzey Kıbrıs’ta tanıdığım bütün gazetecilerin ortak bir karakterde buluşmuş hâli aslında. Yani onun bakışıyla görüyoruz Kıbrıs’ın kuzeyine yapılan haksızlığı.
Seni yakalamışken biraz da müzikten bahsedelim. Hâlâ bir şeyler yapıyorsun, değil mi?
Kiremitçi: Evet, yapmayı da seviyorum. Çok iyi bir kemancı arkadaşım var Müge Alpay. Virtüöz düzeyinde gerçekten. Biz 3 yıldır birlikte çalışıyoruz. Çok basit bir konseptle, ben gitar çalıp şarkı söylüyorum, Müge keman çalıyor. Ama öyle bir çalıyor ki bazen arkada orkestra var zannediyor insan. Bu şekilde Anadolu’yu dolaşıyoruz. Bazen yurt dışına da çıkıyoruz, 200 kişilik salonlarda dinletiler yapıyoruz. Aralarda hikâyeler anlatıyorum. Şarkılarla ilgili hikâyeler, hayatta başımdan geçen şeyler, edebiyat dünyasında yaşadıklarım, gençlik zamanlarımdaki Galatasaray Lisesi, Beyoğlu hikâyeleri… Ferhan Şensoyvari hikâyelerle şarkıları birbirine bağlamak fikrinden yola çıktık aslında. Zaten artık konsept oturdu. Ama şimdi edebiyat yoğunlaştığı için ve daha çok oraya odaklanmış olduğum için, üç dört yıl öncesinde olduğu kadar yoğun değil. Ama onu da götürebildiğim kadar götüreceğim. Çünkü insanlara çalmayı ve şarkılarımı söylemeyi seviyorum.
Bu kitabı ne kadar sürede bitirdin?
Kiremitçi: Bir yıla yakın sürdü aslında ilk başlamamdan sonlanmasına kadar. Kapanıp üzerinde çalıştığım dönem de 6 ay kadar sürdü. Sonra ikinci tur, düzeltmeler bazı bölümleri atmalar… Hani ‘’bir roman önce baştan sona yazılır, sonra sondan başa tekrar yazılır diye bir söz vardır, çünkü roman bittikten sonra bazı bölümlerin fazlalık haline geldiği, bazı bölümlerin eksik kaldığı anlaşılıyor. Editörüm de sağ olsun çok yardımcı oldu, Hülya Balcı’ya selam söylüyorum buradan. Üzerinde bir editoryal çalışma yapmamız bir iki ay sürdü. Çünkü polisiyede bu önemli. Polisiye yazarı ne kadar iyi yazarsa yazsın, yapıda bir sorun olduğu zaman polisiye okurları hemen avlar onu. Polisiye okurları zekidirler. Zekâya çok önem verirler ve zekâya aşıktırlar.
Ve yazarın kendilerinden zeki olmasını beklerler.
Kiremitçi: Evet, kendilerini zeki hissetmek isterler, ama yazarın daha zeki olmasını isterler. O yüzden aslında en zor okur grubu polisiyesilerdir. Ama bu yazar için de bir meydan okumadır aynı zamanda. Çünkü bir polisiye romanda asıl olaylar, romanı yazanla okuyan arasında geçiyor. Karşılıklı bir satranç oynamak gibi. Yanlış bir hamle yaptığın zaman karşı taraf hemen onu fark ediyor. Kaleminin çok iyi olması da bunu kurtarmıyor. Yani istediğin kadar edebi gücü yüksek bir şekilde yaz, onlar hemen yaralıyorlar romanı. O yüzden, birinci turu bitirdikten sonra, bilen bir editörle üzerinde ekstra çalışmak gerekiyor.
Ben editoryal katkıya açık bir yazarım aslında. ‘’Sanatıma karıştırmam’’ gibi şeylerim yoktur. Çünkü editörüm iyi. Hülya ile beraber bazen kendi aramızda tartışa tartışa bayağı yerleri attık, çıkardık, yeni bölüm ekledik, bir iki ay da öyle sürdü.
Peki tezgâhta ne var?
Kiremitçi: Şu anda, Perihan’ın bir sonraki macerasında ne olsun arayışındayım. Bir tane ilk gençlik romanı yazmak istiyorum.
Ayrıca bir roman mı?
Kiremitçi: Evet, hiç polisiye ile alâkası olmayan bir roman. J.D. Salinger romanları gibi. Ergen insanlar arasında geçen, o naiflikte, çok uzun olmayan novella gibi bir şey yazasım var. Onu yazarken de Başkomiser Perihan’ın bir sonraki romanda neye bulaşacağını bulmayı umuyorum. Şu anda bazı seçenekler var da hangisi daha iyi olur, seçeceğim.
Ayla ayrılacak mı ondan?
Kiremitçi: Orada fikrim şu: Bir taraftan Perihan’ın durumu da karışık. Ya terfi edecek ya emekli olacak gibi bir sınıra geldi. Yani cinayet büroda kartlar yeniden dağıtılacak, o belli.
Tuna çok sağ ol. Bir polisiye meraklısı olarak gerçekten büyük bir keyifle okudum kitabını.
Kiremitçi: Bu sözleri senden duymak çok iyi, çok teşekkür ederim.
İzleyicilerimize önereyim. Polisiye sevmeseniz bile Kumarbaz’ı okuyun. Tuna Kiremitçi ile son kitabı Kumarbaz’ı konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.