Barbaros Gökdemir yazdı – Yarış kızışıyor: Venedik ve Toronto festivallerine doğru!

Sinema dünyası bu hafta, Venedik ve Uluslararası Toronto Film Festivalleri’nin merakla beklenen seçkilerinin açıklanmasının ardından iyice çalkalandı. Bildiğimiz üzere, senenin öne çıkan büyük festivalleri Sundance, Berlinale ve Cannes’ı geride bıraktık ve ufukta iddialı filmlerin boy göstereceği bu iki önemli film etkinliği kaldı. Şimdiden ağustos ve eylül aylarının yeni filmler, galalar ve prömiyerler açısından hareketli geçeceğini söyleyebiliriz lakin her iki seçki de yoğun bir programa işaret ediyor. Festival sahnesinde iz bırakmak bu yıl hiçbir yapım için kolay olmayacak.

Festivallerin sene içerisindeki dağılımlarına baktığımız zaman, ben bu iki festivali köprüden önce son çıkış olarak değerlendiriyorum. Bu festivallerde yer alan filmler, sene içerisinde Sundance ya da Cannes’da gösterilen filmlere nazaran daha geç bir zamanda seyirci karşısına çıkıyorlar. Dolayısıyla gelecek sene mart ayında düzenlenecek Akademi ödül törenlerinde adaylık kazanabilmek için kampanya yolculukları ve görünürlükleri açısından daha az zamanları oluyor. Öte yandan bu durumun, özellikle Batı sinemasının –daha çok Kuzey Amerika diyelim– iddialı yapımlarını çok etkilemediğini de görebiliyorum. Her sene, büyük starların ve yönetmenlerin elinden çıkma birçok yapımın, bu iki festivali tercih ettiklerini ve buraları önemli bir uğrak noktasına dönüştürdüklerini de görebiliyorum.

Örneğin bu yıl Venedik, Kathryn Bigelow, Yorgos Lanthimos, Noah Baumbach ve Jim Jarmusch gibi isimlerin yeni işlerine ev sahipliği yapıyor. Toronto ise Steven Soderbergh, Gus Van Sant ve Chloe Zhao gibi yönetmenlerin yeni filmleri ile sinema dünyasını hareketlendireceğe benziyor.

Bu festivallerde gösterilecek yeni filmlerin, kırmızı halı pozlarının, galaların ve starların tartışma yaratacak demeçlerinin dünya basınında nasıl yer tutacağını hep beraber yaşayıp göreceğiz. Ve ilerleyen aylarda, hangi filmlerin Akademi yarışında öne çıkacağı ya da eleneceği, hangi festivallerin en çok adaylık kazanan filme ev sahipliği yaptığını da görmüş olacağız.

Biz şimdilik, Venedik ve Toronto’nun sunduğu seçkilere odaklanalım.

Venedik Film Festivali

Bu sene 82.’si düzenlenecek olan festival, 27 Ağustos – 9 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek. Festivalin ana yarışma jürisinin başkanlığını Amerikalı yönetmen Alexander Payne yapıyor. Payne’e, Fransız Stéphane Brizé, İtalyan Maura Delpero, Romanyalı Cristian Mungiu ve İranlı Mohammad Rasoulof gibi yönetmenler ve Brezilyalı Fernanda Torres ile Çinli Zhao Tao gibi oyuncular eşlik ediyor. Festivalin yeni seslere yer verdiği “Orrizonti” seçkisinin jüri başkanlığını ise yeni filmi Alpha ile bu yılın Cannes ana yarışma seçkisinde yer alan Fransız yönetmen Julia Ducournau yapıyor.

Venedik ana yarışma programında (Venezia 82) toplam 21 film bulunuyor ve listede beni heyecanlandıran birçok iş var. Örneğin ağabeyi Josh Safdie ile ortak yönetmenlik kariyerini sonlandıran Bennie Safdie’nin, solo yönetmen olarak hayata geçirdiği ilk filmi The Smashing Machine de listede yerini alıyor. Yönetmenin nasıl bir sinemanın kapılarını aralayacağını oldukça merak ediyorum.

Ünlü Fransız yönetmen François Ozon da Fransız edebiyatının belki de en önemli eserlerinden biri olan Albert Camus’nün L’Etranger – Yabancı kitabının aynı isimli uyarlaması ile listede yerini alıyor. İki önemli çağdaş Macar yönetmenin de Venedik’te boy göstereceğini görebiliyoruz. 2017 yapımı On Body and Soul filmi ile dünya sinemasında büyük ses getiren Ildikó Enyedi, Silent Friend filmi ile, 2015 yapımı Son of Saul filmi ile büyük başarı elde eden László Nemes de Orphan filmi ile festivalin çok konuşulacak isimleri arasında yerlerini alıyorlar. Bu isimlerin yanı sıra, Fransız Olivier Assayas, Güney Koreli Chan-wook Park ve Tunuslu Kaouther Ben Hania gibi başarılı yönetmenler de listenin çıtasını yukarı çekecek isimler arasında bulunuyorlar.

Festivalin “Orrizonti” seçkisi de toplam 19 filme ev sahipliği yapıyor. Bu sene Venedik’te ülkemizden bir yapım yer almıyor ancak bu seçkide yer alan İranlı yönetmen Ali Asgari’nin Komedie Elahi filminin yapım ayaklarından bir tanesinin Türkiye olduğunu not etmemiz gerekiyor.

Bence festivalin dikkat çeken bir başka seçkisi de yarışma dışı gösterilen kurmaca olmayan işler listesi. Werner Herzog, Sofia Coppola, Alexandr Sokurov ve Tsai Ming-liang gibi önemli çağdaş yönetmenlerin, yeni işleri ile Venedik’te sinema sanatının sınırlarını zorlayacaklarını tahmin etmek çok da zor olmaz.

Venedik Film Festivali seçkisinde bu sene ülkemizden bir yapım göremememiz üzücü. Geçtiğimiz yıl, Murat Fıratoğlu imzalı Hemme’nin Öldüğü Günlerden Biri filmi, festivalin Orrizonti bölümünde yarışmış ve Jüri Özel Ödülü’nün kazananı olmuştu.

Uluslararası Toronto Film Festivali

Bu sene 50. edisyonu düzenlenecek olan Toronto, 4 – 14 Eylül tarihleri arasında gerçekleşecek. Festivalin “Discovery,” “Gala Gösterimleri,” “Midnight Madness,” “Platform” ve “Özel Gösterimler” olarak adlandırdığı 5 bölümü var.

Ne mutlu ki, dünya sinemasının geleceği ve dikkat edilmesi gereken yönetmenler olarak konumlandırdığı “Discovery” bölümü, ülkemizden de bir yapıma yer veriyor. Yönetmen Şeyhmus Altun imzalı Aldığımız Nefes filmi, dünya prömiyerini bu seçkide yapacak. Seçki toplam 23 filmden oluşuyor.

Festivalin Gala Gösterimleri bölümünde de heyecan veren yapımlar yer alıyor. Ben özellikle 2008 yapımı Pazar: Bir Ticaret Masalı filmi ile tanıdığımız ve uzun yıllar ülkemizde de yaşamış Ben Hopkins’in senaryosunu kaleme aldığı, İngiliz başarılı yönetmen David Mackenzie’nin hayata geçirdiği Fuze filmini merak ediyorum. Filmin çekimlerinin bir kısmının İstanbul’da yapıldığını da not edelim.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Filistinli yönetmen Annemarie Jacir imzalı Palestine 36, Succession dizisinden tanıdığımız ünlü oyuncu Brian Cox’un ilk yönetmenlik denemesi olan Glenrothan ve 1990’ların ünlü komedi filmi Ah Mary Vah Mary filminden hatırladığımız yönetmen Bobby Farrelly’nin de yeni filmi Driver’s Ed bu seçkide yer alan ilginç yapımlar arasında.

Festivalin özel gösterim bölümünde ise 2022 Netflix yapımı Athena filmi ile ses getiren Fransız yönetmen Romain Gavras’ın yeni filmi Sacrifice bulunuyor. Film, özellikle Chris Evans, Anya-Taylor-Joy, Vincent Cassel, Salma Hayek, John Malkovich gibi büyük starların yer aldığı kadrosu ile dikkat çekiyor. Yine aynı seçkide, benim çok sevdiğim, tatlı mı tatlı 2017 yapımı The Bookshop filminin İspanyol yönetmeni Isabel Coixet’in “Three Goodbyes” isimli filmi de bulunuyor.

Kapatırken

Sadece bu iki festivalin açıklanan listelerine bakarak neler söyleyebiliriz?

Açıkçası Venedik’in programının, en azından benim açımdan daha güçlü bir yönetmen havuzuna sahip olduğunu düşünüyorum. Aynı şekilde, ülke sineması çeşitliliği bakımından da sanki Venedik daha iyi tasarlanmış bir programa sahip. Toronto’nun listesine detaylı baktığımızda, Cannes’da gösterilen birçok yapımın Kuzey Amerika prömiyerine ev sahipliği yaptığını da görebiliyoruz. Bunlar, ilk gösterim olmayacakları için hem aynı heyecanı vermeyeceklerdir hem de özgünlük açısından Venedik’in gerisinde kalabilir.

Ama iki festivalin de dünya sineması açısından yeri büyük. Toronto’nun en önemli konumu, Kuzey Amerika’ya daha çok hitap edebiliyor olması. Bu açıdan, Akademi ödülleri için de önemli bir yere sahip.

Yazının başında da değindiğim gibi bu festivallerde gösterimlerini yapacak filmleri sene sonuna, kış aylarına doğru daha çok konuşmaya devam edeceğiz. Bu kesin.

Öte yandan benim merak ettiğim bir başka konu, bu festivallerin politik dilinin ne olacağı, dünyanın içinden geçmekte olduğu şu acı günlere bir ayna tutup tutamayacağı…

Özellikle geçtiğimiz son iki haftada Gazze’de yaşanan insanlık krizi ve İsrail’in neredeyse iki yıldır süren askeri operasyonları neticesinde bebekler ve çocuklar da dahil olmak üzere iki milyon insanın temel besin maddelerine ulaşamamaları, açlık ve sağlık krizi herkesin gündeminde olduğu gibi Amerika’nın da politik sahnesini epey bir meşgul ediyor.

Ama maalesef tartışmaların çoğu zaman sığ ve sorunu çözmekten çok uzak bir noktada çıkmaza girdiğini de görebiliyoruz.

Umarız, en azından eğlence ve film dünyası bu konuda sessiz kalmaz ve 21. Yüzyılın ortasında insan eliyle yaratılan bu açlık tablosunun yaşandığı şu günlerde, krizin sona ermesinde küçük de olsa bir payı olur.