Nuray Mert yazdı: Kürt siyasi temsili sorunu

Kürt meselesinin çözümü süreci sıkıntılı bir noktaya geldi. Bu durum, kimsenin memnuniyet duyacağı bir hal olmamalı. Ana muhalefetin memnuniyet duyduğunu düşünmüyorum, ama sorunun daha ziyade iktidar tarafının samimiyetsizliğinden kaynaklandığını ileri sürüyorlar. Aslında siyasette samimiyetten ziyade, güvenden veya güvensizlikten söz etmek daha doğru olur ve bu da zamana yayılması gereken bir meseledir. Diğer taraftan, muhalefetin, “demokrasi olmadan çözüm” konusunda haklı çekinceleri var; o ayrı mesele.

Daha önceki çözüm sürecini yakından takip etmiş biriyim. Bence o dönem, bu yönde bir girişimin başarı şansı daha azdı. Sürecin akamete uğramasının temel nedeni iki tarafın “çözüm”den çok farklı şeyler anlaması idi. Bu kez de aynı şey söylenebilir, ancak öncekinden farklı koşullar da söz konusu. Bu farklılıkların başında, bu sürecin MHP tarafından sahiplenilmesi geliyor. Gerçi artık milliyetçi kamuoyu sadece MHP ile temsil edilmiyor, ama yine de dönüştürücü güç olduğu inkâr edilemez. Bu husus Kürt tarafı için büyük bir avantaj oldu. Belki yadırgayacağınız bir şey söyleyeceğim ama ben bu kez süreci zora sokan tarafın DEM Parti ve genel olarak Kürt siyasi temsili olduğunu düşünüyorum.

Nuray Mert yazdı: Kürt siyasi temsili sorunu
Nuray Mert yazdı: Kürt siyasi temsili sorunu

Sonuçta, müzakere süreçlerinin başarı ihtimali ortak noktalara doğru yol almaktan geçer ve bu da zaman alır. Meclis’te kurulan komisyonun mahiyeti ayrıca tartışılır; ancak sürecin başında bu komisyonun Öcalan ile görüşmesi ve Öcalan’a özgürlük talebinin hızla karşılanamayacağını bilmeleri gerekirdi. Oysa tüm süreç bu noktaya kitlenmiş gibi görünüyor.

Bazıları bu talebi “maksimalist” olmakla eleştiriyor; bence hiç maksimalist değil, ama fazlasıyla aceleci. Asıl önemlisi ise, meselenin aslında acelecilikten kaynaklanmaması. Ben Öcalan ile görüşme ve Öcalan’a özgürlük talebinin öne çıkmasının asıl nedeninin Kürt siyasi temsilinin siyaset sermayesinin kıtlığından kaynaklandığını düşünüyorum.

Birincisi, kitlelerini ikna etmenin tek aracının Öcalan’ın insiyaf alması olduğunu düşünüyorlar; bunun dışında müzakere sürecini kitleye taşıma kabiliyetleri zayıf, bu durumda topu lidere atmak en kolayı. İkincisi daha da önemli, o da şu: Kürtler adına taleplerin tam olarak ne olduğu konusundaki muğlaklık.

Kürt siyasetinin tüm Türkiye için genel bir demokrasi talepleri yok, CHP’ye karşı baskı politikalarını konu dışı sayıyorlar, bunu biliyoruz. Peki Kürtler adına ne talep ediyorlar? Geldiğimiz noktada bakın bunu tam olarak bilmiyoruz. En somut talep anadile ilişkin olmak gerekir, ama o konu bile müzakeresi yapılacak şekilde olgunlaşmış değil. Bir dilin serbestçe konuşulabilmesi asgari bir özgürlük meselesi idi; çok şükür bu nokta geçildi. O halde söz konusu olan Kürtçenin kamu dili olarak kabul edilmesi. Bu ciddi bir taleptir; ancak sıradan bir kabul işi değildir. Bugün konuştuğumuz Türkçe dahil hiçbir ulusal dil kendiliğinden kamu dili olmadı; bu şekilde yapılandırıldı. Bir dilin kamu dili olabilmesi için öncelikle standartlaştırma ve eğitimle dayatma gerekir. Olumsuz manada bir “dayatma”dan söz etmiyorum; bir topluluğun ortak dili olarak gelişebilmesi için eğitiminin zorunlu olması gerekir, bu anlaşılabilir bir şeydir. Oysa bu süreçte Kürtçe’nin kamu dili olmasına ilişkin tartışma ve müzakereden söz etmek zor.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bir diğer talebin Kürt kimliğine ilişkin “kurucu unsur” olarak tescillenme olduğunu biliyoruz. Bu tescillenme ancak radikal bir Anayasa değişikliği ile mümkün olur. “Olabilir, olamaz, zor olur” gibi tartışmaları bir yana bırakalım; bu talep de son derece muğlak, hatta satır arasında ifade bulan bir konu. “Demokratik özerklik” veya ılımlı ifade ile “yerel yönetimin güçlenmesi” talebi de sözlükten çıkmış gibi.

Bunlar zor konular olduğu için şimdilik öne çıkmıyorsa, korkunun ecele faydası yok; mesele buysa müzakere eden tarafların her ikisi de bu konuları gündeme almak durumunda. Bunlar karnından konuşarak çözülecek şeyler değil. Yok, değişen koşullar ile talepler değişti ise onu da bilmek gerek; müzakere dediğiniz böylesi bir süreçtir. Değişen koşullar derken, mesela Kürt siyasi temsilinin, uzunca bir süredir Suriye’de özerkliği öncelemesi tercihinden söz ediyorum ve müzakere sürecinde iktidar tarafının bu konuda hâlâ şahin bakış içinde olmasını anlayamıyorum.

Diğer taraftan, değişen koşullar derken Kürt siyasetinin Türkiye’de yaşayan Kürtlerin yaşadığı dönüşümü göz ardı ettiklerini düşünüyorum. Kürtçeye özgürlük söz konusu olduğunda, hiçbir zaman “kimse çocuğunu Kürtçe eğitim veren okula göndermez” bahanesine sığınanlardan olmadım. Ben dillerin zenginlik olduğunu ve yaşatılması için gayret sarf edilmesi gerektiğine inanan biriyim. Ama artık böyle bir durum da var: millet neredeyse İngilizce eğitim mümkün olsa çocuğunu Türkçe eğitim veren okullara göndermeyecek. Türkiye’de yaşayan herkes açısından hızlı orta sınıflaşma sürecinde hayat beklentileri, gelecek planları değişti. Ben bu çerçevede Kürt siyasi sermayesinin zorlandığını düşünüyorum. Bu nedenle de, “işi lidere havale” etmekten başka yol bulamıyorlar diye düşünüyorum. Öyle olunca da bizler demokrasisiz de olsa barışa şans vermek gerektiğini düşünürken, işler çıkmaza giriyor gibi.