Onur Alp Yılmaz yazdı | Titanik batarken şezlongları düzeltmek: Muhalefetin dış politikadaki yetersizliği

Türkiye’nin dış politika arenası, son dönemde artan bölgesel gerilimler ve küresel güç dengelerindeki kaymalarla birlikte hayati bir önem arz etmektedir. F-35 programından çıkarılma ve F-16 filosunu modernize edememe sorunları neticesinde Eurofighter savaş uçaklarına yöneliş, bu karmaşık jeopolitik tablonun yalnızca bir veçhesini oluşturmaktadır. Ancak, iktidarın bu kritik süreçteki stratejik hamlelerini değerlendirmek kadar, muhalefetin bu tablodaki analiz eksikliği ve yetersizliği, “Titanik batarken şezlongları düzeltmek” deyimiyle sembolize edilebilecek derin bir siyasi zaafiyeti gözler önüne sermektedir.

Titanik batarken şezlongları düzeltmek | Onur Alp Yılmaz yazdı
Titanik batarken şezlongları düzeltmek | Onur Alp Yılmaz yazdı

Almanya’nın çifte standardı ve temel motivasyonlar

Almanya’nın Eurofighter satışına yönelik uzun süreli direnci dikkat çekici bir boyuta ulaşmıştır. Bu direnişin ardındaki resmi argüman, Türkiye’deki insan hakları ihlallerine dair endişeler olarak sunulmuştur.

Ancak aynı Almanya, insan hakları açısından İsviçre’yle yarışır durumda olmadığı herkesçe malum olan Suudi Arabistan’a geçen yıl aynı uçakların satışını onaylamıştır.

Alman yetkililer, Suudi Arabistan’a yapılan satışın gerekçesini, 7 Ekim sonrası süreçte Riyad’ın “İsrail’e karşı son derece yapıcı tutumu”na bağlamıştır.

Nitekim, Alman Dışişleri Bakanı bu durumu, “Suudi Arabistan, bugünlerde bile İsrail’in güvenliğine önemli bir katkıda bulunuyor ve bölgesel bir yangın riskini azaltmaya yardımcı oluyor” ifadeleriyle açıkça belirtmiştir.

Yine Almanya’nın gerçek kriterinin insan hakları olmadığını gösteren bir diğer gösterge de, dünyanın gözünün içine baka baka soykırım suçu işleyen İsrail’le sürekli yürüttüğü silah alışverişidir.

Öyleyse, Almanya’nın Türkiye’ye yönelik Eurofighter ambargosunun temel motivasyonları neler olmuştur?

Yukarıdaki örnekler bir arada değerlendirildiğinde, Almanya’nın “insan hakları” retoriğinin ardında yatan ilk belirleyici faktörün İsrail’in “güvenliğine” yönelik tehdit algısının minimize edilmesi olduğu anlaşılmaktadır.

Her ne kadar İsrail, Türkiye’ye Eurofighter satışının onayına ilişkin endişelerini dile getirse de Türkiye’nin Ortadoğu’da Amerikan-NATO tezlerine uyumu ve Avrupa’nın Türkiye’ye duyduğu stratejik gereksinim, bu endişelerin etkisini azaltmıştır.

Diğer önemli bir motivasyon ise hiç şüphesiz, Avrupa Birliği üyesi Yunanistan ve Güney Kıbrıs ile Türkiye arasındaki gerilimin odak noktasını oluşturan Doğu Akdeniz meselesidir.

Almanya, Kıbrıs adasını bir AB üyesi olarak kabul etmekte ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni tanımamaktadır.

Bu bağlamda, Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon arama faaliyetlerini 2019’dan bu yana “AB deniz sahasına karşı bir saldırganlık” olarak yorumlamakta ve bu çerçevede Türkiye’ye silah ambargosu uygulamaktadır.

Ancak, Türkiye’nin hem Kıbrıs ve çevresindeki sondaj faaliyetlerini askıya alması hem de Yunanistan ile gerilimi tırmandırıcı bir dil kullanmaktan kaçınması, Almanya’nın tutum değişikliğinde önemli bir paya sahiptir.

Titanik batarken şezlongları düzeltmek | Onur Alp Yılmaz yazdı
Titanik batarken şezlongları düzeltmek | Onur Alp Yılmaz yazdı

Avrupa’nın Türkiye’ye stratejik bağımlılığı

Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle birlikte Amerika Birleşik Devletleri’nin Avrupa’nın savunmasına sağladığı katkıyı tedricen azaltması, AB ülkelerini ABD’den bağımsız bir Avrupa savunma stratejisi oluşturmaya itmektedir.

Bu stratejik dönüşüm, şüphesiz Türkiye’nin AB ve Birleşik Krallık açısından önemini emsali görülmemiş bir düzeye çıkarmaktadır.

NATO’nun en büyük ikinci ordusuna sahip olan Türkiye, Almanya ve Fransa ordularının toplamının neredeyse iki katı askeri personele sahiptir.

Ayrıca, Türkiye’nin Ortadoğu ve Kafkasya sınırındaki jeostratejik konumu da ülkeyi vazgeçilmez kılmaktadır.

İngiliz Dışişleri Bakanı Lammy’nin ifadeleri bu durumu açıkça özetlemektedir:

“Türkiye, Karadeniz, Kafkasya, Ortadoğu ve Afrika’nın kesişim noktasındaki stratejik konumu göz önüne alındığında Birleşik Krallık, Avrupa ve diğer ülkelerin güvenlik çıkarları için vazgeçilmezdir. Bu radikal belirsizlik çağında, Türkiye’nin bölgesel ve küresel güvenlikteki hayati rolü, ortaklığımızı her zamankinden daha önemli kılmaktadır.”

Rusya’nın genişleme eğilimine karşı Avrupa’nın en büyük konvansiyonel ordusunu kurma çabası ve bu amaca yönelik harcanan toplam 1 trilyon dolarlık bütçe düşünüldüğünde, ne Almanya’nın ne de diğer Avrupa ülkelerinin Türkiye’nin desteğine olan ihtiyacı göz ardı etmesi mümkün değildir.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Öyle ki Avrupa, Rusya’nın Güney Kafkasya’daki nüfuzunu kırma arayışında Ermenistan, Azerbaycan ve Türkiye gibi üç kilit Avrupa dışı aktöre büyük önem atfetmektedir. Ermenistan-Azerbaycan barış süreci, Paşinyan’ın Rusya’ya rağmen gerçekleştirmeye çalıştığı bir hedeftir ve Türkiye bu hedefte kritik bir rol oynamaktadır.

Rusya’nın Azerbaycan ile gerilime neden olan olaylar ve Ermenistan’da Paşinyan’a karşı Rus destekli darbe girişimi iddiaları, Batı ile müttefiklik ilişkisi içinde olan mevcut liderlere muhaliflerini kontrol altına alma imkânı sunarken, Türkiye’de de iktidarın Batı’nın Rusya’yı çevreleme politikasında oynadığı bu merkezi rol, içerideki muhalefete yönelik sert yaklaşımların Batı’dan bir tepkiyle karşılaşmamasına yol açmaktadır.

Muhalefetin stratejik yanılgısı ve Türkiye’nin geleceği

Tüm bu jeopolitik gerçekler ışığında, Eurofighter satışına ilişkin Özgür Özel’in Almanya Sosyal Demokrat Partisi (SPD) nezdinde arabuluculuk yaptığı ve Ekrem İmamoğlu’nun sosyal medya üzerinden destek mesajı yayımladığı için satışın gerçekleştiği yönündeki iddialar sorgulanmalıdır.

İlk olarak, CHP Özgür Özel’in bu iddiaları karşısında kamuoyuna şu soruyu açıklamak zorundadır: Eurofighter talebi, Ekrem İmamoğlu’nun X (Twitter) mesajından yıllar önce gündeme gelmişken, buradaki değişken sizce İmamoğlu’nun mesajı mıdır, yoksa Batı’nın değişen jeopolitik çıkarları ve Türkiye’ye duyduğu stratejik ihtiyaç mıdır?

Ya da CHP, bunca zamandır Türkiye’nin Eurofighter almasını istemiyordu da şimdi mi desteklemeye başlamıştır?

Açıkçası, CHP yönetiminin bu meselenin gerçekte böyle ilerlemediğini bildiğini, ancak siyasal iletişim açısından bu tür bir söylemi benimsediğini düşünsem de, bu yaklaşımın son derece yetersiz olduğu kanaatindeyim.

Yalnızca iç siyasi okumalar ve anket odaklı stratejilerle, Batı’ya yapılan ziyaretlerle bu karmaşık süreç aşılamaz.

Nitekim yukarıda detaylarıyla incelendiği üzere, Batı için bir ülkenin ne kadar demokratik bir müttefik olduğu değil, kendi hegemonyasına ne kadar hizmet ettiği ya da onu ne kadar tehdit ettiği önem taşır.

Bu bağlamda, “Terörsüz Türkiye” olarak ambalajlanan süreci de doğru anlamak elzemdir. Bu, emperyalizmin Ortadoğu’da giriştiği yeni bölüşüm kapsamında, ABD’nin Ortadoğu’daki tezleriyle uyumlanma karşılığında “Cumhuriyetsiz ve Demokrasisiz Türkiye” inşa etme sürecidir.

ABD’nin İsrail aracılığıyla Ortadoğu’daki nüfuzunu dengeleyen İran’a karşı kurduğu Arap eksenine, elitler nezdinde yürütülen müzakerelerle Türkler ve Kürtler de dahil edilmeye çalışılmaktadır.

Bunun sonucu ise, CHP ve muhalefetin tasfiye edileceği, makamların ve kaynakların demokratik yollarla değil, kimliklere atanan “önderlerle” ve dolayısıyla otoriter pazarlıklarla dağıtılacağı bir düzenin kurulmasına rıza gösteren emperyalist bir blok olacaktır.

Tam da bu nedenle, emperyalizme karşı anti-emperyalizm; AK Parti, MHP, Öcalan ve ABD otoriter ittifakına karşı Türk-Kürt demokratik ittifakı; ümmet fantezilerine karşı yurttaşlık ve saltanata karşı milli egemenlik, bir arada savunulması gereken kavramlardır.

Bu dönüşümün ilk adımı olarak, hem Batı tarafından muhatap alınmak hem de iktidarın toplum nezdindeki desteğini azaltmak için; iktidarın Batı-İsrail hattıyla kurduğu ilişkileri analitik bir derinlikle anlatacak, Türkiye’nin ulusal çıkarlarından nasıl tavizler verildiğini ortaya koyacak ve iktidarı bu açıdan kamuoyuna şikâyet edecek bir yaklaşıma ihtiyaç vardır.

Yani, “Türkiye’yi Batı’ya şikâyet etmek” değil, Batı’yı ve iktidarın onunla girdiği çıkar odaklı ilişkileri topluma şikâyet etmek gerekmektedir.

Aksi takdirde, “Ben Batı’yla daha iyi ilişkiler kurarım” söylemi anlamsız kalacak, Amerikalıların tabiriyle “Titanik batarken şezlong düzeltme”nin hiçbir gerçek karşılığı olmayan bir dönemdeyiz.

Ortadoğu, Kafkasya ve Avrupa’da yaşananların tam merkezinde yer aldığımız bu dönemde, CHP’nin imaja indirgenmiş siyaseti aşarak, özne-yapı gerilimlerini doğru okuması ve bir özne olarak yapıyla nasıl bir gerilim kurmanın ülke ve muhalefet adına maksimum kazanç sağlayacağını düşünmesi gereken bir süreç başlamıştır.