Ruşen Çakır, Suriye’de Geçici Devlet Başkanı Ahmed eş-Şara’nın ABD ve İsrail ile yakınlaşmasını değerlendirdi. Bu gelişmeler, Ortadoğu’daki güç dengelerinde yeni bir sayfa mı açıyor? Yoksa Suriye İsrail’in arka bahçesi mi oluyor?
Ruşen Çakır, İsrail-İran savaşındaki ateşkesin ardından gözlerin yeniden Suriye’ye çevrilmesi gerektiğini söyledi. Çakır’a göre sosyal medyada dolaşan ve Donald Trump, Binyamin Netanyahu, Suudi Arabistan Veliaht Prensi, Abdülfettah Sisi gibi isimlerle birlikte Ahmed eş-Şara’nın da yer aldığı bir ittifak görseli, bölgedeki yeni diplomatik dizaynın ipuçlarını veriyor. Uzun yıllar El-Kaide ile bağlantılı olarak anılan eş-Şara’nın böyle bir fotoğraf karesine dahil edilmesi, Çakır’ın yorumuyla “ABD ve İsrail’in yeni Suriye’yi sahiplendiği” anlamına geliyor.
Trump neden yaptırımları kaldırdı?
İsrailli gazeteci Barak Ravid’in Axios’ta yayımlanan kulis haberine dikkat çeken Çakır, ABD arabuluculuğunda Suriye ile İsrail arasında yeni bir stratejik işbirliği sürecinin başlatıldığını aktardı. Bu süreci destekleyen en somut adımın ise Trump yönetiminin Suriye’ye yönelik yaptırımları kaldırması olduğunu belirtti.
“ABD, yeni Suriye yönetimini satın almış gibi görünüyor” diyen Çakır, yaptırımların kaldırılmasıyla birlikte ekonomik bir canlanma ve olası yatırımların önünün açıldığını vurguladı.
Türkiye bu üçgende nerede duruyor?
Türkiye’nin, geçmişte Ahmed eş-Şara’ya en açık desteği veren ülkelerden biri olduğuna dikkat çeken Çakır, “Bu gelişmeler Türkiye’ye rağmen mi yaşanıyor, yoksa Türkiye de bu sürecin bir parçası mı?” sorusunu gündeme getirdi.
İran ve Türkiye’nin ittifak denklemine dahil edilmemesi de dikkat çeken bir başka unsur. Çakır, bu dışlanmışlığın Ankara’nın bölgesel rolünü yeniden düşünmesini gerektirdiğini belirtti.
Suriye İsrail’in arka bahçesi mi olacak?
Ahmed eş-Şara’nın geçmişte İsrail ve ABD karşıtı cihatçı çizgiden, bugün bu iki aktörle stratejik işbirliği kuran bir lidere dönüşmesini “radikal bir siyasi dönüşüm” olarak tanımlayan Çakır, bu sürecin sadece bir şahıs değişimi değil, küresel cihatçı söylemlerin yerini alan pragmatik bir dış politika tercihine işaret ettiğini savundu.
Çakır, Suriye’nin artık “İsrail’in çizdiği sınırlar içinde hareket eden bir devlet” olabileceği ihtimaliyle yorumunu sonlandırdı.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Ortadoğu’yu düne kadar çok konuşuyorduk ama İsrail-İran Savaşı’nda ateşkesle beraber unuttuk hemen, çok seviyoruz böyle şeyleri. Ama Ortadoğu’da çok şeyler değişiyor, daha da değişeceğe benziyor. Suriye ile ilgili bir şeyler söylemek istiyorum ama önce bir akışıyla söyleyeceğim. Önce sosyal medyada karşıma bir fotoğraf çıktı. Bu fotoğraf çok ilginç. Tel Aviv sokaklarındaki bir reklammış bu. ‘‘Abraham Birliği’’ işbirliği ya da birlikteliği diyelim. İbrahim anlaşmaları var meşhur, orada İsrail’le Körfez ülkelerini birleştirme çabası var ABD’nin ve bu konuda çalışan abrahamshield.org diye bir kurum, İsrail kurumu yani. ‘‘İbrahim Kalkanı’’ olarak çevrilebilir. Bu kurum da bunun propagandasını yapıyor, bunu pazarlamaya çalışıyor, bu fikri. Ve bir bakıyorsunuz bu yeni şeyde en ortada tabii ki Trump var. Etrafında, bir yanında Netanyahu, bir diğer yanında Veliaht Prens Suudi Arabistan’ın, Sisi var ve bölgenin diğer kralları, emirleri, hepsi var. Ve en solda Ahmed eş-Şara, Suriye’nin yeni geçici cumhurbaşkanı. Kim bu? Yakın zamana kadar El-Kaideci olarak terör listelerinde olan ama sonra birden iktidara gelen, Türkiye’nin iktidara gelmesinde önemli rol oynadığı ve artık takım elbise, kravatla dolaşan birisi. Şimdi böyle bir fotoğrafa eş-Şara’nın sokulmuş olması insanı birazcık şaşırtıyor. Diğerlerini anlıyoruz, çoğu otoriter, totaliter emirler, krallar şunlar bunlar ama eş-Şara, El-Kaide kökenli. IŞİD bağı da bir zamanlar olduğu söyleniyor. Bunun da temel şeyi, Usame bin Ladin’in temel argümanı ABD’ye ve İsrail’e karşı savaştı ve 11 Eylül’de doğrudan ABD’yi hedef almıştı. Ve eş-Şara… Önce diyorsunuz ki, ‘‘Bu İsrailli kurum abartıyor.’’ Ondan sonra karşıma bir İsrailli gazeteci Barak Ravid’in bir haberi çıktı. Barak Ravid gerçekten diplomasi konusunda çok hakim olan, İsrailli çok güvenilir bir isim ve bu haberinde, Axios‘ta çıkan haberinde bize İsrail’le Suriye arasında ABD’nin arabuluculuğunda bir stratejik iş birliğinin temellerinin atılmakta olduğunu söyledi. Üst düzey İsrail yetkililere dayanarak, birden fazla üst düzey İsrail yetkilisine dayanarak bunu söyledi. Bunun kolay olmayacağını, önce bir normalleşme, normalleşmenin henüz masada olmadığını fakat İsrail’in bunu istediğini, doğrudan ABD’nin işin içerisine dahil olmasını istediklerini söylüyor. Ve biliyorsunuz tarih boyunca, yakın tarih en azından, İsrail’in bölgedeki en önemli düşmanı diyelim ki İransa, ondan sonraki Suriye, hatta kimi durumda Suriye daha fazla öne çıktı. Doğrudan Suriye ile İsrail’in savaşmışlığı var zaten geçmişte ve Suriye’nin özellikle bir dönem Lübnan üzerinden, Hizbullah üzerinden İsrail’e saldırdığı da hep bilinen bir husus. Dolayısıyla İsrail-Suriye meselesi, çatışması bölgeye damga vurmuş bir olaydır. Zamanında Türkiye, AKP yönetimi komşularla sıfır sorun politikası izler ve bunda bayağı bir başarılı olurken, Türkiye ile Suriye kabineleri ortak toplantı yaparken, Beşar Esad ve eşi Türkiye’de ağırlanırken Erdoğan ve eşi Emine Erdoğan tarafından, Türkiye o zaman Suriye ile İsrail’in arasını bulmaya talip bile olmuştu ve “Bu kadarı fazla, bu kadarını yapamaz” denmişti. Ama Türkiye çalışmıştı. Sonra Türkiye değil İsrail’le Suriye’nin arasını bulmak, doğrudan Suriye ile kendisinin arası bozuldu. Şimdi önce bir resimde eş-Şara’yı görüyoruz. Ondan sonra bir haber, çok önemli bir gazetecinin, İsrailli gazetecinin, İsrail-Suriye yakınlaşması ihtimali üzerine çok dolu bir kulis haberini okuyoruz. Sonra bir bakıyoruz ki ABD Başkanı Trump Suriye’ye yaptırımları kaldırıyor. Zaten ilginç bir şey oldu, Barak Ravid sonra yazısını bunun üzerine inşa etti, yani Trump’ın yaptırımları kaldırması üzerine inşa etti ve fotoğraf olarak da Trump eş-Şara’yla el sıkışıyor ve Veliaht Prens de uzaktan onları izliyor. Bunun fotoğrafını kullandı. Şimdi ortada gayet anlaşılabilecek bir şey var: ABD yeni Suriye yönetimini satın almış. Şu ya da bu nedenle satın almış. Yeni Suriye yönetiminin en önemli sorunlarından birisi tabii ki ekonomi ve yaptırımlar, ABD’nin başını çektiği yaptırımlar. Bunlardan kurtulmak çok ciddi bir hayat öpücüğü ama yaptırımları kaldıran Trump’ın Suriye’ye yatırımlar da yapabileceğini pekala düşünebiliriz. Yani şu haliyle baktığımız zaman Trump, eş-Şara yönetimine destek veriyor, çok açık. Hiçbir şey koymadan, terör listesinden çıkartıyor, şu oluyor bu oluyor. Yani, “Ben size güvenmiyorum” değil, bir güven oluşmuş. Bir iddiaya göre bu güvenin temelleri çok daha eskiden atılmış. Yani eş-Şara daha Esad rejimine direnirken, savaşırken, onunla savaşırken kendisiyle Amerikalılar doğrudan temas kurmuşlar, onu bir anlamda kendilerine göre eğitmişler. Ve şimdi sonuçta İslamcı olarak bilinen, Alevilerin çok şikayetçi olduğu katliamlar, Alevilere yönelik katliamlar belgeleniyor biliyorsunuz. Bir diğer yandan Orta Asya başta olmak üzere değişik yerlerden gelen savaşçılar var, gönüllüler var. Onlar da sisteme entegre edilmiş. Böyle bir yapıyı Amerika Birleşik Devletleri sahipleniyor. Tabii ki ABD’nin bölgedeki temel önceliği İsrail, dolayısıyla bu sahiplenme aynı zamanda İsrail’in güvenliği konseptini muhakkak içeriyor. Zaten eş-Şara değişik şekillerde, değişik anlarda, gelişmelerde İsrail’le bir sorunlarının olmadığını sıklıkla dile getirdi. Birtakım görüşmelerin de olduğu iddia ediliyor. Şam yönetimi ile İsrail arasında birtakım dolaylı, kapalı, gizli görüşmelerin de olduğu iddia ediliyor ve şimdi anlaşıldığı kadarıyla bu yaptırımların kaldırılmasının ardından ABD-İsrail-Suriye üçgeninde birtakım gelişmelere tanık olacağız.
Peki o zaman Türkiye ne oluyor? O fotoğrafa tekrar bakalım. O fotoğrafta eksik olan iki önemli güç var, bölgesel güç var: birisi Türkiye, birisi İran. Eğer böyle bir birliktelik oluşturulacaksa, buna Suriye de dahil olacaksa, — Irak yok zaten, Irak’ı çok fazla kimse önemsemiyor. Irak’ta çünkü artık devletin kendi ayakları üzerinde durma kapasitesi bile çok sorunlu — böyle bir yerde Türkiye ne olacak? Türkiye biliyoruz ki bir yandan da eş-Şara yönetiminin en önde gelen sponsorlarından birisi. O zaman bu üçgene Türkiye de mi dahil olacak, yoksa Türkiye’ye rağmen mi bu olacak? Bunların hepsi önümüzdeki dönemde sıklıkla konuşacağımız bir husus. Ama şöyle bir şey çıkıyor ortaya, toparlayacak olursak; eş-Şara’nın öyküsüne baktığımız zaman o tek başına bir kişinin öyküsü değil, bir hareketin öyküsü, değişik İslamcı grupları koalisyonunun başındaki isim. Ve bu İslamcı, radikal İslamcı, cihatçı grupların en temel argümanları, tabii ki hedef aldıkları bir rejim var Suriye’de ya da Irak’ta ya da Afrika’nın başka yerlerinde, ama bir de küresel düşünen yapılar bunlar ve esas savaşlarını ABD’ye ve İsrail’e karşı yaptıklarını söylüyorlar. Şu ana kadar bu küresel cihatçı örgütlerin İsrail’i hedef alan herhangi bir saldırısına ben tanık olmadım. Bilen varsa bana söylesin: “Şurada şu İsrail binasına, şurada şu Yahudi vatandaşlara, şu ülkedeki Yahudi vatandaşlara saldırı” diye bir şey görmedik. Dünyanın dört bir yerinde, El-Kaide özellikle dört bir yerinde saldırı yaptı, İspanya’dan İngiltere’ye, Türkiye’ye kadar. Türkiye’de bir tek sinagog saldırısı var, evet, bir istisna o. Onun dışında çok da fazla İsrail’i rahatsız edecek bir şey yapmadılar. Sonuçta şu ya da bu şekilde geçmişte de birtakım kökleri olabilir ama önümüzdeki günlerde Suriye’nin İsrail’in çizdiği sınırlar içerisinde hareket edecek bir devlet olma ihtimalinin çok kuvvetli olduğunu söyleyerek noktayı koyayım.
İthafa gelince, Suriye’yi çok iyi bilen bir arkadaşım ama yıllar önce kaybettik kendisini. 1990’da çok erken yaşta, 41 yaşında hayatını kaybetti Jean-Pierre Thieck. Jean-Pierre hakkında ‘‘Gomaşinen’’de de anlattım, başka yerlerde de anlattım, benim hayatımda gerçekten iz bırakan bir isimdir. Fransız araştırmacısı, Osmanlı tarihi araştırmacısı, özellikle Suriye’de ve Lübnan’da çalıştı. Daha sonra Lübnan iç savaşı çok tırmanınca Türkiye’ye geldi. Türkçesi çok iyiydi ama anladığım kadarıyla Arapçası Türkçesinden kat kat iyiymiş. Jean-Pierre uzun bir süre İstanbul’da yaşadı ve bir yerden sonra Le Monde gazetesinin Türkiye temsilcisi oldu. Biz de kendisiyle o zaman tanıştık ve arkadaş olduk. Ben en son onun hastalığı, AIDS’ten öldü Jean-Pierre, sırasında Paris’te onun evinde kaldım. O büyük bir kısmını hastanede tedaviyle geçiriyordu ama sonra maalesef hayatını çok erken kaybetti. AIDS’ten ölen ilk kuşaklardan birisidir, benim de tanıdığım ilk isimdir. Gerçekten çok değişik birisiydi, çok espritüeldi, analitik yönü çok güçlü birisiydi ve hayat dolu birisiydi. Onun Suriye üzerine anlattıkları, Lübnan üzerine anlattıkları hep dönem dönem aklıma gelir. Jean-Pierre yaşasaydı şimdiki Suriye’yi onunla, onun o güzel Türkçesiyle, bu halimizle Medyascope‘ta keşke tartışabilseydik ama maalesef olamadı. Kendisine tekrar rahmet diliyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.