Ruşen Çakır yorumladı: CHP oyun bozmaya devam ediyor

“CHP oyun bozmaya devam ediyor” başlıklı yayında Ruşen Çakır, Ortadoğu’da çıkan savaş üzerinden Devlet Bahçeli’nin CHP’ye çağrısını ve CHP’nin bunlara karşı nasıl cevap verdiğini yorumladı.

Bir süredir özellikle İsrail’in İran’a saldırısıyla birlikte Türkiye’nin buna, bu savaşa ne derece hazır olup olmadığını sorguladığını belirten Ruşen Çakır, “İktidar ortaklarının dile getirdiği iç cepheyi tahkim meselesini gündeme getiriyorum. Bence yanlış bir yaklaşım değil iç cepheyi tahkim meselesi. Fakat burada kimin ne rol oynaması gerektiği konusu tartışmalı. Aslında tartışacak bir şey yok. Eğer böyle bir tahkim meselesi varsa bunun sorumlusu öncelikle iktidardır” dedi.

“CHP oyun bozmaya devam ediyor”

Devlet Bahçeli’nin açıklamasını hatırlatan Çakır, “Açıklamasının bence en önemli meselesi CHP’ye ve diğer muhalefet partilerine ama esas olarak CHP’ye yaptığı çağrı. Ne demiş Bahçeli? ‘CHP ile diğer muhalefet partilerinin hamasetten uzak, yalan ve saptırmadan bağımsız, iftira ve asılsız isnatlardan ayrı siyaset takip etmeleri milli güvenliğimiz ve iç cephemiz açısından kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.’ Burada şunu görüyoruz, muhalefet ama esas olarak Cumhuriyet Halk Partisi iktidarın kafasındaki plana uygun hareket etmiyor. CHP oyun bozmaya devam ediyor” diye konuştu.

Ruşen Çakır şöyle devam etti:

“Kimilerine göre Erdoğan, CHP’yi tamamen karşısına alıp, DEM Parti’yi yanına alarak, kendini ömür boyu cumhurbaşkanı seçtirecek bir sürece girmek istiyor. Ve CHP yanında olmasa da olur. Bu o kadar kolay bir şey değil. Bunun birçok nedeni var. Öncelikle CHP’nin şu anda birçok kamuoyu yoklamasında birinci parti olarak gözükmesi, yüzde 30 ve üzeri oy oranına ulaşıyor olması. Zaten en son yerel seçimde çok büyük bir zafer elde etmişti. Ve 19 Mart’tan itibaren Erdoğan bu yaşadığı büyük hüsranı yargı eliyle telafi etmeye, CHP’yi ve CHP’li belediyeleri tabii ki başta Ekrem İmamoğlu’nu cezalandırmaya çalışıyor.”

Erdoğan bunu ne kadar sürdürecek?

Cumhur İttifakı’nın CHP’nin pes etmesini beklediklerini söyleyen Çakır, “Bunu umuyorlar. Baştan da bunu umdular, özellikle Erdoğan. Ama CHP pes etmedi. Tam tersine sonuna kadar gidiyor. CHP’den teslimiyet bayrağı işareti yok. Tabii ki 30 Haziran’da neler olacağını bilmiyoruz. 30 Haziran kurultay davası. Orada da belli ki siyasi iktidarın bir takım hesapları var. Ama daha önce de çok söyledim. Bu hesaplar da tıpkı 19 Mart’taki gibi tutmayabilir” dedi.

CHP kurultayının iptali davasında kararın çıkabileceğini ifade eden Çakır, “Her yaptığı yanına kâr kalmıyor iktidarın. 30 Haziran’la ilgili birtakım hesaplar olabilir, bunlar hayata geçirilebilir. Ama buradan istediği sonucu alıp almayacağı kesin değil. 19 Mart’taki gibi pekala burada atılacak bir adım yine CHP’ye doping etkisi yaratabilir” diye konuştu.

CHP’nin bölgedeki açıklamaları küçümsemediğini vurgulayan Çakır, şöyle devam etti:

“CHP’nin şu ana kadar yaptığı açıklamalarda bölgede yaşanan olayları küçümsediğini ben görmedim. Ya da CHP’nin bugüne kadar yaptığı açıklamalarda Bahçeli’nin özellikle altını çizdiği tam da bölgedeki altüst oluşlara cevaben yaptığı belli olan, çözüm sürecine aykırı da bir şey çok görmedim. Bir takım eleştirileri var, bir takım beklentileri var ama hiç de çok karşı değiller.”


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir 

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Bir süredir özellikle İsrail’in İran’a saldırısıyla birlikte Türkiye’nin bu savaşa ne derece hazır olup olmadığını sorguluyorum ve iktidar ortaklarının dile getirdiği iç cepheyi tahkim meselesini gündeme getiriyorum. Bence yanlış bir yaklaşım değil iç cepheyi tahkim meselesi, fakat burada kimin ne rol oynaması gerektiği konusu tartışmalı. Aslında tartışacak bir şey yok. Eğer böyle bir tahkim meselesi varsa bunun sorumlusu öncelikle iktidardır. Bunu tekrar söyleyeceğim, dünkü yayında da bunu ele almıştım.

Bugün bunu konuşmamın nedeni dün MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin yaptığı yine o uzun açıklamalardan birisi. Devlet Bahçeli İsrail’in saldırılarını, ABD’nin de buna dahil olmasını Türkiye için çok riskli olarak bir kere daha tarif ediyor. Türkiye için bir tür hayat memat meselesinden bahsediyor ve tekrar iç cepheyi tahkimden bahsediyor. Ama oraya gelmeden önce bir not düşmek lazım; bu açıklamasının bir yerinde Devlet Bahçeli adını vermeden Fatih Altaylı’nın tutuklanmasını da onaylıyor. Diyor ki: “Hiç kimse dokunulmaz değildir. Tarihi misallerle bugüne gönderme yapanların tehdit dozajı, hazmedilemez konuşmaları tarafı olanların Türkiye’nin yolgeçen hanı olmadığını idrak etmeleri lazımdır.”

Daha öncesinde de var, şöyle diyor: ‘‘Sözde gazetecilerin, bazı yarım aydınların ve safralaşmış uzmanların Türkiye’nin bir hukuk devleti olduğunu unutmaması tavsiye ve temennimdir.’’ Türkiye maalesef hukuk devleti değil. Dolayısıyla bu gazetecilerin ve diğer aydınların, Bahçeli ‘‘yarım aydın’’ diyor, başlarına adliyede bir şey gelmesinin nedeni Türkiye’nin hukuk devleti olması değil; tam tersine olmamasıdır.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Neyse, bunu bir kenara koyalım esas konumuza gelelim. Bugün galiba Devlet Bahçeli aylar sonra ilk kez partisinin grup toplantısında konuşacak. Önceden bilseydim işlerimi ayarlamaya çalışır ve kendisini yerinde izlemek isterdim fakat son anda bunu duydum, artık yapacak bir şey yok, gitmem mümkün değil. Tabii ki uzaktan canlı olarak kendisini izleyeceğim ve muhtemelen yine bu konuyu esas olarak konuşacak.

Şimdi  bu genellikle öyle oluyor biliyorsunuz, uzun metinler çıkıyor Bahçeli’den, açıklamalar çıkıyor, aralarda bazı noktalar var bana göre ve en önemli sakladığı onlar. Bu dünkü açıklamasının da bence en önemli meselesi CHP’ye ve diğer muhalefet partilerine ama esas olarak CHP’ye yaptığı çağrı. Ne demiş Bahçeli: “Cumhuriyet Halk Partisi ile diğer muhalefet partilerinin hamasetten uzak, yalan ve saptırmadan bağımsız, iftira ve asılsız isnatlardan ayrı siyaset takip etmeleri milli güvenliğimiz ve iç cephemiz açısından kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.” Burada şunu görüyoruz; muhalefet ama esas olarak Cumhuriyet Halk Partisi iktidarın kafasındaki plana uygun hareket etmiyor. CHP rahatsızlık veriyor, birtakım oyunları bozuyor, hesapları bozuyor. Bir kere daha bunun ifadesi bu. Ne diyor: “Milli güvenliğimiz ve iç cephemiz açısından kaçınılmaz bir ihtiyaçtır.” Şunu kabul edelim; kimilerine göre Erdoğan CHP’yi tamamen karşısına alıp DEM Parti’yi yanına alarak kendini ömür boyu cumhurbaşkanı seçtirecek bir sürece girmek istiyor ve CHP yanında olmasa da olur. Fakat bu o kadar kolay bir şey değil. Bunun birçok nedeni var; öncelikle CHP’nin şu anda birçok kamuoyu yoklamasında birinci parti olarak gözükmesi, %30 ve üzeri oy oranına ulaşıyor olması. Zaten en son yerel seçimde çok büyük bir zafer elde etmişti ve 19 Mart’tan itibaren Erdoğan bu yaşadığı büyük hüsranı yargı eliyle telafi etmeye ve CHP’yi ve CHP’li belediyeleri, tabii ki başta Ekrem İmamoğlu’nu cezalandırmaya çalışıyor.

Bunu ne kadar sürdürecek, temel soru bu. Yeni dalgalar olacak mı, yeni operasyonlar olacak mı? İstanbul’da başka ilçe belediye başkanlarının — tabii ki CHP’den — başlarına bir şey gelecek mi? İstanbul dışında başka şehirlere, yine CHP’li belediye başkanlarına uzanacak mı? Bu sorular hep gündemde ve burada Erdoğan’ın hesabı ve tabii ki Bahçeli de aynı şeyi düşünüyor olsa gerek, bir yerden sonra CHP’nin artık pes etmesini bekliyorlar, bunu umuyorlar. Baştan da bunu umdular, özellikle Erdoğan, ama CHP pes etmedi, tam tersine sonuna kadar gidiyor. Mitingler sürüyor, açıklamalar sert bir şekilde devam ediyor. Ekrem İmamoğlu bütün engellemelere rağmen, sosyal medyada, başka yerlerde engellemelere rağmen, ailesine yönelik birtakım yeni uygulamalara rağmen, avukatının tutuklanmasına rağmen dozunu düşürmüyor.

Yani CHP’den bir teslimiyet bayrağı işareti yok. Tabii ki 30 Haziran’da neler olacağını bilmiyoruz. 30 Haziran kurultay davası, orada da belli ki siyasi iktidarın birtakım hesapları var. Ama daha önce de çok söyledim, bu hesaplar da tıpkı 19 Mart’taki gibi tutmayabilir. 19 Mart’ta ne olmuştu? Ekrem İmamoğlu ve arkadaşlarını aldığı zaman Erdoğan, CHP’nin çok büyük bir şok altında kalacağını, Özgür Özel’in bunu yönetemeyeceğini, parti içerisindeki fraksiyonların ortaya çıkacağını, çok ciddi bir iktidar savaşı olacağını hesaplamıştı, ummuştu, bunu bekliyordu ama tam tersi bir sonuç oldu. Şimdi 30 Haziran’da, ben bunun daha ileriki bir tarihe atılacağını düşünüyorum ama tabii ki 30 Haziran’da da bir karar çıkabilir, mutlak butlan çıkabilir, parti Kılıçdaroğlu’na verilebilir. Bütün bunların hepsi ihtimal dahilinde.

Yani bakın, Türkiye’de Fatih Altaylı’nın tutuklandığı bir ülkeyiz biz artık. Ekrem İmamoğlu’nun, tamam, Ekrem İmamoğlu Erdoğan’ın en büyük rakibi, anlıyoruz ama Fatih Altaylı’yı bile tutukladı Türkiye’de mahkemeler, sudan uyduruk gerekçelerle. Her şey olabilir. Ama şunu özellikle vurgulamak lazım: her yaptığı yanına kâr kalmıyor iktidarın. 30 Haziran’la ilgili birtakım hesaplar olabilir, bunlar hayata geçirilebilir; ama buradan istediği sonucu alıp almayacağı kesin değil. 19 Mart’taki gibi pekala burada atılacak bir adım yine CHP’ye doping etkisi yaratabilir. Tekrar Devlet Bahçeli’ye dönelim. Diyor ki: “Milli güvenliğimiz ve iç cephemiz açısından bizim istediğimiz gibi siyaset yapmaları gerekiyor.” Dar bir alanda… Ne olacak? CHP diyecek ki: “Ya işte savaş kapımıza kadar geliyor, biz iktidarla beraber hareket edelim, sokaklara falan çıkmayalım, sesimizi çıkarmayalım. Onlar ne derse… Tabii ki grup toplantılarında, şurada burada, televizyon yayınlarında eseriz, gürleriz, eyvallah ama bunu bir toplumsal muhalefet hareketi olarak yapmayalım. Çünkü savaş kapımızda.” Bunu demesini istiyorlar. CHP’nin şu ana kadar yaptığı açıklamalarda bölgede yaşanan olayları küçümseme ben görmedim ya da CHP’nin bugüne kadar yaptığı açıklamalarda Bahçeli’nin özellikle altını çizdiği, tam da bölgedeki altüst oluşlara cevaben yaptığı belli olan çözüm sürecine aykırı da bir şey çok görmedim. Birtakım eleştirileri var, birtakım beklentileri var ama hiç de çok karşı değiller. En son DEM Parti Eş Genel Başkanları Ekrem İmamoğlu’nu ziyaret etti nihayet ve Ekrem İmamoğlu da benzer bir şey söyledi. Ama orada ne söyledi: “Hukukun üstünlüğü olmadan Kürt sorunu çözülemez.” İşte aynı şekilde şu anda Türkiye’nin önündeki “milli güvenliğimiz ve iç cephemiz için kaçınılmaz ihtiyaçtır” dediği Bahçeli’nin, muhalefetin — nasıl söyleyeyim — bayrak indirmesi.

Hayır, Türkiye’nin gerçekten milli güvenlik ve iç cephesini güçlendirmesi için her şeyden önce hukukun üstünlüğü şart. Öncelikle bunu vurgulamak gerekiyor: Hukukun üstünlüğü şart. Bütün bu yapılan operasyonlar geçmişten bugüne, cezaevlerindeki siyasi tutuklular, şunlar bunlar; yani aydınlar var, sendikacılar var, avukatlar var, gazeteciler var ve bunların hepsi, hepsi bir farklı görüşte olmaları, farklı şeyler ifade etmeleri. Türkiye bunlarla birlikte Bahçeli’nin istediği gibi milli güvenliği ve iç cepheyi güçlendiremez. Milli güvenliği tehdit eden bir şey varsa, iç cepheyi tehdit eden bir şey varsa o da iktidarın…

Ki bakıyoruz kamuoyu yoklamalarında Cumhur İttifakı’nın oy oranı %40’lar civarında seyrediyor; azınlığa düşmüş olan bir iktidarın bu her şeyi kontrol etme, istemediğini cezalandırma, saf dışı bırakma yaklaşımından vazgeçmesi gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye bu kızışma ihtimali çok yüksek olan — umarım olmaz — savaşta çok daha fazla zarar görebilir. Her halükarda savaştan Türkiye zarar görüyor ve görecek, daha fazla zarar görebilir. Dolayısıyla olayın çözümü muhalefetin, özellikle CHP’nin siyaset yapma alanını daraltmak değil; siyasi alanı herkese genişletmek ve hukuku esas kılmak. Bu anlamıyla CHP oyun bozuyor. Bozduğu müddetçe de iktidar yeni operasyonlar, yeni tutuklamalar yapmak dışında bir şey geliştiremiyor. Eğer iş daha da ciddiye binerse ne olacak, açıkçası çok merak ediyorum.

Fakat Bahçeli’nin bu vurgusu önümüzdeki günlerde –ki bir ara ilk başlarda, 19 Mart sürecinde de birtakım şerhler düşmüştü — Erdoğan kadar bu sürecin, CHP’ye yönelik bu saldırı kampanyasının sürmesinden yana olmayabilir. Bunu bir not olarak düşeyim.

Peki bu yayını kime ithaf edeceğim? Evet, nihayet anneme, Nermin Çakır’a. Neden? Annem de, daha önce babama ithaf etmiştim biliyorsunuz, annem de CHP’liydi ama hiç unutmuyorum, Tansu Çiller başbakan olduğunda kadın başbakan olduğu için onun resmini çerçeveletip evin duvarına astığını da hatırlıyorum. Kızmıştım kendisine ama o bayağı gurur duyuyordu. Sonra tabii ki tüm Türkiye gibi o da çok büyük hayal kırıklığına uğradı. Annem çok erken yaşta öldü, yani şöyle erken yaşta öldü; 12 Eylül 1993, 58 yaşındaydı. Ben şimdi 63 yaşındayım. Hiç beklemezdim ama bunun da bir nedeni var. Kısa süre önce abimizi, en büyük oğlunu kaybetmişti. Onun acısıyla çok daha fazla yaşayamadı maalesef. Çok erken kaybettik. Kendisini çok özlüyorum ve anne sevgisi ve anne acısının ne olduğunu bilen birisi olarak kendisine tekrar rahmet diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.