Ruşen Çakır, İran’ın İsrail saldırıları sonrası müflis devlet olma tehlikesini değerlendirdi. İran’ın rejim-toplum kopuşu, dış müdahaleler ve devlet kapasitesindeki aşınmayı anlatarak Afganistan, Irak ve Suriye örnekleriyle “failed state” uyarısı yaptı.
*Bu yayın ABD’nin İran’daki üç nükleer tesisi vurmasından önce kayıt edildi.
Ruşen Çakır, hem içeriden çözülmekte olan bir rejimi hem de dışarıdan artan baskı ve saldırılarla zayıflayan bir devleti tarif ederek “İran, Irak ve Suriye’nin izinden mi gidiyor? İran “müflis devlet”ler arasına mı katılacak?” sorusunu gündeme getirdi.
ABD’de yaşayan İran uzmanı Vali Nasr’ın uyarılarına atıf yapan Çakır, İsrail ve muhtemel bir ABD müdahalesinin yalnızca İslami rejimi değil, İran devletini de hedef alabileceğini belirtti. “Şu an İran’ın askeri ve stratejik altyapısı büyük ölçüde vurulmuş durumda. Bu benim aklıma ‘failed state’, yani müflis devlet kavramını getirdi” diyen Çakır, Afganistan, Irak, Lübnan ve Suriye örneklerinden yola çıkarak İran’ın benzer bir yola girmesinin mümkün olduğunu söyledi.
Devlet geleneği güçlü ama rejim toplumdan kopuk
İran’ın imparatorluk geleneğinden gelen güçlü bir devlet aygıtına sahip olduğunu hatırlatan Çakır, buna rağmen rejimin uzun süredir kendini yeniden üretemediğini belirtti: “Rejim 1990’ların sonunda bitmişti. Hatemi’nin gelişi büyük bir şanstı ama reformlar başarısız oldu.”
Devlet ile toplum arasındaki bağın koptuğunu vurgulayan Çakır, dış müdahalelerle birleşen bu kırılganlığın İran’ı parçalanmaya götürebileceği uyarısını yaptı.
“İran’ın çöküşü Türkiye dahil herkesi etkiler”
İran’ın dağılması halinde başta Kürtler ve Beluçlar olmak üzere etnik kopuşların yaşanabileceğini belirten Çakır, bu senaryonun tüm bölge ülkeleri için tehlike arz ettiğini ifade etti: “Bu geniş coğrafya ve nüfusun kontrolsüz kalması çevredeki herkesi, Türkiye dahil, olumsuz etkiler.”
Yayını İranlı düşünür Daryuş Şayegan’a ithaf eden Ruşen Çakır, 1997’de kendisiyle yaptığı röportajda duyduğu şu sözü hatırlattı: “Biz bir tünelden çıkıyoruz, ama siz Türkiye olarak o tünele giriyorsunuz.” Çakır, “İran hâlâ o tünelde. Ve galiba biz de o tünelin içindeyiz” diyerek hem İran hem Türkiye için demokratik hukuk devleti vurgusuyla yayını sonlandırdı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. İran’ın geleceği ne olacak, tüm dünya bunu merak ediyor, tabii en çok İranlılar. Gerek ülkede yaşayan gerek ülke dışında yaşayan İranlılar da çok endişeliler ülkelerinin geleceği açısından.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Rejimin, İslami rejimin çöküp çökmeyeceği meselesi çok konuşuluyor ve İsrail’in hedefinin bu olduğu söyleniyor. Amerika Birleşik Devletleri henüz savaşa dahil olmadı ama bir şekilde onun da dahil olması halinde bu hedefin, İran’da rejimi değiştirme hedefinin bayağı gündeme geleceği düşünülüyor. Fakat bu arada atlanan çok önemli bir husus var, ki bunu geçenlerde ABD’de yaşayan İran asıllı ve dünyanın önde gelen İran uzmanlarından Vali Nasr’la yapılmış bir röportajda gördüm. Vali Nasr diyor ki; ‘‘Burada hedef sadece devrimi yok etmek değil, aynı zamanda İran’ı yok etmek ya da İran’a çok ciddi zararlar vermek.’’ Ve şu haliyle baktığımız zaman gerçekten İran’ın öncelikle askeri ama birçok stratejik noktalarına, altyapısına yönelik çok ciddi saldırılar söz konusu ve bitmek bilmiyor. Bu benim aklıma bir tabiri getirdi, İngilizce “failed state” dedikleri bir olay var. Bu olayı ABD’nin ilk Afganistan ve ardından Irak işgallerinde çok duymuştuk. Bu genellikle “başarısız devlet” diye çevriliyor ama bence zayıf bir çeviri. Kimileri “çökmüş devlet” olarak çeviriyor, o da bir yere kadar karşılayabilir ama ben bu yayının başlığına da koyduğum gibi “müflis” demeyi, yani “iflas etmiş” demeyi tercih ediyorum.
Çünkü var olan bir devlet var, özellikle Irak’ta yaşadığımız olay ve bu devlet bir şekilde iflas etti, artık eski Irak hem ülke olarak hem devlet olarak varlığını sürdüremedi. Bunun sadece Irak’la sınırlı olduğunu söylemek mümkün değil, çok daha önce de bir Lübnan olayı var. Lübnan da bu anlamıyla baktığımız zaman müflis bir devlet. Burada kastedilen nedir? Özellikle içeride ülkeyi yönetenlerin tam bir egemenlik kuramaması vatandaşlar üzerinde, birtakım resmi faaliyetlerin, devlet işlerinin düzenli bir şekilde yapılamaması, ama bir diğer önemli husus da sınırların kontrol edilememesi. Bu açıdan baktığımız zaman Lübnan bunun bir örneği ama küçük bir örnek. Irak bunun çok çarpıcı bir örneği olarak karşımıza çıktı maalesef. Ülke şu haliyle baktığımız zaman tek bir devlet olarak var ama çok kırılgan bir yapısı var, her an her şeyin olabileceği bir ülke. Mesela Kasım Süleymani’yi Amerikalılar Irak’ta öldürdüler. Irak devleti, İranlı Devrim Muhafızları’nın önde gelen bir isminin kendi topraklarında Amerika Birleşik Devletleri tarafından öldürülmesini seyirci olarak izledi. Yıllardır Irak’ta varlığını sürdüren PKK olayı da aslında Irak’ın nasıl her yerini kontrol edemeyen bir ülke olduğunu bize gösteriyor.
Ardından Suriye’de bunu yaşadık. Irak’ta bir Saddam rejimi vardı, Baas rejimi vardı, Suriye’de bir başka Baas rejimi, Esad ailesinin tahakkümü vardı ve orasının da bir şekilde adım adım çöktüğünü gördük. Bu bütün çöküş olaylarının hepsinde iki olay birden var. Birincisi; içeride bir karışıklık, içeride var olan rejimin toplumun tamamını kontrol edememesi, kutuplaşma hatta iç çatışmalar ve dış müdahale. Bunların hepsini Afganistan’da, Lübnan’da, Irak’ta ve Suriye’de yaşadık. Şimdi İran benzer bir duruma mı gidecek? Tabii ki İran’ı bir Afganistan’la, bir Lübnan’la hatta Suriye ve Irak’la karşılaştırmak mümkün değil. Çok farklı, bir imparatorluk bakiyesi olan, bir devlet geleneği olan bir ülkeden bahsediyoruz.
Şahlık rejimi yıkıldıktan sonra kurulan İslami rejim de birçok o devlet geleneğini muhafaza etti. Yani var olan devleti bir anlamda İslamileştirdi ama devlet, özellikle mesela ilk akla gelen istihbarat teşkilatının adı değiştirilerek varlığını yine eskisi gibi sürdürdü. Tabii orada birtakım önemli hususlar var. Ordudan daha güçlü olarak alternatif bir ordu inşa edildi, Devrim Muhafızları diye. O normal ordunun çok daha üstünde bir konumda oldu ama sonuçta İran güçlü bir devlet geleneğine sahip ve devrim de, devrim sonrası İslami rejim de bu gücü büyük ölçüde kullandı. Ama artık işin rengi çok ciddi bir şekilde değişmiş durumda. Aslında bu çok daha önceden yaşanan bir olay. İran’da rejim çoktan bitmişti. 1990’lar sonunda, 2000’li yılların başında artık İran rejimi kendini yeniden üretemez bir haldeydi. Fakat bir şekilde çok güçlü bir devlet kontrolü olduğu için burada halka rağmen devlet varlığını eski şekliyle ama her geçen gün eriyerek sürdürdü. Bu bakımdan Muhammed Hatemi’nin iktidara geldiği 1990 sonları büyük bir şanstı İran için. Reform hareketinin İran’ı, bir şekilde adım adım da olsa İslam Cumhuriyeti’ni, İslam sıfatına dokunmadan, tanımına dokunmadan demokratikleştirme niyeti vardı ve belli ölçülerde de laikleştirme eğilimi vardı fakat çok başarılı olamadı. Ve zamanla gördük ki reformcular dönem dönem yönetime gelseler de hiçbir etkileri olmadı.
Bu da toplumda çok büyük bir hayal kırıklığı yarattı ve siyasete ilgisizlik oluşturdu. Ki bu, seçimlere katılımın son derece düşük olmasıyla kendini gösteriyor. Bir de arada yaşanan birtakım küçük çaplı sivil ayaklanmalar ve bunların da çok acımasız bir şekilde bastırılması olayı var. Şu haliyle baktığımız zaman İran İsrail’in ve belki de ABD’nin birlikte çok büyük bir saldırısına muhatap oluyor, olacak ve içeride rejimin kamuoyunu seferber edebilme gücü yok. Kısmi olarak var, kısmi olarak var.
Her şeye rağmen “ben rejimi sevmiyorum ama yabancı saldırılara karşı rejimin yanında olacağım” diyenler muhakkak var. Fakat büyük ölçüde insanlar bu olayı kendi olayları olarak görmüyorlar. İran’ın, özellikle rejimin yıllarca bölgede uyguladığı “Direniş Ekseni” diye söylediği Lübnan, Filistin, Yemen gibi politikaları, oralara akıtılan paralar, Suriye’ye akıtılan paralar, oralarda ölen İranlılar, bütün bunlar toplumla rejim arasında çok ciddi bir kopuşa neden oldu. Şimdi bunu sonuna kadar kullanmak isteyen güçler var ve bunlar İran’ı da bir Irak gibi, Suriye gibi kendi ayakları üzerinde duramayan, sınırlarını kontrol edemeyen, belki de bölünmüş, parçalanmış, ki bu ihtimal hiç yabana atılmayacak şekilde var. Eğer rejim ayakta kalamazsa İran’da Kürtler, Beluçlar başta olmak üzere birtakım kopuşlar da pekala olabilir. Bu sonuç olarak bölgede çok büyük bir boşluk yaratacak. Çünkü İran tarihsel olarak çok geniş bir coğrafyayı, çok geniş bir nüfusu kontrol eden bir devletti ve bu geniş coğrafyanın ve nüfusun kontrolsüz olması çevredeki herkesi, Türkiye dahil, olumsuz etkileyecek. Tabii ki İran’ın bu hale düşmesinden faydalanmak isteyecekler olabilir, fakat son tahlilde baktığımız zaman bunun son derece tehlikeli bir durum olduğunu düşünüyorum. İran’ın bir şekilde ayakta kalması; ama demokratik, halkı, toplumu kazanmış bir yönetimle yoluna devam edebilmesi…
Bunu bugün için söylemek çok zor gibi geliyor. Ancak biliyoruz ki İran’da rejime çok da uzak olmayan birtakım isimler bunu bugünlerde tekrar dillendirmeye başladılar. Şu savaş halinde sıranın buna geleceğini sanmıyorum ve sonuç olarak rejim ayakta kalır mı, kalmaz mı bilmiyorum ama İran İslam rejimiyle ya da İslam rejimi olmadan müflis bir devlet olmaya doğru koşuyor ve bu iyi bir şey değil.
Bu yayını İranlı büyük düşünür Daryuş Şayegan’a ithaf etmek istiyorum. Benim en yakın arkadaşlarımdan Galatasaray Lisesi’nden ta 1972’den beri Haldun Bayrı’nın çevirdiği o muazzam kitap ‘‘Yaralı Bilinç’’ — okumadıysanız muhakkak okuyun — onunla tanımıştık Şayegan’ı. İran’da devrimden sonra Fransa’ya gitmişti, orada yazıp çizmeye devam etti. Fakat reform hareketiyle birlikte geri döndü ve ben İran’a ilk gittiğimde, 97 yılıydı yanılmıyorsam, ilk röportaj yaptığım kişi Daryuş Şayegan’dır. Muhtemelen de şu anda fotoğrafı gördüğünüz yerde, evinde yaptım. Çok etkileyici birisiydi, çok önemli şeyler söylemişti. Şunu hiç unutmuyorum: “Biz bir tünelden çıkıyoruz ama siz Türkiye olarak o tünele girmektesiniz” demişti 97 yılında. O İran’ın tünelden çıkmasını göremedi, 2018’de hayatını kaybetti. İran hala o tünelin içerisinde ama galiba biz de öyle bir tünelin içerisindeyiz ve biz de aslında her geçen gün demokrasiden, hukuk devletinden uzaklaştıkça kırılgan bir ülke oluyoruz. Umarım Türkiye bunun, bu kırılganlığın ne kadar zararlı olduğuyla yüzleşir ve tekrar ayakları üzerinde duran, çoğulcu, demokratik hukuk devleti vasfına – ki geçmişte de çok sorunlar vardı ama ana hatlarıyla bakış buydu – döner. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.