Ruşen Çakır, Suriye’nin geleceğini belirleyebilecek iki isim, Ahmet eş-Şara ve Mazlum Abdi’nin geçmişten bugüne uzanan dönüşümünü, Ankara’nın tavrını ve olası uzlaşma ihtimalini değerlendirdi.
Ruşen Çakır, Şam’daki geçici cumhurbaşkanı Ahmet eş-Şara ile SDG Komutanı Mazlum Abdi’nin çarpıcı hikâyelerini mercek altına aldı. Her iki ismin de bir dönem “terörist” olarak anılan yapılarda öne çıktığını hatırlatan Çakır, zamanla uluslararası meşruiyet arayışına yönelmelerinin Suriye’nin geleceğinde kritik bir rol oynadığını söyledi. Çakır, “Bu iki ismin anlaşması, ülkenin yeniden inşasında dönüm noktası olabilir” diyerek sürecin Ankara’nın Kürtlere yaklaşımına bağlı olduğunu vurguladı.
Geçmişten bugüne iki liderin dönüşümü
Çakır, eş-Şara’nın El-Kaide kökenli bir militan olarak başladığı yolculuğun, Nusra ve ardından HTŞ liderliğine uzandığını, bugün ise Batı ile ilişkilerini düzeltmeye çalışan bir siyasetçi kimliğine evrildiğini aktardı. Mazlum Abdi’nin ise PKK saflarından ABD ile IŞİD’e karşı işbirliği yapan bir aktöre dönüşerek Batı’nın stratejik ortağı haline geldiğini belirtti. “İki liderin yolları farklı olsa da, her ikisi de uluslararası meşruiyet arayışına yöneldi” dedi
Suriye’nin kaderini belirleyecek uzlaşma mı, yeni çatışma mı?
Çakır, iki ismin anlaşmasının Suriye’nin yeniden inşasında dönüm noktası olabileceğini, aksi halde ülkenin yeni bir iç savaşa sürüklenme ihtimalinin yüksek olduğunu söyledi. Böyle bir senaryonun Türkiye’ye ağır bedeller çıkaracağına dikkat çekti. “Kilit nokta Ankara’nın, kendi Kürt sorununu da düşünerek, daha yapıcı bir ilişki tarzına yönelmesinde yatıyor” ifadelerini kullandı.
Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir
Merhaba, iyi günler, iyi pazarlar. 2 Eylül darbesi nedeniyle Türkiye’nin gündeminde tabii ki CHP var. CHP’nin başına gelenler, bundan sonra gelebilecekler; CHP’nin verdiği cevap, verebileceği cevap ve tabii ki yarın Gürsel Tekin ve kayyumlar ve eski il başkanları gerçekten CHP il binasına gidecekler mi? Giderlerse ne olacak? 15 Eylül’deki kurultay davası ne olacak? Bir sürü soru işareti, ama dünyada başka şeyler de oluyor, Türkiye’yi ilgilendiren başka şeyler de oluyor ve özellikle de Suriye meselesi şu anda çok kritik bir noktada. Suriye’de biliyorsunuz, Şam’da Ahmed eş-Şara’nın geçici cumhurbaşkanlığında bir yönetim var. Burada esas güç, Sünni Araplar ve onların radikal İslamcı birtakım örgütleri. Bunlar HTŞ çatısı altında bir araya gelmiş. Ama ülkede başka gruplar da var. Aleviler var, Dürziler var, Hristiyanlar var ve Kürtler var. Başka irili ufaklı küçük gruplar da var ama esas olarak bunlar var ve esas güç dengesi Şam’la Rojava diye adlandırılan, Kürtlerin örgütlü olduğu ülkenin kuzeydoğusu arasında. Ve iki isim karşımıza çıkıyor: Şam’da Ahmed eş-Şara, Rojava’da Mazlum Abdi. Bir araya geldiler, mart ayında protokol imzaladılar ama o mutabakat zaptı hayata geçmedi, geçemiyor; çünkü Kürtler adem-i merkeziyetçilik diye özetlenebilecek bir yaklaşıma sahip. Kendilerini bölgesel olarak, yerel anlamda yönetmek istiyorlar. Sadece onlar değil, tabii ki Dürziler de istiyor, Aleviler de istiyor ama burada Kürtler istiyor. Bu konuda Şam tereddütlü ama daha önemlisi Şam’daki yönetimi kontrol eden Ankara, bu konuya asla yanaşmıyor. En son AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, adem-i merkeziyetçiliğin bir terör devleti olarak Ankara tarafından görüleceğini söyledi. Yani Türkiye, Ankara, Mazlum Abdi’ye hâlâ terörist olarak bakıyor. Onun SDG adındaki, Suriye Demokratik Güçleri adındaki yapısını da bir terör örgütlenmesi olarak görüyor ve bunun PKK’nın uzantısı olduğunu düşünüyor ama bu arada PKK’yla ve onun lideri Abdullah Öcalan’la da bir barış süreci yürüyor. Böyle bir çelişkili durum var.
Mazlum Abdi terörist. Peki, Ahmed eş-Şara ne? Meşru, geçici de olsa meşru cumhurbaşkanı ama baktığımız zaman, hem Ahmed eş-Şara’nın hem de Mazlum Abdi’nin benzer süreçler yaşadığını görüyoruz. İkisi de Türkiye ve Batı tarafından terör örgütü olarak tanımlanan yapılarda gelişmiş, var olmuş insanlar diyelim. Şimdi Mazlum Abdi daha yaşlı, 1967 doğumlu yani Ahmed eş-Şara’dan 15 yaş büyük ama bir dönem ikisi de Irak’ta faaliyet göstermişler. 2003-2004 yıllarında Mazlum Abdi, Mahmur kampında PKK adına çalışmış. Orada görevliymiş, PKK’nın oradaki yöneticilerinden birisiymiş. Aynı tarihlerde Ahmed eş-Şara da Suriyeli olmasına rağmen Irak’ta Irak El-Kaidesi denen yapı, ki sonradan IŞİD’e dönüştü büyük ölçüde, onun içerisinde yer alan bir militanmış. Genç bir militan. Mazlum Abdi daha yönetici konumunda birisi. Sonra Ahmed eş-Şara yakalanıyor Amerikan güçleri tarafından 2006’da. 2011’e kadar tutuklu kalıyor Irak’ta. El-Kaidecilerle ve diğer radikal İslamcılarla birlikte tutuklu kalıyor. Sonra tam Suriye Savaşı’na yakın zamanlarda çıkıyor ve Suriye’ye geçip El-Kaide’nin oradaki kolu olan Nusra Cephesi’ni kuruyor, yani El-Kaide’nin yöneticisi oluyor, lideri oluyor ve kendisi Mayıs 2013’te ABD tarafından küresel terörist ilan ediliyor. Üzerine 10 milyon dolarlık ödül konuluyor. Bu kadar açık, tescilli bir terörist, terör örgütü lideri. Böyle bir durumu var.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Öte yandan Mazlum Abdi’ye baktığımız zaman, o da çok erken yaşlarda PKK’ya katılmış. PKK’da değişik yerlerde hatta Türkiye’de Hakkari, Şemdinli’de de olduğu söyleniyor ama en önemlisi 1997-2003 yılları arasında Avrupa’da görev yapmış PKK adına, daha çok diplomatik bir görev anlaşılan ve Abdullah Öcalan’ın ondan ‘‘manevi oğlum’’ diye bahsettiği söylenir. Birlikte fotoğrafları var, Öcalan’ın Suriye’de yaşadığı dönemde özellikle. O da tam iç savaş zamanlarında Suriye’ye dönüyor. Irak’tan Suriye’ye dönüyor ve önce YPG’nin başına geçip daha sonra SDG örgütlenmesini gerçekleştiriyor ve burada en kritik nokta şu: IŞİD’e karşı mücadele kapsamında ABD başta olmak üzere Batılı koalisyon güçleriyle stratejik bir ilişki kuruyor Mazlum Abdi ve o andan itibaren terörist tanımından adım adım uzaklaşıyor ve Batı’nın bir stratejik müttefiki oluyor. Buna paralel olarak Ahmed eş-Şara da Colani adıyla, Nusra Cephesi’ni önce El-Kaide’den uzaklaştırıyor, El-Kaide’den kopuyor ya da öyle ilan ediyor. Daha sonra başka birtakım radikal İslamcı örgütlerle birlikte HTŞ’nin kurulmasına, bir tür cephe bu, önayak oluyor ve onun lideri oluyor ve o da belli bir tarihten itibaren artık kendini uluslararası alanda ve özellikle Batı’yla ilişkilerini düzeltmeye hasrediyor. İki birbirinden bağımsız hatta rakip güç, ikisi de aslında çıkışı Batı’yla, ABD başta olmak üzere Batı’yla ilişkiler üzerinde kuruyorlar. Ve sonra ne oluyor? Esad rejimi çöküyor, Ahmed eş-Şara lider oluyor. O, askeri kıyafetlerini çıkartıp takım elbise kravat, ama sakalına dokunmuyor, onunla meşru bir siyasetçi oluyor. Öte yandan, kravatlı pek görmedim ama üniformasız hâliyle gördük. Mazlum Abdi de, nasıl söyleyelim, rakiplikten, bir düşmanlıktan rakipliğe evrilen ve bir iş birliği arayışına giden bir lider oluyor. İkisinin de ayrı ayrı Batı’yla, ABD’yle iyi ilişkileri var ama ABD’yle iyi ilişkiler anlamında Mazlum Abdi daha ön planda. Ötekisi, yani Ahmed eş-Şara konusunda Batı, ABD özellikle tereddütlü.
Böyle bir olayla karşı karşıyayız ve burada bu ikisinin varacakları bir anlaşma Suriye’nin kaderini belirleyecek. Eğer Şam’la Kürtler anlaşırsa ya da Ahmed eş-Şara’yla Mazlum Abdi anlaşırsa, ülkeyi beraber inşa etme, devleti, Suriye devletini, ordusunu, birçok şeyini beraber inşa etmede anlaşırlarsa büyük bir ihtimalle Aleviler, Dürziler ve diğer azınlık gruplar da bunun bir parçası olacaklar, bir nevi Kürtlerin, SDG’nin garantörlüğü altında ama Ankara buna yanaşmıyor. Şu anda böyle bir durumdayız. Ankara, hâlâ Mazlum Abdi’yi ve onun yapılanmasını, tam söylemese bile, terörist olarak görmeye çalışıyor ve onların adem-i merkeziyetçilik talebini – ki benzer talepler dediğim gibi Dürzilerde, Alevilerde de var – kabul etmeyeceğini söylüyor. Bunu doğrudan Türkiye’nin güvenliğine bir tehdit olarak algıladığını söylüyor. Normal şartlarda başka güçler olmadan Mazlum Abdi ile Ahmed eş-Şara bir araya gelip tartışsalar, pazarlık etseler galiba bu sorunu daha kolay çözebilirler. Fakat işin içerisine çok sayıda bölgesel ve küresel güç girdiği için ve her birinin ayrı ayrı beklentileri olduğu için, bu iki ‘‘eski teröristin’’ şimdi bir birleşik Suriye yani üniter bir Suriye devleti inşası gerçekleşmiyor. O gerçekleşmezse Suriye tekrar bir çatışma ortamına girerse, Allah korusun, Suriye zaten çok daha büyük bir iç savaşa savrulur ve bunun bedeli Türkiye için çok daha ağır olur. Dolayısıyla burada galiba kilit nokta Ankara’nın Suriye’deki Kürtlerle, kendisinin Kürt sorununu da düşünerek, daha yapıcı ilişkilere girmesi ve tehdit dilinden vazgeçmesi olacak diye düşünüyorum.
Bugünün ithafı Sultan’a yani Türkan Şoray’a. Türkan Şoray 80 yaşında. Şimdi dört kadın oyuncu bizim çocukluğumuza, gençliğimize ama en çok çocukluğumuza damgasını vurdu: Türkan Şoray, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit ve Filiz Akın. O zamanlar hep tartışırdık, hâlâ vardır bu. ‘‘Kimi tercih ediyorsun, kimi daha çok seviyorsun?’’ tartışması olurdu. Hepsinin ayrı ayrı bir özelliği var ama benim için galiba hep Türkan Şoray önde olmuştur. Başka tercihleri olanlar da olur ama bu dört isimden Türkan Şoray. Vallahi, Wikipedia‘nın yalancısıyım, 222 filmle dünyanın en çok film çeviren kadın oyuncusuymuş diyorlar. Bilemiyorum, ama 222 film… Yani 60’lı yıllarda başlıyor ve belli bir tarihten itibaren sinemayla ilişkisini kesti, biliyoruz. Kaç yıl olabilir? 50 yıl diyelim ki ya da 60 yılda 222 film. Bölseniz ne yapar? Yılda neredeyse 4 film falan yapıyor en az, yani acayip bir performans ve bunların içinde çok olağanüstü iyi filmler var. Tabii, çok sayıda da hani böyle sıradan filmler de var. Türkan Şoray’ın bir özelliği, kendisinin senaryo yazmışlığı da var, film yönetmişliği de var, yazıp çizmişliği de var. Ve galiba ilk Altın Portakal’ını da 19 yaşında almış. Yani gerçekten bir efsane. O zamanlar hatırlıyorum, evlenmeden Rüçhan Adlı’yla birlikteydi ama hiçbir zaman bir magazin malzemesi olmamıştı Türkan Şoray. Ben hep öyle hatırlıyorum. Daha sonra Cihan Ünal’la bir evliliği var, galiba 3 yıl sürmüş ve bir kızı oldu. Mesela, kızını da çok fazla görmüşlüğüm yok ya da ben çok fazla bilmiyorum. Daha kendi köşesinde… Bu kadar bilinip, bu kadar popüler olup, Türkiye’de ‘‘kadın oyuncu’’ denince ilk akla gelen isim olup bu kadar da kendi kabuğunda yaşayabilmiş olması da başlı başına bir mucize herhalde. Evet, Türkan Şoray gerçekten saygıyı çok hak eden birisi ve ben de karınca kararınca bu yayını kendisine ithaf ederek ona karşı bir görevi, küçük de olsa, yerine getirmek istedim. Kendisine saygılarımı iletiyorum. Söyleyeceklerim bu kadar, iyi günler.