Ruşen Çakır’ın konuğu TİP İstanbul Milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık. Ahmet Şık Fethullahçılığın geleceğini, 19 Mart sürecini, Kılıçdaroğlu dönemini ve CHP kurultay davasını değerlendirdi. Şık, siyasetteki güncel gelişmeleri yorumladı.
Ahmet Şık: “Biraz kaygılıyım”
Ahmet Şık, Türkiye’de seçimle iktidar değişimi döneminin kapandığını düşündüğünü belirterek şunları söyledi: “Ben Türkiye’de seçimle iktidar değişimi döneminin kapandığını düşünüyorum artık. Biraz kaygılıyım çünkü Ekrem Bey’in tutuklanması bize şunu söyledi: Erdoğan’ın dediği şu mealen: ‘Eğer ki seçimde rakibi ben seçersem o seçimi yaptırırım’ diyor.”
Şık sözlerine şöyle devam etti: “Örnek veriyorum, diyelim ki gerçekten adil olduğunu düşündüğümüz bir seçim oldu. Seçim yapıldı, Ekrem İmamoğlu yüzde 50 artı biri aldı ve Erdoğan’ı yendi. Şimdi mevcut iktidar rejiminin sahipleri kalkıp ‘Tamam, sen kazandın ama ben bu görevi sana vermiyorum’ derse, gerçekten ne yapacağız? Yani şeytanın avukatlığını yaparak karamsar tablolar üzerinden ABC planları yapmak gerekiyor.”
19 Mart sürecinden sonra CHP
Ahmet Şık videoda, “Özellikle 19 Mart’tan sonra hem kişisel olarak Özgür Özel hem de Cumhuriyet Halk Partisi kapasitesinin üstünde bir performans gösteriyor. Bunu hiç kimse reddedemez. Erdoğan’ı ya da rejimi korkutacak bir düzeye gelip gelmediği konusunda bence bir tartışmalı durum var” dedi.
Kemal Kılıçdaroğlu dönemini değerlendiren Şık, “Halkın sokağa çıkmasından gerçekten ürküyorlar. Daha önce çıkıyorlar mıydı? Çok nadirdi. Kemal Kılıçdaroğlu’nun CHP’si döneminde bu konuda çok yanlışlar yapıldı. Şunu da söyleyeyim; Özgür Özel, genel başkan olduğundan beri çeşitli yerlerde mitingler yaparak emekliler, gençler, ataması yapılmayan öğretmenler, işsizler gibi farklı hedef kitleler üzerinden sokağı hareketlendirmeye çalıştı. 19 Mart’tan sonra da gerçekten kapasitesinin üstünde bir performans gösterdi ve yurttaş da buna katıldı. Şimdi bakın, yurttaşın en çok önemsediği şey bu korku duvarını aşabilmek için bir kurumsal güvenceye sahip olmak. Burada da CHP’nin, bu kurumsal güvenceyi verebilecek bir pozisyonu var” dedi.
Fethullahçıların kendini fesh etmesi tartışması
Şık, Fethullahçılarla ilgili de konuştu. Gökhan Bacık’ın cemaatin kendini feshetmesi çağrısını ele alan Şık, bu tartışmanın anlamlı olmadığını söyledi. 15 Temmuz darbe kalkışmasının gerçek olduğunu vurgulayarak, “Genel kanaatin aksine tiyatro değil, gerçek kalkışmaydı ama karanlık noktaları var” dedi.
Şık, sadece Fethullahçıları fail göstermenin yanlış olduğunu belirterek başka faillerin de bulunduğunu kaydetti. Darbe kalkışmasını “Allah’ın lütfu” gören anlayışla hareket edildiğini savunan Şık, kriminal işe bulaşmamış binlerce kişinin cezaevine atıldığını söyledi. Bu kişilerin toplumdan dışlandığını, komşularının selam vermez hale geldiğini aktardı. “Cemaat kendini feshetti diyorlar ama hangi cemaat?” diye sorarak tek parçalı Fethullah cemaati olmadığını vurguladı.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili gazeteci Ahmet Şık’la beraberiz. Konuşacak çok şey var, ama 19 Mart sürecini ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni daha çok konuşalım istiyorum. Ahmet, merhaba.
Ahmet Şık: Merhaba, iyi yayınlar. Medyascope olmasa hiçbir yerde görünemeyeceğim, öyle bir problemimiz var.
Seninle yaptığımız tüm yayınlar bayağı olay yarattığı için bakalım bu sefer başımıza ne işler alacağız? Neyse.
Şık: Herkes öküz altına buzağı sokmakta çok mahir ama genel problem şu: Kimsenin hakikati duymak gibi bir derdi yok. Sadece sen ben söylüyoruz manasında bir ukalalık yapmıyorum ama bir toplumsal gerçek var, somut olgular var. Onun üzerinden pozisyon almaya dair bir şey söylüyorsun, herkes anlamak istediği gibi anlıyor, çarpıtıyor. Neyse, yapacak bir şey yok. Memleketin sorunu bu yani.
Neyse. Ahmet, sen pazar günü Çağlayan’daydın. Fatih Altaylı’nın tutuklanma sürecinde oradaydın. Bir avuç gazeteci vardı, değil mi? Çok fazla kişi yoktu.
Şık: Evet, evet. Çok, çok az, parmakla sayıyorduk.
Evet ve sen vardın. Fatih Altaylı’yı yıllardır tanıyorsun, biliyorsun. Siyasi olarak birçok konuda anlaşamadığınızı biliyorum. Ben de anlaşamıyordum tabii. Ama öncelikle şunu söylemek istiyorum: Fatih’in tutuklanmasının ardından birçok kişi birçok olayda olduğu gibi, geçmişe, bugüne yönelik, “Ama o da…” diye başlayan cümleler kurdu biliyorsun. Ne diyorsun?
Şık: Ergenekon zamandan beri dile getirdiğimiz bir tanım var. Bence çok da iyi tarif ediyor, ‘’amalı haç’’ diyorum ben bu bakış açısına. Çünkü temel hak ve özgürlükler ve insan hayatı gibi birtakım demokratik ve hukuk normları üzerinden pozisyon alan insanlar için mağdurun kimliği üzerinden bir tutum almayı çok yanlış buluyorum. Çok açık söyleyeyim, senin de dediğin gibi, Fatih Altaylı’yla herhangi bir arkadaşlık ilişkim yok, meslekî olarak bambaşka yerlerdeyiz. Türkiye’nin medyasında geçmişten bugüne yönetici pozisyonunda olmuş herkesin kirli olduğunu düşünen biriyim. Bir gazeteci olarak söylüyorum. Şu ana kadar bu kirlilikle yüzleşen bir tek kişi oldu; Umur Talu. Star’da yazdığı dönemde seri yazılar yazdı, hatalarından bahsetti, özür diledi. Dolayısıyla sırtındaki küfeyi attı ve umarım olmaz da, insanların başına bir şey geleceği bir durumda pozisyon almamalarını da engellemiş oldu. Bunu o kaygıyla yapmış değil; gerçekten vicdanlı ve dürüst birisi olduğu için yaptığını düşünüyorum. Dolayısıyla kirinizden arınmadıysanız bir dolu konu hakkında çok eleştiriye maruz kalabilirsiniz. Bu başka bir şey. Ama ben Çağlayan’a Fatih Altaylı için gitmedim ,çok açık söyleyeyim. Ben mesleğim adına oradaydım, çünkü Fatih Altaylı’nın yaptığı bir gazetecilik faaliyeti. Hepimizin savunması gereken düşünce ve ifade özgürlüğünü kullanmak ve bunu açıkça yapabilme özgürlüğünü yerine getirmesine dair bir saldırıya uğradı, ben onun için oradaydım. Bir de özellikle son Ergenekon sürecinden başlatarak söylüyorum, Türkiye’de yargının aldığı pozisyon ve birtakım kişilerin hedef alınması uygulamasında herhangi bir hukuk saikinden bahsedemeyiz. Orada olmanın bir görev olduğunu düşünüyordum, o yüzden gittim. Benim ‘’amalı haç’’ diye nitelediğim pozisyon alan arkadaşlarımla, eleştirilerini çok haklı bulmakla birlikte, şu anda bunların konuşulmaması gerektiğini düşünüyorum. Fatih Altaylı hapisten çıktıktan sonra, bir hukuki güvenceye kavuştuktan sonra, bence herkes açık açık eteğindeki taşı dökebilir. Umarım Fatih Altaylı da bu yazılan çizilenlerden ‘‘ıslah olur’’ ve hatalarına dair bir özeleştiri yapar. Sonuçta hapishane düşünsel anlamda ıslah edici bir yer olması gerekiyor. Umarım bunu gerçekleştirir.
Şu ana kadar yazıp çizdiklerinden, biliyorsun sürekli günlük de yapıyor, ben kendisiyle dün bir röportaj yaptım. Yazılı sorularıma çok hızlı ve çok çarpıcı cevaplar verdi, çok da ilgi uyandırdı. O zaman, başından itibaren Fatih’in dik durduğunu ve kendisinin aktardığına göre, ailesi başta olmak üzere yakın çevresinin çok dik durduğunu gördüm ve alttan alan, kendi özgürlüğüne kavuşmak için geri adım atan bir pozisyon görmedim, olacağını da sanmıyorum açıkçası. Fatih hem kendisi yazıyor hem de yaptığımız röportajda da söylediği bir husus var: Fatih’in etkili olmasından ve özellikle, hem 19 Mart sonrası durduğu yerden, hem de birazdan ayrıca konuşacağımız CHP meselesindeki Kemal Kılıçdaroğlu’na karşı tavrının da çok açık ve net olmasından dolayı olduğu söyleniyor. Öncelikle oradan başlayalım. Mesela şu anda her videosu YouTube’da en çok izlenen kişiydi. Hâlâ izleniyor biliyorsun, boş koltuk izleniyor. Böyle bir kişinin, 19 Mart gibi rıza üretme mecburiyeti olan bir iktidar operasyonunun alenen karşısında olması, herhalde bu tutuklamayı tek başına açıklamaya yeter sanki. Ne dersin?
Şık: Söylediğin bütün tespitlere katılıyorum. Fatih Altaylı’ya aslında daha önce de bir uyarıda bulunuldu hatırlıyorsan. Gözaltına alındı, son dakikada tutuklamaktan vazgeçtiler. O gün de tutuklayabilirlerdi. Çünkü dediğim gibi, orada bu konuya karar veren, karar veriyormuş gibi gözüken hâkim ve savcılar kendi vicdani ve kendi kişisel iradeleriyle bir karar vermiyorlar. Talimat neyse onu uyguluyorlar. O gün için bir tehditte bulunup gözdağı vermeye çalıştılar. Ama o günden sonra bile baktığında hiçbir geri adım atması olmadı. Ben yapacağını da düşünmüyorum. Sen de hapishaneyi bilirsin, ben de biliyorum, bir kere, herhangi bir suç olmadığına kani isen ki öyle, haklılıktan kaynaklanan bir güce sahip oluyorsun ve ben geri adım atacağını sanmıyorum. Ama burada dediğin çok doğru. Çünkü 19 Mart’tan önce başlayan, 19 Mart günü fiiliyata geçirilen bir sürecin içerisinde, kamusal etkisi olan herkes hedef haline getiriliyor. Sen de hedef haline getirildin. Akşam gazetesinin yaptığı bir habercilik demeyeyim de, bir çamur atma meselesinden hedef haline getirildin. Çünkü medyada etkisi olan, sözüne güvenilir, kamuoyunun objektif olduğunu düşündüğü kişilere, ‘’haddinizi bilin, yerinizi bilin, yoksa sizi de diğerlerinin yanına göndeririz’’ diye bir gözdağı vermeye çalışıyorlar. Bir de Fatih Altaylı sadece Türkiye içerisinde değil, bildiğim kadarıyla Avrupa’da en çok izlenen YouTube kanalının sahibi. Bu işlerden çok anlamıyorum ama tahmin ediyorum herhangi bir ulusal yayın kanalının anlık izlenme sayısından çok daha fazla izleyiciye sahip. Dolayısıyla kamusal etkisi geniş. Bu, CHP’ye dönük, tam da 19 Mart süreciyle birlikte yürüyen ve CHP’nin içerisindeki kliklerin, güç odaklarının birbiriyle mücadelesini öne çıkararak zayıflatmayı amaçlayan süreçte, kamuoyunun kimden nasıl hizalanacağına dair bir kaygıyla Fatih Altaylı’nın yorumlarını engellemek istediler. Bu, bu kadar açık. Burada aslında esas mevzu elbette Fatih Altaylı, sen, ben vesaire değiliz, gazeteciler değil. Toplamda, fotoğrafın büyüklüğüne bakarak bir plan, proje dâhilinde yürüyen bu kumpas sürecinde bir mayın temizliği yapıyorlar. Başka hiçbir şey değil yani.
Salı günü Ekrem İmamoğlu ve arkadaşların tutuklanmasının 100. Günü. CHP o gün Saraçhane’de gündüz ve akşam, akşamkini eylem diye tabir ettiği birtakım faaliyetler yapacak. Seninle bir 19 Mart bilançosu çıkartalım. Açıkçası senin hem bir partili kimliğin var, hem de bir de gazeteci ve kendi bağımsız kimliğin var. Şimdi ben Ahmet Şık’a soruyorum. Ahmet Şık istediği gibi değerlendirsin. İster partili, ister Ahmet Şık olarak. Yüzüncü gününe yaklaşan 19 Mart’ı nasıl okuyorsun?
Şık: Önce şu son şerh düştüğün konuyu bir açayım. Ne meclis kürsüsünde, ne seninle veya başka arkadaşlarla yaptığımız yayınlarda, samimiyetle söylüyorum, bir gazetecilik kimliğini aşan ya da yurttaş kaygısını aşan bir pozisyon takınıp konuşmuyorum. Yani evimin sofrasında ne konuşuyorsam, dışarıda da aynısını söylüyorum. Çünkü ben gerçekten hakikate inanan birisiyim ve durum neyse karınca kararınca değerlendirmeye çalışıyorum. Gözlem üzerinden yorum yapıyorum; bir şeyi değiştirmiyorum. Türkiye İşçi Partisi’nin milletvekili olmam da, CHP”ye ya da herhangi bir partiye veya kişiye, kuruma ilişkin söyleyeceklerimin önünde bir engel değil, onu söyleyeyim. Ya da söylemememe de neden olmuyor. Daha önce bir kere konuşmuştuk, Ekrem İmamoğlu’nun bir ön seçimle adaylığının kesinleşmesinin geldiği görülünce, operasyon öne çekildi, bu çok net. Ve burada tek kaygı var. Ben şunu çok açıklıkla söylüyorum, herhangi bir parti ayırt etmeden söylüyorum, Türkiye’de siyasetin sübvansiyonu belediyeler üzerinden sağlanır. Dolayısıyla yolsuzluk ve hukuksuzluk diye niteleyeceğimiz birtakım faaliyetlerin yapıldığına inanan birisiyim. İstisnasız her partinin bunu yaptığını düşünüyorum, özellikle kitle partilerinin. Bakın, çok suçlayıcı bir yerden söylemiyorum, diyelim ki İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nde yolsuzluk yapıldı. Bu operasyonlar da onun için yapıldı deniliyor ya. Hayır, bu bir yalan. Burada çok siyasi bir operasyon yürütülüyor. Herhangi bir yolsuzluğu soruşturma ya da onun faillerini yakalama gibi bir amaç güdülmüyor. Tek neden var burada. İlk seçimde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın karşısına çıkacak en büyük rakibi oyun dışına itmek amaçlanıyordu. Bunu da başardıklarını söyleyebilirim.
Biraz karamsar bir şey söyleyeceğim ama, çok büyük bir sürpriz olmazsa bu yargı düzeninin içerisinde Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adayı olarak karşımıza çıkmasını çok güç görüyorum. Bu da bize şunu söylüyor: Yine biraz karamsar bir şey söyleyeceğim: Ben Türkiye’de seçimle iktidar değişimi döneminin kapandığını düşünüyorum artık. Biraz kaygılıyım çünkü Ekrem Bey’in tutuklanması bize şu mesajı veriyor: Erdoğan’ın dediği şey mealen: ‘’Eğer seçimde rakibi ben seçersem, o seçimi yaptırırım.’’ Örnek veriyorum. Diyelim gerçekten adaletli olduğunu düşündüğümüz bir yarış oldu, seçim yapıldı. Ekrem Bey %50+1’i aldı ve Erdoğan’ı alt etti. Şimdi mevcut iktidar, rejimin sahipleri kalkıp, “Tamam sen kazandın, ama ben bu görevi sana vermiyorum” derse, gerçekten ne yapacağız? Şeytanın avukatlığını yaparak, karamsar tablolar üzerinden A, B, C planları yapmak gerekiyor, ki biz bu çok uç örneğin benzerini yaşadık. 7 Haziran 2015 seçiminden sonra Recep Tayyip Erdoğan CHP’ye hükümet kurma görevi vermedi ve o seçim birtakım alengirli yöntemlerle tekrarlandı, aradaki kanlı süreci de hatırlarsan ve tekrar iktidarını sağlama alarak bir seçim sonucu ortaya çıktı.
Bakın, ben gerçekten Türkiye’de seçimle iktidar değişimi döneminin kapandığını düşünüyorum çok net bir şekilde. Tam da burada nasıl pozisyon alacağımız çok önemli. Şimdi birtakım anketler çıkıyor. Doğrudur yanlıştır bilemeyeceğim ama, o anketleri referans alarak, ‘’bu iş oldu, bitti. Biz seçim olduğunda bu iktidarı değiştiriyoruz’’ kolaycılığına ve rahatlığına kapılmış bir kurumsal siyasi anlayış ve ona bağlı bir toplumsal muhalefet var. Yani bence burada daha güçlü bir ses çıkarmak ve A, B, C planları yapmak önemli. Bu sürecin parçalarından birini de biraz önce söyledim. 30 Haziran’da, yani önümüzdeki pazartesi günü CHP’nin son kurultayına, Özgür Özel’in genel başkanı seçildiği ve yönetimin değiştiği kurultaya dair açılan bir başka kumpas davasına tanık olacağız. Ama orada ne yapılacak ben açıkçası bilmiyorum. Koskoca bir partinin o referans alınan anketlere bakarak…
Ona gelmeden, biraz daha 19 Mart üzerinde konuşalım istiyorum. Mesela orada 19 Mart günü yaşanan ki seninle daha önce konuştuk ama sonra da şu beklendi biliyorsun: “Bu başlar ama sürdürülebilir mi?” denildi. Ama görüyoruz ki dün akşam Büyükçekmece’de yine bayağı bir kalabalık toplandı. Daha önce illerde de öyleydi. Mesela ben İzmir ve Düzce mitinglerini izledim. Bence her biri şehrin kapasitesi anlamında ayrı ayrı başarılı işlerdi. Başka yerleri de uzaktan gördük. Yozgat’ı gördük, Van’ı gördük. Bayburt’ta bile o yağmur altında yaptılar. Tabii ki bunlar sonuç alıcı şeyler değil, ama ben özellikle mitinglerde aşağıdaki insanlarla konuştuğum zaman, başka bir şeye tanık oldum. Yani CHP’nin kendisinden ziyade, tabanda korku falan kalmamış gibi. Tabii ki insanlar korkar çekinir, ama kaybedecek bir şeyleri olmadığı düşüncesinin çok baskın olduğunu gördüm. O hep söylenen ‘’CHP’nin sokak korkusu,’’ ‘’CHP’nin toplumsal muhalefette mesafeli duruşu’’ sözleri, sanki bu defterin kapandığını söylüyor. Ne dersin?
Şık: Özgür Özel’in hakkını yemeyeyim ve CHP’nin de. Özellikle 19 Mart’tan sonra hem kişisel olarak Özgür Özel hem de Cumhuriyet Halk Partisi, kapasitesinin üstünde bir performans gösteriyor. Bunu hiç kimse reddedemez. Ama sonuçta bunun Erdoğan’ı ya da rejimi korkutacak bir düzeye gelip gelmediği konusunda bence tartışmalı bir durum var. Şöyle örnek vereceğim. Ekrem Bey’in tutuklanmadan birkaç hafta önce ifade vermeye gittiği gün ben Çağlayan’daydım. Marmara Bölgesi’ndeki tüm teşkilatlar oraya çağrılmış. 14 tane Büyükşehir Belediye Başkanı var. Yakın illerden gelen olmuş vesaire ve İstanbul kale. Toplam on bin kişi civarında insan vardı Çağlayan’ın önünde ve ben bütün alanda insanlarla görüştüm, konuştum. Orada eksik olan çok önemli bir şey vardı. İnsanlar oradaydılar ama siyasallaştırılmış, siyasal bilinç kazandırılmış bir öfkeye sahip değillerdi. Herkeste, ‘’tamam, oldu bitti bu iş. Seçim olacak ve biz bunları devireceğiz ‘’rahatlığını gördüm. Biçimsel olarak böyle bir şey olabilir, buna inanabilirsiniz. Ama kiminle mücadele ettiğinize bakarak buna güvenmenin, sırtını dayamanın çok problemli olduğunu düşünüyorum ve bence orada iktidar o gün bir nabız ölçtü. On, on beş bin kişinin toplandığı bir alana bakıp, ‘’biz Ekrem İmamoğlu’nu tutuklarsak kaç kişi gelir?’’ üzerinden bir hesap yaptığını düşünüyorum iktidarın. Onların hesabı yirmi, yirmi beş bin kişi civarındaydı. İsimlerini bilmiyoruz ama burada da tekrar genel olarak grubu analım. Gençlerin sahaya çıkışı, özellikle İstanbul Üniversitesi’nin önündeki o polis barikatının yıkılması, bir korku duvarını da yıktı ve kimsenin hesaplayamadığı bir sürece döndü. Biz birtakım programlar üzerinden kaç kişinin toplandığına dair veriler elde edebiliyoruz, yani tahmini bir sayı söylüyor bilgisayar programları. Saraçhane’nin en kalabalık olduğu gün yaklaşık 250, 300 bin kişi vardı. Bakın, 250, 300 bin kişi iktidara geri adım attırdı. Bir anda operasyonlarda hedeflenen ve planlanan şeyden geriye düştüler. Mesela İBB’ye kesinlikle kayyum atanacaktı. Bundan vazgeçtiler. Bunun yolunu açmak için, Resul Emrah Şahan’a yaptıkları gibi Ekrem İmamoğlu’nu bir terör soruşturmasının içerisine dâhil ederek, bunu yapacaklardı, ondan vazgeçtiler. Çünkü toplumsal tepki şu an iktidarın en korktuğu şey. Türkiye’de mevcut rejimin hukuksuzluklarına, kanunsuzluklarına, bu çete düzenine karşı itiraz edebilecek ya da kontrol sağlayabilecek, denge kurabilecek tek güç var, bir halk hareketi. Yani halkın sokağa çıkmasından gerçekten ürküyorlar. Daha önce çıkıyorlar mıydı? Çok nadirdi. Evet, Kemal Kılıçdaroğlu CHP’si döneminde buna dair çok yanlışlar yapıldı. Özgür Özel genel başkan olduğundan beri çeşitli yerlerde mitingler yaparak, emekliler özelinde, gençler, ataması yapılmayan öğretmenler, işsizler vesaire, çeşitli hedef kitleler üzerinden sokağı hareketlendirmeye çalıştı. 19 Mart’tan sonra da gerçekten performansının çok üstünde bir tutum aldı ve yurttaş da buna katıldı.
Yurttaşın en önemsediği şey, bu korku duvarını aşmak için bir kurumsal güvenceye sahip olmak. Sonuçta burada CHP’nin bu kurumsal güvenceyi verebilecek bir pozisyonu var. Neden? Çünkü Kürt siyasetçi arkadaşlarımız gibi ‘’terörist bölücü’’ diye adlandırılmıyorlar ya da başka bir şey olmuyor. Bir devletin kurucu partisi, kriminalleştirmek çok zor vesaire. İnsanlar güven içerisinde oraya gelebiliyor. Dolayısıyla CHP’nin arkasında hizalanmak daha kolay yurttaş için. Şimdi burada yapmamız gereken en önemli şey de sokağı harekette tutmanın yollarını, yöntemlerini bulmaya çalışmak. Şimdi iktidar geri adım attı, ama araya giren bayram tatili, uzatılması gibi birtakım hesaplar yaptılar, sokağın nabzının düşeceğini düşündüler ve haklı çıktılar. Frene basmışlarken, sokağın nabzı düşünce tekrar kaldıkları yerden gaza basmaya başladılar; ardı ardına operasyonlar geldi. Çok samimiyetle söylüyorum, burada yapacağımız tek şey, herkesin ama herkesin ve senin de tespit ettiğin şeyin çok karşılık bulduğunu düşünmüyorum. İnsanlarda bir öfke var, ama yitireceğini göze alarak, bu hukuksuzluğa itiraz eden, kafa çıkaran herkesin yanında durmayı bir yurttaşlık görevi olarak saymak. Dolayısıyla yapılacak her hak arama eylemine on binlerce insanın katılması gerekiyor. Şimdi Avukat Mehmet Pehlivan tutuklandı. Bakın savunmaya dönük bir saldırı var. Selçuk Kozağaçlı 10 yıldır içeride, diğer avukat arkadaşlarımızla birlikte. Zaten Türkiye’de savunma makamını temsil eden avukatlar çok uzun süredir hedef.
İstanbul Barosu dünyanın en büyük barolarından birisi. Aktif avukat sayısı 70 bin civarında. Barolar Birliği’nin çağrısıyla bütün şehirlerden baro başkanlarının katılımıyla bir basın açıklaması yapılmaya çalışılıyor, toplasan 500 kişi ya var ya yok. Niceliğe çok takılmış değilim, ama 70 bin avukatın olduğu bir şehirde, doğrudan mesleğinize yönelik bir saldırı karşısında bu kadar az insanın buna ses çıkarıyor olmasının ciddi problemli olduğunu düşünüyorum ve insanlar senin dediğin gibi yitireceklerini göze almış durumda mı, çok emin değilim. Siz bir meslek örgütünü bile örgütleyememişken, kalkıp da bu düzene itirazı olan yurttaşları ses çıkarmak için, size omuzdaşlık etmek için yanınıza çağırdığınızda, bence bir paradoks ortaya çıkıyor. Bunu bir görmek lazım. Ama bunda tabii ki bir dolu eleştiri yapılabilir. Kurumsal siyasetin öncü rol oynayamaması, insanlara güven verememesi gibi birçok şey söylenebilir, ama artık bunu çok aşan bir rejimle karşı karşıyayız. Dolayısıyla küçücük çocukların bile faşizm diye tarif ettiği bir rejimle, çok affedersiniz ama sosyal medyada retweet yaparak, iki cümle yorum yazarak mücadele etmek bizi doğru bir noktaya taşımıyor. Önce bundan vazgeçmek gerekiyor.
Bütün bu sürecin başlangıcı, bu yaşadığımız çete düzeninin en önemli milatlarından biri, elbette ki 7 Haziran 2015 seçimi sonrasında yaşananlar. Ama arkasından 2017’deki referandumda 2,5 milyonu aşkın mühürsüz oyun kabul edilmesine itiraz olmaması diye düşünüyorum. Orada iktidarın aldığı pozisyona bakarak o dönemin CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu haklı bir kaygıya kapıldı. ‘’Bunlar katliam yapar ‘’söylemlerine çok inandı. Olabilir, yapabilirlerdi. Ama çok basit bir soru soracağım sana. İktidar bu kadar da güç devşirmemişken, eğer biz bütün yurttaşlar o gece sokağa çıksaydık, buna itiraz etseydik? Diyelim katliam yaptılar, sadece şu soruyu sorsun insanlar kendilerine: O gece yapılan katliamda öleceklerin toplamından daha fazla insan, aradan geçen 8 yılda zaten öldü; çeşitli hukuksuzluklarla, adına iş kazası denilen cinayetlerle, katliamlarla, depremde alınması gereken önlemlerin alınmaması ya da denetleme mekanizmasının işlevini yerine getirmemesi nedeniyle. Bir dolu şey sayabiliriz. Yani şunu söylemeye çalışıyorum, doğru zamanda doğru tepkiyi verebilmek. 19 Mart’tan itibaren doğru bir tepki verildi, çünkü CHP doğru bir teşhis yaptı, ‘’bu, memleket meselesi’’ dedi. Herkesin böyle bakması lazım. Ama burada da CHP’ye dostane bir eleştiride bulunayım. Oraya toplanan kitleyi ve devamında gelen, hâlen sürdürülen eylemleri, bir parti mitingi havasından çıkarmak gerektiği kanısındayım. Çünkü teşhis doğru, memleket meselesi. Tamam da, o memleket meselesinin içerisinde kesişim kümesine giren birçok farklı inançtan, ideolojiden insanlar var. Onların kaygılarını gözeten bir yerde, bu anketleri referans alarak mevzu bir parti mitingi yapma havasından kurtarılırsa, etkisinin ve gücünün biraz daha artacağını düşünüyorum. Maalesef böyle bir tutum almış durumdalar.
19 Mart’la ilgili son bir şey sormak istiyorum. Aslında tam olarak soru da değil. Erdoğan başlarda Özgür Özel’e sert hitap edip, şimdi belli bir aşamada kibarca hitap edip, ‘’Özgür Efendi’’den ‘’Sayın Özel’’e çekerek, bir şekilde Ekrem İmamoğlu’nu satmasını telkin etmeye çalıştı.
Şık: Çünkü bu soruşturma sürecinde şüpheli olarak gözaltına alınıp tutuklananlar üzerinden de aynı taktik uygulanıyor. Bu kadar gizli tanık ya da itirafçının ortaya çıkmasının başka nedeni yok.
Evet, zaten sonra onun adını da söyledi. “Sen Cumhuriyet Halk Partisi’nin Genel Başkanı olarak belli bir yerde durarak etkin pişmanlıktan yararlan.” O aslında çok kritik bir şey. Kimsenin günahını almak istemem, ama CHP’de birilerinin, “Bu kadar da şey yapmasak. Biraz frene bassak. Buradan bir şey çıkmayacak. Ekrem Başkanı çıkartmamız da mümkün değil” gibi bir şeylere girdiklerini de açıkçası biliyorum. Bu aslında çok kritik bir karardı Özgür Özel’in…
Şık: Araya gireceğim. Partide öyle birisi varsa, Özgür Özel’in, hem bir kaygılı yurttaş olarak hem Ekrem İmamoğlu’nun ve diğer arkadaşların yol arkadaşı olarak hem de Türkiye’nin demokrasi ve hukuk mücadelesini veren bir siyasetçi olarak, o kişileri partiden uzaklaştırması gerektiğini düşünüyorum. Çok açık söylüyorum. Çünkü onlarla yol yürünmez. Erdoğan’ın en azından birtakım kişilerde etkisi olduğunu görüyoruz ve bu doğru tutum değil, yani baştan beri söylediğimizi söylüyoruz. Eğer yitireceklerimizi göze alamazsak biz bu döngüyü kıramayız. Bu döngüyü kıramazsak, Türkiye’nin, toplasan yaklaşık 150 yıla yayılan demokrasi mücadelesinin, demokratikleşme mücadelesinin tarihine çok kara bir sayfa olarak geçeceğimiz çok bambaşka bir dönem başlar, bundan daha ağırını yaşarız.
Peki, gelelim Pazartesi gününe. Ne bekliyorsun? Kimilerine göre ki bence de olabilir, sanki 30 Haziran’da karar vermeyip, CHP’ye biraz daha çile çektirmek. Çünkü 30 Haziran’ı beklerken karşılıklı bir yıpratma, hep birlikte yıpranan bir CHP görüyoruz. Tabii en çok yıpranan Kılıçdaroğlu. Ama Kılıçdaroğlu’nun yıpranması bir yerden sonra Türkiye için çok da önemli bir şey değil. Ancak CHP’nin durumunu, 19 Mart’a karşı direnişini çok ciddi bir şekilde olumsuz etkiliyor. Şimdi bir beklenti, davanın ertelenmesi. Tıpkı Ekrem İmamoğlu’nun İstinaftaki davası gibi. Bir türlü bitmedi, Demokles’in Kılıcı gibi tepesinde tutuluyor. Bir diğer ihtimal, mahkemenin CHP yönetimi lehine karar vermesi ki bu çok inandırıcı değil ve çok az bir ihtimal. Bir mutlak butlan kararı, mutlak butlan kararının ardından bir de tedbir kararı alırsa, istinaf, temyiz gibi süreçleri beklemeden, partinin, doğrudan Kılıçdaroğlu’na ya da bir kayyuma teslimi gibi bir şey var. Sence bunlardan hangisi olabilir?
Şık: Hepsi olabilir, ama CHP’nin lehine olacak seçeneği bir kenarda tutarak söylüyorum. Karamsar örneklerin ya da seçeneklerin her birini uygulayabilirler. Ben burada, hukukla bağı kalmamış bir yargıdan, iktidarın emir eri olmayı, kurşun askeri olmayı, tetikçisi olmayı kabul etmiş bir yargıdan çıkacak kararların ne olacağına dair yorum yapmayı gerçekten çok doğru bulmuyorum. Çok hayırhah bir sonuç çıkacağını düşünmüyorum. Ama burada başka bir soruyu sormamız lazım. Bence karar ne olacaksa olsun, 30 Haziran günü, CHP’nin ve Türkiye’de hukuk ve demokrasi normlarının egemen olmasını isteyen yurttaşların ne yapacağını ben daha çok merak ediyorum. Ben Ahmet Şık olarak, bu ülkenin geleceğine dair kaygı duyan bir yurttaş olarak arkadaşlarımla dayanışmak için 30 Haziran günü Adliyenin önünde olacağım. Ama ben CHP’yi yöneten biri olsaydım, çok açık söyleyeyim, mesafe üzerinden söylüyorum Ağrı’daki ya da Diyarbakır’daki insanları getirmek biraz zordur, fakat 500 km çaplı alandaki bütün il ve ilçe teşkilatlarını o Adliyenin önüne yığardım. Orada toplanacak birkaç yüz bin kişinin çıkaracağı sesten ürkecek ve bundan pozisyon alabilecek korkak bir yargı olduğu gerçeğini de gözden kaçırmayalım. En hukuksuz kararı alacak olsa bile, bunun hesabının sorulabileceğine ve o günün geleceğine dair o duyguyu, o korkuyu, o insanların içine yerleştirmemiz bir mecburiyet. Ya da bu olmasa bile, ‘’sen her türlü hukuksuzluğu yapıyorsun, ama bak buna direnen on binlerce yurttaşla bir aradayım’’ demek ve bu hukuksuz düzene, bu çete düzenine karşı balans ayarı kurabilecek en büyük ve en önemli güç olan halkın yan yana durduğunu gösterebilmek önemli. Ama burada da yurttaşların oraya gelmemesinin, kendilerinden ya da partilerden bağımsız olarak gelmemesinin nedenini, bu yargı tasarrufu üzerinden CHP içerisinde dönen tartışmalardan görüyoruz.
Bakın, kimsenin memleket ya da yurttaşın ‘menfaatini’ düşünen bir noktada pozisyon aldığına dair örnek veremiyor insanlar. Çok affedersiniz ama, kendisini de severim, kibarlığına çok da saygı duyduğum birisidir, fakat Kemal Kılıçdaroğlu’nun aldığı tutuma dair son birkaç gündür yazılanlara baktığımda, bu ihtirası nereye koyacağımı gerçekten anlayamıyorum. Yaşınız, adınız gibi kemale ermiş birisiniz. İyisiyle kötüsüyle bir kurultay olmuş, delegeler başka bir tercihte bulunmuş, bir değişim yapılması gerektiğine dair bir irade ortaya koymuş ve iktidar, arkasından yaşanan yerel seçimde yediği tokadın hırsıyla ve o referans alınan anketlerdeki sonuçlara bakarak, CHP’nin bölünmesi, parçalanması, zayıflatılması ya da en azından haysiyet cellâtlığıyla itibarının zedelenmesine dönük birtakım kumpaslar kurmaya karar vermiş ve siz bunun bir parçası olmayı kabul ediyorsunuz. Neden? O koltukta oturabilmek için. Nasıl oturacaksınız? Her şeyden önce meşru değil. Haysiyetli bir tutum değil. İnsanlar kişisel ihtirasları ve hırsları için, sadece Kemal Bey’in şahsına söylemiyorum, çevresinde öbeklenmiş kişilere de söylüyorum, bu kadar hukuksuzluğu, bu rejimin oyunlarının bir piyonu olmayı nasıl kabul ediyorlar gerçekten anlamıyorum. Bir yurttaş olarak anlamıyorum.
Bu dediğine bir şey söylemek istiyorum. Ben Kılıçdaroğlu konusuna çok girmek istemedim, biliyorsun. Ama sonunda bir iki kere mecburen konuştuk. En son bir hayâl kırıklığı olarak Kemal Kılıçdaroğlu başlığıyla bir yayın https://medyascope.tv/2025/06/25/bir-hayal-kirikligi-olarak-kemal-kilicdaroglu-video/ yaptım. O yayından bir bölümü almışlar. Çok ilginç bir şey anlatacağım şimdi. Takvim gazetesi bir video çekiyor, bir kadın bir sunum yapıyor. Sonra, önce Nevşin Mengü’den bir şey, sonra benden bir bölüm alıntılıyor ve bu arada bizi ‘’Haraçhane medyası’’ olarak tanımlıyor. Tamam, eyvallah. Benden aldığı alıntı şu: ‘’En tescilli CHP düşmanları birdenbire Bay Kemalci oldular’’ demişim. Takvim gazetesinin bu videoyu yapıyor olması başlı başına benim bu söylediğimin doğrulaması değil mi Allah için?
Şık: Tabii kesinlikle, bir de çarpıtarak.
Birdenbire Kemal Kılıçdaroğlu’nun taraftarı oldular. Sonra, hesapta CHP’li olan ve anladığım kadarıyla itirafçı vesaire olan, bu davalarda da, Ekrem İmamoğlu davasında da alakası olan birisi, adıyla çıkıyor ve kendisinin CHP’li, benim CHP ile ilişkisi olmayan bir adam olduğumu söylüyor ve bunu Takvim gazetesinde söylüyor. Ya da Kemal Kılıçdaroğlu TGRT’ye açıklama yapıyor.
Şık: Bu arada, TGRT, CHP’nin ambargo listesinde. Yani CHP’nin boykot listesinde, ‘’izlemeyin’’ diye anons edilen kanallardan biri.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Evet, CHP’nin boykot listesinde ve Kılıçdaroğlu orada açıklama yapıyor. Ya da adı lazım değil, Ankara’nın meşhur gazetecilerinden birisine haber yolluyor ve “Siz deneyimli gazetecisiniz. Böyle kurultay gördünüz mü?” diyor. Ben Kılıçdaroğlu’nun oyun planını, bugün, Gezi döneminde şurada burada, bana, sana, iktidarın hepimize trol saldırısı yapan birtakım ekran yüzlerinden öğreniyorum. Bu çok acayip bir şey değil mi? Yani şunu mu diyecek? “Öteki kanallar bana kapısını kapatıyor, ben bunlara gidiyorum” mu diyecek? Hakikaten anlam vermekte çok zorlanıyorum. Zaten geçenlerde de yayında söyledim, öyle isimler Kemal Kılıçdaroğlu’na destek veriyor ki insan ne diyeceğini şaşırıyor. Tam, “Bana arkadaşını söyle. Bana kiminle görüştüğünü söyle” olayı.
Şık: Halk TV‘nin kapısı bizlere kapalı ya, ambargoluyuz ya. Belki yeni yönetimle araları iyi olduğu için Kemal Bey de ambargo listesinde olabilir. Ama sonuçta partinin yıllarca genel başkanlığını yürütmüş, siyasette bir şekilde adını yazdırmış birisi. Bu soruların yanıtını, TGRT‘yi, A Haber’i bilmem neyi boş verin. Kendisi eğer’’ kapılar bana kapalı’’ diye düşünüyorsa, buyursunlar, Kemal Bey’i davet etsinler. Herkes eteğindeki taşı döksün. Hatta karşısına da Özgür Özel’i koysunlar. Aslında 30 Haziran’da bir kumpasın yansıması olan mahkemede yaşanacakları, konunun iki tarafı olarak asgari saygı çerçevesinde bir tartışsınlar ve biz de görelim. Sen de aynı şeyi söylüyorsun, anlamıyorum diyorsun ya, gerçekten bu siyasette hiçbir şey öğrenemediysem, şu 6 yılda şunu öğrendim ki genel olarak bu kitle partilerinin hiçbirinin tutumlarında bir memleket kaygısı ya da yurttaş menfaati diye bir şey söz konusu değil. Kişisel ihtiraslar hep daha ön planda. Toptancılık yaparak herkesi söylemiyorum, içlerinde tekil örnekler var ama genel tutum bu. Zaten yurttaşın herhangi bir hak arama mücadelesinde partililerin, partinin yanında durmamasının esas nedenlerinin biri de bu. Bir güven telkin edemiyorsunuz. Sizin bulunduğunuz makam, mevki ya da pozisyon üzerinden, neyi hedeflediğinize, neye dair bir pozisyon aldığınıza dair bir fikirleri var. Şimdi Kemal Kılıçdaroğlu’nun ve çevresindeki ekibin tutumu tam da bunun sağlamasını gösterdi bize. Böyle bir şey olabilir mi? Kemal Bey “Böyle bir şey olabilir mi?” der ya, ben de soruyorum, kendisine: ‘’Kemal Bey, böyle bir şey olabilir mi? Siz nasıl bu hukuksuzluk rejiminin mimarları ve sahipleriyle aynı pozisyonda yer alabilirsiniz?’’ Çok tuhaf, ismini söylemeyeyim ama kurultaya gitmemiş insan, savcılık sorgusunda kurultayın aleyhinde ifade veriyor. İnanamıyorum yani.
Peki, nasıl bir şey bekliyoruz?
Şık: Bu kadar menfaat peşinde koşmak ya da aynı Deniz Baykal örneğinde olduğu gibi, makamda ölmek istiyorlar. Böyle bir şey olabilir mi? Kardeşim, sen iyisiyle kötüsüyle bu ülkenin menfaati için, yurttaşların çıkarı için, Türkiye’de demokrasi, hukuk, barış, eşitlik mücadelesinde yürüttüğün, onun bir neferi olarak yaptığın işlerle adını bir yere yazdır. Ondan sonrası boş zaten. Çocuğunun karşısında kafanı öne eğiyor musun, eğmiyor musun? Benim bütün referans noktam bu. Ya da sevdiğin, sana güvenen insanların başını öne eğecek bir şey yapıyor musun, yapmıyor musun? Herkes bu soruyu sorsun kendine.
30 Haziran’da mahkeme var. Mahkemenin sonucu o gün açıklayacağını varsayarsak, tabii ki başka ihtimaller de var, 1 Temmuz’da Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasının 100. günü nedeniyle CHP Saraçhane’de olacak. Gündüz ve akşam da miting olacak. Ama eğer mutlak butlan kararı olup, bir de tedbiren Kılıçdaroğlu ya da bir kayyum olursa? Muhtemelen Kılıçdaroğlu olur herhalde. Çünkü kendisi de istediğine göre belli ki bir şey biliyor yani.
Şık: Kanunen de öyle oluyor. Tam emin değilim ama eski yönetime verecekler. Yani karar o şekilde çıkacak.
O zaman ne olacak, karşımızda iki CHP mi olacak? Grup toplantılarını kim yapacak? Özgür Özel, ‘’karar budur’’ deyip CHP Genel Başkanı sıfatını bırakıp sadece Manisa milletvekili mi olacak? İki CHP mi olacak? Hazine yardımı ne olacak? Hazine yardımını devlet saptadığı için, muhtemelen devletin tercih ettiği yere gidecek. Böyle çok acayip bir şey bekliyor sanki CHP’yi.
Şık: Tam da iktidarın kurduğu çoklu oyun planının CHP ile ilgili ayağı gerçekleşmiş olacak. Bu yargı süreci, bu kumpas süreci olmasaydı bile CHP içerisinde hep bir iktidar mücadelesi vardır. Eğer siyasette bir pozisyon elde etmek istiyorsanız, bu ‘’doğal’’ karşılanabilir. Hep bir klikler mücadelesi, güç mücadelesi vesaire vardı. Ama bu, onu çok aşan bir planın parçası olarak karşımızda. Son yerel seçimde CHP’nin kendisinin de tahminlerinin ötesinde oy almış, Türkiye’nin birinci partisi olmuş bir Cumhuriyet Halk Partisi var karşımızda. Bunun çeşitli nedenleri var. Sadece yönetim değişikliği, Özgür Özel’in ve arkadaşlarının performansı değil yani. İktisadi kriz karşısında giderek yoksulluğun pençesinde kıvranan, yoksullaşan halk, iktidara tercihini değiştirebileceğine dair bir uyarı yaptı. O günden beri CHP de bunun farkında; ‘’bu gelen emanet oyları kalıcı oy hâline getirebilir miyim?’’ derdinde. İktidar da bunu görüyor doğal olarak ve bu ülkedeki en sağlıklı, en doğru veriler zaten Saray’ın elinde, başka kimsede değil. Bizim, sadece buzdağının görünen yüzü üzerinden yorum yaptığımız bir dönem. Ama orada gerçek, somut veriler var. Burada da iktidar kendi açısından rasyonel bir şey yaptı. En büyük rakibini hem cumhurbaşkanı adayını, hem de partisini hedef alan bir kumpas süreci kurdu. Burada yapmak istediği şey, bu partilerin içerisindeki bu hastalığı tekrar en şiddetli biçimde nüksettirmeye çalışmak. İktidar mücadelesi. Yani dediğin olabilir, gerçekten CHP ikiye, üçe bölünebilir, içeride başka çatışmalar su yüzüne çıkabilir.
Burada yapılacak tek şey var. Mevcut yönetiminden bahsetmiyorum; onlar zaten kararı tanımayacağını söylüyor. Bu koltuklara tekrar talip olma ihtirası içerisinde kıvrananların, “Bu bir kumpastır. İyisiyle kötüsüyle demokratik ve hukuki bir kurultay yapılmıştır ve ben de burada çıkan sonuca saygı gösteriyorum. Sen ne benim partimi bölebilirsin ne beni itibarsızlaştırabilirsin ne de bu ülkenin geleceğiyle, bu yurttaşların haysiyetiyle oynamana izin vereceğim” diye tutum almaları gerekiyor. Ama ortaya çıkan tablo bize bunu göstermiyor. Çeşitli sıfatlarla televizyonda yorum yapanlar, Kemal Bey’in kulaklara üflediği şeyler, çevresindeki ekibin aldıkları tutum, gerçekten ne bu ülkenin ne de bu ülkenin yurttaşının menfaatine bir tutum. Ama bunu herkes görüyor. Yani gerçekten dikkatli olmak lazım. Biraz önce dediğim gibi, çocuğunun karşısında başını eğecek bir utancın içerisinde oluyor musun, olmuyor musun? En büyük referans noktamız bu. Bu arada yayının başında söyledim, Türkiye İşçi Partisi ve CHP’nin dışında kalan, gerçekten bu ülkenin geleceğinden kaygılı siyasi partiler, örgütler, yapılar o mitinglere destek verdi. 1 Temmuz’da Saraçhane’deki mitingde Türkiye İşçi Partisi yine orada olacak. Çünkü en az senin kadar biz de parti olarak kaygılıyız bu ülkenin geleceğine dair. Orada CHP’li olup olmamak, Ekrem İmamoğlu’nu sevip sevmemek, Fatih Altaylı’nın kusurlarını görüp görmemek üzerinden bir pozisyon almak gerekmiyor. Bu ülkenin, özellikle gençlerin, çocuklarımızın geleceğine dair nerede durduğumuzu göstermek ve o mücadelenin bir parçası olmak için herkesin o mitingde olması gerekiyor.
Ahmet, son olarak şunu sormak istiyorum. Gerçi sen çok girmek istemiyorsun biliyorum ama tamamen farklı bir konuda kısaca sorayım Malum, Gökhan Bacık Medyascope’ta bir çağrı yaptı ve Fethullahçı yapının kendisini feshetmesini istedi. Başkaları da buna katıldı ve bu, yurt dışındaki cemaatin lider kadrosunu bayağı kızdırdı, panikletti. Haftada ortalama bir iki tane benim aleyhime video yapıyorlar. Hatta onlardan birini de sana gönderdim, sen de gördün, bana karşı seni çıkartıyorlar.
Şık: Biz birbirimizi biliriz boşuna uğraşmasınlar.
Eyvallah. Bu tartışmayı anlamlı buluyor musun? Buradan bir şey çıkarmayı da içeren bir soru bu.
Şık: Gökhan Bacık’ın o yazdıklarına, söylediklerine baktım, okudum. Bir kere doğru bulmadığımı söylüyorum. Şu manada doğru bulmuyorum: Tamam, 15 Temmuz 2016’da Fethullahçıların ana faili olduğu bir darbe kalkışması yaşandı. Genel kanaatin aksine, bir tiyatro değil, gerçek bir kalkışmaydı. Ama bir dolu karanlık noktası var ve sadece failinin de Fethullahçılar olarak anılmasını da çok yanlış bulduğumu söyleyeyim; başka başka failleri de var o işim. Pozisyon değiştirenler, yer değiştirenler var. O yüzden bu kadar gri alanın içerisinde soru işareti var. O kalkışmayı ‘’Allah’ın lütfu’’ olarak gören bir anlayışla, Fethullahçıların sosyolojik tabanında yer alan herhangi bir kriminal işe bulaşmamış, yargının konusu olmaması gereken birtakım fiiller nedeniyle, bir dolu gariban, binlerce insan cezaevine atıldı. Bir kısmı yattı çıktı, hâlâ yatanlar var. Darbeye doğrudan karışan, insanların canını alan, Türkiye’nin rejimini bir darbeci kafasıyla değiştirmeye çalışan şüphelileri, sanıkları bir kenara bırakıyorum; onlar konuştuklarıma dahil değil. Ama kriminalleştirmememiz gereken, o bir dolu garibanın hakkı hukuku yenilenler ya da hapiste olanlar, kalmaya devam edenler var, bir de çıkanlar var. Onlar toplumdan aforoz edildiler; komşusu komşusuna selam veremez hâle geldi, büyük bir nefret öznesi hâline getirildiler. Cemaat kendini feshetti şudur budur… Yani diyorlar ki ‘’söylenen her şey doğruydu, biz de yattık çıktık. Bu, o insanları suçlu olma, nefret öznesi olma halinden kurtarmayacak.’’ Burada problemli bir bakış açısı var. Bu, tabanıyla ilgili bir şey. Ama ‘’cemaat kendini feshetsin.’’ Hangi cemaat? Hangi Fethullahçı? Ya da sana bana küfretmeye devam edenler mi? Fethullah Gülen’in ölümünden sonra ayyuka çıkan, parayı, mal varlığını bölüşmeye gasp etmeye çalışanlarla, iktidarı gasp etmeye çalışanlar arasındaki çatışmanın tarafları mı? Tek parçalı bir Fethullah Cemaati yok, bunu görelim.
Senin de benim de, bu yapının içerisinde inanç boyutuyla orada olanlarla bir derdimiz yok. Ama onun içerisindeki, senin ‘’sivil olmayan kanat’’ dediğin, benim ‘’kontrgerilla’’ dediğim yapıyla ilgili bir derdimiz var. Sana küfretmeye devam edenler de şu an Cemaatin içinde yönetimi elinde bulunduranlar. Onların kendini feshetmesini sağlayacak tek şey, çevresinde biriken insanların bu gerçeği görüp, cemaatin yaptığı hukuksuzlukları, haksızlıkları, mesela soruları nasıl çaldıkları, insanların hayatını nasıl kararttıkları, 15 Temmuz’daki rolü üzerinden ‘’bir durun bakalım, siz buradan gidin’’ desinler ya da ayrılıp yeni cemaatlerini kursunlar. Yani aynı Türkiye solu gibi. Türkiye’de tarikat ve cemaatler hep bölünerek çoğalıyor. Bunu yapmadığı müddetçe Fethullahçılar kendini feshetmiş etmemiş, bu sadece bizim aklımızda dalga geçmek olur. Çünkü bizim itiraz ettiğimiz o kriminal kanattakiler bir çete mensubudur kontrgerilla üyesidirler. Gerçekten âdil, bağımsız, tarafsız bir yargının karşısına çıkarak örgüt üyesi olmaktan ve fiillerinden dolayı yargılanmaları gerekir. Fakat bu yapılmıyor, hâlâ birtakım tevatürler uyduruluyor.
Geçenlerde Osman Şimşek’in yayınını izledim, orada Hulusi Akar’ı da içine katarak bir şeyler söyledi. Dedikleri doğrudur yanlıştır onu bilemem, ama birtakım iddialar dile getiriyorsunuz, o iddiaları dile getirirken özellikle 15 Temmuz üzerinde olanları dile getirirken, Fethullah Cemaati’nin birtakım mensuplarının ya da birtakım kurumlarının onun içerisinde yer aldığını artık kabul ediyorlar, ama ısrarla Fethullah Gülen’i bu hukuksuzluğun içerisinden sıyırmaya çalışıyorlar. Bakın çok net iddia ediyorum: Darbenin içinde olan olmayan, darbeye gelen güne kadar Fethullah Gülen Cemaati’nin yaptığı her türlü hukuksuzluk, Fethullah Gülen’in onayından geçerek, onun bilgisi dahilinde yapılmıştır zaten. Dolayısıyla ‘’15 Temmuz’dan Hoca Efendi’nin haberi yoktu, içerideki bir derin yapı onu kandırdı, bazıları kendi ikballeri için onu kandırarak böyle bir işe kalkıştılar. Biz o kadar karanlık ve kirli değiliz, biz temiziz’’ demeye çalışmak, aklımızla dalga geçmektir. Osman Şimşek’e buradan çağrı yapıyorum, umarım izler. Ben, Hulusi Akar’la ilgili iddia ettiği şeylerin birçoğuna inanıyorum. Hulusi Akar’ın, darbenin doğrudan planlaması içinde olduğuna değil, ama birtakım alengirli işlerin içerisinde olduğuna da inanan biriyim. Yanılıyorsan da özür dilerim kendisinden. Ama iddia ettiğiniz şeyin, gördüğünüz somut belgesini benim karşıma koyacaksınız. Üzerinde oynanmayan, sahihliğinden şüphe duymayacağımız, üretilmiş bir belgeden bahsetmiyorum. Herkes eteğindeki taşı döksün. Eğer siz gerçekten sadece hayır işleri yapan, yoksulun, ihtiyaç duyanın yanında olan bir iyilik hareketiyseniz, bu kadar bunun karşısında duran ve o iyilik hareketiymiş gibi göstermek için kriminal işler yapan insanları bir teşhir edin ve buradaki hala hapiste olan garibanı da kurtarın.
Hani klasik ‘’o iyi ama çevresi kötü’’ sözü vardır ya, ben, çok açık bir şekilde bunun doğru olmayacağına, Fethullah Gülen’in kötü ve çevresinin de kötü olduğuna inanıyorum. Gerçekten Türkiye’ye kötülük yapmış birisidir. Fethullah Gülen’in sizlerin içeri girmenizden haberi yok muydu yani?
Şık: Sadece biz değil, bir dolu insanın sanık haline getirilmesi, haysiyet cellatlığına maruz kalması… Şunu kimse unutmasın: Her kötülük, iyilik suretinde insanın karşısına çıkar zaten. Kötü, kötü yüzüyle çıkmaz ki. Dolayısıyla o maskenin ardında ne gizlendiğine bakmak gerek.
Şu anlamda söylemeye çalışıyorum: Fethullah Gülen’i bunlardan ayırarak ‘’Birtakım yanlışlar yapıldı ama yapılanlardan onun haberi yoktu, şöyle kandırdılar’’ denmesi bana hiçbir şekilde inandırıcı gelmiyor. Çünkü daha 1970’li yılların başından itibaren o şebekeyi bizzat, bilfiil inşa etmiş, o görevlendirmeleri yapmış birisinden bahsediyoruz. Tabii bu süreç içerisinde birileri onun aklını çelmiş olabilir ama mesela o konsepti o kurmuş. Yani şimdi devlet içerisinde ‘’Kara Kuvvetleri İmamı’’ ya da ‘’Jandarma İmamı’’ gibi bir uygulamayı Fethullah Gülen’den habersiz mi yaptılar? Hayır, tam tersine, bizzat kendisi atıyor. Dolayısıyla Fethullah Gülen’i herhangi bir şekilde aklamaya ya da sorumluluğunu azaltmaya yönelik şeyler bana hiç gerçekçi gelmiyor.
Şık: Evet. Geçen gün bir gazeteci arkadaşımla konuşuyordum. Son 3 ayın arşivini bir tarasın insanlar, hâlâ çeşitli kamu kurumlarında görev yapan, özellikle güvenlik, yargı bürokrasisi ve askeriyenin içerisindeki birtakım insanlar… Çünkü yargının bulunduğu siyasal pozisyon üzerinden yaptığına dair hep kuşkuyla bakıyorum ama, devletin tanımıyla söylüyorum, hâlâ ‘’FETÖ operasyonları’’ yapılıyor. En son, önceki gün alınan kişi çok çarpıcı. Şu an Milli Savunma Bakanı olan, bir önceki Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in emir subayı, FETÖ mensubu denilerek gözaltına alındı. Hani bitmişti Fethullah’ın tehlikeli olan cemaat üyelerinin aktif olma hali? Hani hepsini temizlemişlerdi? Böyle bir şey yok. Tabanı ayırarak söylüyorum: Eğer Türkiye’de devlet bürokrasisi içerisinde yerleşmiş, bu ülkede hukuksuzluk, haksızlık yapan, kendi kişisel ve grupsal ikballeri için pozisyon alan çete üyeleri temizlenecekse, buna her şeyden önce Adalet ve Kalkınma Partisi’nin içerisinden başlamak lazım. Aynı yola baş koymuşlardı, aynı menzile doğru gidiyorlardı. Bunlar hep ortada. Yani şöyle bir şey olabilir mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylediği tek doğru var burada. Tabii birçok söylemiş olabilir ama ‘’kandırıldım’’ dedi ya, buna gönülden inanıyorum. Neden biliyor musunuz? Bu kısmına bakıp da lafımı çarpıtacaklara hemen bir açıklama yapayım. Çünkü Erdoğan şuna inandı: ‘’İkimiz de aynı hedefe yürüyorduk, ikimiz de kendi kişi ve grupsal menfaatlerimiz için bütün rakipleri, düşmanları ortadan kaldırıyorduk, devleti birlikte yönetecektik ama herkes haddini bilecekti. ‘Ulan alçaklar! Beni kandırdınız’’ demeye getirdi. İşin bu kısmıyla doğru. Erdoğan’ın şaşkınlığı o yüzden.
Ama şu ortada: Fethullah Gülen Cemaati’nin kontrgerilla kanadı, o kriminal işleri yapanlar gerçekten illegal bir yapıdır ve hiçbir kontrgerilla örgütü, arkasına siyasi iktidarın ve devletin desteğini almadan hayatına devam edemez. İşte o siyasi iktidarın gücünü, o devlet gücünü onlara tanıyan kişinin adı da Recep Tayyip Erdoğan ve Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarıdır. Bu ülkede Fethullah Gülen Cemaati’nin hukuksuzluklarına dair bir soruşturma yapılacaksa, bunun bir numaralı sanığı Fethullah Gülen, ki şimdi öldü, iki numarası da Recep Tayyip Erdoğan olmalıdır. Bu çok açık. Siz AKP iktidarını, kabinelerini, milletvekillerini, birlikte yaptıkları o hukuksuzluk düzeninin içerisindeki kumpasları yargılarken, şeytanlaştırdığınız, bütün yükü omuzuna bıraktığınız Fethullahçıları tu kaka yapacaksınız, ‘’ben de kandırıldım’’ diyeceksiniz. ‘’Ne istedinizse verdim’’ demiş birinin ‘’kandırıldım’’ demesini, yani bir suç itirafını ‘’ne istedinizse verdim’’ diyerek, en azından yardım yataklık suçunu işlediğini itiraf etmiş kişiye, bu yargı kalkıp siyasi öz eleştiri diye değerlendirecek. Külahıma anlatın ya.
Geçenlerde, parti olarak öğrencilerin bir eylemine gidiyoruz, kalabalığız. Polislerin tutumuyla ilgili bir gerginlik oldu, bir arkadaşımız da tartıştı. Ben de araya girdim, polise ‘’bir sakin olun, tatsızlık çıkmasın’’ diyorum. Bana dönüp ‘’ Ama bana FETÖ’cü diyor’’ dedi. Ben de ‘’Daha komiğini söyleyeyim. Ben FETÖ’cü olmaktan 7,5 yıl hapis cezası aldım’’ dedim. Böyle bir yargı düzeni var. Olur olmaz ona buna ‘’FETÖ’cü, ocu bucu, bölücü terörist’’ denmesi zaten abes bir şey, ama böyle bir algı oluşturulmuş. Bütün kötülüklerin kaynağı FETÖ’dendi. Daha önce solculardı, Alevilerdi, PKK’ydi, Kürtlerdi şunlardı bunlardı. Sürekli devletin doğal düşmanları ya da hedef göstereceği kişiler, gruplar değişiyor. Şimdi yeni bir şeytan buldular, her şeyi FETÖ diye kodladıkları bir şey üzerinden açıklama gayretkeşliği var. Eğer FETÖ arıyorsanız, bir terör örgütü arıyorsanız, işte devleti yönetiyor. Çok samimiyetle söylüyorum.
Biliyorsun, itirafçılardan birisi bana da ‘kripto FETÖ’cü demişti. Zaman gazetesi yazarı, Vakıf yöneticisi Hüseyin bir şey. Şimdi unuttum soyadını, hatırlarım. Çünkü ben darbeden kısa bir süre sonra, itirafçılar üzerinden Fethullahçılığın anlaşılamayacağı ile ilgili bir yazı yazmıştım, onların da adını vermiştim.
Şık: Bir anekdot anlatacağım sana. 15 Temmuz kalkışmasından sonraki dava pratiğine baktığımızda, o kadar kötü bir yargılama pratiği ve o kadar kötü bir iktidar, kendi suçunu örtbas etme gayretkeşliği içerisindeki bir iktidar ve medyası var ki. Aslında kalkışma bir meydan muharebesine dönmeden öncesinde başlayan süreçte, çok kötü bir habercilik pratiği sergilediler. O kadar kıymetli bilgiyi öyle sansasyonel ve kötü bir biçimde sundular ki, Cemaat’in kriminal kanadının gerçek yüzünün ne olduğuna dair kafalarda kocaman bir soru işareti kaldı. Kalkışma oldu, bir dolu insan, ‘’yok şunu söyledi, yok bunu söyledi, itirafçı oldu, etkin pişmanlıktan faydalanmaya çalıştı’’ diye söylemler çıktı. Ciddiye alabileceğimiz bir tane ifade yok ortada. Bana bir tane örnek veremezsiniz. Ama ben bir kişiyi biliyorum; daha önce HSK Daire Başkanlığı yapmış olan İbrahim Okur. Fethullahçıların iktidar olduğu dönemde, kendisiyle de muarız olarak karşı karşıya geldiğim birisidir. Herkes otursun onun verdiği onlarca sayfa ifadeyi okusun. Hâkimin ‘’etkin pişmanlıktan mı faydalanmak istiyorsun?’’ sorusuna, ‘’hayır ben etkin pişmanlıktan faydalanmak istemiyorum, itirafçı değilim. Size olanı anlatacağım’’ deyip, sadece yargı mekanizması içerisinde dönen bütün dolapları ifadesine geçirdi. Onun için de zaten yıllarca hapis yattı. Onun dışında, askeriye içerisinden bir tek itirafçı çıkmadı. Fethullah Gülen’in iktidarın bu işin içerisindeki rolüne dair, bugüne kadar yapılanlara dair hiçbir şey olmadı. En önemli şüpheli olan kişi, MİT takibindeyken yurt dışına kaçmasına göz yumuldu. Zekeriya Öz’den bahsediyorum. Çünkü bu sürecin alengirli kısmına, hukuksuzluğuna dair gerçekten tarafsız, bağımsız bir yargı eliyle hakikati ortaya koymak ve gerçek failleri yargılamak üzerinden bir soruşturma pratiği yürümedi ki. Sadece bir devir olgu değil algı çağı; algı yönetmeye çalışıyorlar. Bu, her olayda söz konusu. Sen konuyu açmadın ama bu son Kürt hareketiyle yürüyen müzakere süreci de öyle. Çok kıymetli buluyorum.
Neyse konuyu dağıtmayalım.
Şık: Dağıtabiliriz. Neyse, şunu söylemeye çalışıyorum: Çok kıymetli buluyorum çünkü bu ülkeye barış gelecekse, zerre kadar umut varsa, istisnasız herkes onun yanında durmalı. Ama şu güne kadar gelen yerde hiçbir demokratikleşme hedefi sunulmamış bir pozisyondan, nasıl kalıcı barış çıkacak, ben gerçekten endişeliyim. Bu olayın taraflarının bunu açıklaması lazım.
Komisyon kurulduktan sonra, bu konuyla ilgili ayrı bir yayın yapacağız seninle. Bu arada biraz önce bahsettiğim Zaman gazetesi yazarının kim olduğunu Google’dan buldum. Hüseyin Gülerce.
Şık: Hüseyin Gülerce. İlk itirafçılardan.
Adını bile unutmuşuz. Ya iyice yaşlandık ya da hakikaten adının unutulması gerekiyor. Biliyorsun itirafçılar genellikle hep en keskinlerden çıkar.
Şık: Evet gerçekten çok tuhaf günlerden geçiyoruz. Çinlilerin bedduası sadece burası için geçerli herhalde. ‘’Tuhaf zamanlarda yaşayasın’’ demişler ya birine beddua etmek için. Hep biz mi yaşamak zorundayız? Ya da bizi bu kadar şaşırtacak pozisyon alanların kimler olduğuna bakınca, kocaman bir soru işareti görüyoruz. Sadece, Mecliste pozisyon değiştiren milletvekillerine baksınlar. Hulki Cevizoğlu mesela. Ya nasıl sokağa çıkabiliyor çok merak ediyorum. Ya da Mehmet Ali Çelebi orada nasıl durabiliyor? Örnekleri daha da çoğaltabiliriz. Mesela Mehmet Ali Çelebi’nin orada olmasını çok rasyonel buluyorum, çünkü kendisi bayağı ırkçı bir pozisyonda birisi. Kürt düşmanı olduğu için de iktidarın Kürt düşmanlığı politikalarının, kendisinin ideolojik olarak besleneceği bir yer olduğunu gördüğü için oraya geçti. Ama şimdi de Abdullah Öcalan’dan ‘’kurucu önder’’ diye bahseden bir iktidar pratiği ile karşı karşıyayız. Hadi bakalım Mehmet Ali Çelebi, ne yapacaksın?
En son söylediği bir şeyi gördüm de onu aktarmayayım artık, deli saçması şeyler. Ahmet hadi artık kapatalım dükkânı, çünkü her an her şey olabilir. Özellikle seninle yaptığımız yayınlarda her an her şey olabilir.
Şık: Evet ben bir de öfkem yükseldikçe daha tehlikeli konuşmaya başlıyorum.
Çok teşekkürler Ahmet.
Şık: Ben teşekkür ediyorum, iyi yayınlar.
Sağ ol. Türkiye İşçi Partisi İstanbul milletvekili, gazeteci Ahmet Şık’la, Fethullahçılığı, çözüm sürecini, ama en önemlisi 19 Mart süreci ve 30 Mart’taki CHP Kurultay davasını konuştuk. Kendisine çok teşekkürler, sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.