Eski siyasal denklem sona mı eriyor? Hatem Ete ile söyleşi

PanoramaTR’nin Nisan araştırmasına göre CHP ve AK Parti oylarının artışı nasıl gerçekleşti? Eski siyasal denklem sona mı eriyor? İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığı muhalefetin stratejisini nasıl etkiler? Hatem Ete, 19 Mart operasyonunun siyasi dengeleri nasıl değiştirdiğini Ruşen Çakır’a anlattı.

Hatem Ete videoda 19 Mart operasyonlarını seçmenin gözünden değerlendirdi. Ete, “Hukuki bir operasyon mu, siyasi bir operasyon mu? İmamoğlu’nun tutukluluğu doğru mu, yanlış mı? gibi sorular üzerinden meselenin kendisini sorgulamaya çalıştık. O dönemde toplumun yaklaşık %60’ı bu meselenin siyasi olduğunu, tutuklamanın yanlış olduğunu ve İmamoğlu’nun önünü kesmeye yönelik bir girişim olduğunu düşünüyordu. İktidarın pozisyonunu destekleyenlerin oranı ise yaklaşık %20-25 seviyesindeydi” dedi.

İktidarın ve muhalefetin oy oranları

Ete, geçen bir ay içinde iktidar ve muhalefet arasında geçen söylemleri değerlendirdi. Ete, “İktidar ve muhalefet arasında yürütülen söylem savaşı bu tabloyu değiştirdi. Siyasi operasyon olarak görenlerin oranı 10 puan azalarak %50’ye geriledi. Buna karşılık, iktidarın pozisyonunu savunanların oranında 5 puanlık bir artış yaşandı”

Bu değişimi, Hatem Ete şöyle açıkladı: “Tıpkı CHP ve AK Parti oylarındaki hareketlenmede olduğu gibi, burada da bir kayma yaşandı. İlk günlerdeki sert tepkilerin ardından duygular durulmaya başladı. Bugün gelinen noktada toplumun %50’si hâlâ bu meselenin siyasi olduğunu, tutuklama kararının yanlış olduğunu ve sürecin Türkiye ekonomisine zarar verdiğini düşünüyor. Bu oran, iktidarın ve muhalefetin oy oranlarının üzerinde ciddi bir toplumsal tutumu gösteriyor”

Eski siyasal denklem sona mı eriyor? Hatem Ete ile söyleşi
Eski siyasal denklem sona mı eriyor? Hatem Ete ile söyleşi

Hatem Ete, “İktidar sadece kendi seçmenini ikna eden bir pozisyona çekilmiş durumda, iktidarın pozisyonu %30’lar seviyesine gerilemiş görünüyor. Eğer bu düzeyde devam ederse, bunu muhalefet adına ciddi bir kazanım olarak görmek gerekir. İlk bir aydaki 10 puanlık düşüşü yadsımamak, %50’de durmuş olmasını ise önemli görmek lazım. Toplumun %50’si hâlâ bu meseleye karşı çıkıyor” dedi.

Öte yandan Ete, protestolar ve boykotlar konusunda toplumun yaklaşımına dikkat çekti: “Fakat ikinci planda, özellikle protestolar ve boykotlarla ilgili olarak hem seçmenin genel sağduyusu hem de iktidarın söylemi toplumda daha fazla kabul görmüş gözüküyor”

Yayına hazırlayan: Tania Taşçıoğlu Baykal

Merhaba, iyi günler. PanoramaTR’nin Nisan ayı araştırmasını, direktörü Hatem Ete ile konuşuyoruz Çok önemli bulgular ve analizler var. Hatem merhaba.

Hatem Ete: Merhaba. 

Seninle bu programı her ay yapıyoruz ve epey zamandır yapıyoruz. Gördüğüm kadarıyla en yoğun rapor bu olmuş. İzleyiciler için şöyle bir bilgi vereyim: Normalde siz bir önceki ayın araştırmasını, bir sonraki ayın başında bir tarihte veriyorsunuz. Seninle Mart ayı araştırmasını Nisan ayı başında konuşmuştuk. Onu konuştuğumuz tarihte 19 Mart operasyonu yaşanıyordu, ama siz onu tam olarak değerlendirememiştiniz. Şimdi bu araştırmada ağırlıklı olarak 19 Mart operasyonunu ve 19 Mart sonrası değişen atmosferi değerlendiriyorsunuz. Bir de ikincil plana düşse de PKK’nın silah bırakması meselesi. Bu araştırmasa iki önemli olay var ve bu iki önemli olayın sonucunda, sanki Türkiye’deki eski siyasi denklem değişiyor gibi. Sırayla gidelim. 

Öncelikle seçmen tercihi meselesiyle başlayalım, sonra analitik kısma geçeriz. Daha önce de 19 Mart sonrası yapılan araştırmalardan karşıma çıkanların hemen hemen hepsinde olan bir husus sizde de var. Kararsızlar azalıyor. CHP çok, AK Parti’de bir miktar artıyor. Bu iki parti dışındaki partiler bayağı geride kalıyorlar. Yani iki partili bir sistem gibi. Ama MHP ve DEM Parti %7 barajını geçebilecek bir yerde duruyorlar gibi bir tablo çıkıyor. Öncelikle, kararsızların azalıp, CHP ve AK Parti oylarının artması meselesini anlatır mısın?

Ete: İçinde bulunduğumuz siyasi parti yelpazesi, 31 Mart seçimleri sonrası döneminin ürünü aslında. Yani 31 Mart sonrasında, bu başta bahsettiğin üç katman oluştu: Birinciliğin AK Parti ve CHP arasında paylaşıldığı, birincilik üzerine yoğun bir yarışın yaşandığı, ikinci sırayı MHP ve DEM Parti’nin paylaştığı, ama aralarında neredeyse dört beş kat fark olduğu bir ikincilik. Biz doğrudan kararsızları dağıtmadan, doğrudan tercihler üzerinden konuşacaksak, 31 Mart’tan bu yana, AK Parti ve CHP 20’nin üzerinde 20-25 arası bir yerde birbirleriyle mücadele içerisindelerdi. DEM Parti ile MHP’de 5 puanın biraz üzerinde, 5 ile 7 arası bir yerde ikinciliği paylaşıyorlardı. Hemen arkasında da başta Zafer Partisi, -Zafer Partisi’nin oy oranı biraz daha fazla- İYİ Parti ve Yeniden Refah Partisi arasında da paylaşılan bir üçüncü eşik vardı. Şimdi bu ana düzen 19 Mart sonrasında da değişmemiş aslında. Yani 31 Mart sonrasında, siyasal partilerin üçlü katmanı olduğu gibi devam ediyor. Fakat 19 Mart operasyonu, 31 Mart’tan bu yana birincilik yarışında bulunan iki parti üzerinde şimdiye kadarki en yüksek etkiyi yaratmış gözüküyor. Bu ayki araştırmada, DEM Parti’nin, MHP’nin, Zafer Partisi’nin oy oranlarının 19 Mart’tan çok fazla etkilendiğine şahit olmadık. Fakat kararsız ve oy vermeyecek seçmen blokunda 6-8 puan oranında bir düşüş var. Bu düşüş CHP ve AK Parti’ye dağılmış. CHP, bu 6-8 aralığındaki puandan, yaklaşık AK Parti’nin iki katı kadar olarak yararlanmış. Yani, geçen aya göre AK Parti’nin oy oranı 2,5 puan civarında artmış, CHP’nin oy oranı da 4,5 puan civarında artmış görünüyor. Dolayısıyla 19 Mart’tan sonra, birincilikle ikincilik arasındaki aralık biraz daha açıldı. 

Biz daha önce, Aralık ayında Suriye’de yaşanan gelişmeler dolayısıyla AK Parti’nin oyunun 3 puan yükseldiğine şahit olmuştuk. Eylül ayında CHP Kurultayı’nın ürettiği iç ayrışmaların, yine 2-3 puan aralığında, CHP’nin oyu üzerinde yarattığı negatif etkiye şahit olmuştuk. Ama 31 Mart’tan bu yana ilk defa hem AK Parti hem de CHP üzerine bu kadar yoğun bir seçmen mobilizasyonu yaşanıyor ve ikisinin de puanı yükseliyor, ikisinin arasındaki fark da net bir şekilde açılıyor. Geçen ay ikisinin arasındaki fark 1 puandı, Şimdi ikisi arasındaki fark 3-4 puana çıkmış durumda. Bu da biraz beklenebilir bir şey. Siyasi gerilim artınca, seçmen, bu siyasi gerilimin tarafı olan iki aktör etrafında, iki adres arasında toplanma eğilimi hissediyor. Bu da temelde kararsızda duran, oy vermeyecek durumda olan, bir süre daha siyasi partileri izlemeyi tercih eden seçmeni doğrudan etkiliyor. Siyasi bir gerilim olunca, bu gerilimin iki merkez üssü bu gerilimden olumlu olarak etkilenmiş. Kamuoyu nezdinde, mağdur olan tarafın, gayrimeşru bir operasyona muhatap olduğu kanaatinin yüksek olması dolayısıyla da en fazla yararlanan parti CHP olmuş. Kabaca böyle özetleyebiliriz. 

Cumhurbaşkanlığı tercihleri meselesinde çok çarpıcı bir tablo var raporunuzda. Dün yaptığım ‘’Erdoğan saldırdıkça İmamoğlu kazanıyor’’ başlıklı yayında bunu değerlendirdim ve sizin bu raporunuza referans verdim. Yani Cumhurbaşkanı adayı olarak görmek istenen isim sorulduğunda, şubat ayına göre Ekrem İmamoğlu’nun puanı neredeyse 10 puan artıyor. Tayyip Erdoğan’ın da puanı da 1 puan kadar artıyor. Mansur Yavaş’ın puanı ise 23’ten 8’e, yani 15 puan aşağı düşüyor. ‘’Cumhurbaşkanlığı seçimine girerse kazanır mı?’’ değil, ‘’kimi görmek istersiniz?’’ sorusu önem kazanıyor burada. Ben de şöyle bir yorum yaptım. Bu, raporunuzda var aslında. 19 Mart öncesi, CHP’de, Ekrem İmamoğlu’nun tek aday olduğu bir ön seçim olacaktı. Mansur Yavaş’ın durumu belirsizdi. Bu da iktidarın çok işine gelen bir şeydi. Ama şimdi bakıyoruz, 19 Mart sonrasında ‘’Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu olsun’’ diyenlerin oranı, yaklaşık her dört kişiden birisi. Yani aday tercihinde muhalefetin ilk aklına gelen isim İmamoğlu oluyor ve Mansur Yavaş bayağı geri plana itiliyor. Sonrasına baktığımızda, anlaşıldığı kadarıyla çok aday olduğu için ikinci tura kalıyor. İkinci turda da İmamoğlu açık ara olmasa da Erdoğan’ın 4 puan önünde görünüyor. Bu, sanki Erdoğan’ın Ekrem İmamoğlu’na ikramı gibi, ne dersin?

Ete: Önce şunu belirteyim: Bu, seçenekleri katılımcıya verip, ‘’bu adaylarla ilgili ne düşünüyorsunuz?’’ diye sorduğumuz bir soru değil. ‘’Önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimi aday görmek istiyorsunuz?’’ diye sorduğumuzda, katılımcıların telaffuz ettiği isimlerden kendiliğinden çıkan bir liste bu. Aslında bunu şubat ayında yapmıştık. Şubat ayında, henüz İmamoğlu’na yönelik bir operasyon yapılmamışken, İmamoğlu CHP’nin adayı olma yolculuğuna çıkmışken, ‘katılımcılara bunu bir soralım, sonra CHP’nin resmi adayına dönüştüğünde, İmamoğlu ve Mansur Yavaş arasındaki ilişki nasıl seyredecek gözlemleyelim, bizim için bir baz puan oluştursun’’ diye sorduğumuz bir soruydu. Seçimlerden bu yana da hiç cumhurbaşkanlığı ile ilgili bir soru sormamıştık PANORAMATR ’de. Ama CHP kendi ön seçim takvimini açıklayıp İmamoğlu’nu aday gösterince, bu mesele ile ilgili biz de bir baz puan oluşturan bir soru soralım demiştik. Hemen üstüne 19 Mart operasyonu olunca, İmamoğlu’nun, CHP’nin resmi adayı olmasından kaynaklanacak muhtemel destek artışını katlayan bir artışı oluşmaya başladı. Çünkü senin de söylediğin gibi eğer İmamoğlu bir operasyona maruz kalmasaydı, muhalif seçmen, muhtemelen Mansur Yavaş ile İmamoğlu arasında bir bölünmeye devam edecekti. Çünkü Mansur Yavaş “Ben CHP’de bir ikiliğe yol açmamak üzere aday olmuyorum, ama adaylık iddiamdan da vazgeçmiyorum’’ anlamına gelen bir duruş sergiliyordu. Ve Mansur Yavaş seçimlere kadar, muhtemelen başka vesilelerle, adaylık iddiasını tazeleyen kendisini destekleyecek seçmen nezdinde alternatif olma pozisyonunu canlı tutan bir politika izleyecekti. Bu da dediğin gibi iktidar lehine bir durum oluşturacaktı. İktidar, CHP seçmenini ya da muhalefetin muhtemel adaylarını kendi arasında yarıştırarak, ikisi arasındaki ayrışmanın derinleşmesinden faydalanma imkânı bulacaktı. 

Ancak 19 Mart biraz bunu bloke etmiş gözüküyor Yani Mansur Yavaş’ı desteklemeye devam edenler var. Mansur Yavaş “Ben İmamoğlu ile ilgili süreç netleşinceye kadar adaylık iddiamdan vazgeçiyorum.” demiş olmasına rağmen, herkesin zihninde, İmamoğlu’nun adaylık ihtimali biterse Mansur Yavaş en güçlü aday olarak bulunabilir diye bir Mansur Yavaş düşüncesi devam ediyor. Dolayısıyla Mansur Yavaş ciddi bir oy kaybetmiş durumda. Ama yine de kendisi ‘’ben bu durumda aday değilim’’ demiş olmasına rağmen, kendisini destekleyen ciddi bir seçmen gözüküyor. Fakat İmamoğlu’nda, neredeyse %60 65 düzeyinde bir oy artışı yaşanmış. Bu da çok anlaşılabilir bir şey. Seçmen 19 Mart meselesine bir tepki duymuş anlamına geliyor bu. O tepki neticesinde de İmamoğlu şu anda toplumsal muhalefet nezdinde en güçlü aday konumuna yükselmiş. Benim görüşüm, seçmen, bir süre daha, bir dayanışma duygusu içerisinde, iktidarın yaptığı hamleye tepki göstermek üzere, Mansur Yavaş aleyhine, İmamoğlu lehine bir duruş sergilemeye devam edecek diye düşünüyorum. Ama günün sonunda İmamoğlu ve Mansur Yavaş’ın toplamını muhalefetin bir oyu olarak saymaya da devam etmemiz lazım diye düşünüyorum.

Araştırmanızda 19 Mart’la ilgili çok soru sormuşsunuz. İlginç bir şey gördüm: ‘’İmamoğlu yolsuzluk yapmış mıdır, yapmamış mıdır?’’ diye kanaat sorduğunuzda, ‘’fikrim yok’’ diyenlerin oranı bayağı yüksek ama ‘’yapmamıştır’’ diyenler, yapmıştır diyenlerden biraz fazla. Ama buna karşılık, İmamoğlu’nun tutuklanması doğru mu?’’ ya da ‘’bu siyasi bir operasyon mu, yoksa bir yargı operasyonu mu?’’ gibi sorulara baktığımız zaman, tutuklanmayı yanlış bulan ve bunu siyasi bir operasyon olarak görenlerin oranı hayli yüksek. Bir de bu operasyonun ekonomiye zarar verdiğini ve Türkiye için kötü olduğunu söyleyenlerin oranı da hayli yüksek. Yani, operasyondan rahatsız olanların hepsinin ‘’kesinlikle yolsuzluk yapmamıştır’’ demediği de çıkıyor ortaya.

Ete: Doğru. Bu ay kapsamlı bir İmamoğlu dosyası yapalım’’ dedik ve üç farklı eksende sorular sorduk: Birincisi, ‘’seçmen, 19 Mart operasyonunu nasıl algılıyor?’’ İkincisi, iktidarın 19 Mart sonrasındaki söylemlerine yönelik, iktidar ve muhalefetin bakışı nasıl?’’ Üçüncüsü de CHP’nin seçimlerden sonra boykot hamlesi ve sadece CHP ile ilişkili olmayan, genel olarak toplumsal tepki neticesinde ortaya çıkmış bu protestolara yönelik, iktidar ve muhalefet pozisyonları seçmende nasıl karşılık bulmuş, onu anlamaya çalıştık. Üçünde de birbirinden farklı göstergeler var aslında ve hem iktidara hem muhalefete de dersler var. 

Biz geçen ay, 18 Mart’ta bitirdiğimiz araştırmayı, 19 Mart’ta bu operasyonlar başlayınca, sadece üç soru için tekrarladık: ‘’İmamoğlu’nun tutuklanması hukuki bir operasyon mu, siyasi bir operasyon mu? Tutukluluğu doğru mu yanlış mı?’’ gibi sorular üzerinden meselenin kendisini sorgulamaya çalıştık. O zaman %60’a %25 küsur civarında bir ayrışma oluşmuştu. Toplumun yaklaşık %60’ı, bu meselenin siyasi olduğunu, tutuklamanın yanlış olduğunu ve bu meseleyi tasvip etmediğini, bunun temel gayesinin İmamoğlu’nun önünü kesmek olduğunu söylüyordu. Bu geride bıraktığımız bir ay ve bu bir ay içerisinde iktidar ve muhalefetin söylem savaşı, bir nevi söylem mücadelesi, bu işe karşı olanların oranını 10 puan civarında azaltmış gözüküyor. Yani, toplumun şu an %50 civarı bu meselenin siyasi olduğunu, tutuklama kararının yanlış olduğunu ve bunun, İmamoğlu’nun önünü kesmek anlamını taşıdığını düşünüyor. Buna karşın iktidarın pozisyonunu savunanlarda da 5 puanlık bir artış oluşmuş. Yani biraz önce oy oranı itibariyle CHP ve AK Parti’de yaşanan durumun bir benzer değişimi yaşanmış; CHP oy artırırken, İmamoğlu meselesinde CHP’nin pozisyonunda biraz tersine bir gelişim yaşanmış. Bunu şuna bağlıyorum. Üzerinden bir ay geçti, millet o ilk sert tepkiyi gösterdi. O ilk sert tepkiyi gösterdikten sonra duyguları bir yerde durulmaya başladı. Bugün bu durulan yerde toplumun %50’si, net olarak bu meselenin siyasi olduğunu, bu meselenin yanlış olduğunu, ekonomiye zarar verdiğini Türkiye için kötü olduğunu söylüyor. Bu çok ciddi bir rakam. Bu, iktidarın ya da muhalefetin oy oranının üzerinde bir oran. İktidar ise sadece kendi seçmenini ikna eden bir pozisyona çekilmiş durumda. İktidarın pozisyonu da %30’lara çekilmiş durumda. Eğer bu düzeyde devam ederse, bunu muhalefet adına ciddi bir kazanım olarak görmek gerekir. İlk bir aydaki 10 puanlık düşüşü yadsımamak, %50’de durmuş olmasını önemli görmek lazım. Toplumun %50’si bu meseleye karşı çıkıyor.

Fakat ikinci planda, özellikle protestolar ve boykotlarla ilgili hem seçmenin genel sağduyusu hem de iktidarın söylemi toplumda, daha fazla kabul görmüş gözüküyor. Hatırlarsan geçen ayki programımızda da bu boykot meselesinin CHP için riskler oluşturduğunu söylemiştim. O zaman henüz bir araştırma yoktu elimizde, tamamen kendi gözlemlerime dayanarak söylediğim bir şeydi. Bu ay bunu verilerle de destekleyebilecek durumdayız. Toplum bu boykot meselesinde CHP’nin ve muhalefetin pozisyonunu sahiplenmemiş görünüyor.

Bildiğim kadarıyla CHP’ye yakın birtakım araştırma şirketleri de benzer bulguları bulup partiye iletiyorlar. Zaten bir süredir genel boykot tavrı CHP tarafından terk edildi. Birtakım markalar, özellikle medya kuruluşlarıyla ilgili boykot söylemi arada sırada tekrarlanıyor ama çok üzerinde durmuyorlar. Belli ki onlar da o mesajı almışlar.

Ete: Geçen sefer de konuştuğumuz gibi, burada bir iki tane problem var. Birincisi, boykot meselesi toplumun genelini ürküten bir yapıya evrilme riskini barındırıyor. O yüzden olumsuz bir karşılık buldu. İkincisi de toplum nezdinde ana odağı değiştirme riski taşıyan bir şey. Yani bir süre sonra toplum, İmamoğlu’na yapılanları, İmamoğlu’nun seçimlere katılıp katılmama meselesi daha öncelikliyken, boykotu ve protestoyu konuşmaya başladığında, esas mesele toplumun gündeminden çıkmış oluyor. Ben bu %60’tan %50’ye düşme meselesinde bu ikisinin payının da etkili olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla önümüzdeki dönemde, seçmenin bu meselelere yönelik kanaati değişmeye devam edebilir. İktidarın da muhalefetin de bu konuda üreteceği stratejiler, yönelebileceği taktikler, toplumun, ‘’İmamoğlu’na yapılan siyasi midir hukuki midir, doğru mudur yanlış mıdır?’’ meselesindeki pozisyonunu değiştirebilir. 

Üçüncüsü, senin sorduğun yolsuzluk meselesi. Toplumda genel olarak belediyelerde ya da genel olarak siyasetçilerde, yolsuzluk imkânsız bir mesele olarak görülmüyor anlamına geliyor bu. Ben bunu böyle okuyorum Bu gözle bakıldığında da İmamoğlu da ‘’yolsuzluk yapmıştır’’ kanaati, ‘’yapmamıştır’’ kanaatiyle neredeyse aynı çizgide. Ama toplum iki şeyi birbirinden ayırıyor: ‘’Yolsuzluk yapmıştır’’ diyenler de bu operasyonun siyasi olduğunu düşünüyor. Bunu biraz 2013-14 yıllarında Türkiye’nin içinden geçtiği 17-25 Aralık operasyonunda toplumun durduğu yere benzetmek mümkün. Toplum o dönemde de AK Partili bazı bakanların yolsuzluk yapıyor olabileceğine ihtimal veriyordu; kamuoyu araştırmaları onu gösteriyordu. Ama buna rağmen yapılan işin bir kalkışma olduğunu, siyasi bir operasyon olduğunu, bir temiz eller operasyonu olmadığını düşünüyordu. İktidar da kendi söylemini bunun üzerinden kurmuştu. Bence şimdi toplumun zihninde aynısı yaşanıyor. Yani İmamoğlu yolsuzluk yapmış olabilir, yapmamış da olabilir. Ama mesele yolsuzluk değil. ‘’Burada siyasi bir amaç güdülüyor’’ duygusu toplumda daha hâkim. 

Toparlayacak olursak, iki şey önemli: Birincisi, geçen aydan bu yana 10 puanlık bir düşüş yaşansa bile, esas zemin %50’nin hâlâ bu meseleyi kötü gördüğü. İkincisi, iktidar ve muhalefetin bu meseleye yönelik söylem ve stratejileri, toplumun kanaatinin önümüzdeki dönemde de değişmesine yol açabilir. Dolayısıyla esas meseleden uzaklaşmamak gerektiğini düşünüyorum. 

PKK’nın silahsızlanma meselesini de bir konuşalım, ondan sonra yeni bir denklem meselesine geçelim. On dokuz Mart’ı iktidarın aleyhine bir süreç olarak tanımlıyorsun ki zaten rakamlar da ortada. Benim de başından beri yaptığım tespitin benzerini raporda gördüm. Muhalefetin, tabii ki öncelikle CHP’nin siyaset alanı genişlerken iktidarın alanı daralıyor ve iktidar siyaseti yargı eliyle yaparken, muhalefet, insanları sokağa katarak doğrudan siyaset yapıyor ve siyasetin alanını genişletiyor. Bu aslında her şeyin tersine dönmesi demek. Şu aşamada iktidarı rahatlatabilecek en önemli unsur olarak da çözüm süreci ya da adı her neyse ve PKK’sız bir Türkiye’nin yakında olduğu. Hakikaten bu kadar yakında mı? Ben de öyle düşünüyorum ama herkes benimle dalga geçiyor. Hep bir yerden bir arıza çıkacak diye bekleniyor. Gerçekten bu olay olacak mı ve tabii ki bunun sonuçlarından olumlu anlamda iktidar mı faydalanacak? Yani böyle bir şey olursa CHP’nin rüzgârı azalır mı? 

Ete: Ben de bu işin, ilan edilen tarihlerden ya da beklenen tarihlerden biraz ileri sarkmalar olsa bile, olacağına inanıyorum. Özellikle 27 Şubat çağrısından sonra, Öcalan’ın, PKK’nın silah bırakma kararını Türkiye’de iktidarın bazı hamlelerine bağlamadan PKK’nın yürüttüğü mücadele tarzının geldiğimiz dönemde anlamsızlaşmış olması ve başka bir sivil siyasi bir mücadele tarzının daha gerekli olduğuna dair kendi iç dinamikleri üzerinden açıklamasından sonra, bu meselenin çözüleceğine inancım daha da arttı. Dolayısıyla bu mesele, iktidarın yapıp ettiklerinden bağımsız olarak bir yere evrilecek inancındayım. Son bir ay içerisinde yaşananlarla, bu, biraz daha netleşmiş oldu. İlk netleşen şey, 19 Mart’ın insanların zihninde yarattığı kafa karışıklığını, silah bırakma meselesinin bu 19 Mart sürecinden olumsuz etkilenme ihtimalinin ürettiği endişeleri gidermeye yönelik olarak, Erdoğan’ın eskiden olduğundan çok daha fazla bu işi sahiplenmesi, Bahçeli’nin eskiye nazaran Erdoğan üzerindeki gücünün n daha fazla artmış olması ve Erdoğan’ın aynı anda hem CHP’yi hem Bahçeli’yi hem Kürtleri karşısına alma ihtimalinin daha da fazla zorlaşmış olması dolayısıyla, 19 Mart sonrasında çözüm sürecinin, en azından iktidar kanadındaki yükümlülükler bağlamında ya da kararlılık ve angajman bağlamında, ihtimalin 19 Mart öncesine göre çok daha fazla arttığını düşünüyorum. Geçen ayki raporumuzda da bunu böyle ifade etmiştik zaten. Yani 19 Mart dışarıdan görüldüğünde, aslında PKK’nın silah bırakmasına ters bir siyasal iklimin oluşmasına zemin hazırlasa bile, iktidarın karar verme süreçlerini, PKK’nın silah bırakması lehine zorlama ihtimalini arttıran bir şey. Erdoğan, eskiden nazlanarak bu sürece katkı verirken, çok fazla kamuoyu önünde net bir şekilde sahiplenen bir sürece girmezken, bu işin öncülüğünü daha çok Bahçeli’ye bırakırken, 19 Mart’tan sonra kararlılık düzeyini arttırdı. Bunun birkaç tane yansımasını gördük: Birincisi, İbrahim Kalın’ın da katıldığı DEM Parti İmralı heyetini Cumhurbaşkanlığında da kabul etmesi ve toplantıdan hemen sonra da Adalet Bakanı ile görüşeceğinin ilan edilmesi, uzunca bir süredir PKK tarafından dillendirilen bir sürü yasal ve idari düzenlemelerin o toplantıda konuşulmuş olduğunu, bu toplantıların devamı olarak da Adalet Bakanlığı’nda bununla ilgili görüş alışverişinin yapılacağını ortaya koydu. 

İkincisi, Bahçeli’nin 22 Ekim’deki ‘’Öcalan gelsin Mecliste konuşsun’’ üst perde sembolik çağrısını çağrıştıran bir şekilde, ‘’PKK gelsin Malazgirt’te toplanarak fesih kongresini gerçekleştirsin’’ söylemiyle, bu kararlılık, güvenlik endişelerinin giderilmesi, buna yönelik üretilen soru işaretlerinin anlamsız olduğunu ifade etmesi. Üçüncüsü, bence 19 Mart sonrasında, Bahçeli’nin, PKK’nın silah bırakmasına atfettiği anlamın içeriği genişledi. Özellikle bayram sürecinde, 30 ve 31 Mart’ta Bahçeli’nin üst üste yayınladığı üç yazıda, bu meselenin, doğal olarak Türkiye’nin demokratikleşmesinin tahkim olması için gerekli reformların yapılmasına yönelik yazdığı yazılar, 19 Mart meselesinde ortaya çıkan endişeleri gidermeye yönelik yeni bir şeyleri de içeren, dolayısıyla da o demokratikleşme dosyasının genişleme potansiyelini arttıran bir işlev görüyordu. Dolayısıyla ben, PKK’nın silah bırakma meselesinin an meselesi olduğunu, sadece takvimi bekleme düzeyinde olduğumuzu düşünüyorum ve bunun da, yeni bir Türkiye olacağını, yani Türkiye’nin siyasetinin PKK’sız bir Türkiye’ye henüz yeterince hazırlık yapmadığını, psikolojik olarak da siyasal strateji düzeyinde de söylem seti dolayısıyla da henüz PKK’sız Türkiye’ye hazır olmadığını düşünüyorum. Biz PKK fesih kararını açıklayıp 1 aylık bir süre içerisinde o teknik işlemler neticelendikten sonra, 50 yıldan sonra ilk defa PKK’sız, dolayısıyla da terörsüz, dolayısıyla da terör gerekçesiyle siyasetin güvenlikleştirildiği bir dönemin geride bırakıldığı bir süreci yaşayacağız. Bu, sivil siyasetin başka enstrümanlarla daha siyasal yaratıcılık ve demokratik siyasi mekanizmalar gerektiren bir süreçle yol alacağı bir döneme gireceğini düşünüyorum. Bunun genel olarak Türkiye için çok pozitif bir gündem olduğunu düşünüyorum. 

Eğer Erdoğan, 19 Mart hamlesi dolayısıyla siyasi alanının daraldığını düşünüyorsa, AK Parti böyle bir kanaatteyse, yani ‘’19 Mart’ta öngördüğümüz stratejiyi hayata geçiremedik, dolayısıyla bu anlamsız ve maliyeti çok yüksek bir hamle oldu’’ diye düşünüyorsa, bu pozitif gündem, Erdoğan’ın da siyasal iklimi normalleştirmesi için bir imkân sunuyor. Ama ben bunu sadece Erdoğan’a bağlamanın çok dar görüşlülük olacağını düşünüyorum. Bu, temelde CHP’yi de içeren, hatta iktidarın, özellikle de Erdoğan kanadının CHP’yi bu sürecin içine katmak istemese bile, CHP’nin kendisinin de önümüzdeki cumhurbaşkanlığı seçimleri için bu işe daha fazla sarılması gerektiğini düşünüyorum. Gördüğüm kadarıyla da böyle bir siyasi çizgide ilerliyor zaten. Dolayısıyla bu, Türkiye için yeni ve pozitif bir gündem oluşturacak diye düşünüyorum. Bu pozitif gündem, ister istemez 19 Mart’ın zedelediği siyasal zemini de pozitif anlamda etkileyecektir. 

Raporda en çarpıcı bölümlerden birisi, 19 Mart’ın başından itibaren benim de kafama çok takılan bir husus. Ben 19 Mart’ı, Erdoğan’ın siyasi kariyerindeki en büyük stratejik hata olabilir diye tanımladım ve bu duruşumu hâlâ koruyorum. Başından itibaren, yani insanlar Saraçhaneye çıktığı andan itibaren. Operasyon yapıldığı zaman Erdoğan’ın gücünü, ama daha sonra milletin gücünü gördük. 

Ete: Evet, sana katılıyorum. Ama orada benim anlamlandıramadığım şu var: Mevcut siyasal statüko Erdoğan’ın aleyhine değildi.

İşte tam da onu soracaktım. Zaten e en çarpıcı yönlerden birisi o Ekonomi iyi kötü toparlanıyordu, CHP kendi içindeki işlerle uğraşıyordu. Bir yandan da çözüm süreci yürüyor gibiydi. Suriye’deki gelişmeler, şu bu… Şimdi niye bunu yaptığını anlıyoruz. Ekrem İmamoğlu’nu tasfiye için yaptı ama böyle bir âciliyeti bu kadar öne alması, sadece CHP’nin ön seçim kararıyla mı ilgili? Açıkçası ben şöyle düşünüyorum, ama tabii rasyonalite arıyorsun ve bulamıyorsun ya da rapor öyle, arıyor ve bulamıyor. Bana sanki şöyle geliyor: Yani dosya o kadar sağlam ki, insanlar alınacak ve herkes tatmin olacak, bir defter kapanacak gibi bir beklenti içerisine girmiş olmalı diye düşünüyorum Aksi takdirde tam da o raporda yazıldığı gibi, siyaseten o kadar acil bir hamle yapmaya… Az önce de konuştuk, Mansur Yavaş’ın durumu belli değil, CHP içerisinde Kılıçdaroğlu olayı kapanmış değil, zaten İmamoğlu’nun tepesinde siyasi yasak kılıcı sallanıyorken, bir belirsizlik içindeyken, bunu yaptı. Niye yaptı?

Ete: Normal bir rasyonel muhasebe iki soruyu sorar: Yani mevcut siyasal statükodan memnun değilsindir. Ya da şöyle söyleyelim: Bir kere, bu strateji değişikliğine kendini mecbur hissetmen lazım. Ya da lehine işlediğini düşünsen bile daha büyük bir kazanım, daha garanti bir kazanım elde etme gayesiyle bir risk alıyor olman lazım. Bu iki perspektiften bakıldığında, Erdoğan şimdi ve bu yöntemle böyle bir hamle yapmaya mecbur muydu? Değildi. Çünkü mevcut statüko Erdoğan’ın lehine ilerliyordu zaten. CHP’nin ön seçim kararı da CHP’nin kendi kararıydı; YSK nezdinde ya da resmi seçim prosedüründe herhangi bir anlam taşıyan bir şey değildi. Bu, garantiye almayı sağlayan bir şey miydi? Bence orada bir hesap hatası yapıldı. Şöyle olsa olabilirdi belki eğer bu hesaplandıysa ve bu yapılamamışsa, ‘’Bu, kendi lehime olsa bile garanti değil. Bunu şimdiden, seçimlere 3 yıl kala çok garanti bir ortam oluşturayım ve bu defteri kapatayım’’ duygusuyla büyük bir hamle tasarlanmış olsa, o tasarlanan hamle, İstanbul’a kayyum, CHP’ye kayyum, CHP’nin içinin karıştırılması, CHP’nin İmamoğlu’nu savunamayacak hale getirilmesi, eski kadroların CHP’nin başına gelmesinin sağlanması, Mansur Yavaş’ın İmamoğlu’na rakip olarak ön plana çıkıp İmamoğlu’na yönelik mağduriyeti unutturması, toplumun, tıpkı daha önce HDP’ye ve Demirtaş’a yapılana karşılık toplumun bir tepki göstermeyeceği, ekonominin kılını kıpırdatmayacağı gibi bir sürü iyimser, naif bir hesap yapılmışsa ve bu hesaplar nezdinde ‘’Biz bunu bu şekilde kotarırız. Dolayısıyla seçime 3 yıl kala bu meseleyi kapattıktan sonra, önümüzdeki dönemde rahat rahat ülke yönetimine devam ederiz’’ diye düşünüldüyse, ikna edici olabilir bu. Fakat bu o kadar büyük hesap hataları içeren bir strateji ki, zaten ilk anda da ortaya çıktı. Bunların hiçbirisi yapılamadı, sadece İmamoğlu tutuklanmış oldu ve diploma için idari, yargılama ve siyasi yasak ihtimali için de hukuki süreçler açık olmak üzere seçimlere katılmama ihtimalinin yüksek olduğu bir şeyle yetinilmek zorunda kalındı. 

O anlamda ben, Erdoğan’ın, mevcut statükoyu kendi aleyhine bozduğunu, CHP’nin siyasal alanını genişletirken kendisini dar bir siyasal alana mahkûm eden bir hamleyle karşı karşıya kaldığını düşünüyorum. O yüzden, önümüzdeki dönemde üç senaryonun muhtemel olabileceğine yönelik tartışmalara dair şöyle düşündüm: Erdoğan’ın daha fazla sertleşme ihtimalini görmüyorum. İstanbul’a kayyum ya da CHP’ye kayyum ya da daha fazla bu tür meseleleri germenin bir ihtimal olduğunu düşünmüyorum. İkincisi, geri adım atmasının da çok zor olduğunu düşünüyorum. Bu, Erdoğan için bir yenilgi, İmamoğlu ve CHP için bir kazanım olacaktır. Dolayısıyla ‘’19 Mart’ta olan oldu, bir maliyet ödendi. Siz bu 19 Mart’ta maruz kaldığınızı kabul edin, ben de daha fazla üstünüze gelmeyeyim. Siyasal iklim normalleşsin’’ gibi bir perspektifte olacağını düşünüyorum Erdoğan’ın.

Tam da burada ‘’eksen değişimi’’ meselesine gelelim. Şimdi dengeler değişti. CHP’nin birinci parti olması en azından şu aşamada net. Kararsızlar hâlâ yüksek bir oranda, ama raporunuzda da, eğer hata yapmazsa, süreci iyi yönetirse, CHP’nin, neredeyse 31 Mart oranlarına bile ulaşabilecek bir potansiyele sahip olduğunu söylüyorsunuz.  O zaman, CHP’nin, artık dar alanda, iktidarın istediği şekilde muhalefet yapan bir partiden, iktidara aday bir partiye doğru evrildiğini görüyoruz. 

Diğer yandan, Eğer PKK silah bırakırsa, Kürt hareketini, DEM Parti’yi herhalde olumlu etkileyecektir diye tahmin ediyorum. Birtakım partiler, özellikle Zafer Partisi ve belki İYİ Parti, PKK meselesi üzerinden propaganda yapıp belki oy devşirmeye çalışacaklar. Önümüzdeki dönemde nasıl bir eksen değişimi olabilir? Cumhur İttifakı iktidarının değişeceğini mi anlıyoruz bu eksen değişikliğinden? 

Ete: Onu henüz bilmiyoruz. Seçimlere daha çok uzun bir süre var. Bu, önümüzdeki dönemde hem iktidarın hem muhalefetin nasıl bir siyasal söylem ve strateji geliştireceğine bağlı. O nedenle ben, bu 19 Mart’ın hemen sonrasında, geçen bir ayda bile 10 puanlık bir kayma yaşandıysa, önümüzdeki dönemlerde de bu kaymalara açık olduğunu düşünüyorum. O yüzden şimdiden iki üç yıllık ön kestirimde bulunmamak lazım. Ama siyasi iklim, önümüzdeki aydan itibaren kesinlikle değişecek. Türkiye, birbirine zıt, biri negatif, biri pozitif iki sürecin aynı anda yürütüldüğü bir evreye giriyor. Eğer PKK silah bırakırsa, PKK’nın silah bırakmasının sonrasında, Mecliste siyasi partiler arası görüşmelerde, siyasi tartışmalarda gündeme gelebilecek tartışmalar, reform, yasal düzenlemeler, tutukluların serbest bırakılması, iktidarın son dönemde güvenlik ve beka endişesinin ana siyasal eksen olması dolayısıyla yürüttüğü bir sürü sürecin geri alınmasına yönelik başka bir iklim, siyaseti şekillendirecek. 

Ama aynı zamanda da 19 Mart’ın, bu pozitif gündem içerisinde oluşturduğu bir negatif eksen var. On dokuz Mart yaşanmamış olsaydı, Türkiye’nin önünde sadece PKK’nın silah bırakması sonrasında, siyasetin kendisini ‘’PKK’sız Türkiye’’ye adapte etme döneminin enstrümanlarını konuşuyor olacaktık. Şimdi 19 Mart’la, buna bir ters müdahale oldu. Önümüzdeki dönemde iktidarın, olabildiğince, ‘’PKK’sız Türkiye’’ gündeminin oluşturduğu o pozitif dalganın üzerine yüklenip, 19 Mart’ın negatif etkileşimlerini unutturmaya çalışacağını düşünüyorum. Dolayısıyla siyasal söylemde, siyasal tartışmalarda, siyasal psikolojide asıl önceliğin, ‘’PKK’sız Türkiye’’ olduğunu, 19 Mart’ta yapılanların da kabul edilip unutulması gerektiğine yönelik bir siyasi stratejiye yönelecek. Burada asıl CHP’nin nasıl bir strateji yürüteceği önemli. Eğer CHP 19 Mart’ı ‘’PKK’sız Türkiye’’ hamlesine karşılık olarak almazsa ‘’ya biri ya diğeri gibi’’ bir eksende durma yanlışlığına savrulmazsa, ‘’PKK’sız Türkiye’’ siyasetine adapte olmaya çalışırken, bunun, 19 Mart hamlesiyle ne kadar tezat oluşturduğunu, dolayısıyla ‘’PKK’sız Türkiye’’ sürecinin ürettiği pozitif kazanımların 19 Mart sürecine de yansıtılmasına yönelik bir siyasal mücadele yürütebilirse, önümüzdeki dönemde 19 Mart’ın negatif etkileri de azalabilir. 

Yani karşımızda iki gündem var. Bence kısa ve orta vadede, iklimi bu iki farklı siyasal dalga şekillendirecek. Ama bu pozitif olan gündemin, negatif olan gündemin de bazı negatifliklerini alıp, o gündemi de biraz daha kabullenilebilir, iyileştirilebilir bir yere getirme ihtimalinin mevcut olduğunu düşünüyorum, eğer siyasal aktörler burada uygun bir söylem geliştirebilirlerse. Bu, Erdoğan’ın rahat rahat kabullenmeyeceği bir şey olacaktır. Ama eğer CHP, PKK ile ilgili yürütülen sürece desteğinin ne kadar önemli olduğunu ne kadar işleri kolaylaştırdığını ne kadar siyasal iklimin önünü açtığını iktidara gösterebilirse, DEM Parti bunun üzerinden bir süreç yürütebilirse, Bahçeli bu konuda bir tutum alırsa, Erdoğan’ın da bu konuda bazı iyileştirilmelere ikna edilme ihtimalinin yadsınmaması gerektiğini düşünüyorum. Bu ihtimal çok yüksek olmayabilir, ama böyle bir ihtimalin var.  Kalıcı olanın da ‘’PKK’sız Türkiye’’ sürecinin siyasete etkisi olduğunu ve önümüzdeki dönemde siyasete daha fazla damga vurmasını daha doğru görüyorum. O yüzden geleceğe pozitif bakıyorum. Bu 19 Mart’ın oluşturduğu negatif gündemin, yavaş yavaş yerini pozitif bir gündeme bırakabileceğini bekliyorum.

Tam bu noktada bugün yaşadığım bir şeyi anlatayım: Bu sabah Çağlayan Adliyesi’nde Ümit Özdağ’ın davası vardı. Cumhurbaşkanı’na hakaret suçlamasıyla tutuksuz yargılandığı davanın ilk duruşması. Yaklaşık 30 sayfalık bir savunma okudu ve bir saati aşkın sürdü savunması. Özgür Özel dayanışma için duruşma salonundaydı. Daha sonra ben çıkıp yürüyerek Sırrı Süreyya Önder’in kaldığı hastaneye gittim. Orada Pervin Buldan, Sezai Temelli, Saruhan Oluç ve diğer DEM Partililerle sohbet ettik, Sırrı Süreyya için dua ettik. Ben hastaneden çıkarken, Özgür Özel oraya da geldi. Önce Ümit Özdağ’la dayanışmaya gitti. Sırrı Süreyya’ya daha önce ziyarete gitmişti, Hastane Çağlayan Adliyesi’ne yakın olduğu için, ikinci kez oraya geldi. Daha sonra oradan Saraçhane’ye İBB’ye gitmiş. Oradan da ev hapsindeki İsmail Saymaz’ı ziyarete gitti. Aslında CHP, Özgür Özel her alanı kontrol ediyor gibi. Yani çözüm sürecine kapıları kapatmış durumda değil. Şeffaflık la ilgili birtakım şeyler söylüyor. İmralı heyetinden Pervin Buldan, en son Adalet Bakanı ile görüşen ekipten Sezai Temelli de hastanedeydi, Özgür Özel onlarla da görüştü. Yani sonuçta…

Ete: Özgür Özel bir tercihte bulunmak zorunda hissetmiyor kendini.

Evet ve bence akıllıca bir şey yapıyor. Ne dersin?

Ete: On dokuz Mart, CHP’nin Mayıs ve 31 Mart’taki momentlerinin bileşkesi bir imkân yarattı CHP’ye. Hatırlarsan, Mayıs öncesi, o Altılı Masa’da bütün kurumsal muhalefeti bir araya getirme pratiğinden, Mayıs sonrasında vazgeçildi. Özgür Özel’in Kılıçdaroğlu eleştirisi üzerinden CHP kurultayında yarıştığı dönemin ana söylemlerinden birisi de buydu. O günden bu yana da her bir muhalefet partisi kendi tarafında durdu; etkileşim oldukça az oldu. 31 Mart’ta kurumsal muhalefet birleşmedi, ama toplumsal muhalefet CHP’nin arkasında birleşti.

On dokuz Mart sonrasında, hem CHP yeniden, iktidar ve Erdoğan karşısında toplumsal muhalefetin doğal adresine dönüştü. Yani 31 Mart’ta olduğu gibi, toplumsal muhalefet CHP etrafında birleşti. Hem de aslında Mayıs öncesi dönemde olduğu gibi, CHP’nin, muhalefetin diğer partileriyle diyalog geliştirme, dirsek teması kurma imkânı ve pratiği de gelişti. Dolayısıyla aslında CHP, ikili bir avantaj da oluşturdu: Hem kurumsal muhalefeti tekrar CHP etrafında ya da CHP’nin etki alanı içerisinde yakın tutmasına hem de CHP’yi, toplumsal muhalefetin kolaylıkla gelip toplanabileceği bir bayrak haline getirmesine imkân sağladı. Ben Özgür Özel’in bu iki dinamiği de yürütme konusunda 19 Mart’tan bu yana geçirdiği performansının çok güçlü olduğunu gözlemliyorum. İyi bir imkân yakaladı. Eğer bu imkânı sürdürebilirse, daha önce Altılı Masa’da olduğu gibi ‘’herkesi bir arada tutayım’’ derken, geçen dönemden ders çıkararak, siyaset yapma kısmını unutmazsa, bunun iyi bir imkân olduğunu düşünüyorum. 

Hatem çok sağ ol. Atladığımız bir şey kaldı mı? Her şeyi konuştuk değil mi?

Ete: Konuştuk, evet. 

Çok yoğun bir yayın oldu ama bu rapor da gerçekten çok önemliydi. Çok teşekkürler Hatem. 

Ete: Ben teşekkür ederim

Evet, PANORAMATR’nin Nisan ayı araştırmasını, Direktörü Hatem Ete ile konuştuk. Kendisine çok teşekkür ediyoruz. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.