Mehmet Balcı, Türkiye’deki yeni çözüm sürecini dünya örnekleriyle karşılaştırdı. Balcı, PKK üyelerini eyleme katılma durumlarına göre ayırmanın çözümü zorlaştıracağını vurguladı. Kolombiya’da 13 bin kişinin silah bıraktığını hatırlatan Balcı, üst düzey yöneticilerin üçüncü ülkeye gönderilmesi önerisini de eleştirdi.
Mehmet Balcı, Ruşen Çakır ile söyleşisinde yeni çözüm sürecinin dünya örnekleriyle benzerliklerini ve farklılıklarını anlattı. Balcı, sürecin başarılı olması için atılması gereken adımlara dikkat çekti.
Mehmet Balcı, öncelikle yaşanan olayın doğru tanımlanması gerektiğini vurguladı, uluslararası hukukta iki tür çatışma bulunduğunu belirtti. Balcı, “Devlet arası çatışma ve devlet arası olmayan çatışma var. PKK ile devlet arasındaki yaşanan silahlı çatışmada sıradan bir sokak çatışmasından bahsetmiyoruz” dedi.
Balcı, örgüt üyelerinin eyleme katılıp katılmadıklarına göre ayrım yapılmasını eleştirdi, Kolombiya örneğini vererek 2016’da 13 bin kişinin silah bıraktığını anlattı, “Çatışmaya katılmış veya katılmamışlara bakılmadı. Böyle bir şey mümkün değil” dedi.
Örgüt içinde görev bölümü olduğunu belirten Balcı, kimisinin arka planda kimisinin ön planda yer aldığını ifade etti:
“Seçici bir yaklaşım, binlerce insanı geri dönmekten alıkoyar. Tekrar savaşın yaşanmasının zemini hazırlanmış olur.”

“Kolombiya’da hakikat komisyonu kuruldu”
Balcı, Kolombiya’da yaşanan süreci detaylandırdı. 1991’de M19 hareketiyle hükümet arasında anlaşma yapıldığını anlatan Balcı, bin kişinin topluma entegre edildiğini söyledi. FARC örgütüyle yapılan anlaşmada ise özel bir yasa çıkarıldığını bildirdi.
“Hakikat komisyonu üç buçuk yıl çalıştı. Büyük bir rapor hazırladı. Sonra barış mahkemesi oluşturuldu” diyen Balcı, mahkemenin savaş suçlarını ele aldığını belirtti.
“Üçüncü ülkeye gönderme önerisi işe yaramaz”
Balcı, üst düzey yöneticilerin üçüncü bir ülkeye gönderilmesi önerisini eleştirdi, “Böyle bir örnek yok. Ne Açe’de yaşandı ne Filipinler’de ne Güney Afrika’da” dedi.
500 kişilik komuta kademesini süreç dışında bırakmanın çözümsüzlük yaratacağını belirten Balcı, bunun tekrar savaşa zemin hazırlayacağını söyledi, “Bütün bu kesimi süreç dışında bırakıp diğerlerini almak kargaşa yaratır” diye konuştu.
“PKK’ya özel af mümkün”
Anayasanın eşitlik ilkesi nedeniyle sadece PKK’ya yönelik düzenleme yapılıp yapılamayacağı sorusuna Balcı, bunun mümkün olduğunu söyledi. Kolombiya’da M19 ve FARC üyelerine özel yasalar çıkarıldığını hatırlattı.
Balcı, “Silahlı çatışmayı sonlandırmayı ve sorunu çözmeyi hedefleyen bir süreçten geçiriyoruz. Geçmişte yaşanmış şeyler buna engel olmayabilir” dedi.

“Öcalan ekibine statü verilmeli”
Balcı, sürecin şeffaf yürümediğini ve plansız olmasının spekülasyonlara neden olduğunu söyledi. Öcalan ve ekibine statü verilmesi gerektiğini vurgulayan Balcı, Kolombiya’da müzakerecilere geçici dokunulmazlık tanındığını anlattı.
“Umut hakkı bir lütuf değil, uygulanması gereken bir yasadır” diyen Balcı, Öcalan’ın özgür olması gerektiğini söyledi.
Balcı, büyük bir yol katledildiğini ve tarihi kararlar alındığını söyledi, “Gemiler yakıldı, geri dönüş ne devlet ne de PKK için var” diye konuştu.
Videonun tam deşifresi:
Ruşen Çakır: Merhaba, iyi günler. Türkiye bir yılı aşkın süredir resmen bir sürecin içerisinde; devletin tabiriyle “terörsüz Türkiye süreci,” benim deyişimle “çözüm süreci.” Her neyse, bunun birçok aşaması söz konusu olacak. Birçok risk var, sorun var. Bunların hepsi ayrı ayrı tartışılmaya ve adımlar atılmaya muhtaç. Meclis’teki komisyon bu anlamda önemli bir rol üstlenmek durumunda. Buradaki en öne çıkan olaylardan birisi, fesih ve silah bırakma kararı alınan örgütün bu feshinin nasıl gerçekleşeceği, feshedildikten sonra örgüt üyelerinin ve yöneticilerinin durumunun ne olacağı. Bunlar başlı başına çok önemli tartışma konuları. Sadece hukuki anlamda değil, toplumsal anlamda da silah bırakacak olan örgütün unsurlarının topluma entegrasyonu nasıl mümkün olabilir? Dünyada neler yaşandı? İşte bunları, bu konuları yıllardır çalışan bir isimle, yani çatışma çözümü konusunda bayağı uzman diyebileceğimiz bir isimle, Mehmet Balcı’yla konuşacağız. Mehmet Bey, merhaba.
Mehmet Balcı: Merhaba.
Ruşen Çakır: Sizin bu konuda hazırladığınız bir rapor var. Çok kapsamlı bir rapor. Çok değişik boyutlarıyla ele alan bir rapor. Ama şöyle söyleyelim, şöyle başlayalım; öncelikle olayın tanımlanması gerekiyor herhâlde. Şimdi PKK’nın kendini feshi, silah bırakması; yaklaşık 50 yıllık bir hareket ve bunun 1984’ten itibaren özellikle silahlı yönü çok ortaya çıkmış bir hareket. Türkiye’nin gündemini belirleyen bir hareket. Şimdi bir olayı sonlandırmak noktasına geldi hem örgüt hem devlet. Ama önce bir olayın adını koymak lazım. Bu tür olaylara ne ismi verilir? Yani genellikle çatışmalar devletler arası, ülkeler arası oluyor ama burada ülke içi bir çatışma söz konusu.
Mehmet Balcı: Şimdi her şeyden önce teşekkürler bu fırsatı verdiğiniz için. Gerçekten Türkiye çok ilginç tarihsel bir süreçten geçiyor. Çünkü tarihsel bir sorunu çözmek için bir çaba içerisinde. Yani taraflar diyelim, bir çözüm sürecini tekrar gündeme getirdiler ve bunu sonuçlandırmak istiyorlar. Bunun tabii kendi başına hem 40 yıllık bir silahlı çatışma dönemi var. Bunun 100 yıllık bir de geçmişi var. Yani Kürt sorunu dediğimiz bir sorun var. Onun için özellikle bu, sizin de dediğiniz gibi, son 40 yıllık yaşanan şiddetin, silahlı şiddetin adını koymak gerekiyor, diye düşünüyorum. Çünkü normal bir şiddet değil. Şimdi Türkiye’de genelde literatürde silahlı çatışma deyince sokaktaki insan çatışırsa da, kavga ederse silahla, yani her türlü silahlı kavga silahlı çatışma oluyor. Ama hukukta, uluslararası hukukta iki çatışma var. Diyelim devletler arası çatışma, bir de devletler arası olmayan çatışma. İster bir grupla veya bir devlet arasında olur. Gruplar arası da çatışma olabilir devlet sınırları içerisinde. Şimdi onun için Türkiye’de sık sık bu gündeme gelir. Özellikle bu komisyon sürecinde takip ettim. Çatışmadan bahsetmeyen hiçbir sunumcu yoktu. Herkes bir şekliyle çatışmadan bahsediyor. “Çatışmasız Türkiye,” kimisi burada “terörsüz Türkiye” diyor ama şimdi çatışma derken neyi kastediyoruz? Silahlı çatışmayı kastediyoruz. Bir de silahlı çatışma ise hangi silahlı çatışma? Tabii ki buradan şeyden bahsediyoruz: PKK ile Türk Silahlı Kuvvetleri arasındaki yaşanan 40 yıllık silahlı çatışmadan bahsediyoruz ve bunun da bir tanımı var. Bunun da bir hukuku var. Türkiye’nin de altına imzasını koyduğu, taraf olduğu sözleşmeler tarafından, protokoller tarafından belirlenen bazı tanımlar var. Bu sadece Türkiye değil, neresi olursa olsun, ister Filipin’de olsun, ister Açe’de olsun, ister Kolombiya’da olsun böylesi bir durumda bu durumu nitelendiren belli bir standartlar var. Şimdi biz PKK ile devlet arasındaki yaşanan silahlı çatışmayı sıradan bir sokak çatışması ya da bir işte yürüyüş esnasında yaşanan şiddet ya da polisin müdahale ettiği şeylerden bahsetmiyoruz. Biz, 50 bin, 100 bin ordu mensubunun dahil olduğu, jandarmanın dahil olduğu, korucunun dahil olduğu askeri operasyonlardan bahsediyoruz. Diğer taraftan 40 yıldır örgütlü direnen ya da diyelim ki karşı koyan, kendisi eylem yapabilen ve bir komuta kademesi olan bir örgüt var. Yani bu standartlara göre Türkiye’deki silahlı çatışma tanımında yaşanan şiddetin silahlı çatışma olduğunu söylemekte zorluk çekmeyiz. Bunu herhangi bir uzman, herhangi bir şey söylemektedir.
Ruşen Çakır: Şimdi burada, sözünüzü kestim ama, dünyadaki örneklere baktığımız zaman burada bir devletin kendi sınırları içerisinde yaşanan böyle örgütlü çatışmaların çözümlerinde tek bir standart herhâlde yok. Farklı farklı uygulamalar var. Genel olarak yaklaşım, sorunu pozitif anlamda çözebilmek için tercih edilmesi gereken yaklaşım nasıl bir yaklaşım olabilir burada?
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
![]()
Mehmet Balcı: Şimdi doğru söylüyorsunuz. Yani bu birçok yerde yaşanmış. Bugün Filipinler’de, örneğin Türkiye’nin de yardımcı olduğu bir süreç, orada yaşanan Moro hareketiyle Filipin hükümeti arasında yaşanan 50 yıllık çatışma, hatta daha fazla, yani şiddete silahlı çatışma deniyor ve orada bir silahlı çatışmanın çözümü standartları çerçevesinde oranın koşullarına göre uygulanıyor. Bu Kolombiya’da yaşandı, yaşanıyor. Dolayısıyla Açe’de yaşandı, yani son yıllardan bahsedecek olursak. Onun için makbul çözüm, makbul yöntem… Çünkü şöyle bir şey: Eğer bir silahlı çatışma terör olarak ifade edilirse ya da nitelendirilirse, terörle ister istemez müzakereler olmaz, diyalog olmaz ama teslim alınmaya çalışılır. Ama silahlı çatışmanın böyle bir şeyi var. Çünkü bunun arkasında bir sebep var. Yani durup dururken bir silahlı çatışma yaşanmaz ya da böyle uzun süre devam etmez. Demek ki bir sorun var ki bu sorun kendisini silahla ifade ediyor ya da çözümü silahta aranıyor. Onun için sorun eğer biz silahlı çatışma olarak, ki Türkiye’deki mesela örneğin diyorum, ben söylemiyorum, bu basında da geçiyor, bu işte son komisyon şeylerinde de geçti; sürekli çatışma deniliyor, çatışmasız Türkiye’de çatışma dönemi. Onun için bunun hukuku var ve dolayısıyla buna ona göre yaklaşmak gerekir diye düşünüyorum. Ki o zaman çözüm üretebilelim, ki o zaman, sizin de bahsettiğiniz gibi, fesihin hayat bulması için gerçekten PKK’nın fesih yani silahsızlanma ve topluma entegre edebilmek için bunun hukuki boyutları gerekiyor. Ve onun için eğer biz son 40 yılda yaşanan çatışmaları tek tek hangi çatışmada hangi gerilla hangi askeri öldürdü, hangi asker hangi gerillayı öldürdü diye bu işe bakacak olursak bu kendi başına bir çözümsüzlük yaratır ve fesih olayını da kolaylaştırmaz ve çözümü de kolaylaştırmaz. Ama silahlı çatışmada bütün devletlerde, bütün ülkelerde, silahlı çatışmalarda ele alınan esas konular, işi kolaylaştırmak için, yani silahlı çatışma esnasında yaşanan savaş suçları dediğimiz ya da hukuk dışı suçlar ele alınır ve ona göre bir yaklaşım gösterilir. Yani onun için adalet komisyonu gerekiyor. Demek istediğim, silahlı çatışma esnasında asıl bakılan önemli suçlardır. Yani savaş dışı, hukuk dışı işlenmiş suçlara bakılır, ona göre bir çözüm üretilir. Eğer bir bütün olarak bir gruba terörist, ona göre bütün üyelerine terörist muamelesi ya da anti terör yasası çerçevesinde yaklaşımı gösterilirse bu şu demektir: Bu şekilde bu insanlar gelip Türkiye’de ceza alıp cezaevine girecek. Bu Türkiye’nin elini bağlıyor, sürecin elini bağlıyor. Eğer biz sürecin önünü açmak istiyorsak gerçekten bu 40 yıllık çatışma esnasında yaşanan savaş dışı ya da hukuk dışı suçlara bakmak lazım.
Ruşen Çakır: Peki şöyle mi? Şimdi biraz toparlamaya çalışayım. Diyorsunuz ki: ‘‘Sadece örgüt üyesi olduğu için insanları terörist olarak tanımlayıp yargılama yoluna gidilirse bu iş olmaz. Ancak bu süreç içerisinde birtakım norm dışı, suç sayılabilecek, ayrıca suç sayılabilecek faaliyetleri olmuşsa olabilir.’’ Yani sadece örgüt üyesi olduğu için örgütün faaliyeti… Ama mesela orada şöyle bir husus var, biliyorsunuz, şöyle ayrımlar yapılmaya çalışılıyor, deniyor ki: “Eyleme katılmış örgüt üyesi, eyleme katılmamış örgüt üyesi.” Çünkü diyelim ki mesela bir yerde bir baskın olmuş, örgüt diyelim ki bir karakol basmış, orada da askerleri şehit etmiş ve bazı isimlerin ona katıldığı tespit edilmiş. Şu anda diyelim ki silah bırakacak isimler tespit edilmiş. Şimdi bunlar yargılanamıyor mu? Nasıl oluyor?
Mehmet Balcı: Şimdi örnek vereyim, daha iyi anlaşılması için. Kolombiya’da FARC ve hükümet arasında 1964’ten 2016 yılına kadar 52 yıllık bir silahlı çatışma ya da savaş, halk diliyle, yaşandı. Şimdi Kolombiya hükümetiyle FARC arasında 4 yıl, 5 yıl barış görüşmeleri, barış müzakereleri oldu. Sonuçta bir barış anlaşmasına varıldı. Bu barış anlaşması sonucunda 13 bine yakın insan silahını bıraktı. 13 bin insan. Ve bu insanlarda kim çatışmaya katılmış, çatışmaya katılmamış şeyine bakılmadı. Çünkü böyle bir şey mümkün değil. Yani diyelim ki bir toplantı yapacaksınız, bir planlama yapacaksınız, bir örgüt için söylüyorum. Bir eylem planı yapacaksınız. O görev bölümü olacak: Kimisi arka planda, kimisi ön planda. Dolayısıyla kimisi çatışmaya katılmış, kimisi katılmamış. Dolayısıyla çatışmaya katılmış, operasyona katılmış insana ceza, öbür tarafına işte şey. Bu şekilde işin içinden çıkmak mümkün değil bana göre. Yani böyle bir selektif, seçici bir yaklaşım ister istemez binlerce insanı geri dönmekten alıkoyar ve sürece dahil olmaz. İster istemez bir şekilde ya yeni bir örgüt kurarlar ya yeni bir başka yollara başvururlar ve her zaman bir tekrar savaşın yaşanmasının zemini hazırlanmış olur. Onun için Kolombiya’da yaşanan şuydu: Bütün örgüt yöneticileri dahil, savaşta yer almış, bunun için bir hakikat komisyonu oluşturuldu. “Ne oldu bu savaşta?” Ardından bu hakikat komisyonu 3 buçuk yıl çalıştı. Büyük bir rapor hazırladı ve bu raporda neler olduğunu bir şekliyle ortaya koydu. Ondan sonra bir barış mahkemesi oluşturuldu: Özel barış mahkemesi. Bu barış mahkemesi özellikle savaşta yaşanmış suçları ele almışlardı. Hâlen devam ediyor. 8 yıldır bu mahkeme çalışıyor. İşte adam kaçırmadır, çocuktur, bir sürü konuda ve o sorumluları hem devlet tarafından hem bu insanlar ele alıyor. Bu barış mahkemesinin amacı nedir? İnsanları cezalandırıp hapse atmak değil. Gerçeği ortaya çıkarmak, sorumluların kendi suçlarını, eğer varsa suç, suçlarını kabul etmesi ve gerçeğin daha da ortaya çıkması için mahkemeyle işbirliği yapmasıdır, barış mahkemesiyle. Örneğin FARC yöneticileri bundan iki hafta önce, 8 yıllık bir soruşturma sonucunda, mahkeme onları mahkemeye çağırdı, yani barış mahkemesi. İnsan kaçırma olayında bütün FARC yöneticilerini, özellikle sekreterya dediğimiz en üst yani polit büro üyelerini, bir şekliyle cezalandırdı ve FARC yöneticileri bu suçu işlediklerini kabul ettiler ve her birine 8 yıllık ceza verdiler. Ama cezayı cezaevinde değil, cezalarını dışarıda çekecekler. Çünkü mahkemeyle işbirliği yapmış, kendi sorumluluğunu kabul etmiş ve mahkeme tarafından bunu yaptıkları için kendilerine bir şekilde ev hapsi şeklinde bir ceza verilmiştir. Bu aynı şekilde bir sürü general için de oldu Kolombiya’da. Sivillerin ölümüne direkt karışan generaller de o mahkemeye gelip suçlarını kabul ettiler. Aynı generaller aynı şekilde benzer cezalar aldılar.
Ruşen Çakır: Burada şunu sorabilir miyim, bu verdiğiniz örnekten hareketle? Şimdi eyleme karışmış, karışmamış militan ayrımına ek olarak bir de üst düzey yönetici ve daha alt düzey unsurlar olarak bir ayrım yapılıyor. Hatta hep şu söyleniyor biliyorsunuz: Üst düzey yöneticilerin, mesela örgütün ilk akla gelen diyelim ki Cemil Bayık, Murat Karayılan gibi isimlerinin üçüncü bir ülkeye ve genellikle de şey telaffuz ediliyor biliyorsunuz, İskandinav ülkelerine gitmeleri gibi bir şey söyleniyordu. Geçen çözüm sürecinde de mesela bu söz konusu olduğunda bu söylenmişti ama şimdi Abdullah Öcalan’ın görüşme notlarına baktığımızda ya da ben gördüğüm kadarıyla Öcalan mesela böyle bir şeyi pek söz konusu etmiyor. Yani herkesin Türkiye’ye gelmesi gibi, yani entegrasyonun en aşağıdan en yukarıya kadar yapılması… Ama burada şöyle bir sorun var tabii: Türkiye’de örgütten nefret eden, örgütü terörist olarak gören kamuoyu – ki ülkenin nüfusu olarak baktığımızda bayağı yüksek bir oranda – isimleri isim isim biliyor, Öcalan başta olmak üzere tabii ki. Ve onların topluma geri entegrasyonu gibi bir seçeneğe sıcak bakmıyor. Bu husus herhâlde dünyadaki başka örneklerde de yaşanmıştır. Yani yukarıya ayrı bir muamele, alt kesimlere ayrı bir muamele ama anladığım kadarıyla Öcalan bunu istemiyor. Ne dersiniz bu konuda?
Mehmet Balcı: Ben bu yaklaşımı, yani üçüncü ülkeye bir nevi sürgüne gönderme gibi bir yaklaşımı, sorunun çözümünde çok faydalı olacağını düşünmüyorum. Yani böyle bir örnek de yok diyebilirim. Çünkü ne Açe’de yaşandı, ne Filipin’de yaşanıyor, ne Güney Afrika’da, ne diğer böyle ülkelerde böyle üst yöneticileri başka bir ülkeye göndermek… Yani bir süreçte bir planlama olabilir. Bu planlama çerçevesinde diyelim ki bir anlaşma çerçevesinde bu işler adım adım hayata geçirilebilir. Ama eğer biz gerçekten çözüm istiyorsak, örneğin Cemil Bayık’tır, Duran Kalkan’dır, Murat Karayılan’dır, bu insanların etrafında herhâlde bir de bunların komuta kademesi var. Nereden bakarsan bir 500 kişi. Bu şekilde yani bütün bu kesimi süreç dışında bırakıp diğerlerini de alıp “İşte gelin teslim olun, eyleme katılmadığınız için affedileceksiniz, bir şey olmayacak” şeklinde, bu çözümde çok kargaşa yaratır ve sonrası nasıl olur hiç belli olmaz. Dünya çok hareketlidir, bölge çok hareketlidir, Türkiye çok hareketlidir. Onun için madem ki bir çözüm arıyorsak, yani bu savaşın tekrar yaşanmasını istemiyorsak, amaç nedir? Hem sorunu çözmek hem de bu savaşın, bu silahlı çatışmaların bir daha yaşanmamasının önünü almaktır. Bunun için dolayısıyla bu çatışmaları idare etmiş, sevk ve idaresini yapmış, içinde yer almış sorumlu kesimleri, bu insanları süreç dışında bırakacağız demek bana göre bir şey getirmez, yani bir çözüm getirmez. Tam tersine ben diyorum ki öyle değil. Şimdi 2009 yılında bir grup gerilla ve birkaç tane sivil beraber Türkiye’ye geldiği zaman 2009 yılında yüz binler onları karşıladılar ve bu yüz binler onları karşıladığı için bu insanların bazılarını rahatsız etti, süreci bitirme noktasına götürdü. Yine aynı şekilde evet, anlıyorum, belki milliyetçi kesim, böyle bir insanları “kabul etmeyiz,” “terör,” yıllarca bunları duydukları için… Ama bu aynı zamanda devletin görevidir, hükümetin görevidir bu zemini hazırlamak. Çünkü bunu hazırlamak gerekiyor. Bugün de gelse PKK yöneticileri yüz binler karşılar. Evet, doğrudur, belki Manisa’da, Aydın’da ya da başka yerde onları karşılamaz, onları reddedecek ya da onlar oralarda istenmeyen insanlar ama öbür tarafta da bunları yüz binler karşılayacak. Dolayısıyla bunun zemininin hazırlanması lazım ki topluma biz “bir çözüm bulalım” deriz.
Ruşen Çakır: Burada bir başka sorun yaşanıyor şu anda Türkiye’de. Bunu merak ediyorum. Dünyada da herhâlde benzer şeyler yaşanmıştır. O da şu: Şimdi komisyon çalışmalarından belli ki örgütün feshine ve silah bırakmasına yönelik bir hukuki altyapı için birtakım öneriler gelecek, yasa önerileri belki ya da var olan yasalarda değişiklikler ama büyük ölçüde ağır basan yön, yeni bir yasal düzenlemenin olması. Ancak orada şöyle bir şey var: Anayasanın eşitlik ilkesi malum, dünyadaki birçok ülkede de herhâlde aynı şey bir şekilde geçerlidir. Yani şu anda Türkiye’de terör suçlamasıyla suçlanan sadece bu örgüt yok. Mesela Fethullahçılar da var, DHKP/C de var, başkaları da var, şu da var, bu da var. Bir de onun dışında suç işlemiş, şimdi bunlar düne kadar suç olarak kabul edilen şeyleri yapmış kişiler. Bir anlamda bu düzenleme, varılacak mutabakat sonucu yapılacak olan düzenleme bir tür af olacak. Affın da sadece bir kesime yapılması durumu, anayasal olarak ve kamuoyunu ikna anlamında sorun da olabilir. Dünyadaki örneklerde bu tür benzer şeyler yaşanmış mıdır bilmiyorum ama şu anda Türkiye’de çok ciddi bir mesele bu. Yani istisnai bir yasa çıkabilir mi? Bunu kamuoyuna anlatabilir mi? Eşitlik ilkesi çok önemli bir ilke. Daha önce biliyorsunuz bir af yasasında böyle olmuştu, sonra Anayasa Mahkemesi’nin kararıyla diğerlerine de uygulanmıştı, böyle bir kısmî af, belli gruplara af meselesi.
Mehmet Balcı: Şimdi burada iki şey var. Yani 1974 yılında da af yapıldı, Ecevit döneminde. O dönem özellikle cezaevleri neredeyse boşaldı. Şimdi Türkiye’de değişik dönemlerde değişik aflar gündeme gelmiştir, hayata geçmiştir. Şimdi bana göre eğer diğer tecrübelere baktığımız zaman, sırf PKK’ya yönelik, PKK üyelerine yönelik, işte bu çatışmadan dolayı etkilenen yere yönelik özel bir af mümkündür. Af demeyelim, özel bir yasa mümkündür. Çünkü örneğin Kolombiya’da 1991 yılında M-19 hareketi ile hükümet arasında barış görüşmeleri oldu. M-19 hareketi silahlarını bırakıp ve orada özel bir yasa çerçevesinde M-19 hareketinin üyeleri, 1000’e yakın üyesi, topluma tekrar entegre edildi. Yine FARC’la hükümet arasında yapılan anlaşma sadece FARC üyelerine yönelik bir anlaşmaydı özellikle. Çünkü şöyle bir şey var: Örneğin FARC sürecinde her FARC üyesi ya da silah bırakan üyesi barış anlaşmasının tarafıydı. Herkes tek tek “Ben bu barış sözleşmesine uyacağım” diye imza atmıştır. Dolayısıyla, ‘‘Eğer bu anlaşmanın dışına çıkarlarsa, tekrar silah gelirse, bu süreçten faydalanmayacaklar’’ diye bir şeydi. Dolayısıyla bana göre Türkiye’de de bu mümkündür. Yani özellikle PKK üyelerine, militanlarına, yani silahlıya, silahsıza yönelik özel bir af çıkarmak mümkündür. Bunu tabii “kopyala-yapıştır” şeklinde değil, fakat bir silahlı çatışmayı sonlandırmayı, bir sorunu çözmeyi hedefleyen bir süreçten geçiyoruz. Onun için geçmişte yaşanmış şeyler buna şey olmayabilir. Bu mümkündür tabii. Yani özel bir yasa çıkarıp… Mesela Kolombiya hükümetiyle FARC, bu yasaya bir çerçeve bulmak için insancıl hukuk çerçevesinde yapılmış özel bir anlaşma şeklinde sonuçlandırdılar. Çünkü insancıl hukuk, savaş hukuku demek. Savaş hukuku çerçevesinde özel bir anlaşma. Dolayısıyla Cenevre sözleşmelerinin ev sahipliğini yapan İsviçre hükümeti de resmiyette anlaşmanın bir kopyasını oraya teslim etmişlerdir. Yani “Biz Cenevre sözleşmeleri çerçevesinde böyle bir özel anlaşmaya gittik.” İçeride de özel bir yasayla bu süreci kabul ettirdiler yasal olarak. Onun için bu hukukçuların işidir, tartışmaları gerekiyor. Çünkü öbür türlüsü, yani diyelim ki tabii FETÖ’den dolayı içeride olanlar var, diğer sol gruplardan dolayı içeride olanlar var. Sürecin ismine ‘‘demokratikleşme komisyonu’’ ya da ‘‘demokratikleşme süreci’’ gibi şey de konuldu. Bu Türkiye’nin yapacağı bir seçimle bağımlıdır. Yani Türkiye’de geleceğine yönelik demokratik yeni bir başlangıç, şimdi yaşanan sorunların hepsini halletmek istiyorsa Türkiye. Ama bu şey de birbirinden de ayrılabilir demek istiyorum, özel olabilir.
Ruşen Çakır: Peki, şu anda siz ne görüyorsunuz? Şu anda acil olarak yapılması gereken… Türkiye’deki süreci yakından takip ediyorsunuz. Yurt dışındasınız ama çok yakından takip ediyorsunuz. Özel olarak takip ettiğinizi de biliyorum. Birtakım şeyler yürüyor ama birtakım tıkanıklıklar da var. Tabii ki Suriye meselesi çok siyasi, başka bir boyut olduğu için tartışmayı şu an oraya taşımaya gerek yok. Ama şu anda mesela en son dün Öcalan’la yapılan görüşmenin ardından yaptıkları açıklamada İmralı Heyeti, Öcalan’ın siyasal ve hukuki birtakım şeylerin gündeme getirilmesi talebini dile getirdiler. İki şeyden bahsediyor: Hukuk ve siyasetten bahsediyor. Şu anda hukuki ve siyasi olarak bu sürecin pozitif olarak ilerlemesi için yapılması gereken esas olarak, tabii ki Öcalan’ın söylediğinden de anlıyoruz ki, top devlette ve bir anlamda da Meclis’te. Yani siyasi olarak devlette diyelim, özellikle iktidarda, siyasi iktidarda, hukuki olarak da devlet artı Meclis’te. Acil olarak neler yapılması lazım? Çünkü bir diğer yandan da şöyle bir şey var: Kamuoyu bu sürece çok fazla angaje olmadı. Onun da yaratılabilmesi için bir şeylerin gelişiyor olması lazım.
Mehmet Balcı: Şimdi burada anlıyorum, ben de yakından takip ediyorum, saat saat, gün gün. Şimdi tabii süreç çok şeffaf değil. Yani bir tarafta İmralı, yani Öcalan’ın öncülüğünde ve devlet arasında sürekli görüşmeler var. Orada bir ismi konulmamış, ilan edilmemiş bana göre pazarlıklar var ya da görüşmeler var. Sürecin ilerlemesi için tarafların ne yapması gerektiği konusunda şeyler var. Yani diyelim ki işte görüyoruz yani belli bir plan çerçevesinde Öcalan’ın açıklaması, PKK’nın cevabı, PKK’nın kongresi, silahların yakılması, diğer taraftan komisyonun oluşturulması, yani böyle bir plan var. Bu plan işliyor ve bu planın eksikleri olabilir. Kimisine göre yavaş işliyor, kimisine göre sorunsuz işliyor. Doğrudur. Kamuoyu biraz daha artık alışmış oldu. Yani ilk başta çok heyecan vardı. Dolayısıyla komisyon iki aydır toplanıyor. İlk başta çok belki izleniyordu, sonra yavaş yavaş komisyon da şey kaybediyor. Ama bana göre burada mesela, yani değişik şeyler yapıyor. Komisyon kendisini Meclis’e hapsetti. Oysaki bana göre komisyon belli alt gruplara bölünerek ortaklaşa topluma gidebilirlerdi. Tek tek partilerin gidip sorununu anlatmaktan çok işte değişik çevreleri, öğrenci kesimleri, kadın kesimleri, sendikaları, belediyeleri; dolayısıyla değişik şekilde komisyon gidip her kesimin temsil edildiği gruplar şeklinde bu daha da toplumsallaştırılabilir. Bunun getireceği sonuçlar, bunun faydaları topluma anlatılabilir. Bu bir. İkincisi, örneğin Öcalan’ın ya da ekibinin durumu, diğer şeylere göre ülkelerin tecrübelerine dayanarak madem komisyon diğer ülkelerin tecrübelerini de dinledi. Onların, mesela örnek vereyim, Kolombiya’da bütün barış süreçlerinde en az müzakereciler, yani silahlı grupların tayin ettikleri, onları temsil eden bir grubu geçici olarak onlara karşı arama ve tutuklama şeylerini askıya aldılar belli bir yasayla. Ki onlar hem serbest hareket edebilsinler hem de sürece katkı yapabilsinler. Yani onun için Türkiye’de çok umut hakkından bahsediliyor Öcalan için. Bu bir haktır. Yani bence Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne göre de, kendi yasalarına göre de bu uygulaması gereken bir şeydir. Ama Türkiye bunu uygulamıyor. İnsanlar 30, 35 yıla kadar hapsolabiliyor ve Öcalan’a da işte bu uygulansın ki Öcalan özgür olsun. Oysaki bana göre yani bu bir umut hakkı, bir lütuf değil. Yani bu uygulanması gereken bir yasadır. Burada bir eksiklik var. Ama öbür taraftan bu süreci devletle müzakere eden, bu devletle görüşen grup, yani Öcalan ve etrafındaki grubun bir statüye sahip olması lazım. Yani dolayısıyla onlar da hem topluma seslenebilmeli hem de kendi örgütüyle konuşabilmeli. Bu güvensizlik sadece toplumda değil, PKK’nın içerisinde, PKK’nın tabanında “ne oluyor” diye sorgulamalar oluyor. Bunun önüne geçmek için de bu tür şeyleri ortadan kaldırmak gerekir diye düşünüyorum, yani böyle biraz da şeffaflık katarak. Çünkü süreç çok şeffaf yürümüyor. “Meclis” deniliyor ama öbür taraftan da iki taraf arasındaki verilen hep sözlerden bahsediliyor. Bence bunu yeni bir aşamaya getirmek lazım. Yani bir plan sunulması lazım. Bundan sonra böyle bir planı olmalı devletin ya da PKK’nın. Bu plansız durum ister istemez birçok spekülasyona neden oluyor. Bir sürü kazalara, medyatik ya da değişik kazalara neden olabiliyor.
Ruşen Çakır: Burada bir şey sormak istiyorum. Şimdi 11 Temmuz’da Süleymaniye yakınında bir silah yakma seremonisi, töreni oldu. Başlarında bir kadın, yarısı kadın yarısı erkek ama esas olarak bir kadın, Bese Hozat, silah yaktılar. O zamandan bu zamana pek bir şey olmadı. Bu ayrı bir husus. Yani örgütün silah bıraktığına dair ya da bırakacağına dair gözle görülür, en azından kamuoyunun gördüğü bir şey olmadı. Ama ötekisi de çok çarpıcı bir olaydı. Onu yaşadık. Şimdi burada iki tane sorun var. Birisi, genellikle silah bırakma, “silah yakma” demeyelim de, silah bırakma müzakerelerin sonunda oluyor. Burada başına koydu Öcalan. Bu iyi bir şey mi? Yani olayı daha mı mümkün kılıyor yoksa daha mı zorlaştırıyor?
Mehmet Balcı: Şimdi bence yaşanan tecrübelere dayanılarak böyle bir karar alındı. Yani 1993’ten itibaren bir sürü, yani en az 6-7 kere, ateşkes olduğu süreçler yaşandı ama süreç hep provokasyonlara açık oldu ve hep dolayısıyla süreçler tıkandı. Dolayısıyla benim kişisel kararıma göre ya da kanıma göre şey oldu: Yani Türkiye ya da Öcalan, ‘‘Eğer silahlı çatışma devam ederse ya da bu devlet, yani müzakereye göre açıktan iki taraflı bir ateşkes yaşanırsa, yani yaşanmazsa zordur, kamuoyu için de zordur, bu süreç provokasyonlara açık kalıyor.’’ Öyle bir şey olsun ki süreçte başından itibaren böyle bir kararlılık var. Yani bu silahları, şiddeti ortadan kaldırma kararı gibi bir karar alınsın ki onun üzerine hem kamuoyu yumuşasın hem de daha hızlı ilerleyebilelim. Şimdi doğrudur. Diğer ülkelerde sonuna doğru yaşanıyor ya da diyelim Nepal’da 10 yıl sürdü, belki daha fazla, silahların tamamıyla ortadan kalkması için. Kolombiya’da bütün anlaşmalar imzalandıktan sonra, en son silahlar teslim edilerek süreç başladı, yani barış inşa süreci. Onun için bu başka bir yöntemdi. Bu yöntemin amacı bana göre provokasyonların önüne almak, kamuoyu hazırlamak. Ama bu aynı zamanda Türkiye’nin de hızlıca yasal bir sürece girebilmesi için, yani yasal alt zemini hazırlamak için böyle bir karar aldı. Çünkü bu sadece silah yakılma falan değil. Esas olan Öcalan’ın talebi, PKK’nın cevabı ve kongre. Yani PKK’nın esas olarak kongrede böyle bir karar almış olması, esas bağlayıcı olan PKK’nın kendi kongresidir. Onun için bunun kamuoyuna iyi anlatılması gerekiyor. Çünkü biz şunu görmüşüz bütün ülkelerde: Eğer süreç uzarsa, eğer diyelim ki bir taraf, devlet yavaş hareket ederse ya da diyelim ki kendi aralarında anlaştıkları plana göre hareket etmezse bu örgüt içinde bölünmeyi de getirebilir. Örgüt içinde başka bir ihtimal mümkündür. FARC silahları bıraktı ama ardında iki tane FARC bıraktı. Çünkü bir tanesi sürece dahil olmadı, bir tanesi de süreçten sonra dediler ki “Hükümet yapılan anlaşmaya uymuyor” diye tekrar silahlandı. Şimdi hükümet her iki tarafla tekrar çözüm arıyor. Onun için devletin özellikle tekrar silahlı çatışmanın yaşanmaması için… Yani başka örgüt de çıkabilir. Bu durumda sorun çözülmüyor. Onun için şeyin amacı buydu. Yani o silah yakma, silah bırakmanın öne konulmasının sebebi, süreci hızlandıralım diye. Oysaki PKK şimdi silahları tamamıyla bırakmamış. Karar almış ama silahsızlanmayı sürece bırakıyor.
Ruşen Çakır: Burada o zaman şunu sormak istiyorum. Şimdi genellikle bunu uzmanlarla konuştuğumuzda “yıllar” diye bir laf söylüyorlar. ‘‘Bu ne kadar sürer?’’ ‘‘Yıllar sürer.’’ Ama belli bir eşik var herhâlde. Sizin de demin söylediğiniz gibi bir hızlanma gerekiyor ki ‘‘bu olay oluyor’’ duygusu da yaşansın. Onu soracak olursam, mesela şimdi bir yıl önce Bahçeli’nin el uzatmasıyla, DEM Partililerin el uzatmasıyla resmiyet kazanmış bir süreç ama anladığımız kadarıyla onun altyapısı yaklaşık bir yıldır. Hatta miladın Hamas’ın saldırısı olduğunu söyleyenler de var, ondan sonraki bölgedeki altüst oluşlar olduğunu, yani 2023 Ekim-Kasım olduğunu söyleyenler de var ama biz bunu 2024 Ekim’inden itibaren görüyoruz. Bir yıl geçti, bir şeyler yapıldı ama hâlâ beklenen çok şey var. Nasıl bir zaman aralığı söyleyebilirsiniz? Yani bu birkaç yıl içerisinde hallolur mu, yoksa yıllar sürer mi? Örneğin şimdi buradaki en kritik hususlar silahların tam anlamıyla bırakılmış olması, mesela bunun saptanmış olması bir de. “Bıraktık” demekle olmuyor. Birtakım gözlemcilerin bunu saptaması gerekiyor, bizzat devletin de ikna olması gerekiyor. Bir diğer boyutu da örgüt üyelerinin ülkeye gelmesi ve topluma entegrasyonu gibi çok önemli birtakım aşamalar var. Bunlar ne kadar sürer?
Mehmet Balcı: Size katılıyorum. Yani bana göre de süreç 2023’lerde başlamıştır ve bir sene boyunca, belki daha fazla bir süreç olmuş ki yani bir iş bölümü çerçevesinde Bahçeli Meclis’te bir el sıkışmasıyla bir şekliyle ilan etti. Bu doğal bir şey. Bunda ben bir şey görmüyorum. Olması gereken bir şeydi. Bence de güzel bir şeydi. Şimdi özüne bakarsak, tabii bazı yerlerde görüşmeler, yani Filipinler’de en az son 15 yıldır, 16 yıldır bir süreç vardı. Daha yeni yeni bir sonuca doğru gidiyor. Morolar bir otonomiye sahip oluyorlar. Türkiye’nin de içinde olduğu bu durum adım adım ilerledi. Şimdi önemli olan bir şey vardı, yani bir süreç vardı ve taraflar sürekli görüştüler. Şimdi Türkiye’de tabii bölgesel gelişmeler, Türkiye’nin kendi içinde bulduğu durum, PKK’nın içinde bulduğu durum, savaşın ya da çatışmaların vardığı nokta… Son 10 yılda aralıksız, 2015 ile 2025’in başına kadar çok büyük bir savaş yaşandı diyebilirim. Yani tankın, topun, silahın, dronun, askerin, işte binlerce PKK üyesinin dahil olduğu bir çatışma en azından son 10 yılda sürekli yaşandı. Şimdi onun için bir noktaya geldi, bir çözüm bulmak gerekiyor. Onun için ne kadar sürer meselesi, tarafların gerçekten ortaya koyacakları siyasi iradeye bağlıdır. Şimdi herkesin kendisine göre bir hesabı var, bunu da anlamak lazım. Hiçbir hükümet, başlattığı bu süreçten dolayı kayba uğramak istemiyor. Diyelim ki bu durumda Cumhur İttifakı bu süreçte 2027-2028 seçimlerinde bundan dolayı kendisine siyasal anlamda şey gelmesini istemiyor. Bunu kendi yararına çevirmek istiyor. Dolayısıyla bana göre bir ajanda var. Tamam, seçimlerden iki sene önce, seçimler uzakta ama bir şekilde başlayan bu süreç ister istemez seçimlere yansıyacak. Onun için her iki taraf için de bu işi seçimlere bağlamayalım. Dolayısıyla bu devlet adına oluyor. Yapılacak işler devleti bağlıyor. Hükümetler değişse de gelecek hükümet de bu süreci götürmek zorunda kalsın. Dolayısıyla bana göre işler daha hızlı gidebilir, yani çok yıllara yaymadan, yayılmasına gerek kalmadan. Çünkü şunu görmek lazım; PKK silah bırakıyor, talepler de aşağı doğru çekildi. Son 25 yılda çözüm bulunması anlamında ara çözümler olsun, silah devreden çıksın adına talepler aşağı çekildi. Yani program değiştirildi. Talepler demokratik Türkiye için istenen, yani bir Kürt sorunu çözümü ama dünyada bir de demokratik Türkiye. Dolayısıyla bu bir bağımsızlık talebi değil, bir konfederasyon talebi değil, bir federasyon talebi değil, büyük bir bölgesel otonomi talebi değil ama daha çok aşağıda olan talepler var, ki bu Türkiye’nin elini kolaylaştıran, yani süreci hızlandırmaya yönelik alınmış kararlardır da aynı zamanda. Onun için böylesi talepler karşısında sürecin çok uzun sürmesine bence gerek yok. Siyasi irade olursa çok hızlı da gelişebilir. Suriye ayağı var, doğrudur. O da etkilenir ama burası pozitif şekilde de etkilenebilir. Birbirinden hem pozitif hem negatif şekilde etkilenebilirler, ki etkileniyorlar. Dolayısıyla bana göre, 2028 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinden önce bu işin büyük ölçüde çözülmüş olması gerektiğini düşünüyorum, çözülebilir diye de düşünüyorum.
Ruşen Çakır: Peki, nasıl toparlayalım? Zor bir iş. Dünyadaki örnekler var. Ve şeyi sormak istemiyorum: “Yarıda kalırsa ne olur”u sormak istemiyorum. Çünkü o hakikaten herkes için çok kötü bir olay olur. Ne dersiniz, siz umutlu musunuz?
Mehmet Balcı: Ben kişisel olarak umutluyum. Yani büyük bir yol katedildi. Öcalan üzerindeki tecrit azaltıldı ya da diyelim ki iletişim kanalları açıldı, görüşmeler oldu. Devletle görüşmeler oluyor, bunu biliyoruz. PKK’nın kararları, komisyon çalışmaları, dolayısıyla kamuoyunun sürece belli bir desteği olduğunu biliyoruz. Bu normaldir, yani kamuoyunda gelgitlerin olması normaldir. Dolayısıyla sürecin yarıda kalması ne PKK’nın işine gelir ne de hükümetin işine gelir. Bence her iki tarafın da bu sürecin ilerlemesi konusunda çıkarı vardır. Öyle söyleyecek olursam, bunlar eğer süreci yarıda bırakırlarsa kaybederler. Dolayısıyla bence amaçları sorunu çözmek, aynı zamanda siyasi bir şeyler elde etmek, her iki taraf da. Dolayısıyla bu Türkiye’nin yararına olabileceği bir şey olduğu için, yani yarıda bırakmak kolay bir iş değil diye düşünüyorum. Çünkü büyük kararlar alındı, tarihi kararlar alındı ve tarihi adımlar atıldı. Kürt sorunu tekrar kabul edildi, tekrar tartışılıyor. Meclis’teki bir parti hariç, neredeyse toplumu %98 temsil eden bir temsiliyet var Meclis’te ve bundan geriye dönüş hiç kimsenin yararına değil. Onun için güven arttırıcı önlemler önemlidir. Hasta insanlar var, cezaevleri var, yurt dışındaki insanlar var. Adım adım güven oluşturulabilinir, daha da yukarı çekilebilir yani bu destek. Çünkü artık dünya değişti. Yani sosyal medya, dünya, herkesin konuştuğu bir dünya, herkesin yorum yaptığı bir dünya. Yani sadece bir ana medyanın yaptığı yorumlar ya da PKK medyası değil, onun dışında büyük bir medya var. Yani konuşabilme imkanları var. Bu süreci hem pozitif hem negatif etkiliyor. Bazı kesimler tarafından gerçekten bence en azından bu süreçte bazı önemli adımlar atılabilir, güven artırıcı önlemler alınabilir ve bunlar bellidir. Bütün dünyada oluyor bu tür şeyler. Bir örnek vereyim, ki bitirelim. Mesela Kolombiya’da son ELN ve hükümet arasındaki görüşmelerde hasta tutuklular vardı. Hükümet hasta tutukluları cezaevinden çıkarmak için yol aradı, bir metot aradı. Sonuçta çok ağır olanlar için, barışı, süreci desteklemek için onlara bir şey verdi, yani “promotör” dediler, yani “barış promotörleri.” Türkçesi tam nasıl olur? Onlara öyle bir statü verdi. Hâlen dışarıdalar. Süreç askıya da alındı, bir yıldır işlemiyordu ama cezaevinden çıkanlar kendi bulundukları alanlarda barış sürecine katkı sağlamak için çaba gösteriyorlar. Yani tekrar diyalog olsun, tekrar barış olsun diye öyle bir şeyde bulundu. Yani bir yasa çıkardı, onları cezaevinden çıkardı. Yani Türkiye’nin koşullarına göre bir örnekti bu. Ama bir sürü diğer yasalar var. Kayyum meselesi var mesela. Yani genel olarak hükümetin de bana göre ortamı yumuşatması gerekiyor. CHP’yle olan kavgaları, CHP’yle olan çatışmaları sürece yardımcı olmuyor. Hangisi daha önemlidir? Onun da hesabını yapması lazım hükümetin. Yani “Ben sürece mi yatırım yapayım CHP’ye mi?” diye sorabilir. Dolayısıyla burada politik bir irade gerekiyor. Dediğim gibi herkes “bana ne getirir ne götürür” hesabı yapıyor. Bunu siyaseten de anlarım ama bu süreç tarihsel bir süreçtir. Geriye dönüşü olmayacağını düşünelim. Hani bir, ‘‘silahları yaktık, gemileri yaktık, geriye dönüş yok.’’ Bana biraz da öyle geliyor, yani silahlar, gemiler yakıldı, geriye dönüş olmamalı, ne devlet için, ne PKK için. Onun için de bunun önlemlerinin alınması lazım.
Ruşen Çakır: Çok teşekkürler Mehmet Bey. Çok teşekkürler. Çok yardımcı oldu dünya örnekleriyle birlikte anlattıklarınız. Çok sağ olun.
Mehmet Balcı: Ben size teşekkür ederim gerçekten. Umarım bir şeyler katmış olabilirim.
Ruşen Çakır: Yarayacak, merak etmeyin. Evet, Mehmet Balcı’yla dünya örneklerinden hareketle Türkiye’de örgütün feshinin ve silah bırakmanın altyapısının nasıl oluşabileceğini konuştuk. Kendisine çok teşekkürler. Sizlere de bizi izlediğiniz için teşekkürler, iyi günler.








