DEM Parti sözcüsü Ayşegül Doğan ile söyleşi: 2 Eylül kayyum olayı sonrası DEM Parti ile CHP ilişkisi

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, kayyum tartışmaları ve siyasi sürece yönelik Ruşen Çakır’a değerlendirmelerde bulundu. Doğan videoda 2 Eylül kayyum olayı sonrası DEM Parti ile CHP ilişkisini değerlendirdi.

CHP İstanbul İl Yönetimi görevden alındı. 196 delegenin tedbiren görevden uzaklaştırılmalarına karar verilirken mevcutta yürüyen kongre sürecinin de durulmasına karar verdi.

İstanbul 45. Asliye Hukuk Mahkemesi tarafından verilen kararla İstanbul İl Başkanlığı’na geçici olarak Gürsel Tekin, Zeki Şen, Hasan Babacan, Müjdat Gürbüz ve Erkan Narsap görevlendirildi.

DEM Parti Sözcüsü Ayşegül Doğan, kendi partisinin tavrına ilişkin açıklamalarda bulundu. “Biz Türkiye’de kime yönelirse yönelsin tüm antidemokratik uygulamaların, halk iradesine, yargı eliyle müdahalenin, muhalefeti dizayn etmenin karşısında mücadele eden bir siyasi partiyiz” dedi

Doğan, Türkiye’de yargı eliyle siyasetin dizayn edilmeye çalışıldığını belirterek şu ifadeleri kullandı: “Bugüne kadar Türkiye’de hep böyle oldu. Mahkeme kararları gerekçe olarak gösterildi. İnsanlar mahkemelerde yargılanmış ve siyasi bir karar değilmiş, hukuken alınmış bir kararmış gibi gösterilip mahkum edildi. 10 yıllarca hapislerde tutuldu, sürgün edildi. Bundan dolayı kamuoyunda farklı şekilde lanse edildiler. Ne yazık ki bugünün meselesi değil. Ancak giderek artıyor.”

“Cumhuriyet Halk Partisi’nin mutlaka bu süreçte olması gerektiğini düşünüyoruz”

CHP’nin çözüm sürecin dışında kalmasının mümkün olmayacağını dile getiren Doğan, şunları söyledi: “Ana Muhalefet Partisi ve biraz önce de söyledim, muhalefeti güçlü ülkelerde demokrasiler de güçlüdür. Güçlü muhalefet önemli bir şey. Ortak eksikliklerimiz için birlikte muhalefet çok önemli bir şey. Biz Cumhuriyet Halk Partisi’nin mutlaka bu süreçte olması gerektiğini düşünüyoruz. Süreçte kalacağına inanıyoruz. Çünkü ortak mücadele ediyoruz bu zihniyetin değişmesi için.”

DEM Parti sözcüsü Ayşegül Doğan ile söyleşi: 2 Eylül kayyum olayı sonrası DEM Parti ile CHP ilişkisi
DEM Parti sözcüsü Ayşegül Doğan ile söyleşi: 2 Eylül kayyum olayı sonrası DEM Parti ile CHP ilişkisi

Yayına hazırlayan: Gülden Özdemir

Ruşen Çakır: DEM Parti sözcüsü Ayşegül Doğan konuğumuz. Ayşegül, merhaba.

Ayşegül Doğan: Merhaba. Merhaba. İyi yayınlar.

Ruşen Çakır: Siz parti olarak 2 Eylül’de en erken bu konuda tavrını gösteren parti oldunuz. Ne dediniz o açıklamada? Okumayanlar, izlemeyenler için onu bir önce özetleyelim, sonra devam edelim.

Ayşegül Doğan: Evet, açıklamamızı beklemeden yorum yapanlar da oldu. Bu vesileyle o çevrelere de aslında seslenmek istiyorum. “Aa, daha DEM Parti bir şey söylemedi mi? Henüz bir açıklama yok mu?” diyenler oldu gelişmeleri takip ederken biz. Bu konudaki tavrımızın tekraren ifade ediliyor olması ya da bizim buna sürekli teşvik ediliyor olmamız, sanki tavrımızda bir değişiklik varmış, antidemokratik uygulamaları kabul edecekmişiz gibi, her ne sebeple bu yapılıyorsa bunun maksatlı yapıldığını düşünüyoruz. Öncelikle bunu söylemek isterim Ruşen Çakır yayına başlamadan önce. Bizim o gün yaptığımız açıklamada da söylediğimiz gibi, 19 Mart’ın hemen öncesinde ve 19 Mart günü ve sonrasında da ifade ettiğimiz üzere biz Türkiye’de kime yönelirse yönelsin tüm antidemokratik uygulamaların, halk iradesine yargı eliyle müdahalenin, muhalefeti dizayn etmenin karşısında mücadele eden bir siyasi partiyiz ve bundan en çok çekmiş, bu konuda ne yazık ki en çok tecrübeye sahip bir siyasal geleneği de temsil ediyoruz. Dolayısıyla biz o gün de söyledik, yani işte il kongresine yine bir mahkeme kararı gerekçesiyle… Bugüne kadar Türkiye’de hep böyle olageldi. Mahkeme kararları gerekçe olarak gösterildi. İnsanlar mahkemelerde yargılanmış ve siyasi bir karar değilmiş, hukuken alınmış bir kararmış gibi gösterilip mahkum edildi. On yıllarca hapislerde tutuldu, sürgün edildi. Bundan dolayı kamuoyunda farklı şekilde lanse edildiler. Ne yazık ki bugünün meselesi değil ancak giderek artıyor, farklı toplumsal kesimlere uzanıyor. Ne dedik o gün? Biz dedik ki DEM Parti olarak: ‘‘Yargı müdahaleleri ve kararlarıyla siyaset alanını dizayn etme çabalarının dün olduğu gibi bugün de karşısındayız.’’ Bunu yine tekrar ediyorum ben. Hukuka ve demokrasiye bunun bir katkısının olacağını sananlar geçmişte yanıldılar, bugün de yanılacaklar; ama her yanılma hâli, her yanılgılı hareket Türkiye’nin tamamına kaybettiriyor. Buradan bir an önce dönmek mümkünken, başka bir yol açmak ve bu yolu kalıcı hâle getirmek mümkünken, buradaki ısrar ancak ve ancak Türkiye’ye kaybettirmek isteyenlerin işine yarayabilir diyoruz. Biz bu zihniyetten, bu yöntemden vazgeçilmesi gerektiğini söylüyoruz. Yalnızca söylemiyoruz Ruşen Çakır, bunun için mücadele ediyoruz ve çok tutarlı bir mücadele hattımız var bu konuda.

Ruşen Çakır: Zaten kayyum denince akla sizin partiniz ya da sizin geleneğiniz geliyor. Burada yeni bir perde… Şu anda sen görmüyor olabilirsin, sizin İstanbul İl Eş Başkanlarının Özgür Çelik’le birlikte yaptıkları açıklama da var. O anlamda da partiniz ilk hamle eden parti oldu, onu da vurgulayalım. Peki şunu soracağım: İktidar bu hamleyle ne hedefliyor olabilir?

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Ayşegül Doğan: Şimdi buna geçmeden önce çok teşekkürler bu sorumlu yayıncılık için. Gazetecilik çok özlem duyduğumuz bir şeye dönüştü çünkü. Israrla bunu hatırlatmak aslında halkın haber alma hakkını savunmak. Bu DEM Parti’ye bir jest yapmak ya da başka bir siyasi partiye yakın durmak anlamına gelmiyor. Önce onu söyleyeyim. Bunu yayınlıyor olmanız, hatırlatıyor olmanız, DEM Parti’nin bu konudaki tavrını söylüyor olmanız; çünkü tam da burada işte sular bulanıklaştırılmaya çalışılıyor. Bu da bundan medet umanları güçlendiriyor ne yazık ki. Çünkü güçlü muhalefetin olduğu ülkelerde güçlü demokrasilerden bahsedebiliriz. Güçlü örgütlenme özgürlüğünün olduğu ve bu zeminin sağlanabildiği ülkelerde güçlü demokrasilerden bahsedebiliriz. İktidar bununla her neyi hedefliyorsa hedeflesin şu açık ki kamuoyunda, ‘‘İktidar bununla demokratik siyaset alanını genişletmek yerine siyasi bir rekabeti demokratik zeminde kabul etmiyor ve buna göre bir dizayn yapıyor’’ şeklinde algılanıyor bu. Ne hedefleniyor olabilir bununla? Ancak bu siyasi rekabet alanını hukuk ve yargı eliyle ortadan kaldırmak hedefleniyor olabilir. Buradan varılacak yer Türkiye’de daha fazla hukuk, daha fazla adalet, daha fazla demokrasi değil. Kongrenin kararına ilişkin böyle bir, üstelik bundan muzdarip olmuş bir siyasal iktidardan bahsediyoruz Ruşen Çakır. Bunun benzerlerini yaşamış, bunun mağduriyeti üzerinden iktidara gelmiş ve bu mağduriyette de bugün karşısına aldığı kesimlerin desteğini almış bir iktidardan bahsediyoruz. Şimdi bunlar hangi meşru gerekçelerle izah edilebilir? Kamuoyuna bunu nasıl hukukla, demokrasiyle, özgürlüklerle anlatabilirsiniz? Eğer siz bir siyasi partinin kendi yönetimini seçimini engelleme gayreti içerisine giriyorsanız ve bunu engelliyorsanız bunu hukukla izah edemezsiniz. Buradan hukuk çıkartamazsınız. Buradan demokrasi çıkartamazsınız. Üstelik bu açıkça, biz bunu 19 Mart’ta da söyledik, ‘‘Bunlar provokatif girişimler’’ dedik. ‘‘Bunlar bu süreci sabote etmek isteyenleri güçlü hâle getirir. Bunu yapmayın’’ dedik. Bu uyarıyı yineliyoruz. Bunu yapmayın. Böyle bir gölge düşürülmemeli bu sürecin üzerine. Şimdi zaten bir güvensizlikten ve bu güveni yeniden oluşturmaktan bahsediyor tüm siyasi partiler kendi seçmen tabanlarında.

Ruşen Çakır: Tam onu soracaktım. İlk konuğum Roj Girasun’du. Sen de tanırsın. Roj, 2 Eylül uygulamasının doğrudan barış sürecine, devletin tabiriyle terörsüz Türkiye sürecine yönelik bir sabotaj anlamına geldiğini söylüyor. Ama izlemişsindir, Özgür Özel Halk TV canlı yayınında masadan kalkmayacaklarını bir kere daha vurguladı. Ama çok yoğun bir baskı vardı masaya oturmadan önce, şimdi daha da arttı. Bu, senin de bahsettiğin gibi zaten kırılgan olan bu süreci iyice riske atmıyor mu?

Ayşegül Doğan: Atıyor tabii ki. Zaten kırılgan, zaten hassas, zaten ezberleri değiştirmeye çalıştığımız, bir yandan herkesi yerleşik kalıplarından çıkartıp farklı bir gözle bakmalarını sağlamaya çalıştığımız bir zamanda bunu daha da kırılganlaştırmak süreci dayanıklı hâle getirmez, kırılganlığını arttırır. Bundan uzak durmak gerekiyor. Ancak masa meselesine dönersek Cumhuriyet Halk Partisi Genel Başkanı Özgür Özel’in tavrı, yaptığı açıklama son derece önemliydi. Evet, o masada olunmalı, o masadan kalkılmamalı çünkü o masayı biz oluşturduk esasında Ruşen Çakır. Bu ülkede demokrasi isteyenler, özgürlük isteyenler, eşitlik, adalet mücadelesi verenler, bunun için bedel ödeyenler, bunun için bugüne karşı her türlü cefayı çekenler ve hâlâ çekmekte olanlar, hapiste olanlar, sürgünde olanlar, dışarıda özgür dolaşamayanlar, fikirlerini açıkça ifade edemeyenler, örgütlenme özgürlüğüne ihtiyaç duyanlar, yargının siyasetin aracına dönüşmesinden rahatsız olanlar; esas bu masa onların emeğiyle oluşmuş bir masadır. Böyle bakmak gerekir. O yüzden masayı iktidarın inisiyatifi ya da iktidar blokunun inisiyatifi üzerinden okumak, öyle değerlendirmek yerine oradaki varlığımızla birlikte değerlendirmek ve bu varlığı nasıl oluşturduğumuzu hatırlatmak gerekir. Özgür Özel tam da böyle bir şey söylüyor aslında. Masa kıymetli. Niye kıymetli? Varmak istediğimiz yer demokratik bir Türkiye, eşit kardeşlik hukukunun geliştirilebildiği ve kimsenin bu muamelelere maruz kalmadığı bir Türkiye. ‘‘Masadan çekilin!’’ demek bir tuzağa davet.

Ruşen Çakır: Burada seni bulmuşken, masa demişken, süreç demişken şeyi de muhakkak bir konuşalım, gürültüye gitti bu 2 Eylül operasyonuyla birlikte ama çok ciddi bir Suriye tartışması var. Gündemi ve Türkiye’deki süreci de doğrudan etkileyen bir Suriye tartışması var. Siz onu çok yakından takip ediyorsunuz. Zaman zaman eş genel başkanlarınız bu konuda açıklama yapıyor, sözcü olarak sen de söylüyorsun. An itibarıyla Suriye’de bir normalleşme ihtimali var mı, yoksa bu gerginlik sürüyor gibi mi? Ve tabii ki bu Türkiye’yi de doğrudan, en azından bu süreci doğrudan etkileyecek bir şey.

Ayşegül Doğan: Şimdi her şey ne yazık ki birbirini etkiliyor. Olumsuz olduğu için ‘‘ne yazık ki’’ diyorum. Siz bir yandan işte kayyumu bu kadar canlı bir şekilde gündemde tutarsanız ve kayyum atamaları devam eder, kayyum uygulamalarından medet ummaya devam ederseniz bu da sürece gölge düşürür. Öte yandan sürekli tehditkâr bir dil kullanırsanız ve adem-i merkeziyetçilik… Şimdi geçelim Suriye’yi. Adem-i merkeziyetçilik nasıl bir tehdit oluşturabilir Ruşen Çakır? Yerel demokrasinin güçlenmesi ya da işte yerelde insanların söz ve karar sahibi olmaları dünyanın neresinde olursa olsun desteklenmesi gereken bir şey. Türkiye’nin de güçlü bir yerel demokrasiye ihtiyacı var. Bu, Türkiye’de de epey zamandır yaptığımız bir tartışma değil mi? Ancak bunu bu şekilde ifade etmek bile sanki bir bölünme paranoyasını tekrar canlandırıyormuş ya da canlandıracakmış ya da buna katkı sunacakmış gibi bir dilde ısrarın nasıl bir faydası olabilir böyle bir süreçte? Şimdi biz SDG adına konuşamayız, PYD adına konuşamayız. Oradaki görüşmeleri yapanlar adına konuşamayız. Ama şunu söyleriz tabii ki; yanı başımızda sınır komşumuz olacak, üstelik burada Kürtlerle bir yandan bir süreç yürüteceksiniz, öte yandan sürekli orada tehditkâr bir dil kullanacaksınız. Mesela şimdi yine aklıma geldi. Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın ortak basın toplantısında tercih ettiği terminoloji bile, “Şeybani kardeşimin de ifade ettiği gibi…” deyip diğer kardeşinize parmak sallarsanız ya da işte Milli Savunma Bakanlığı’nın açıklamaları veya iktidar blokundan gelen açıklamalar veya Adalet ve Kalkınma Partisi sözcüsünün açıklaması yine adem-i merkeziyetçilikle ilgili; şimdi bu açıklamalar, bu dil gerçekten zehirleyici bir etki yaratıyor. Bundan vazgeçmek gerekiyor bir an evvel. Diyalog kurmak mümkünken… Salih Müslim öte yandan bir söyleşi vermiş, “Gerekirse Türkiye’ye diyalog kurmak için koşa koşa giderim.” demiş. Bu sesi duymak, bu sese olumlu bir karşılık vermek, uzanan bu eli sımsıkı tutmak, gerçekten ebedi bir kardeşliğin yeniden tariflendiği bir dönemden geçiyorsak bu yeniden tariflenme hâlini eskinin kodlarından ve ezberlerden kurtarmak mümkünken niye bir başka seçenekte ısrar edilir? Bu ısrar nasıl izah edilebilir? İşte biraz önce güvenden bahsediyorduk. Biz gittiğimiz her yerde şununla karşılaşıyoruz. Bunu paylaşmak durumundayız. Açık açık ifade etmeliyiz. Daha yeni 1 Eylül için yine alandaydık. Türkiye’nin çok çeşitli yerlerinde 1 Eylül’de mitingler yaptık, şölenler yaptık, şenlikler yaptık, Emek ve Demokrasi Bloku olarak açıklamalar yaptık. Bir sürü yerde bize iki temel soru soruluyor. Bir: ‘‘Neden bir yandan CHP’ye yönelik bu operasyonlar devam ediyor? Bu antidemokratik uygulamalardaki ısrarın sebebi ne? Bu süreci bu hâliyle zehirlemez mi?’’ İki: Suriye’ye yönelik dil ve sürekli “girdik, gireceğiz” diyerek operasyon ihtimalinin bu kadar canlı bir şekilde masada tutuluyor olması, masa fikrine ve masada çözümün konuşuluyor olması fikrine ve doğal olarak tabiatına aykırı bir şey, “Bu nasıl olabilir?” diye soruyor bize insanlar. Şimdi bu sorulara esas olarak yanıt vermesi gereken iktidar. Ama artık sözle değil, eylemle Ruşen Çakır. Bu eylem ne? Somut adım atmak. Peki bu somut adımları neyin lehine atacağız? Demokrasi lehine atacağız, eşit kardeşlik lehine atacağız. Dil meselesi, mesela Kürtçe meselesi. Komisyonda Kürtçenin konuşulamamış olması yalnızca incitmemiş insanları; bu güveni, yeniden oluşturulmak istenen güveni yeniden tartışılır hâle getirmiş. “Nasıl olacak bu?” diye soruyor insanlar. “Bize dilsiz bir kardeşlik mi dayatılıyor?” diye soruyor insanlar. Şimdi bu sorular ne olacak? Yanıtsız mı kalacak? Ya da bunlar yanıtsız kalırsa bir süreç nasıl ilerleyecek? Nasıl ivme kazanacak? Yani Suriye’deki Kürtlerle dostlaşmayacaksınız da, dostluk, kardeşlik köprüleri kurmayacaksınız da, yeniden bir ilişki tanımlamayacaksınız da kimlerle tanımlayacaksınız?

Ruşen Çakır: Bugün bütün konuklarımla ‘‘bir dokun bin ah işit’’ yayınları yapıyorum.

Ayşegül Doğan: Öyle öyle. Sahadan geldim ben de. Öyle.

Ruşen Çakır: Evet, şimdi tekrar başa dönecek olursak, yani bu 2 Eylül’deki olay… Zaten 19 Mart olayı, Bahçeli’nin o çıkışını ve Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat açıklamasını çok ciddi bir şekilde zorlamıştı. Ama bütün her şeye rağmen CHP komisyona da girdi. Bir şeyler yürüyor gibiydi. Şimdi bu oldu. Ve bir de 15 Eylül beklentisi var. Şunu sormak istiyorum son olarak: CHP’siz böyle bir süreç olabilir mi? Yani o barış süreci ya da terörsüz Türkiye, her neyse. CHP’nin olmadığı bir masadan bu süreç başarıyla çıkabilir mi? En son sorum bu olsun.

Ayşegül Doğan: Cumhuriyet Halk Partisi ana muhalefet partisi ve biraz önce de söyledim, muhalefeti güçlü ülkelerde demokrasiler de güçlüdür. Güçlü muhalefet önemli bir şey. Birleşik muhalefet, ortak eksikliklerimiz için birlikte muhalefet çok önemli bir şey. Biz Cumhuriyet Halk Partisi’nin mutlaka bu süreçte olması gerektiğini düşünüyoruz. Süreçte kalacağına inanıyoruz, çünkü ortak mücadele ediyoruz bu zihniyetin değişmesi için. Öcalan’ın çağrısı, PKK’nin fesih kararı, 11 Temmuz’daki gelişmeler; stratejik gelişmeler bunlar, böyle değerlendirilmeli. Tüm siyasi partiler böyle yaklaşmalı. İktidarından muhalefetine bu stratejik gelişmeler karşısında hepimizin stratejik bir akılla ve stratejik adımlarla ilerlemesi gerekiyor. O yüzden olmazlardan değil olurlardan bahsetmek istiyoruz ve Cumhuriyet Halk Partisi’nin içinde olduğu, içinde kalacağı, içinde kalabileceği zeminin de oluşturulacağı bir şekilde ilerlemeli bu süreç, eksikliğiyle değil.