Suriye’deki kaos çözüm sürecini tehlikeye sokabilir | Ruşen Çakır yorumluyor

Ruşen Çakır, Suriye’de yaşanan kaosun Türkiye’deki yeni çözüm sürecini tehlikeye atabileceği konusunda uyardı. Çakır, özellikle Dürzilerle Bedevi Araplar arasındaki çatışmanın diğer azınlıkları da endişelendirdiğini belirtti.

Ruşen Çakır, Türkiye’nin PKK ve Kürt sorunu çözüm sürecinin Suriye’deki gelişmelerden olumsuz etkilenebileceği konusunda uyarıda bulundu. Çakır, geçmişteki çözüm sürecinin de Suriye’deki olaylar nedeniyle yarım kaldığını hatırlattı.

Geçmişte yaşanan benzer süreç

Çakır, önceki çözüm sürecinin nasıl sekteye uğradığını şöyle anlattı:

“Suriye’de iç savaş sırasında Esad rejimine karşı İslamcı grupların kalkışması sırasında Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler bunu bir fırsat bildiler. Esad rejimiyle anlaşarak yaşadıkları bölgenin denetimlerini fiilen ele aldılar.”

Bu süreçte PKK çizgisindeki yapıların öne çıktığını ve Öcalan posterleriyle gösteriler yapan Suriyeli Kürtler görüntülerinin ortaya çıktığını belirten Çakır, ardından Türkiye’deki çözüm sürecinin rafa kalktığını söyledi.

Suriye'deki kaos çözüm sürecini tehlikeye sokabilir | Ruşen Çakır yorumluyor
Suriye’deki kaos çözüm sürecini tehlikeye sokabilir | Ruşen Çakır yorumluyor

Bölgesel gelişmelerin etkisi kritik

Şimdiki çözüm sürecinin en kritik yönlerinden birinin yine Suriye olduğunu ileri süren Çakır, “7 Ekim hava saldırısının ardından İsrail’in bölgeyi alt üst etmesine bağlayanlar çok” dedi. Çakır, Türkiye’nin Suriye’de güvenebileceği bir yönetimin oluşmasını istediğini ve bu anlamda Kürtlerin önünde engel teşkil ettiğini belirtti.

Öcalan faktörü devrede

Çakır, Türkiye’nin Abdullah Öcalan üzerinden Suriye’deki Kürtleri belli bir noktaya çekebileceğini düşündüğünü söyledi, “Bu yanlış bir düşünce değil çünkü Suriye’deki Kürtlerin ilk ortaya çıkışı örgütlenme anlamında Öcalan’ın Suriye’de yaşadığı dönemler ve Öcalan bizzat bu yapıları inşa etmiş birisi” diye konuştu.

Suriye'deki kaos çözüm sürecini tehlikeye sokabilir | Ruşen Çakır yorumluyor
Suriye’deki kaos çözüm sürecini tehlikeye sokabilir | Ruşen Çakır yorumluyor

İsrail’in müdahalesi

İsrail’in Dürzilerden yana olaya müdahil olduğunu belirten Çakır, “Şam’da Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nı ve Genelkurmay Başkanlığı’nı bombaladı. Netanyahu Dürzilerden yana tavır aldıklarını söyledi” dedi.

İsrail’in orada eş-Şara yönetiminde bir İslamcı devlet inşasını istemediğini ve bu anlamda bölgedeki azınlıklara yatırım yaptığını söyleyen Çakır, “İlk akla gelen de kendisine en yakın olan yerde yaşayan Dürziler” dedi.

Çözüm süreci risk altında

Çakır, başlangıçta Türkiye’deki çözüm sürecinin başarısına bağlı olarak Suriye’deki meselenin de çözülebileceği hesabı yapıldığını belirtti. Ayrıca Çakır, “Türkiye’deki pozitiflik, Suriye’de pozitiflik olarak yansır deniyordu” diye konuştu.

Ancak şu anda Suriye’de yaşanan kaosun Türkiye’deki çözüm sürecini de olumsuz etkileyebileceği konusunda uyaran Çakır, “Çok kritik bir an yaşıyor Suriye. Bu kritik an Türkiye’yi de gerçekten yakalamış olduğu bu tarihi fırsatı riske edebilecek sonuçlara yol açabilir” diye sözlerini tamamladı.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.


Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Suriye’deki kaos çözüm sürecini tehlikeye sokabilir | Ruşen Çakır yorumluyor

Merhaba, iyi günler, iyi hafta sonları. Türkiye yılların sorununu çözmeye hazırlanıyor. Bayağı adımlar atılıyor ve PKK sorunu, ardından iç içe bir şekilde Kürt sorununu çözme konusunda bir umut var. Ben umutluyum, iyimserim ama çok sorun var. Geçen sefer çözüm süreci Suriye’de yaşananlar nedeniyle büyük ölçüde yarım kalmıştı. Ne olmuştu o zaman? Suriye’de iç savaş sırasında, Esad rejimine karşı İslamcı grupların kalkışması sırasında Suriye’nin kuzeyindeki Kürtler bunu bir fırsat bildiler ve bu arada Esad rejimiyle anlaşarak o yaşadıkları bölgenin denetimlerini fiilen ele aldılar. Ve burada esas olarak PKK çizgisindeki yapılar öne çıktı ve birden Öcalan posterleriyle gösteriler yapan Suriyeli Kürtler görüntüleri karşımıza çıktı ve ardından Türkiye’deki çözüm süreci rafa kalktı. Şimdiki çözüm sürecinin en kritik yönlerinden birisinin yine Suriye olduğu ileri sürülüyor. Kimileri inanmıyor tabii ki, bunun tamamen iç politik hesaplarla olduğunu düşünüyor. Ama esas belirleyici etkenin bölgesel gelişmeler olduğunu düşünenler, özellikle 7 Ekim Hamas saldırısının ardından İsrail’in bölgeyi altüst etmesine bağlayanlar çok ve bu anlamda da Suriye ayrı bir öneme sahip. Türkiye Suriye’de istediği bir yönetimin oluşabilmesini, güvenebileceği bir yönetimin oluşabilmesini istiyor ve bu anlamda da Kürtler önünde bir engel teşkil ediyor ve Abdullah Öcalan üzerinden Suriye’deki Kürtleri belli bir noktaya çekebileceğini düşünüyor. Aslında bu iş yanlış bir düşünce değil. Çünkü Suriye’deki Kürtlerin örgütlenme anlamında ilk ortaya çıkışı Öcalan’ın Suriye’de yaşadığı dönemler ve Öcalan bizzat bu yapıları inşa etmiş birisi. Daha sonra da Öcalan’la koordineli bir şekilde PKK, Kandil, Suriye’ye yönelik özel bir program uyguladı ve orada binlerce, on binlerce savaşçısının olduğu bir yapı ortaya çıkarttı ve de facto bir tür özerk yönetim inşa etti. Türkiye Cumhuriyeti buna müdahil oldu biliyorsunuz. Özellikle kuzeybatısında Türk Silahlı Kuvvetleri devreye girdi ve PYD/YPG’nin elindeki birçok yeri aldı ama kuzeydoğuda Kürtler varlıklarını sürdürdü.

Şimdi normal şartlarda şöyle bir plan vardı. Eş-Şara yönetimindeki ve Ankara’nın desteklediği HTŞ ağırlıklı geçici hükümet, geçici yönetim Suriyelilerle anlaşacak, Suriyeliler de merkeze bağlanacaktı. Bir ön mutabakatla yapıldı Amerika Birleşik Devletleri’nin de devreye girmesiyle. Fakat sonra sorunlar çıktı, ama aşılmayacak sorunlar değildi bunlar. Bu arada Amerika’nın Ankara Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi Tom Barrack açık bir şekilde Şam’dan yana tavır alıp Suriye’de federasyon, özerklik gibi şeylerin olamayacağını söyledi ve Ankara’yı da memnun etti. Tam bu belirsizliklerin ortasında, ülkenin güneyinde Dürzilerle Bedevi Araplar arasında bir çatışma patlak verdi ve çatışmaya Şam yönetimi müdahil oldu. Şam yönetimi Bedevi Arapların yanında ve Dürzilere karşı bir pozisyon aldı. Çok çarpıcı ve aslında moral bozucu görüntüler gördük. Suriye ordusuna bağlı bir kısım askerler – ki sakalları vesairesiyle İslamcı oldukları anlaşılıyor – Dürzi yaşlılarının bıyıklarını – ki onlar için çok önemli, saygınlık açısından çok önem verdikleri bir şey – zorla kestiler ve bunların videolarını dolaşıma soktular filan. Neyse, ama iş bununla da kalmadı. İsrail Dürzilerden yana olaya müdahil oldu. Şam’da Cumhurbaşkanlığı Sarayını ve Genelkurmay Başkanlığını bombaladı, daha doğrusu hava saldırısıyla ve açık bir şekilde Netanyahu Dürzilerden yana tavır aldıklarını söyledi. Bunun bir gerekçesi İsrail’de belli bir Dürzi topluluğunun olması ve Suriye’deki Dürzilerle akraba olmaları, onlara destek iddiasıyla çıktı. Ama onun da ötesinde İsrail orada eş-Şara yönetiminde bir İslamcı devlet inşasını istemiyor ve bu anlamda da bölgedeki, ülkedeki azınlıklara bir tür yatırım yapıyor. İlk akla gelen de kendisine en yakın olan yerde yaşayan Dürziler ve Dürzilere açık bir şekilde destek veriyor. Fakat Dürzilerin hepsinin İsrail yanlısı olduğunu söylemek mümkün değil. Ancak kendilerini yalnız hisseden Dürzilerin İsrail’in bu desteğine çok da itiraz edecek halleri yok.

Buraya kadar, ‘‘Bunun bizimle ne ilgisi var?’’ denebilir. Fakat şunu unutmamak lazım; Suriye’de bir devlet yok. Bir devlet inşa etme çabası var. Trump yönetimi eş-Şara’ya destek veriyor. Yaptırımları kaldırdı. Terör örgütü listesinden çıkardı ve açık bir şekilde orada bir devlet inşasına eş-Şara üzerinden destek veriyor. Hatta sonradan anlaşıldı ki daha Esad yönetimi zamanında Amerika Birleşik Devletleri eş-Şara’ya yatırım yapmış. Onu özel olarak eğitmiş. Bunu bizzat yapan Amerikalı diplomatlar açık açık anlattılar. Ama bunu başarabilecek mi? Çok zor. Çünkü orada eş-Şara yönetiminin çoğulcu bir Suriye perspektifi daha çok lafta kalıyor. Bu son olayda olduğu gibi çok net bir şekilde kendilerine yabancı olanlara karşı tavır alıyor. İddiaya göre daha önceki Alevi katliamında da bu olmuştu. Eş-Şara bunların merkezi yönetim politikası olmadığını söyledi. Ama Alevi katliamıyla ilgili yapılan soruşturmadan hiçbir şey çıkmadı. Şimdi de aynı şekilde çoğulcu bir Suriye’den bahsediyor ve Dürzilerin haklarına saygı göstereceğini söylüyor ama bunun hiçbir garantisi yok. Bu Dürzilerle yaşanan gerilim, kaos ülkenin diğer azınlıklarını da birinci derecede ilgilendiriyor. Mesela Alevileri, mesela Hristiyanları ve tabii ki Kürtleri çok yakından ilgilendiriyor. Çünkü bir grubun düşmesi, Dürzilerin mesela kaybetmesi, sıranın diğerlerine gelebileceği endişesini doğuruyor. Bir diğer husus da şu: Ülkedeki azınlık grupların en çok gözlerini çevirdikleri yapı Kürtler. Çünkü Kürtler çok iyi örgütlenmiş durumda ve silahları var ve silah kullanmayı bilen binlerce insanları var. Bunların bir kısmı Suriye vatandaşı değil hatta. Ve dolayısıyla şu anda Suriye’de yaşanan kaos Kürtleri birinci derecede ilgilendiriyor. Bir diğer husus da şu: Şu anda Dürzilerden yana tavır alan İsrail öteden beri Suriye’deki Kürtleri bir stratejik müttefik olarak gördüğünü zaten defalarca dile getirmiş, Netanyahu yönetiminin önde gelen isimleri, bakanları. Ve büyük bir ihtimalle eş-Şara’nın orada bir devlet inşa etmesini engellemek için Kürtlere de birtakım mesajlar iletecek, birtakım iş birlikleri yapmak isteyecek.

Bu nasıl gelişir? Eş-Şara ülkenin başında kalabilir mi? Eş-Şara kalırken vadettiği gibi tüm azınlıkları merkeze katabilir mi? Bunlar çok zor sorular ve şu gidişle pek başaramayacakmış gibi gözüküyor. Ve dolayısıyla Suriye’de Kürtler bu kaotik ortamda bambaşka birtakım perspektiflere yönelebilirler. Normal şartlarda Abdullah Öcalan’ın demokratik entegrasyon dediği olay Suriye için de geçerliydi. Yani Öcalan’ın perspektifinde Suriye’deki Kürtlerin merkezi hükümete bağlanması var. Ama burada çok önemli bir husus var: Demokrasi. Eş-Şara yönetiminin Suriye’ye demokrasi getirebileceği pek akla yatkın gözükmüyor. Dolayısıyla Suriye’de Kürtler yaşanacak olan gelişmelere bağlı olarak bu krizin, şu anda Dürzilerle yaşanan krizin çözülememesi ve ülkeyi iyice kuşatması, Suriye’nin yeniden bir iç çatışma ülkesi haline dönüşmesi ihtimalinde en güçlü azınlık olarak birtakım kararlar alabilirler ve bu kararlar doğrudan Ankara’yı rahatsız edebilir. Şunu özellikle vurgulamak lazım; Suriye’deki Kürt hareketi kendi tabirleriyle Apocu bir hareket, yani Öcalan’a bağlı hareketler. Dolayısıyla Öcalan’ın çizdiği çizgide gideceklerdir. Öcalan’ın onlara söylediğini yapacaklardır. Ama Öcalan, daha önceki deneyimlerden biliyoruz ki Suriye’de, Suriye’deki Kürtlerden onlara birinci derecede zarar verecek adımlar atmasını istemeyecektir. Muhtemelen önümüzdeki günlerde Öcalan’ın doğrudan Suriye’deki Kürtlerle temasa geçtiğini duyacağız ya da geçecek ama bize bunu duyurmamaya çalışacaklar. Fakat şu haliyle bakıldığı zaman Türkiye’deki çözüm sürecinin başarısına bağlı olarak Suriye’deki meselenin de çözülebileceği hesabı yapılıyordu. Yani ‘‘Türkiye’deki pozitiflik Suriye’ye de pozitiflik olarak yansır’’ deniyordu. Ama şu anda Suriye’de yaşanan kaos ve negatif durum pekâlâ Türkiye’deki çözüm sürecini de negatif olarak etkileyebilir, tehlikeye atabilir. Çok zor bir iş. Tek aktörlü bir olay değil. Sadece Ankara’nın belirleyebileceği bir olay değil. İşin içerisinde başka güçler var, özellikle İsrail başta olmak üzere. Ve merkezde yer alma iddiasındaki yapı, HTŞ ve onun ittifak yaptığı gruplar onca iç savaştan sonra yıkılmış, yerle bir olmuş bir ülkeyi kalkındırabilecek ve orada yeni bir devlet inşa edebilecek kapasitede gözükmüyorlar. Çok kritik bir an yaşıyor Suriye ve bu kritik an Türkiye’nin gerçekten yakalamış olduğu bu tarihi fırsatı da riske edebilecek sonuçlara yol açabilir.

Bugünkü yayını kime ithaf ediyorum? Jacques Brel’e. Brel’i bilmiyorsanız muhakkak bilin. 78 yılında… Kaç yaşında ölmüş? 49 yaşında ölmüş. Biz Galatasaray Lisesi’nde Fransız kültürüyle büyümüş insanlar olarak Brel’i biliyoruz. Yıllar önce ortaokuldayken Tevfik Fikret Salonu’nda Brel’in bir konser filmini izlediğimi hatırlıyorum, siyah beyaz. Çok değişik bir insan. Çok kendinden geçerek şarkı söyleyen ve şarkılarını kendisi yapan birisi. Fransız değil, Belçikalı ama hayatı Fransa’da geçmiş birisi. Aşk şarkıları da çok güzel. Esprili şarkıları da var. Tabii ki en çok bilinen şarkısı herhalde ‘‘Ne Me Quitte Pas’’, yani ‘‘Beni Terk Etme’’ şarkısıdır. Ama ben Brel’in en çok ‘‘Burjuvalar’’, ‘‘Les Bourgeois’’ şarkısını severim. Vaktimiz olsa size uzun uzun şarkının sözlerini anlatırım. Ama şöyle söyleyeyim, olay şu; gençken burjuvalarla dalga geçen üç arkadaşın yıllar sonra birer burjuva olup kendileriyle dalga geçen gençleri polise şikayet ettiği bir şarkıdır. Film gibi bir şarkıdır. Gerçekten hâlâ yıllardır her fırsatta dinlediğim birisi, çok sevdiğim birisi. Filmleri de vardı. Birçok filmini de izleme şansım oldu. Ama o her şeyden önce bir şarkıcı, müzisyen. Jacques Brel, gerçekten bizi çok erken terk etti ama şarkıları hep yaşıyor. Evet, söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.