Kemal Can yazdı: Erdoğan Trump’a gidiyor, Bahçeli Rusya’dan Çin’e

Hepsi üst üste geldi. Erdoğan’ın ABD gezisinde yıllardır beklenen görüşmenin olup olamayacağı belirsizdi ve uzun süredir devam eden belirsizlik sıkıntıyı büyütüyordu. Şara’nın son temaslarından, Türkiye yerine İsrail’e doğru itildiği, bu tazyike direnirse de pek geleceği olmayabileceği söylentileri çıkmıştı. ABD’nin SDG konusunda yeni bir taklaya hazırlanma ihtimalinden bahsediliyordu. İsrail, Gazze işgal planını devam ettiriyor ve Suriye’deki etkinliğini daha da artırıyordu. Bütün bunlar olup biterken birden ortam hareketlendi. İbrahim Kalın Şam’a kadar uzandı. Özgür Özel, Erdoğan’ın Trump’un oğluyla İstanbul’da buluştuğunu ve görüşme karşılığı (uçak alımı şeklinde) cömert bir ödeme yapılabileceğini duyurdu. Daha bu iddia konuşulurken, Trump’tan “överken küçümseyen” açıklamalarından biri geliverdi. Uçak işlerini (Boeing, F-16, F,-35) konuşacakları görüşmenin 25 Eylül’de yapılacağını bildirdi. Tam böyle bir zamanda Bahçeli çıktı ve ABD ve İsrail’e karşı TRÇ (Türkiye, Rusya, Çin) ittifakı lazım dedi. Kısa bir zaman aralığına bu kadar hareketin sığmasından anlaşılacağı gibi ya bir şeyler oluyor ya bir şeyler olması isteniyor (bekleniyor) ya da bir şeyler olmadığı için “hareketlendirme hamlesi”, bir ittirme ya da fren söz konusu.

Kemal Can yazdı: Erdoğan Trump’a gidiyor, Bahçeli Rusya’dan Çin’e
Kemal Can yazdı: Erdoğan Trump’a gidiyor, Bahçeli Rusya’dan Çin’e

Türkiye’de dış politika meseleleri -geleneksel olarak- daima iç politika diline tercüme edilerek popülerleştirilir. Kamuoyu çoğunlukla içeriği konusunda pek de bilgi sahibi olmadığı “uluslararası davaların” peşinden sürüklenir. Özellikle çok partili dönemin uzun bir bölümünde iktidar olmuş sağ popülizmin dış politika yaklaşımında, gerçekte olup bitenle hadisenin siyasete taşınma biçimi arasında ciddi bir açı söz konusudur. Batı karşıtlığının en çok dile getirildiği dönemlerde, dünya sistemiyle en bağlayıcı anlaşmalar yürürlüğe konulur. Çıkarların en çok iç içe geçtiği evrelerde, en hamasi nutuklar hatta tehlikeli provokasyonlar gündeme gelir. En yakın örneklerden biri olan S-400 hadisesi, hala hafızalarda, canlı ve gündemde. Son birkaç yıldır genel olarak Ortadoğu, özel olarak Suriye, İran, Filistin ve -özellikle- İsrail başlıklarında, uygulanan politikalarla, siyaseten kullanılan argümanlar arasındaki çelişkinin onlarca örneğini sıralamak mümkün. Diğer yandan iç politika gerilimleri veya ihtiyaçları da hep dış politika pazarlık masalarında elverişli kartlar olarak kullanılır veya kullandırılır. Yakın bir zamana kadar en önemli “iç politika” gerilimi sayılan ama nedense birden ivmesi yok seviyesine düşen “göçmen meselesi” güzel örnek.

Erdoğan’ın ihtiyaçları neler?

Erdoğan’dan başlayalım. Neredeyse beş senedir Erdoğan’ın tartışmasız tek gündemi olan “iktidarın bekası”, rahat nefes aldıracak bir çözüm formülüne bir türlü kavuşamadı. Muhalefet kamuoyunda ve kanaat manipülasyonlarında, “artık seçimsiz bir dönemin taşlarının döşendiği” iddiası çok taraftar bulsa da, Erdoğan’ın “seçimli” formül arayışından vazgeçmediği (vazgeçemeyeceği) anlaşılıyor. Zaten seçimsiz hatta ömür boyu iktidar rejimi kurulma yoluna girildiyse ve bunun önünde bir engel yoksa; Erdoğan, neden rakiplerini devre dışına çıkarmak için bu kadar operasyon yapsın? Bu operasyonların hatta kendi tarafında bile zaman zaman rahatsızlık yaratan zorlamaların, “seçim gibi bir şeyle” iktidarın devamının sağlanması için yapılıyor olması daha büyük ihtimal. Ancak henüz istenen sonuç alınmış görünmüyor. Diğer taraftan -hala bazı kesimlerce iddia edildiği gibi- meclis aritmetiğini “süreç” havucuyla kolayca kullanabileceği bir vasat oluşmuş değil. Hatta Erdoğan’ın, bu süreç meselesini nasıl faydaya çevireceği konusunda, kafası en karışık aktör olduğu görülüyor. Böyle bir konjonktürde iç dinamiklerden iktidar güvencesi sağlamakta zorlanan Erdoğan’ın “dış desteğe” ihtiyacı ya da mecburiyeti her zamankinden daha fazla. 

Kemal Can yazdı: Erdoğan Trump’a gidiyor, Bahçeli Rusya’dan Çin’e
Kemal Can yazdı: Erdoğan Trump’a gidiyor, Bahçeli Rusya’dan Çin’e

Erdoğan, iktidarının hem siyasi hem iktisadi tıkanıklığının dış politika kaldıracıyla rahatlatılabileceği inancını hep korumuş bir siyasetçi. Zira kendisini iktidara taşıyan ve şimdiye kadar iktidarda tutan asli dinamiklerden birinin “dış politika” dengeleri olduğunu gayet iyi biliyor. Yola böyle çıktı, böyle devam etti. Ayrıca muhalefet sözcülerinin başka konularda olduğu gibi dış politika başlığında da bütün sorunu “liyakat” olarak görmesine -göstermesine-  bakmayın, geleneksel diplomasi yollarının terk edilmesi Türkiye’ye has bir sorun değil, küresel bir dalga. Özellikle Trump’ın bu konudaki yaklaşımı çok daha çarpıcı. Erdoğan, siyaseten ihtiyaç duyduklarını teke tek yapılacak bir pazarlıktan temin edebileceğini sadece düşünmüyor, defalarca bunu başarabildiği hatta bu konuda “iyi” olduğu fikrinde. Üstelik “dostu Trump” söz konusu olduğunda -muhatabı da kendisi kadar iddialı olduğu için- “uyumlu” alış-veriş çok daha olası. Bu yüzden birden ortaya çıkan bu “sürpriz” görüşmenin, sadece verilecek fotoğrafla sınırlı bir imaj çalışması olmaması ihtimali yüksek. Çünkü Erdoğan’ın -gücü artsa bile- kendi üretebildiği formüller, aradığı çareye yetmiyor. Hem Ömer Çelik hem Erdoğan’ın Özel’in iddialarına (Trump’ın açıklamasıyla iddia olmaktan çıktı) verdikleri karşılıklar da cömert alışveriş umudunu koruma çabası gibi.

Bahçeli ne yapmak istemektedir?    

Peki tam bu arefede Devlet Bahçeli’nin söylediklerini nereye koyacağız? Bahçeli, geçmiş yıllarda defalarca -milliyetçi çevrelerde zaman zaman taraftar bulan- “Avrasyacılık” yaklaşımına epey mesafeli açıklamalar yapmıştı. Hatta 2004 yılında Avrasyacılığın, “Avrusyacılık” şeklinde bir Rus emperyalizmi oyunu olduğunu söylemiş, bu konunun ısrarcı destekçilerine çok sert eleştiriler yöneltmişti. MHP’nin amblemi Üç Hilal’in Ortadoğu’ya, Asya’ya ve Avrupa’ya (batıya) ayrı ayrı bakan bir jeopolitik anlayışı olduğunu dile getirmişti. Ayrıca MHP’nin temsil ettiği “resmi milliyetçilik”, kuruluşundan itibaren ve özellikle kitleselleştiği 70’li yıllardaki küresel soğuk savaş stratejisiyle ilişkisi dolayısıyla yüzü ve aklı batıya dönük bir hareket. Neticede hareketin kurucusu Alparslan Türkeş de NATO tedrisatından geçmiş bir TSK subayı. Özetle sol milliyetçiler arasında ve bazı Turancı Türkçüler içinde yüksek ilgi görse bile “eksen değişikliği”, sadece olabilirlik açısından değil, niyet açısından da sanıldığı kadar güçlü değil. Dolayısıyla, Bahçeli’nin “TRÇ” açıklamasından heyecana kapılan “Avrasyacı” çevrelerin fazla aceleci oldukları düşünülebilir. Yok bunun sadece dile getirilmesinde “umut” görüyorlarsa, Erdoğan’ın Şangay beşlisi ve BRICS konusundaki “araçsal” açıklamalarına da bakılabilir.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Kemal Can yazdı: Erdoğan Trump’a gidiyor, Bahçeli Rusya’dan Çin’e
Kemal Can yazdı: Erdoğan Trump’a gidiyor, Bahçeli Rusya’dan Çin’e

Elbette Bahçeli’nin çıkışı ve neredeyse eş zamanlı olarak Trump görüşmesinin açıklanması pek rastlantı gibi görünmüyor. İlk akla gelen, çok sık başvurulan “beni gör yoksa sıkıntı çıkarırım” taktiği. Erdoğan yerine Bahçeli tarafından telaffuz edilmesi de -son aylarda çok dile getirilen- rol paylaşımı açısından makul duruyor. Yani Bahçeli, iktidar adına -resmi bağlayıcılığı olmayan- bir çıkışla, Trump’ı görüşmeye “ikna etmeye” yardımcı olmuş olabilir. (Hatta cömert alış-veriş gerekçesini dengelemek için üretilmiş olması da pekala mümkün) Erdoğan’ın S-400’den bugüne Batı ile ilişkilerini zaman zaman restleşme havasında pahalı alış-verişlerle yürütmeyi sevdiğini biliyoruz. Bu restleşme mizansenlerinin bazen her iki tarafta da “verimli bahane” olarak kullanıldığı da sır değil. Ancak bu çıkış Özgür Özel’e sızdırılan bilgiyle birlikte düşünüldüğünde; Erdoğan’ın kendi tarafında da sıkıntılara yol açan, çareyi bireysel formüllerden çıkarma konusundaki hevesiyle ilgili de olabilir. Yani “Erdoğan sonrası” tartışmalarının yeniden alevlenmesi ve iktidar blokunda sertleşen iç mücadele düşünülünce; Erdoğan’ın, ABD’ye de hangi mücadelesi için cephane aramaya gittiği ciddi bir soru olabilir. Kuşkusuz bu sorunun cevabı, “süreç” ve dolayısıyla Suriye başlığı açısından Erdoğan’ın bir türlü netleşmeyen tavrını da etkileyecek.