Ruşen Çakır, Türkiye İşçi Partisi (TİP) Milletvekili Ahmet Şık’ın Medyascope yayınında dile getirdiği “Türkiye’de seçimle iktidar değişimi dönemi kapandı” görüşünü tartışmaya açtı. Çakır, bu değerlendirmeye katıldığını ancak karamsarlığa teslim olunmaması gerektiğini söyledi, “İyimser değilim ama olması gerekenin bu olmadığını savunuyorum” dedi.
TİP Milletvekili ve gazeteci Ahmet Şık’ın “Ben artık Türkiye’de seçimle iktidar değişiminin mümkün olmadığını düşünüyorum” sözlerini hatırlatan Ruşen Çakır, bu yorumun muhalefet çevrelerinde son dönemde sıkça dile getirildiğini belirtti.
Yargı süreçleriyle muhalif adayların saf dışı bırakılma girişimlerinin, basın özgürlüğüne yönelik baskıların ve özellikle Ekrem İmamoğlu hakkında yürütülen soruşturmanın bu görüşü güçlendirdiğini aktardı. Çakır, bu tabloya rağmen seçimlere ve halkın iradesine olan inancını koruduğunu söyledi.
“19 Mart Erdoğan’ın seçimden vazgeçmediğini gösterdi”
Çakır, 19 Mart’ta yaşanan sürecin Erdoğan’ın hâlâ seçim denklemine önem verdiğini gösterdiğini ifade etti. İmamoğlu’nun ön seçimde öne çıkması sonrası başlatılan yargı hamlesine dikkat çeken Çakır, “Bu bile Erdoğan’ın seçimi tümden devre dışı bırakmadığını, fakat rakibini saf dışı bırakmaya çalıştığını gösteriyor” dedi. Bu bağlamda CHP’nin “mucizevi” olarak tanımladığı performansının iktidarı geri adım atmak zorunda bıraktığını savundu.
Çakır, “Eğer seçim sonuçları zaten tanınmayacaksa, o zaman biz gazetecilik yapmayalım, CHP kapansın, Halk TV kendine kilit vursun. Ama gerçek böyle değil. Sandık hâlâ önemli ve halk bu iradesine sahip çıkar” ifadelerini kullandı.
“Türkiye bu sınavı daha önce verdi”
Yayının sonunda İsmet İnönü’nün 1950 seçimlerindeki tutumuna değinen Ruşen Çakır, “En büyük galibiyetim yenilgimdir” sözüne atıfla, Türkiye’nin geçmişte demokratik geçişi başarabilmiş bir ülke olduğunu vurguladı. Çakır, “İsmet İnönü bütün yetkiler elindeyken seçimi yaptı ve kaybettiği halde Demokrat Parti’ye iktidarı devretti. Türkiye o geleneği tekrar hatırlamalı” dedi.
“Türkiye artık darbelerle değil, demokratik yollarla iktidar değişimi sağlayabilecek bir ülke olmalı” diyen Çakır, halkın çoğunluğu muhalefeti destekliyorsa, iktidarın bunu kabul etmek zorunda olduğunu belirtti.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Dün Türkiye İşçi Partisi İstanbul Milletvekili Ahmet Şık ile bir yayın yaptık. Ahmet’le her yayınımız olaylı olmuştur. Umarım dünkü o kadar ses çıkartmaz, yani olumsuz anlamda.
Çok izlenmesini umuyorum ama olumsuz anlamda ses çıkartmaz. Orada çok başlık konuştuk ama en çarpıcılarından birisi 19 Mart sürecini konuşurken Ahmet’in söyledikleriydi. Bu yayını da ondan dolayı yapıyorum. Bakalım Ahmet dün ne demiş: “Bu yargı düzeninin içerisinde Ekrem İmamoğlu’nun, yani çok büyük bir sürpriz olması. Biraz karamsar bir şey söyleyeceğim ama Cumhurbaşkanı adayı olarak karşımıza çıkmasını çok güç görüyorum. Yani bu da bize şunu söylüyor, biraz karamsar bir şey söyleyeceğim; ben Türkiye’de seçimle iktidar değişimi döneminin kapandığını düşünüyorum artık. Yani biraz kaygılıyım, çünkü Ekrem Bey’in tutuklanması bize şunu söyledi, Erdoğan’ın dediği şu mealen: ‘Eğer ki seçimde rakibi ben seçersem o seçimi yaptırırım’ diyor.” Evet, şimdi Ahmet’in bu görüşü yıllardır farklı kişiler tarafından, genellikle muhalefette olan kişiler tarafından dillendiriliyor. Bunun Türkiye’nin bir gerçeği olduğu iddia ediliyor. İktidar içerisinde de bunu düşünenler var, iktidar yanlıları içerisinde de.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Bunlar da işte o klasik bildiğimiz “Reis ne yapar ne eder iktidarda kalır” diyorlar; ama tabii ki “Türkiye’de seçime rağmen gitmez” ya da “Türkiye’de bundan böyle seçim de olmaz” diyenler de var biliyorsunuz. “Türkiye’de seçim devri kapandı” diyenler var. Bir de “Seçimle iktidar değişimi devri kapandı” diyenler var. Bunu demeleri için tabii ki birtakım elde veriler var. Türkiye’de düşünce, ifade, basın özgürlüğünün olmaması, hukuk devletinin kalmaması, herkesin çok kolay bir şekilde yargılanabilmesi, tutuklanabilmesi, ev hapsi gibi, adli kontrol gibi cezalara insanların sevinir hale gelmesi, bütün bunlar bir realite. Mesela en son Halk TV‘ye gelen 10 günlük ceza ve Halk TV‘nin lisansının iptali söz konusu. Zaten sahibi Cafer Mahiroğlu başka bir şekilde lisansın uzatılması başvurularına cevap gelmediğini söyledi. Mesela muhalif olduğu bilinen yayın organlarının tam anlamıyla susturulması ihtimali de var.
Bütün bunlar tabii ki Türkiye’nin bir realitesi, bugünün realitesi ama Türkiye’nin bir de tarihsel realitesi var. Türkiye’nin bu tarihsel realitesinde çok önemli şeyler var. Geçen Fatih Altaylı’nın tutuklanmasına yol açan videosundaki temel izlek şuydu: ‘‘Bu millet oyuna değer verir, oyuna sahip çıkar ve bu millet sandığı sever.’’ Bu Osmanlı’dan beri gelen bir şey. Türkiye’de tek parti döneminde bile seçimler oldu. Ondan sonra çok partili dönemde de oldu. Darbeler oldu, bu süreçlere müdahil olan darbeler oldu fakat ardından hızlı bir şekilde insanlar darbenin istemediği partilere oy verdiler. Mesela 27 Mayıs darbesinin ardından Demokrat Parti’nin devamı gibi olan Adalet Partisi güçlü çıktı. 12 Eylül darbesinin ardından 12 Eylülcülerin kurdurduğu Milliyetçi Demokrasi Partisi sonuncu olarak çıktı, Anavatan Partisi tek başına iktidara geldi. Ya da 28 Şubat’tan bir süre sonra insanlar Refah Partisi’nin bir anlamda devamı olan Adalet ve Kalkınma Partisi’ni tek başına iktidara getirdiler. Bunların hepsi Türkiye’de demokratik süreçlere, seçim süreçlerine müdahalelerin bir realite olduğunu fakat ilk fırsatta halkın tekrar bu seçme, kendisini yönetecekleri seçme özgürlüğüne hızlı bir şekilde sahip çıktıklarını gösteriyor. Şimdi son yaşanan 19 Mart olayına bakalım. 19 Mart olayında burada Erdoğan ne yaptı? Önümüzdeki Cumhurbaşkanlığı seçiminde, ne zaman olacağı belli değil, bir şekilde kendisinin yeniden aday olacağı da bekleniyor, olması da bekleniyor ve karşısındaki en güçlü aday da Ekrem İmamoğlu. Ve bir ön seçim kararı alındı ve Erdoğan daha baştan en büyük rakibini, en güçlü rakibini yargı yoluyla tasfiye etmeye çalıştı. Burada da 19 Mart’ta da Erdoğan’ın seçim olayını hala ciddiye aldığını gördük. Yani bir kere “Seçim Türkiye’de olmaz” diyenler biraz fazlasıyla abartıyor gibiler.
19 Mart bunun bir tekzibi. Ama bir diğer yandan da şunu gördük: 19 Mart’a gösterilen olağanüstü tepki, Cumhuriyet Halk Partisi’nin şaşırtıcı, mucizevi performansı Erdoğan’ı çok ciddi bir şekilde afallattı ve yapmayı düşündüğü birçok şeyi yapamaz hale getirdi. Kayyum atamaları Büyükşehir’e ve CHP’ye, en azından o aşamada yapamadı. Her ne kadar operasyonlar sürüyor olsa da Erdoğan 19 Mart’ta psikolojik üstünlüğü, inisiyatifi ele alabilmiş durumda değil. Durumu kurtarmaya çalışıyor, soruşturmayı yürütenler de bunu yapmaya çalışıyor. Şimdi bu haliyle bakıldığında tabii ki gündeme şu geliyor, Ahmet’in de dediği gibi; Ekrem İmamoğlu aday olamaz. Bunu söyleyen çok kişi var, buna inanan çok kişi var ama bu görünüşte çok imkansız görünse bile eğer bir şekilde devlete rağmen, ülkeyi yönetenlere rağmen bu ülkede demokrasi istiyorsak bizim bunu bir kabul, ön kabul olarak görmememiz lazım. Yani “Erdoğan ne yapıp ne edip Ekrem İmamoğlu’nun aday olmasını engeller” yerine, “Bir şekilde bu Türkiye’de Ekrem İmamoğlu aday olur” diyebilmek lazım. Sonuçta bugünden baktığımızda yarın ne olacağını hiçbirimiz bilmiyoruz. Hangisi daha güçlü? Burada böyle bir bahis oynamıyoruz, hani para yatırıyorsunuz ve sonra kazanıyorsunuz değil. Aslında bu konudaki görüşünüz sizin duruşunuzu da gösteriyor.
Eğer siz, “Zaten Ekrem İmamoğlu aday olamaz” derseniz o zaman bütün bunlara ne gerek var? Erdoğan’ın son dönemde yaptığı gibi… Ne yapıyor Özgür Özel’e? “Bırak Ekrem İmamoğlu’nu, sen gel CHP olarak bildiğin gibi takıl” diyor ama Özgür Özel buna riayet etmiyor. Dolayısıyla burada neyin gerçekleşeceğini tartışmaktan ziyade neyin olması gerektiğini konuşmak ve oradan yürümek gerekir. Bir diğer husus da şu: Diyelim ki seçim olmayacak ya da seçim olacak ama seçim sonuçlarını Erdoğan tanımayacak. Eskiden şu deniyordu: “Hile hurda olur” ama son dönemde CHP’nin sandıklarda gösterdiği performans nedeniyle bu pek söylenmez oldu. “Seçim sonuçlarını tanımayacak.” O zaman ne yapacağız? Eğer bunlar bir ülkenin verisi ise, seçimin olacağı bile belli değil, seçim olsa bile seçim sonuçlarını iktidarın kabul edeceği bile belli değil… O zaman hiçbir şeyle uğraşmayalım, ben gazeteciliği bırakayım, CHP’liler partiyi kapatsınlar, Halk TV kapısına kendisi kilit vursun vesaire.
Yani bu olaya baktığımız zaman buradaki tartışma, “Türkiye’de seçim olur mu, seçim sonuçlarını iktidar uygular mı?” tartışması bir yerde baştan kaybedilmiş bir tartışma demokrasi adına. Burada Ahmet diyor ki, ‘‘Ben kötümser bakıyorum.’’ Ben de iyimser bakıyorum, iyimser değil aslında olması gerekenle bakıyorum. Türkiye’de seçim olur, Türkiye’de normal şartlarda seçimi şu anda gördüğümüz kadarıyla daha yüksek olan, çoğunlukta olan muhalefet kazanır ve muhalefetin de en güçlü adayı Ekrem İmamoğlu, muhtemelen eğer karşısına Erdoğan çıkarsa onu yener diyorum. Bunlar tabii ki bir şey değil, hani ‘‘ben söyledim böyle olacak’’ iddiası değil ama bu duruşu koruyabilmek lazım. Ve ben hala şuna inanıyorum: Burada güveneceğiniz kişi siyasi iktidar değil; güveneceğiniz kişi halk, toplum, millet, artık ne derseniz. Son dönemde CHP de ‘‘milli irade’’ demeye başladı. Milli irade diye bir şey var ve milli irade kendisine sahip çıkar. Dolayısıyla bu türden baştan “Nasıl olsa Erdoğan seçim sonuçlarını dinlemez” demek… Ki 2019 İstanbul seçimlerinde de bu olmuştu ama sonra mecburen kabul etti.
O zaman da “Erdoğan İmamoğlu’nu yine kabul etmeseydi ne yapabilirdik?” diye sormadık. Bu sefer de Türkiye’de sandıktan kim çıkarsa o ülkeyi yönetecektir. Kolay olmayacak sandıktan çıkması, yönetmeye başladıktan sonra yönetmesi de kolay olmayacak belki ama Türkiye’de iktidarın, eğer millet istiyorsa değişmesi kaçınılmaz.
Bu yayını Türkiye’nin en, ne diyeyim, en önde gelen isim, Cumhuriyet tarihinin en önde gelen isimlerinden birisi olmasına rağmen değeri en az bilinenlerden birisine, İsmet İnönü’ye ithaf etmek istiyorum. Bunun neden olduğunu önce Profesör Mehmet Gürses’in kendisinden dinleyelim. Ki kendisiyle çözüm sürecini konuşmuştuk Mayıs ayında, geçenlerde yine konuştuk, Mayıs’ta İstanbul’daydı, stüdyoda konuştuk. Orada yayının sonunda söylediği sözlere bir bakalım, sonra devam edelim: ‘‘İsmet İnönü’nün devlet adamlığı, İsmet İnönü’ye atfedilen bir laf vardır ya hani: ‘En büyük kazanımım kaybımdır’ dediği. Seçimleri kaybetmiştir. Ben bunu bir araştırmacı, aynı zamanda bir Kürt olarak söylüyorum aslında. O şey de var. İsmet İnönü’nün Türkiye tarihinde çok gereken değeri almadığını düşünenlerdenim. Demokrasiye geçişi becerebilmiş ve demokrasiyi kurumsallaştırabilmiş bir devlet adamı gibi davranmıştır. Bunu aslında Devlet Bahçeli çok iyi yapıyor şu anda. Bütün her şeye rağmen buna ön ayak olması onun işareti. İktidarın kısa vadeli siyasi çıkarlar için ve bunu malzeme yapıp diğer muhalif grupları ezmek için gelgitler yaşaması bana göre en büyük…’’ Evet, İsmet İnönü gerçekten çok önemli bir şey yaptı. Bütün güç elindeyken, bütün güç elindeyken Türkiye’yi çok partili sisteme götürdü ve 1950 yılında Demokrat Parti iktidarı aldığı zaman da evet, “En büyük galibiyetim yenilgimdir” dedi. Seçimde yenildi ama buradan galip çıktığını söyledi çünkü Türkiye çok partili sisteme, tam demokrasi demek mümkün değil ama, çok partili sisteme İsmet İnönü sayesinde çıktı. Demokrat Parti’ye o iktidarı teslim etti ve 10 yıl boyunca Demokrat Parti ülkeyi yönetti. Ve ülkeyi yönettikten sonra, belli bir aşamadan sonra da İsmet İnönü’ye ve CHP’ye karşı devlet eliyle çok ciddi birtakım yaptırımlar da uyguladı ve o zaman da Demokrat Parti’nin iktidarı ne yapıp edip vermeyeceği gibi bir söylem muhalif çevrelerde baskın olmuş, o tarihlerde yaşayanlardan, anlatılardan öğreniyoruz. Ve sonra 27 Mayıs darbesiyle 1960’ta Demokrat Parti devri sona eriyor. Türkiye’nin artık darbelerle görecek işi yok. Türkiye artık her şeyi olabildiğince usulüne göre yapmak zorunda olan bir ülke ve eğer bu ülkede halkın çoğunluğu muhalefeti istiyorsa, iktidarın dışında bir adayı ya da partiyi destekliyorsa iktidarın burada yapacağı şey yıllar önce İsmet İnönü’nün yaptığı gibi olmalı. Tarihte çok yıllar önce Türkiye bunu yaşamış, bundan sonra haydi haydi bunu yaşayacaktır. Buna inanmamız, bunu savunmamız gerekiyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.