Türkiye hâlâ İslam dünyası için bir model mi? | Ruşen Çakır yorumladı

Ruşen Çakır, Türkiye hâlâ İslam dünyası için bir model mi? başlıklı videosunda AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Türkiye son asrın en parlak dönemini yaşıyor” sözünü değerlendirdi.

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, 28 Temmuz’da düzenlenen Kabine Toplantısı’nın ardından açıklamalarda bulundu. Erdoğan, “Ülke olarak sağlıktan eğitime, adaletten emniyete, tarımdan sanayiye, turizmden savunmaya uzanan geniş bir yelpazede çok yönlü bir atılım içindeyiz. Türkiye, savunma, güvenlik, dış politika başta olmak üzere birçok alanda son asrın en parlak dönemini yaşıyor. Devletimizin, tüm birimleri tam bir uyum içinde millete karşı görevlerini layıkıyla yerine getiriyor. Biz de hükümet olarak gündemimize en üst seviyede hakimiz. Önümüzde çıkan engellere ve kurulan tuzaklara takılmadan hedeflerimize doğru adım adım yürüyoruz.” dedi.

Ruşen Çakır, Erdoğan’ın sözlerini değerlendirdi. Çakır, Erdoğan’ın sözlerini hatırlatarak, “‘Türkiye savunma güvenlik dış politika başta olmak üzere birçok alanda son asrın en parlak dönemini yaşıyor.’ Acaba böyle mi? Diyelim ki böyle, güvenlik açısından ne derece böyle olduğu tartışmalı. Türkiye’nin en önemli güvenlik tehdidi olan PKK meselesi zaten bambaşka bir yere doğru
evriliyor. Onun dışında Türkiye komşularıyla bir sorun yaşamıyor ama yaşama ihtimali hep akıllarda.” dedi.

“Türkiye artık demokratik bir ülke değil”

Videoda Çakır, “Türkiye artık demokratik bir ülke değil. Hukukun üstünlüğü yok. Erdoğan, en güçlü rakibini sudan sebeplerle tutuklatıyor, diplomasını iptal ettiriyor. Tüm bu gelişmeler, kamuoyunda siyasi operasyon olarak yorumlanıyor” diye konuştu.

Çakır, “Türkiye bir Batılı olma, Batılı bir Müslüman olma, Müslüman ülke olma özelliğinden adım adım uzaklaşıyor ve dolayısıyla da bütün cazibesini adım adım bitiriyor” dedi.

Videonun sonunda Ruşen Çakır, Şubat 2025’te hayatını kaybeden gazeteci ve 11. Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün eski basın danışmanı Ahmet Sever’i andı: “Ahmet hayatını Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine adamış birisiydi… Ama en son hayatını kaybetmeden önce Türkiye’yle ilgili umutlarını büyük ölçüde yitirmiş olduğunu gördüm. Bunu Türkiye’ye yapanlar, bu kötülüğü Türkiye’ye yapanlar utansın diyeyim.”

Türkiye hâlâ İslam dünyası için bir model mi? | Ruşen Çakır yorumladı
Türkiye hâlâ İslam dünyası için bir model mi? | Ruşen Çakır yorumladı

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Merhaba, iyi günler, iyi sabahlar. Pazartesi günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kabine toplantısından sonra yaptığı konuşmada tabii ki en çok çözüm süreci kısmı dikkati çekti, bir ölçüde de yangınlarla ilgili söyledikleri. Fakat orada bir cümle var. Ben onu not ettim ve onun üzerine konuşmak bugüne nasip oldu. Şöyle diyor: “Türkiye savunma, güvenlik, dış politika başta olmak üzere birçok alanda son asrın en parlak dönemini yaşıyor. Devletin tüm birimleri tam bir uyum içinde millete karşı görevlerini layıkıyla yerine getiriyor. Hükümet de gündemde en üst seviyede hakim.” Şimdi buradaki ilk cümleye takılmak istiyorum. Diğerlerinin çok da doğru olduğunu söyleyemem. Devletin tüm birimleriyle tam bir uyum içinde çalıştığı ve hükümetin gündeme hakim olduğu kısımlarını bir kenara koyalım. ‘‘Türkiye savunma, güvenlik, dış politika başta olmak üzere birçok alanda son asrın en parlak dönemini yaşıyor’’ diyor. Acaba böyle mi? Diyelim ki böyle. ‘‘Acaba böyle mi?’’ diyorum. Güvenlik açısından ne derece böyle olduğu tartışmalı. Şu anda baktığımız zaman Türkiye’nin en önemli güvenlik tehdidi olan PKK meselesi zaten bambaşka bir yere doğru evriliyor. Onun dışında Türkiye çok şükür komşularıyla bir sorun yaşamıyor ama yaşama ihtimali hep akıllarda var. Bunun için Yunanistan, Suriye, Suriye’de Kürtler derken bir de İsrail ekledi iktidar. ‘‘İran’dan sonra sırada Türkiye var’’ dendi iktidar tarafından, ama şu ana kadar bir şey olmadı. Geride ne sayıyor Erdoğan? Savunma, güvenlik, hepsi iç içe. Dış politika. Dış politika anlamında da Türkiye’nin şu anda hakikaten parlak bir dönem yaşadığı söylenebilir. Birtakım görüşmeler, İran’ın Batı’yla görüşmeleri ya da Rusya ile Ukrayna’nın görüşmeleri İstanbul’da yapılıyor. Türkiye’nin bu anlamda Avrupa Birliği ile ilişkileri fena gitmiyor. Eurofighter’ı almaya nihayet razı etti gibi.

Ama bütün bunlar Türkiye’nin bir zamanlar olduğu gibi İslam dünyasına model olma durumunu gündeme getirmiyor. Erdoğan artık bunu telâffuz edemez oldu. Çünkü yok böyle bir şey. Bir zamanlar vardı. Özellikle AK Parti’nin ilk yıllarında Avrupa Birliği süreciyle beraber Adalet ve Kalkınma Partisi ve Erdoğan İslami hareketten gelip Batılı değerlerle buluşabilecek bir iktidar modeli sergileme iddiasındaydı ve özellikle Amerika Birleşik Devletleri’nde neo-con denen yeni muhafazakarlar bunu bayağı satın almıştı. İsrail’in de başta buna angaje olduğunu biliyoruz. Avrupa Birliği kısmen angaje olmuştu, tam anlamıyla değil. Tereddütler vardı ama Avrupa Birliği de tam üyelik müzakerelerini başlatma kararı alarak da aslında bir noktaya gelmişlerdi. Ve işte böyle bir ortamda Türkiye İslam dünyasında özellikle gençler açısından bir cazibe merkezi hâline geldi. Çünkü İslam dünyasının en büyük sorunu olan geri kalmışlık, birçok anlamda çağdaş uygarlığın gerisinde kalmak, dışlanmak problemini aşma imkanı olarak görüldü. Sivil toplumun güçleneceği, demokrasinin güçleneceği bir ülke olma hayali, ki tüm İslam dünyasında var. Sadece Arap dünyasında değil, Asya’daki Müslümanlarda da var. Dünyanın başka yerlerindeki Müslümanlarda da var. Ve bu anlamda AK Parti bir tür model olarak kabul edildi ve pazarlanmak istendi. Ve Erdoğan da AK Parti de bunun ekmeğini bayağı yedi. Ama artık böyle bir şey yok. Pazartesi günü Arzu Yılmaz’la yaptığımız yayında Arzu özellikle Irak ve Suriye’deki Kürt gençlerinin gözlerini artık Türkiye’ye çevirmediğini, başka yerlere baktıklarını söylüyor. Çünkü bu arada unutmayalım Türkiye ekonomik olarak da çok cazip bir yer değil artık. Çok ciddi ekonomik kriz içerisinden geçen bir ülke ve mesela Arzu’nun bahsettiği gibi bir Körfez ülkeleriyle kıyaslanabilecek bir ülke değil. Hatta tam tersine Körfez ülkelerinden Ankara bir anlamda yardım istiyor, sermaye aktarımı istiyor. Yani ekonomik olarak Türkiye bir anlamda Körfez ülkelerine bağımlı diyebiliriz. Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri vesaire.

Diğer yandan Türkiye artık demokratik bir ülke değil. Hukukun üstünlüğü yok. Erdoğan en kuvvetli rakibini sudan sebeplerle içeri atıyor. Diplomasını iptal ediyor vesaire. Ve herkes bunu bir siyasi operasyon olarak okuyor. Ve bu olay, Türkiye’de yaşanan bütün bu olaylar aslında İslam dünyasının yıllardır bildiği şeyler ve kurtulmak istediği şeyler, yorulduğu şeyler. Niye Türkiye’yi örnek alsınlar? Yani orada bir çoğulculuk arayan insanlar için, bir tartışma ortamı arayan insanlar için bu tür otoriter bir rejimin nasıl bir cazibesi olabilir? Erdoğan bunu adım adım yok etti, AK Parti iktidarı ve şu anda İslam dünyasında diğerleri gibi bir ülke olarak kaldı. Ama şöyle bir sorun var; İslam dünyasının, hepsi olmasa bile bazı ülkelerinin birtakım doğal kaynakları var ve bunlara sırtlarını dayayabiliyor. Otoriter, totaliter rejimler, şeyhlikler, krallıklar vesaire. Demokrasi olmadan da o rantı dağıtarak — kısmen, herkese değil tabii — var olabiliyorlar. Ama Türkiye’nin böyle bir gücü yok. Ve Türkiye’nin en büyük gücü o soft power denen yumuşak güç; yani değerler, demokrasi, hukuk, çoğulculuk, Batı’yla entegrasyon gibi şeylerdi. Ve Türkiye onu çok ciddi bir şekilde artık elinin tersiyle itti. Siz elinizin tersiyle bu değerleri ittiğiniz zaman, İslam dünyasında özellikle genç kuşaklar da elinin tersiyle sizi itiyor. Siz de diğerleri gibi bir ülke olarak kalıyorsunuz. Osmanlı üzerinden birtakım şeyler yapmaya çalıştığınız zaman da ya insanlar tarihi bilmiyor ya da tarihi sizin gibi okumuyor. Dolayısıyla bu Kürt, Türk, Arap ittifakı ya da İslam dünyasının liderliği, hatta bazılarının alttan alta mahcup bir şekilde dile getirdiği hilafetin ihyası gibi şeylerin İslam dünyasında bir karşılığı olduğuna hiçbir şekilde inanmıyorum. Türkiye İslam dünyasının, nasıl söyleyeyim, düşünsel anlamda liderliğinden, cazibe merkezi olma özelliğinden Erdoğan ve yönetimi eliyle kendi kendine feragat etti ve şimdi diğerleri gibi bir ülke olduk. İstediğimiz kadar savunma sanayimiz güçlü olsun. İstediğimiz kadar burada birileri gelip barış görüşmeleri yapıyor olsunlar. Türkiye diyelim ki bir Bangladeşli ya da Mısırlı ya da Sudanlı bir genç için en fazla batıya geçmek için kullandığı bir transit olabilir. Türkiye bir batılı olma, batılı bir Müslüman ülke olma özelliğinden adım adım uzaklaşıyor ve dolayısıyla da bütün cazibesini adım adım bitiriyor.

Bu yayını çok sevgili dostum, bu yıl Şubat ayında kaybettiğimiz Ahmet Sever’e ithaf etmek istiyorum. Ahmet hayatını Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerine adamış birisiydi. Yıllarca Brüksel’de gazetecilik yaptı. Çok parlak bir gazeteciydi. Sonra Abdullah Gül’ün danışmanı olarak çok etkili oldu, Abdullah Gül’ün özellikle önce Dışişleri Bakanlığı sonra Cumhurbaşkanlığı döneminde. Ama çok erken, bir kalp krizi sonucu aramızdan ayrıldı. Ahmet Türkiye’nin Avrupa macerasının olumlu gideceğine inanmış birisiydi. Mesela 2002 sonundaki Kopenhag zirvesini beraber izlemiştik. Nasıl iyi bir gazeteci olduğunu orada da çok iyi görmüştüm. Ama en son hayatını kaybetmeden önce Türkiye ile ilgili umutlarını büyük ölçüde yitirmiş olduğunun da tanığıyım. Bunu Türkiye’ye yapanlar, bu kötülüğü Türkiye’ye yapanlar utansın diyeyim. Ahmet’i bir kere daha sevgi ve hürmetle, özlemle anıyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.