Berrin Sönmez yazdı: Ataerkil pazarlık 2.0 ve cinskırım

2012 yılından itibaren 11 Ekim Dünya Kız Çocukları Günü olarak kabul edildiğinde Türkiye, BM Genel Kurulu’na bu öneriyi getiren üç ülkeden birisiydi. Aradan geçen 13 yılda öneri sahibi diğer iki ülke olan Peru ve Kanada nasıl bir yol haritasıyla ilerledi bilmiyorum. Ancak Türkiye’nin nasıl bir yol haritasıyla ve büyük adımlarla gerilediğini hepimiz biliyoruz. Dünya Kız Çocukları Günü, toplumsal cinsiyet bağlamında kız ve oğlan çocukları arasındaki ayrımcılığa dikkat çekmek amacı taşır. Küresel ölçekte ve birbirinden az çok farklılaşmakla birlikte hemen her toplum ve kültürde karşımıza çıkan eşitsizliğin giderilmesi açısından devletlere eşitliği sağlama görevi yükler. Devlet politikasıyla gerekli kurum ve kuralların oluşturulmasında ise toplumsal koşullar ve ihtiyaçlar bağlamında atılacak adımlar hakkında her devletin kendi kararını alması öngörülür. Ancak bütçeden kaynak ayrılması zorunlu şarttır. Günün anlam ve önemini anlatan faaliyetlerle toplumun farkındalık geliştirmesi ve tutumunu değiştirmesi umulur. Ancak günümüzde cinsiyet eşitliği kavramı neredeyse tabu sayılır hale getirildi. Günün gerektirdiklerinin tersine atılan bu büyük adım, eşitsizliği pekiştirme, derinleştirme yoluyla kız çocukları için hak kaybı anlamında. Ve güvenlik endişesi de yaratıyor. Oysa kız çocuklarının kendilerini etkileyecek kararların alınmasına katılımını sağlamak da devletlerin görevi olarak belirlenmişti, Kız Çocukları Günü ilanında. Kız çocuklarının kararlara katılımı ve her alanda toplumsal katılım için desteklenmesi, güçlendirilmesi, kız çocuklarının eşit katılımı amacıyla onlara yatırım yapılmalıydı.

Berrin Sönmez yazdı: Ataerkil pazarlık 2.0 ve cinskırım
Berrin Sönmez yazdı: Ataerkil pazarlık 2.0 ve cinskırım

Aradan geçen 13 yılda işlerin tersine döndüğünü, örneğin MEB kararlarıyla gördük. Karma eğitim karşıtı raporlar, beyanatlar yayınlandı. Okullarda ve dersliklerde, il, ilçe, okul müdürleri ve/veya öğretmenler tarafından alınan keyfi kararlarla yapılan oturum düzeni, cinsiyet eşitsizliğini pekiştiriyor. Çocukluk çağında okul sıralarında devlet ve eğitimciler eliyle cinsiyet eşitsizliğini güçlendiren, derinleştiren ve ileri yaşlar için de kalıcı hale getiren bir düzen kuruldu. Oysa sosyo-kültürel değişmelerle toplum, eşitlik yönünde ilerliyordu. Mesele de buydu zaten. Sosyal mühendislik politikası en çok eğitim sisteminde ve okul yaşamında gerçekleştirilen düzenlemelerde belirginleşiyor. Ama orada kalmıyor. Topluma yayılıyor. Kamusal alanlarda kız çocukları, çocukluğunu ve kız neşesini yaşamaktan mahrum bırakılarak baskı altına alınır oldu. Örneğin Diyanet’in kadın ve eşitlik karşıtı söylemleri üzerine haddini aşanlar ve çocuklara ve kadınlara müdahale edenlerle ilgili pek çok haber görüyoruz. Doktorundan sıradan vatandaşına, restoran/kafe işletmecisine uzanan gönüllü yasakçılık yaygınlaşıyor. Tıpkı son yıllarda jurnalciliğin yaygınlaşması gibi. Garip ve tedirgin edici düzeyde, toplumsal düzenin bireylerin keyfi müdahalesine açık hale getirildiği bir ortama sürükleniyoruz. Ve bundan en çok kız çocukları zarar görüyor. Kötü, kötümser hatta iğrenç bir benzetme olacak ama “yılanın başını küçükken ezmek” sözü uyarınca yürütülen cinskırım olgusunun devlet politikası haline geldiği söylenebilir.

Cinskırım kavramı, cinsiyetçi kültürün egemen olduğu ortamlarda yaşanan toplumsal bir olguyu tanımlar. Kadın cinayetleri bağlamında gündeme geliyor ülkemizde. Ancak kadın cinayetlerinin öncesini, hatta yasayla tanımlanmış eril şiddet biçimlerinin ötesinde kız çocuğu yetiştirme biçimlerini dikkate almayı da gerektirir cinskırım kavramı. Fiziksel varlığından ruhsal varlığına, bedensel gelişiminden zihinsel gelişimine, eğitim ve yaşam pratiklerine erişim yönünden kısıtlanmış olmaktır. Kısıtlanma biçimleri de korumacılık refleksi gibi anlatılan manipülatif açıklamalarla benimsetilir kız çocuklarına. Ve doğumdan ölüme kadar kadınlar, güven kaygısıyla yaşatılır. Güvenlik kaygısı taşıyan insan, kişisel potansiyelini geliştirme imkânından mahrum kalır. Ki amaç da budur zaten. Cinsiyetçi kültürün egemen olduğu toplum genelinde oğlan çocukları teşvik edici, kız çocukları ise engelleyici yaklaşımla yetiştirilmektedir. Yetişkinlik çağında kışkırtılmış erkeklik, bastırılmış kadınlık formlarıyla karşılaşmamız, cinsiyet temelli şiddetin yaygınlığı bu yetiştirme biçimiyle ilişkili. Cinskırım kavramı, ataerkil düzenle inşa edilmiş cinsiyet rollerini dini, toplumsal ve kültürel norm gibi görenlerin kız çocuklarına ve kadınlara yönelik tüm kısıtlama ve şiddet yöntemlerini içeren yaygın davranışsal olguyu açıklar. Diğer yandan günümüzde iktidar politikasıyla yürütülen cinsiyet eşitliği karşıtı gelişmeler cinskırım olgusunu besler niteliktedir. Ve eşitlik karşıtı tutumun, tam da sosyo-kültürel değişmelerin cinsiyet eşitliği yönünde ilerlediği bir dönemde başlatılması, eğitim sisteminin yanı sıra gündelik yaşamda da sosyal mühendisliğin işletildiğine dair gösterge sayılmalıdır.

Sadece kız çocuklarına ve kadınlara zarar vermiş olmuyor devlet politikasına dönüşmüş, yerleşik cinskırım olgusu. Aynı zamanda ataerkil cinsiyet rolleri uyarınca ortalamanın dışındaki oğlan çocukları ve yetişkin erkekler için de tehdit oluşturuyor. Ailelerin kızlara yönelik aşırı korumacı tutumu, atak, aktif olması için kışkırtılan oğlan çocuklarını korunaksız bırakıyor. Çocuk cinsel istismarı suçu büyük ölçüde oğlan çocuklarına yönelik gerçekleşiyor. Kadın cinsini aşırı korumacı ve kısıtlayıcı yöntemlerle yetiştiren erkek cinsini ise hem savunmasız bırakıp hem saldırganlığı kışkırtan yöntemle yetişen toplumun şiddetsiz eşitlikçi bir yapıya sahip olması zor. Kadın haklarının gelişmesi, güçlenmesi ve yasal, anayasal güvenceye kavuşması ve kültürel değişimin eşitlik yönünde olması sayesinde ataerkil normlar çok da sınırlı sayılmayacak ölçülerde kırılmıştı. Fakat hâlâ kırılgan bir kazanımdı cinsiyet eşitliği. Ve dünyada yükselen trend olmaktan uzaklaşıyor günümüzde. Çünkü otoriterlik karşısında demokrasi gerilerken çatışmaların, militarist eğilimlerin silahlanmayı artırması gibi, cinsiyet eşitliği karşısında erkek egemenliğini güçlendiren politikaların da yükseldiğini görüyoruz. Ve buna bağlı olarak ataerkil pazarlık da yeni versiyonuyla piyasaya sürülmüş gibi.

Deniz Kandiyoti’nin ataerkil pazarlık kavramına bakalım önce. “Temelinde yatan ‘pazarlık’ kavramı, eşitsiz ilişkilere dayanan toplumsal cinsiyet rejimlerinin, kadınların rızasını sadece bir takım normları içselleştirmesi yoluyla değil, aynı zamanda sistemin içinde edinebilecekleri bazı güç ve güvence sayesinde de kazandıkları varsayımına dayanır.” Kadın haklarının gelişmesi ve feminist mücadele sayesinde geride kaldığını düşündüğümüz kavramlardan birisi ataerkil pazarlık. Fakat çok sert biçimde tekrar gündeme geldiğini de görüyoruz. Eril tahakkümün tahkimi için gönüllü ya da bedeli mukabili çalışan kadınlar yine görünür oldu. Ev, aile, eş-dost, köy, mahalle ortamlarında, dar çevre ilişkilerinde genç kadınların özerklik çabasını bastırmakla tanırdık daha çok ataerkil pazarlığı. Kısmen devletçi olanları, başörtülü kadınlara yapılan müdahale ile başörtü yasaklarını desteklerken görünür olurlardı. Şimdi ataerkil pazarlık yeni bir aşamaya geçmiş gibi görünüyor. Diyanet’ten ve iktidardan alınan icazetle ve kendilerince “açık” gördükleri kız çocuklarına ve genç kadınlara yönelmiş müdahaleyi başörtülü kadınlar yapar hale geldi.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ataerkil pazarlıkta yeni sürüm aşamasının tek göstergesi kadınların kadınlara kıyafet odaklı müdahalesi değil. Aynı zamanda ataerkillik olgusunun kadını ikincilleştirme yöntemi olan cinskırım olgusunu da bazı kadınların içselleştirdiği görünür hale geldi. Eskiden olduğu gibi annelerin kızlarını baskılama, yakın çevrenin genç kadınları uyarma yöntemi yerine artık pek çok insani davranış gibi cinskırım destekçiliği de sokağa taştı. Kamusal alanda kadınların dini ve siyasi gerekçelerle ataerkil normları dayatan ve saldırgan nitelikli müdahalesi, ataerkil pazarlıkta yeni bir aşama. Ve yazık ki cinskırım olgusunu geriletmekte olduğumuz bir zamanda kamusal alandaki baskıların, özellikle kız çocuklarına ve genç kadınlara yönelik olarak yaygınlaşması, kadınların cinskırım failleriyle işbirliğini gösteriyor. Sosyal medyada da ahlakçı postalarla ataerkil düzene ve cinskırım politikasına sözlü destekler artmış halde.

Devrim niteliğinde başarılarla büyük kazanımlar elde etmiş kadın mücadelesinin, feminist örgütlerin tekrar yüksek katılımlı büyük kampanyalar hazırlaması gerekiyor. Sadece 25 Kasım’la, 8 Mart’la yetinerek bu defaki ataerki-iktidar koalisyonu ile yürütülen teopolitik inşa sürecinin kadın ve cinsiyet eşitliği karşıtı politikalarını geri çeviremeyiz. Güçlü kampanyalar için geniş katılımlı koalisyonlar ve feminist mücadele yöntemlerinde yeni açılımlar geliştirmek zorundayız.