Ruşen Çakır, konuğu Hatem Ete ile birlikte PanoramaTR’nin Haziran 2025 kamuoyu araştırmasını değerlendirdi. Türkiye’de siyasetin giderek daha kutuplaşmış bir hal aldığını ve bu süreçte kararsız seçmen oranının hızla düştüğünü söyleyen Ete, “Siyasallaşma bu kadar yükselince kararsız seçmen kısmen CHP’ye, kısmen AK Parti’ye yöneldi” dedi.
31 Mart yerel seçimlerinden bu yana seçmenin yaklaşık yüzde 70’inin CHP ve AK Parti etrafında kümelendiğini belirten Hatem Ete, Türkiye’nin fiilen iki partili bir düzene doğru evrildiğini söyledi. “Birinci sırada birincilik için yarışan iki tane büyük parti var. CHP birinci oluyor ama bazı aylarda AK Parti de birinci oldu. Önemli olan, ikinci düzeydeki partilerle bu partiler arasındaki farkın beş kata çıkmış olması” dedi.
Bu durumun istikrar üretmediğini vurgulayan Ete’ye göre ne Cumhur İttifakı ne de CHP, yanlarına başka partileri almadıkça tek başına iktidar kuramıyor. Ete, “İki büyük parti var ama iktidar için yeterli çoğunluğu sağlayamıyorlar. Bu da siyasette bir tıkanmaya yol açıyor” ifadelerini kullandı.
Kararsızlar kutuplaşmada saf tutuyor
Kararsız seçmenlerin azaldığını belirten Ete, bu hareketliliğin güvenlik ve beka tartışmaları gibi siyasal gelişmelere bağlı olduğunu vurguladı, “19 Mart’tan Temmuz’a kadar 10 puana yakın bir azalma oldu. Nisan ayında çok hızlı bir düşüş gözlemledik. İsrail-İran çatışmasında da kararsızların bir kısmı AK Parti’ye yöneldi” dedi.
Seçmenin siyasal gündem sertleştikçe taraf tutma eğilimine girdiğini söyleyen Ete, “Bu kavga varsa o kavgada taraf tutma için, o cephede savaşan iki partiye yöneldiği bir denkleme oluştu” diye konuştu.
Çözüm sürecine destek artıyor ama temkinli
Çözüm sürecine destek konusunda önemli bir yükseliş gözlemlediklerini belirten Hatem Ete, “Bu ay sürece destek yüzde 60’ı buldu. Türkiye için iyi olur diyenlerin oranı yüzde 70’lerde” dedi.
Ancak PKK’nın silah bırakacağına inananların oranı hâlâ daha düşük. “Bırakmaz diyenler bırakır diyenlerden fazla” diyen Ete, Süleymaniye’de yapılacağı söylenen silah bırakma etkinliğine ilişkin görüntülerin kamuoyuna sunulması halinde bu kanaatin değişebileceğini belirtti. “Güvensizlik meselesinde bir iyileşme olduğunda seçmen kanaatini değiştiriyor” dedi.
PanoramaTR’nin son araştırması, seçmenin istikrar arayışının güçlü ama karmaşık bir yapıda sürdüğünü gösteriyor. Kararsızların azalması, kutuplaşmanın etkisini artırırken; CHP ve AK Parti’nin yükselen oy oranları, iktidar denkleminde kalıcı çözümler için yeni ittifaklara olan ihtiyacı da ortaya koyuyor.
Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal
Merhaba, iyi günler. PANORAMATR’nin Haziran 2025 araştırmasını, her ay olduğu gibi yine direktörü Hatem Ete ile konuşuyoruz. Hatem, merhaba.
Hatem Ete: Merhaba.
Her ay yapınca böyle milim milim bazı değişiklikler oluyor, ama birtakım eğilimler de iyice netleşiyor sanki. Burada benim dikkatimi çeken iki husus var ki siz de öyle belirtmişsiniz. Sırayla gidelim istersen. Birincisi, kararsızların oranının bayağı azalması. Bu, 19 Mart etkisi değil mi?
Ete: Evet, doğrudan etkili. Yani 19 Mart’tan Temmuz’a kadar, kararsızların oranında 10 puana yakın bir azalma oldu. İlk olarak nisan ayında çok hızlı bir düşüş gözlemledik. Mayıs ve haziran ayındaki ölçümlerde de kendisini tekrarladı bu. Siyasallaşma bu kadar yükselince, kararsız seçmen kısmen CHP’ye, kısmen AK Parti’ye kaydı. Aslında diğer partilere yönelik çok büyük bir yönelme yok. Ama birinci sırada CHP, ikinci sırada da AK Parti’ye yöneldi seçmen. Bu son ayda yeni bir şey gözlemledik. Onu da biraz sonra zaten kendi başlığında konuşuruz. Bu İsrail-İran arasındaki çatışma da yine bir kısım kararsız seçmenin de AK Parti’ye yönelmesine yol açmış görünüyor.
O zaman yine klasik güvenlik kaygısı, beka kaygısı. Peki, öteden beri var olan, ki demin sen de diğer partilere pek yönelme olmadığını söyledin, Türkiye, ikili parti sistemine doğru gidiyor. Zaten böyle bir şey vardı ama şimdi çok daha net gözüküyor. Başa baş giden iki parti var ve sizin bulgularınıza göre oy oranları %30 civarında, yan yana. Kimi zaman o öne geçiyor, kimi zaman diğeri. Ama yanılmıyorsam burada onlardan sonra en yakın parti DEM Parti. Oy oranı %6,4. MHP ise %5. Yani iki partinin başını çektiği çok bariz bir olay var. Bununla ilgili başka bir soru soracağım, ama önce ikili parti sistemini bir tanımlar mısın?
Ete: Aslında bunu seninle çok konuştuk. Özellikle 31 Mart seçimlerinin oluşturduğu bir siyasal parti skalamız var artık. Bir buçuk yıla yakın bir süredir de bu kendisini teyit ederek, her ay yeniden tahkim oluyor. Bu skalada birinci sırada, birincilik için yarışan iki tane büyük parti var. Bir yüzdeye vurursak, çoğunlukla CHP birinci oluyor, ama bazı aylarda AK Parti’nin de birinci olduğu oldu. Fakat birincilik için kıran kırana bir yarışın olduğu bir üst skala var. Burada önemli olan, ikinci düzeydeki, o ikinci skaladaki partilerle, birinci skaladaki partiler arasındaki farkın neredeyse 5 katına çıkmış olması. Yani ikinci sırada evet, MHP ile DEM Parti var. Onların da sıralaması 31 Mart’tan bugüne kadar hiç değişmedi. DEM Parti genellikle MHP’nin 1, 2 puan üzerinde, ama ikincilik skalasında yine bu iki parti yer alıyor. Bir diğeri, oy oranları %3’ü geçmeyen, zaman zaman Zafer Partisi %3’ü geçti, zaman zaman Yeniden Refah Partisi %3’ü geçti, ama büyük çoğunlukla bu partilerin de %3’ün alt sınırında yer aldığı üçüncü skala. Dolayısıyla en son skalayla ikinci skala arasında da iki kat fark var. Bu perspektiften baktığımızda, aslında seçmenin yaklaşık %70’i, hatta kararsızları da dağıttığımız zaman, %70’ten fazlası, ilk iki partide toplanıyor doğal olarak.
Bu siyasal tartışmaların yoğunlaşması, kutuplaşmanın sertleşmesi, seçmenin, ekonomi dışında ciddi siyasal gündemlerle de muhatap olmaya başlaması… Mesela 19 Mart böyle bir denklemdi. CHP’deki kayyum tartışmaları böyle bir başlıktı. Geçen ay, seçmeni doğrudan etkilediğini gözlemlediğimiz İsrail ile İran arasında ABD’nin de katıldığı çatışma hâli, doğrudan böyle bir gündemdi. Bunlar da meydana geldiğinde, kararsızlarda duran seçmen de yine birinci partilere yöneldiği için, yani kendisini güvende hissettiği ya da bir kavga varsa o kavgada taraf tutmak için o cephede savaşan iki partiye yöneldiği bir denklem oluştuğunda, birinci partilerle ikinci partiler arasındaki fark daha da açılıyor. Dolayısıyla başta dediğin şey çok doğru. 31 Mart’tan bu yana, neredeyse seçmenin %70 civarındaki bir bölümünün, AK Parti ve CHP’de kümelendiği, zaman zaman azalıp artsa bile kendilerinden sonra yer alan diğer partilerle aralarındaki farkın, 4 kat, 5 kat, zaman zaman 6 kata çıktığı bir siyasi parti düzeni oturmuş gözüküyor.
Sorumu buraya sakladım. Tamam, %30 civarında iki parti var. Diyelim ki kararsızları da dağıttın, %35 civarında.
Ete: Evet.
Ama bu partilerin hiçbirisi çoğunluğu bulamıyor. Üstelik yanlarına birden fazla parti almaları hâlinde bile bulamıyorlar. Yani şu anda sizin yaptığınız araştırmaya baktığımız zaman, Cumhur İttifakı kararsızlar dağıtılmadan %35 civarında. Diyelim ki kararsızlar dağıtıldı. En iyimser %40, 41 gibi bir şey. Bu çoğunluk yetmiyor. Buraya illa ki takviye lazım. Aynı şekilde Cumhuriyet Halk Partisi’nin de muhalefette gözüken, Cumhur İttifakı dışında gözüken birden fazla partiyi yanına alabilmesi gibi zor bir iş var. Yani şu hâliyle baktığımız zaman iki parti sistemi var ama diğer partiler de var olduğu için, benim gözlemime göre bu partilerin hiçbirisi iktidara kolaylıkla ulaşamıyor. Ne cumhurbaşkanlığı için %50+1 oya ne de meclis çoğunluğu için. Yani böyle garip bir durum var. Ve orada da şöyle bir şey geliyor; tabii bu bir temenni gibi değil de, normal şartlarda Türkiye’de istikrar için bu iki partinin birbirine yanaşması sanki daha kolay. Çünkü her biri, en azından ikişer üçer parti almak zorunda. Böyle bir tıkanıklık var. Yani iki partili sistem olması Türkiye’nin istikrara yaklaştığı anlamına gelmiyor. Diyelim ki CHP ile AKP, bir zamanlar olduğu gibi, ANAP ve Doğru Yol aynı oranlardaydı, aradan Refah sıyrıldı, böyle %20’lerde olsa, üçüncü, dördüncü, beşinci partiler olsa, o zaman böyle bir koalisyon, ittifak hikâyeleri daha gerçekçi olabilir. Şu hâliyle baktığımız zaman kim kiminle nasıl anlamlı bir ittifak yapabilir ki?
Ete: Aslında biz son 10 yılın siyasal gelişmelerinin şekillendirdiği bir denklemi konuşuyoruz. Yani en son 2015 seçimlerinde, özellikle Kasım seçimlerinde, AK Parti yine %50 oy oranına kavuştu ve parlamenter sistemle girdiğimiz son seçimdi o. O parlamenter sistem çerçevesinde girilen seçimlerde, AK Parti %50 ile toplumun yarısının oyunu alarak iktidar sorununu çözdü. Fakat bana sorarsan, 2015’ten 2025 yılına gelinceye kadarki bu son 10 yılın en önemli iki hikâyesi var. Birinci hikâyesi AK Parti’nin siyasal hegemonyasında gözlemlediğimiz zayıflama. Yani AK Parti’nin toplumla, seçmenle ilişkilerinde hegemonik unsurunu, niteliğini kaybetmesi ve o nedenle de o günden bu yana girdiğimiz seçimlerde kademeli olarak aşama aşama, ama istikrarlı bir şekilde oy kaybetmeye devam etmiş olması. Yani 2018 seçimlerinde 40 küsurlara düştü, 2023 seçimlerinde 34 küsurlara düştü. Şimdi 2023 seçimlerine göre yine 14 Mayıs’tan 3, 4 puan daha aşağıda bir yerde durmaya devam ediyor. Yani burada değişen en önemli dinamik, AK Parti’nin, 2002 seçimlerinden başlayarak, ama asıl 2007 seçimlerinden itibaren seçmen üzerinde kurmuş olduğu o çoğunluk hegemonyasını 2015 seçimlerinden bu yana aşama aşama kaybetmiş olması. Bu, siyasette, özellikle seçmen-siyaset ilişkisinde ve bu siyasi partilerin konumlanmasında çok ciddi bir boşluk üretmiş vaziyette. 2018 seçimlerinden sonra da zaten bu boşluğa hitap etmek üzere bir sürü parti kuruldu.
2023 seçimlerinden sonra da yine senin bahsettiğin bu herhangi bir partinin çoğunluğu kazanamamasından duyulan umutla, kurulan partiler görmeye devam ediyoruz, ama hiçbirisi o şeyi oturtamadı. Bence 2024 seçimlerinden sonra, bilakis bu 2015-2024 arasındaki fetrette biraz durulma var. O durulmayı sağlayan da aslında CHP’nin, bu sefer AK Parti’nin boşalttığı alanı, merkezde bir büyük boşluk doldurma işlevini üstlenmeye başlaması, yani bir nevi AK Parti’ye yetişmesi. Çünkü hatırlarsan AK Parti’nin %50’ye eriştiği bütün o denklemlerde, CHP’yi biz %20’lerde ölçüyorduk. Gerçek seçimlerde de CHP %21, 25 civarlarında oy alan bir parti hâlindeydi. Başkanlık sistemi sonrasında, sistem iki partiye sevk edince, iki ana blok oluştu. AK Parti etrafında bir blok ve CHP etrafındaki bir blok. AK Parti o hegemonya zayıflığı dolayısıyla kaybettiği oyları ittifaklarla toparlamaya çalıştı. CHP onun karşısında bir cephe oluşturmak için etrafında bir ittifak bloku oluşturdu ve o ittifak blokundan da çok ciddi bir kâr elde etti. Çünkü o ittifaka katılan partilerde zayıflama, seçmen, iktidar karşısında bir muhalefet bloku oluşturma ihtiyacından memnun olduğu için, bu blokun oluşmasını talep ettiği için, o partiler zayıflayınca da o partili seçmenler CHP’ye yönelmeye başladı. Dolayısıyla parlamenter sistem mantığıyla bakacaksak, iki siyasi partinin azalıp artması denklemi nasıl oluştu diye bakarsak, son 10 yılın temel hikâyesi, AK Parti’nin, hegemonyasını gün geçtikçe kaybetmesi nedeniyle yaşadığı zayıflama ve o boşluğu ittifaklarla doldurması. CHP’nin karşısında bir ittifak kurmaya çalışırken, CHP’nin bu işten kârlı çıkıp AK Parti’ye alternatif bir hegemonya kurmaya başlaması olarak okuyabiliriz. Bunun birinci nedeni bu.
İkinci nedeni de aslında başkanlık sisteminde seçmenin yöneldiği temel aktörün cumhurbaşkanı adayı olması ile ilişkili bir mesele. Şimdi aynı soruyu biz ‘’aşağıdaki cumhurbaşkanı adaylarından hangisini desteklersiniz?’’ diye sorduğumuzda, orada bir çoğunluk oluştuğunu gözlemleyebiliyoruz. Yani siyasi partiler nezdinde çoğunluğun kaybının bir diğer önemli dinamiği de başkanlık siyasetinde, parlamentonun işlevsizleşmesi, parlamentonun, yürütme erki olmaktan çıkması dolayısıyla seçmenin asıl iradesini aday nezdinde bütünleştirmeye yönelik kararı. Dolayısıyla sen parlamenter sistem mantığıyla düşündüğünde, evet, bir çoğunluk oluşmuyor, ‘’nasıl olacak bu istikrar?’’ diye bakıyorsun, ama başkanlık sistemi dinamiğini de buna eklediğimizde, burada seçmen nezdinde istikrarın adresi adaylar olacağı için, yine bir çoğunluk sıkıntısı yok diye bakıyorum.
Ama aslında senin dediğini şöyle de söyleyebiliriz. Seçmenin, bütün bu çeşitlenen parti yelpazesi içerisinde, özellikle 2023 seçimleri ve 31 Mart yerel seçimlerinden sonra, bu dağılmaya rağmen iki partide öbeklenmiş olması da bir istikrar arayışı. Yani seçmen, iradesini bu kadar dağıtmayı riskli bulduğu için aslında kendisine alternatif olarak bulduğu bu iki lokomotif partiye AK Parti ve CHP’ye yöneliyor. O yüzden bir sürü şey şaşırtıyor bizi. Mesela bu yargı süreçleri hızlanınca, AK Parti’nin de oy oranı CHP ile birlikte eşit şekilde arttı. AK Parti, CHP’nin aldığı oy oranı kadar oy almamış olabilir, ama kararsızlardan oraya da bir yöneliş oldu. Bunu, seçmenin hâlâ istikrar arayışıyla açıklamak mümkün.
Peki, demin bahsettiğin cumhurbaşkanı adaylığında yoğunlaşma daha bariz.
Ete: Belirleyici.
Şu anda seçmen tercihleri cumhurbaşkanlığı için kimleri daha çok öne çıkartıyor?
Ete: Biz 31 Mart seçimlerinden sonra sormamayı tercih ettik. Ama İmamoğlu’nun CHP’nin adayı olma süreci gündeme gelince sorguladık. Orada İmamoğlu-Erdoğan denkleminde bir seçim yapıldığında, yani bir senaryoda, İmamoğlu’nun Erdoğan’dan daha yüksek oy aldığı gözüküyordu. CHP’nin kendi içerisindeki skalada da Mansur Yavaş’la İmamoğlu arasındaki fark, biraz soruyu nasıl sorduğunuzla şekilleniyordu. Yani hiç isim vermeden soru sorduğumuzda, İmamoğlu Mansur, Yavaş’tan biraz daha yüksek oy alıyordu. İsim sorarak sorduğumuzdaysa, Mansur Yavaş İmamoğlu’ndan daha yüksek oy alıyordu. Fakat bu cumhurbaşkanlığı seçimi, İmamoğlu CHP’nin adayı olduktan sonra bunu bir süre daha gözlemleyip tekrarlayan ölçümler yapalım diye sorduğumuz bir şeydi. Sonra da özellikle Mansur Yavaş’la İmamoğlu arasındaki fark nasıl şekillenecek, ona bakalım, bir baz ölçü olsun diye sormuştuk. Fakat İmamoğlu’nun tutukluluk süreci ve bu tutuklama sürecinin muallâkta olması, Mansur Yavaş’ın bu süre boyunca “Bu mesele çözümleninceye kadar ben adaylık iddiamı artık ön plana çıkarmayacağım” açıklaması dolayısıyla, biz bu soruyu sormayı bıraktık. Çünkü şu anda bu tür yargı süreçleri devam ettiği için, bu, siyaseten malzeme olabilecek bir ölçüm ve bir magazin sorusu işlevine sahip. Dolayısıyla bugün durum nedir, tam olarak bir şey söyleyemem. Ama şunu net olarak söyleyebilirim: Cumhurbaşkanı adaylığı üzerinden soru sorduğumuzda, seçmende, siyasi partilerde gözlemlediğimizden daha net bir odaklanma, bir yoğunlaşma yaşanıyor. Seçmenin zihninde bu meselenin büyük oranda netleştiğini söyleyebilirim.
Bu ayki araştırmanın en çarpıcı bulgularından birisi, parlamenter sistem tercihinin bariz bir şekilde artmış olması. Bence bu çok önemli.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Ete: Evet.
Bunu nasıl açıklıyorsun?
Ete: Biz bu soruyu iki üç yıldır istikrarlı bir şekilde soruyoruz. İstikrarlı bir şekilde sormamıza rağmen, üzerinden seçimler geçiyor, adaylık tartışmaları yaşanıyor, yine de çok böyle büyük farklarla bir eğilim yaşanmıyor. Daha doğrusu şöyle söyleyeyim: Başkanlık sistemi lehine ciddi bir eğilim, bir yükselme yaşanmıyor. Yani seçmen, ilk başkanlık dönemini deneyimledikten sonra kararını vermiş vaziyette. ‘’Parlamenter sistem bizim açımızdan daha iyiydi’’ diye düşünüyor. Ve ‘’yarın bir referandum olsa sistemle ilgili tercihiniz ne olur’’ diye sorduğumuzda da, seçmenin yarıdan fazlası ‘’parlamenter sistemi desteklerim’’ yönünde tercihte bulunuyor. Fakat ‘’başkanlık sistemini desteklerim’’ diyenlerin oranında da öyle çok muazzam bir erime yok. Orada da %35’ler civarında. Şimdi rakam aklımda değil, belki senin önündedir. Yüzde 35 civarında bir seçmen, başkanlık sisteminden yana tutumunu sürdürmeye taraf gözüküyor. Bu bize şunu gösteriyor: Toplum burada bölünmüş, ama 2016 referandumunda, referandumun kıl payı başkanlık sistemi lehine sonuçlandığını hatırlarsak, bu biraz tersine dönmüş. Şimdi de parlamenter sistem lehine bir değişim yaşanmış. Fakat bu temelde aslında Cumhur İttifakı liderlerinin nasıl bir karar vereceklerine bağlı. Eğer sistem değişikliğine yönelik bir şeye razı olurlarsa toplum bu işe karşı değil sonucu çıkarılabilir. Yani toplumda başkanlık sisteminde bir değişime gidilmesinden yana gözüküyor.
Şöyle diyebilir miyiz? Haziran 2022’den beri en yüksek seviye %56, başkanlık sistemini savunanların oranı da %33 gözüküyor
Ete: Evet. Yani yarıdan biraz fazlası parlamenter sistemi destekliyor, %30, 35 civarında da başkanlık sistemini.
Şimdi, birtakım başka detaylar var, ama o detaylara girmeden daha önemli birtakım hususların üzerinden geçelim. Birincisi, aylardır sorduğunuz ‘’19 Mart operasyonları siyasi mi, yoksa yolsuzlukla mücadele mi?’’ sorusunda siyasi diyenlerin oranı bariz bir şekilde yine fazla çıktı herhalde.
Ete: Evet. Orada seçmenin kanaati netleşmiş gözüküyor. Biz en yüksek oy oranına nisan ayında rastlamıştık. Ama mayıs, haziran ayı ile beraber, temmuz ayında netleşti bu. Seçmenin yaklaşık %50-55’i, bunun siyasi bir operasyon olduğunu düşünüyor. Yolsuzluk diyenler de %30, 35 civarında. Yani aslında burada meselenin siyasi bir operasyon olduğu kanaati, neredeyse nisan ayından itibaren seçmenin büyük çoğunluğu nezdinde netleşmiş vaziyette. Oradan bir geri dönüş de yaşanmıyor. Bu bize biraz şunu gösteriyor: AK Parti, Nisan ayından itibaren, CHP’nin diğer belediyelerine yönelik operasyonlarla da yolsuzluk meselesinin biraz ön plana çıkmasını, bunun bir siyasi operasyon olmadığı algısının yerleşmesini tahkim etmeye yönelik olarak, meseleyi biraz İmamoğlu’ndan daha geniş bir çerçeveye taşıyarak, aslında bir yolsuzlukla mücadele algısı oluşturmaya çalıştı. Bu ay içerisinde buna İzmir de eklendi. Ama buna rağmen, seçmenin ilk günden itibaren netleşmiş kanaati, bütün bunların bir siyasi operasyonun parçası olarak yürütüldüğü; burada bir değişme yaşanmıyor.
Benim buna yönelik en önemli gerekçe olarak gördüğüm şey de şu: Biz bu nedenle de bu ayki araştırmada çok kapsamlı bir yolsuzluk odağı da yaptık. Yani seçmen genel olarak bu yolsuzluk meselesine nasıl bakıyor? Birincisi, seçmen, kamu sektöründe de çok büyük yolsuzlukların yapıldığına inanıyor ve oraya yönelik bir operasyon görmediği müddetçe, sadece CHP’li belediyelere yönelik operasyonların siyasi olduğu kanaatini değiştirmeye ihtiyaç duymuyor. İkincisi, sadece kamu sektöründe değil, genel olarak belediyelerde yolsuzluk olduğuna inanıyor seçmen. Dolayısıyla ‘’niye sadece CHP belediyelerine yönelik bir yolsuzluk soruşturması var? AK Partili belediyelere yönelik soruşturmaları niye hiç duymuyoruz?’’ diye düşünüyor. Bu ikisi, yani hem kamu sektöründe yaygın bir yolsuzluk olduğu, hem de AK Partili belediyelerde de yolsuzluk olduğu kanaati, ama iktidarın sadece CHP’li bazı belediyelere yönelik yargı operasyonlarıyla bu yolsuzlukla mücadeleyi yürüttüğü algısı bir araya geldiğinde, seçmen, bu fotoğrafı tutarlı bir fotoğraf olarak algılamıyor. O nedenle de ‘’iktidar CHP ile uğraşıyor’’ kanaati daha baskın çıkıyor. Ama iktidarı destekleyen seçmen, bunun yolsuzluk soruşturması olduğu tezini desteklemeye devam ediyor, o da hepsi de değil. İktidara oy veren seçmenin yaklaşık %70, 80’i bunun yolsuzluk iddiası olduğunu söylüyor. Ben bunu da Türkiye’deki bu partizanlık duygusunun en belirleyici duygu olduğuyla ilişkilendiriyorum. İktidarla muhalefet arasında bir kamplaşma var. İktidarın gerçekleştirdiği operasyonları da iktidar seçmeni %70, 80 oranına destekliyor diye okuyorum. Ama genel toplumsal eksenden baktığımızda, toplum buradaki fotoğrafın, yolsuzlukla mücadele yürüten bağımsız ve tarafsız yargı fotoğrafı olduğu iddiasını satın almış gözükmüyor.
Yeni anayasa meselesinde çoğunluk, yani %60 civarı, yeni bir anayasaya ihtiyaç olduğunu düşünüyor yanılmıyorsam.
Ete: Evet.
Ama ‘’bu meclis yapar mı? sorusunda %36 gibi bir rakam var. Bu ilginç. Yani yeni bir meclis, yeni seçim, ondan sonra anayasa şeklinde bir beklenti var.
Ete: Şimdi aslında birkaç başlıkta toplumun siyasi karar alıcılara yönelik güvensizliğinin işaretlerini görebiliyorsunuz. Yani ‘’bu anayasa meselesine ihtiyaç var mı?’’ diye sorduğumuzda, dediğin gibi %60’lara yakını, “Evet, ihtiyaç var” diyor. ‘’Bu meclis anayasa yapabilir mi?’’ diye sorduğunuzdaysa ‘’yapamaz’’ diyor. Şimdi benzer bir şekilde PKK’nın silahsızlandırılması, belki onu da konuşuruz.
Onu biraz sonra konuşalım
Ete: Tamam, oraya girmeyeyim. Sadece anayasayı konuşayım. Bu anayasa yapılacaksa eğer, iktidarın öncülüğünde yapılacak. İktidar bu anayasa meselesinde ciddiyse, o zaman burada mecliste bir konsensüs arayışında olması beklenir. CHP’ye yönelik bu kadar büyük bir siyasi operasyonun, yargı eliyle yüksek bir siyasi operasyonun yapıldığı, CHP’de mutlak butlan kararlarının kamuoyu gündemini belirlediği bir dönemde, toplum, bu konsensüsün oluşamayacağını gözlemliyor. Dolayısıyla, ‘’evet, anayasaya ihtiyaç var ama bu kutuplaşma ikliminde, CHP ile AK Parti arasında bu kadar yoğun bir siyasi çatışma, siyasi ayrışma varken, bu anayasa buradan çıkmaz’’ diyor aslında. Yani gerçekçi olarak kanaatini ifade ederken, ‘’destekliyorum, ihtiyaç var’’ diyor; ama ‘’bu anayasayı bu meclis yapabilir mi?’’ diye düşündüğünde de, bu çatışma iklimine bakıp ‘’yapamaz’’ diyor.
Ben bu ikili farkın iktidara ciddi bir mesaj niteliği taşıdığını düşünüyorum. Bunu geçen ayki programımızda da konuşmuştuk. İktidar eğer bu anayasa işini gerçekten önemsiyorsa, bu anayasayı ‘’Türkiye Yüzyılı’’ dediği serüveni taçlandıracak önemli bir sacayağı olarak görüyorsa, seçimlerden önce bu anayasa meselesini bir konsensüsle bu meclisten geçirmek konusunda ciddiyse, burada yapılması gereken şey çok açık aslında. CHP ile yürütülen bu mücadele, siyasi ayrışma, toplumun zihninde zaten bir siyasi operasyon olarak kurgulanıyor ve iktidar bunun müsebbibi olarak görülüyor. Dolayısıyla, iktidar bu operasyonları bir kenara bırakıp, bu politikadan vazgeçip anayasa üzerinden sahici bir uzlaşma arayışına yönelirse buradan anayasa çıkabilir elbette. O zaman seçmenin kanaati de değişir. Ama ben şimdiki kanaati, seçmenin sahiciliğiyle doğru bir kanaat olarak okuyorum.
Benzer bir şey, sen biraz önce söylemek üzereydin, çözüm sürecine inanç, umut artıyor. Ama ‘’PKK silah bırakır mı?’’ denildiğinde de hâlâ inanmayanlar çoğunlukta. Bu arada söyleyelim, haftaya ilk görüntüler silah bırakma görüntüleri gelecek. Hafta başı olabilir. Ama muhtemelen Süleymaniye’de, medyanın katılacağı bir şey olacak. ‘’Etkinlik’’ diyorlar. Öyle bir şey var. Orada da aynı şekilde iktidara güvenmeme meselesi mi var.?
Ete: Hayır, aktörlere. Ben sadece böyle bir iktidar-muhalefet denkleminden bakmıyorum. Seçmen o işte kimi sorumlu görüyorsa, o aktöre yönelik bir güvensizlik diye okuyorum ben bunu. Anayasa meselesinde, anayasa işinden sorumlu olarak iktidarı görüyor. Çünkü bu CHP ile ayrışma ve kutuplaşma meselesinde iktidarı görüyor. Orada sorumluluğun, çıkarılacak dersin, iktidara yönelik olduğunu gözlemliyorum. Burada da aktör PKK aslında. PKK’nın silah bırakacağına yönelik bir güvensizlik diye okuyorum bunu büyük oranda. Ama dediğin doğru. Bu işin devlet kanadına da güvensizlik duyan bir kısım seçmen de olabilir. Bu ikisi toplandığında, evet, ‘’olmaz’’ deniliyor olabilir. Biz araştırmada üç katmanlı soruyoruz iki, üç aydır, onu da hatırlatmış olayım. Evet sürece destek %55’leri buldu, üstüne çıktı. Bizim bu ayki raporumuzda, %60’ı gözlemledik. Dolayısıyla seçmen süreci başarılı buluyor ve destekliyor. Sürece destek, her ay kademeli olarak istikrarlı bir şekilde yükseliyor. İkincisi, ‘’PKK’nın silah bırakması Türkiye için iyi olur’’ kanaati, her ay biraz daha fazla yükseliyor. ‘’Türkiye için kötü olur’’ kanaati yok denecek düzeye inmiş vaziyette. Biz bu ay ‘’PKK’nın silah bırakması Türkiye için iyi olur’’ kanaatini %70’ler düzeyinde, ‘’kötü olur’’ kanaatini %5, 10’lar civarında ölçtük. Dolayısıyla orada da istikrarlı bir işleyiş var. ‘’PKK silah bırakır mı?’’ kanaatindeyse, ‘’bırakmaz’’ diyenler, ‘’bırakır’’ diyenlerden yüksek. Ama ‘’evet, bırakır’’ diyenlerde de geçen aydan bu aya kısmi bir yükselme yaşanmış. Buna rağmen, ‘’bırakmaz’’ diyenlerin oranı, ‘’bırakır’’ diyenlerden yüksek. Önümüzdeki hafta bununla ilgili görüntüler verilmeye başlanırsa, temmuz ayındaki araştırmamızda bu oranın biraz daha yükseldiğini görürüz diye düşünüyorum. Çünkü seçmen o güvensizliğini de sahici bir şekilde yansıtıyor. Bugüne kadar olan işlerden duyduğu memnuniyeti de ifade ediyor, güvensizliğini de yansıtıyor. Bu güvensizlik meselesinde bir iyileşme olduğunda, kendisine referans bulduğu bazı cümleler, eylemler gerçekleştiğinde de bu kanaatini değiştiriyor. Dolayısıyla eğer bu görüntüler gelirse, önümüzdeki ay burada da bir kısmi yükselmenin olacağını düşünüyorum.
Sürece destek beni şaşırtan düzeyde bir boyutla arttı, onu da söyleyebilirim. Yani bu iş ilk olduğunda sürece destek verenler, destek vermeyenlerden fazlaydı. Ama süreci desteklemeyenlerde o şüphe de çok yüksekti. Fakat günbegün başta Bahçeli olmak üzere süreci yürüten aktörlerdeki kararlılık görüldükçe, AK Parti’nin, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, bu süreci sahiplendiği ve Bahçeli’ye nazaran belli bir temkin sahibi olsa bile, sürecin tamamına yönelik bir destekle devlet mekanizmalarını çalıştırıp bu sürece referans olduğu görüldükçe, Öcalan ve PKK’nın da bir ayrışma yaşamadan bu süreci desteklediği, bu sürece razı olduğu, kararlı olduğu görüldükçe, sürece yönelik destek arttı. Dolayısıyla ben çok şaşırtıcı düzeyde yüksek oranlarda artan bir destek gözlemliyorum. Bunu da sürece taraf olan aktörlerin endişelerini gidermesi açısından olumlu buluyorum. Bugün sürece yönelik endişe olabildiğince azalmış vaziyette.
Siz bu araştırmayı yaptığınızda 30 Haziran’daki dava görülmemişti, ama gündemdeydi.
Ete: Evet.
Partinin Kemal Kılıçdaroğlu’na iadesi de söz konusuydu. Öyle bir ortamda yaptınız ama dava ertelendi, sonuç çıkmadı. Çok kişi de erteleneceğini söylüyordu zaten. Dava 8 Eylül’e kaldı. Bunu sana sorayım. Bu ne kadar etkili? Etkili olduğunu biliyoruz da, seçmen tercihi anlamında, diyelim ki mahkeme 30 Haziran’da partiyi Kemal Kılıçdaroğlu’na vermiş olsaydı, siz parti olarak sorduğunuzda, CHP’nin oyları otomatik olarak düşer miydi? Bu ne kadar önemli bir olay?
Ete: Şimdi net bir rakam veremem, ama bir izlenim aktarabilirim. Bizim gözlemlediğimiz, ne zaman CHP içinde bir ayrışma görüntüsü gündemi belirlerse, CHP içi tartışmalar, CHP ile AK Parti arasındaki kavganın önüne geçerse, CHP’nin oylarında bir düşüş yaşanıyor. CHP ne zaman birlik bütünlük içerisinde iktidarla mücadele ediyor görüntüsü verirse ve dolayısıyla seçmen gözünde, gerilim, AK Parti ile CHP arasındaki bir gerilim olarak algılanırsa, CHP’nin oy oranı artıyor. 19 Mart öncesinde birkaç ay üst üste CHP’nin oy oranı düştü. Bu düşüşte belirleyici olan temel dinamik, Mansur Yavaş, Ekrem İmamoğlu, Özgür Özel, Kılıçdaroğlu eksenli, dört aktörlü bir CHP görüntüsünün seçmene yansımasıydı. Hatırlarsan, o tüzük kurultayından başlayıp, cumhurbaşkanlığı adaylığı tartışmasına varıncaya kadarki o 4, 5 aylık süreçte, CHP içinde yoğun bir tartışma yaşandı. Bu iç tartışmalar doğrudan başka partilerden CHP’ye yönelen ya da merkez konumdan CHP’ye yönelen seçmenin kararsız havuzuna geri dönmesine yol açıyor ve CHP’nin oy oranı azalıyor.
19 Mart’tan bugüne kadarsa CHP’nin oy oranı istikrarlı bir şekilde yükseldi ya da yerinde durdu, düşmedi. Çünkü gerilimin temel yansımasında, AK Parti ile CHP arasında ya da iktidarla CHP arasında bir mücadele var, dolayısıyla CHP’yi güçlü tutalım kaygısı var. O tür durumlarda da muhalefetteki kararsız seçmen ya da merkezde duran, ama AK Parti’dense CHP’ye daha yakın olan seçmen CHP’ye yöneliyor. Oy oranı artıyor CHP’nin. Şimdi bu ay yaşadığımız tartışmaya, iktidarla CHP arasında yürüyen tartışmaya ikinci bir boyut ekledi. Yani neredeyse iktidarla CHP arasındaki mücadeleden daha yoğun bir mücadelenin CHP içinde de yaşandığı, CHP içinde de suların durulmadığı, asıl meselenin CHP içi bir mesele olduğu algısı kamuoyuna yansıdı. Kılıçdaroğlu’nun ‘’ben geri dönebilirim’’ demesi, bazı milletvekillerinin Kılıçdaroğlu’nu desteklemesi, CHP seçmenini etkileyen ya da genel olarak kamuoyunu etkileyen medya, aydınlar, kanaat önderleri, siyasi aktörler nezdinde CHP’nin ayrışma görüntüsü, doğrudan CHP’nin oy oranına yansıyacak diye bekliyorum. Yani karardan bağımsız olarak, biz bu ay ölçtüğümüzde, bu karar ötelenmiş olsa bile CHP’nin oy oranında kısmi bir azalmanın olmaması beni şaşırtır. Çünkü bu ayın fotoğrafı, CHP’de ayrışma fotoğrafıydı. Dolayısıyla ben CHP’nin buradan çıkaracağı en önemli dersin, iç ayrışma fotoğrafının, AK Parti ile mücadele fotoğrafının önüne geçmemesine özel bir itina göstermesi olduğunu düşünüyorum. Bunun olmadığı durumlarda oy düşüyor. Mahkeme kararı sonuçlanmış olsaydı, bence orada yine seçmenin bakacağı temel dinamik şu olurdu: Bu ne kadar kalıcı? Yani kısmi bir oy azalışının olmasını beklerim, ama CHP’nin ana kütlesinde ciddi bir kayma beklemem. Orada mesele, bu kalıcı bir süreç mi? Buradan 2, 3 aylık bir süre içerisinde kurultay gerçekleşip yeniden yönetim değişecek mi? Buradan bir parti ayrışıp, yeni bir parti mi doğacak? Dolayısıyla bölünecek mi? Seçmen bu tür kanaatleri seçmen. Yani ilk etapta kararsızlık pozisyonundan CHP’ye gelen seçmen, ‘’burada bazı gerilimler var, belirsizlikler var’’ deyip kaçacak, ama ana kütle orada dursa bile bir süre gözlemleyecek. Fakat her hâlükârda yaşanacak o iç tartışma CHP’ye büyük zarar verir. Oy oranını düşürür diye gözlemliyorum.
Evet, Hatem, kapatıyoruz dükkânı. Atladığın bir şey var mı?
Ete: Hayır. Genel araştırmaya yansıyan unsurlar bunlardı.
O zaman çok teşekkür ediyorum. Evet, PANORAMATR’nin Haziran 2025 araştırmasını direktörü Hatem Ete ile konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler. İyi günler.