Onur Alp Yılmaz yazdı: CHP’nin muhayyel Batısı ve hangi Batı?

CHP Genel Başkanı Özgür Özel’in Amsterdam’daki Avrupa Sosyalist Partisi (PES) Kongresi’nde yaptığı konuşma, partinin dış politika vizyonunu yeniden tartışmaya açtı.

Özel, Avrupalı sosyal demokratlara “kardeş partiler” diyerek seslenirken, Türkiye’nin NATO’daki askeri gücünü bir iş birliği unsuru olarak sundu ve “Erdoğan’ın ordusunu alıp antidemokratik uygulamaları görmezden gelmeyin” çağrısında bulundu.

Bu söylem, demokrasi vurgusu taşır gibi görünse de pek çok açıdan eleştiriye açık. Ancak ben, eleştirilerimi hem Özel’in de sıklıkla atıf yaptığı CHP’nin tarihsel mirası hem de bugünün siyaset zemini üzerinden eleştirmekle sınırlı kalacağım. Ardından birkaç ay önce yazdığım bir yazıdaki önerilerimi sıralayarak bitireceğim.

Onur Alp Yılmaz yazdı: CHP’nin muhayyel Batısı ve hangi Batı?

Atatürk’ün Batı anlayışı: Coğrafya değil, evrensel medeniyet

Atatürk’ün “Batı” kavramı, Türkiye’nin Batı’sında kalan coğrafi bir yön değil, medeniyetin o dönemde ulaştığı en ileri seviyenin sembolüydü.

Bu yüzden de O, “uygarlık Avrupa’sı” ile “resmi Avrupa”yı ayırarak, evrensel değerleri (bilim, akıl, hukuk) pragmatik çıkarların önüne koyuyordu.

Atatürk
Onur Alp Yılmaz yazdı: CHP’nin muhayyel Batısı ve hangi Batı?

Öyle ki, İstanbul’un işgalinden sonra işgalci devletlerin ve onun destekçilerinin elçiliklerine gönderdiği mektupta coğrafi bir yön olan Batı’yı ve Batı’nın müesses çıkarlarını medeniyeti temsil eden Batı’nın değerleriyle yargılıyordu:

Osmanlı ulusunun siyasal egemenliğine ve özgürlüğüne indirilen bu son yumruk; hayatımızı ve varlığımızı, ne pahasına olursa olsun, savunmaya kararlı olan biz Osmanlılardan çok, yirminci yüzyıl uygarlık ve insanlığının kutsal saydığı bütün ilkelere (…) indirilmiş demektir. Tarihin bugüne dek yazmadığı nitelikte bir yağınma olan ve Wilson ilkelerine göre düzenlenmiş̧ bir Ateşkes Anlaşması ile ulusumuzu savunma araçlarından yoksun etmek gibi bir düzene dayanılarak yapıldığı için, ilgili ulusların şeref ve onurlarıyla da bağdaşmayan bu davranış̧ üzerine yargıya varmayı, resmi Avrupa ve Amerika’nın değil, bilim, kültür ve uygarlık Avrupa ve Amerika’sının vicdanına bırakmakla yetinir ve bu olaydan doğacak büyük tarihsel sorumluluğa son olarak bir daha dünyanın dikkatini çekeriz.1

Nitekim Tarık Zafer Tunaya, müesses Batı nizamıyla Batının geldiği medeniyet seviyesini birbirinden ayıran Atatürk’ün bu anlayışına “Batı’ya rağmen Batı” diyordu. Buradan hareketle Atatürk’ün “muasır medeniyet” hedefi, statik bir Batı taklitçiliği değil, dinamik bir vizyondu. Bu düşünceye göre medeniyetin merkezi değişebilirdi. İşte bu da Atatürk’ün “muasır medeniyetleri seviyesini yakalamak” hedefine eklediği o meşhur vurguya işaret ediyordu: “aşmak”.

Bugün, 500 yıl sonra ilk kez “medeniyet yön mü değiştiriyor?” tartışmaları yapılırken, bu vizyonun daha da anlamlı olduğu şüphesiz.

Asya’nın yükselişi, Batı’nın hegemonik gücünün sorgulanması ve yeni güç merkezlerinin ortaya çıkışı, medeniyetin coğrafi sınırlarının yeniden tanımlandığını gösteriyor.

CHP’nin ise hiç bunlar yaşanmıyormuşçasına böyle bir dönemde Batı’ya “sadakat” taahhüdünde bulunması, Atatürk’ün esnek ve evrensel medeniyet anlayışıyla çelişiyor.

Elbette, CHP’nin Avrupalı sosyal demokratlara yaptığı “otokratlar-demokratlar” kurgusunu görüyorum.

Hatta CHP’nin homojen bir Batı olmadığı düşüncesiyle “otokratlar-demokratlar”, ABD-Avrupa ve ABD müesses nizamı-Trump çatışmalarını derinleştirme çabasının da farkındayım.

Zaten tam da böylesi bir kurgunun pratikteki karşılığını sorgulama niyetindeyim.

Çünkü Avrupalı sosyal demokratlara “biz sizinle aynı çizgideyiz” mesajı, CHP’yi küresel dinamiklere uyum sağlayamayan bağımlı bir aktör gibi konumlandırarak Avrupa’yla pazarlık gücünü zayıflatıyor. Bu da CHP açısından yalnızca ilkesel değil, pragmatik olarak da ciddi bir problem teşkil ediyor.

Avrupa’dan istenen, Erdoğan’ın otoriter uygulamalarını görmezden gelmemek ve muhalefetin (dolaylı olarak CHP’nin) demokrasi mücadelesine bu uygulamalara sessiz kalmayarak arka çıkmak gibi görünüyor.

Ancak bu talep, güvenlik odaklı bir pazarlık diline hapsolmuyor mu?

“Türkiye’nin ordusunu alın, ama demokrasiyi destekleyin” demek değil mi?

Bu da Erdoğan’ın “güvenliğiniz benden geçer” retoriğini tersinden yeniden üretirken sadece aktörü değişiyor mu? (Erdoğan yerine CHP)

“Al güvenliği, ver demokrasiye desteği” yaklaşımı, demokrasiyi bir pazarlık unsuru haline getirerek ilkesel değerini gölgeliyor ve CHP’nin bu açıdan -belki de elindeki en önemli koz olan- ahlaki bir üstünlük kurmasının da önüne geçiyor.

Üstelik, Avrupa’nın pragmatik çıkarları (güvenlik, göç kontrolü) düşünüldüğünde, CHP’nin “biz de güvenliği sunarız” mesajı, mevcut statükoyu (Erdoğan’la iş birliğini) değiştirmek için yeterli bir alternatif sunmuyor.

“Kardeş partiler” ve Avrupa sosyal demokrasisinin çelişkileri

Özel’in Avrupa sosyal demokrat partilerini “kardeş partiler” olarak adlandırması, tarihsel ve güncel çelişkileri görmezden geliyor.

Neyi mi kastediyorum?

Avrupa sosyal demokrasisi, geçmişte evrensel değerleri sıkça ulusal çıkarlara tabi kıldı.

Birinci Dünya Savaşı’nda Alman SPD’nin savaş kredilerini desteklemesi, birçok sosyal demokrat partinin sömürgeci politikaları doğrudan ya da dolaylı onaylaması, bu mirasın lekeli yönlerine işaret ediyor.

Üstelik Osmanlı Devleti, bu sömürgeci düzenin mağdurlarından biriydi ve Mondros ve Sevr, Batı’nın emperyalist tahayyülünün ürünleriydi.

Yukarıda da altını çizdiğim gibi Atatürk’ün Kurtuluş Savaşı ise bu tahayyüle karşı bir başkaldırıydı.

Nitekim CHP’nin Ecevit döneminde sosyal demokrasi kavramı yerine benimsediği “demokratik sol” kimlik de bu sömürgeci hafızayla mesafelenmeyi ve Türkiye’nin bağımsızlık mücadelesini evrensel değerlerle harmanlamayı amaçlıyordu.

Kemal Anadol’un bu kavramın kullanılmasındaki gerekçeleri anlatırken ifade ettiği şekliyle:

İngiltere kendinden defalarca büyük Hindistan’ı 1949’a kadar yönetmişti. Küçücük Hollanda, koskoca Endonezya’ya sahip olmuştu. Fransa, Afrika’nın önemli bir bölümünün yeraltı ve yerüstü kaynaklarını sömürmüştü (…) Birinci Dünya Savaşı öncesi de Alman sosyal demokratı, Alman militarizmine destek olmuş ve savaşa girmek için oy kullanmışlardı. Türkiye Cumhuriyeti, dünyada ilk kez başarıya ulaşan antiemperyalist bir temelin üstüne kurulmuştu.”2

Özel’in “kardeş partiler” söylemi ise CHP tarihindeki bu ilkesel ayrımı bulanıklaştırıyor ve CHP’yi, tarihsel olarak çelişkili bir mirasa sahip partilerle özdeşleştiriyor.

Dahası günümüzde de Avrupa sosyal demokratlarının zihin dünyası da değişmiş değil.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Örneğin bu partiler, Ortadoğu politikalarına doğrudan itiraz etmek yerine, bu politikaların sonucu olan göçmen krizine odaklanıyor.

Erdogan ve Merkel
Onur Alp Yılmaz yazdı: CHP’nin muhayyel Batısı ve hangi Batı?

2016’daki AB-Türkiye Geri Kabul Anlaşması, “göçmenleri tut, otoriterleşmene sessiz kalalım” mantığına dayanmıyor mu?

Bu dönemde bazı AB ülkelerinde Özel’in “kardeş partiler” olarak tarihlediği sosyal demokratlar Avrupa’da iktidar ya da iktidar ortağı olmakla beraber, bırakın bu mantığa anlamlı bir tepki göstermeyi, bu sürecin aktif destekçileri olmadılar mı?

Bunun anlamı şu: Avrupa sosyal demokratları, aşırı sağın yükselişini önlemek ve ulusal çıkarları korumak kaygısıyla, pragmatik politikaları destekliyorlar.

Peki, bu açıdan Erdoğan’ın varlığı onlar açısından ne gibi bir pragmatik zemine oturuyor?

Onlara hem göçmen akınını durduracak bir “tampon” lider hem de iç kamuoylarında “otoriter tehdit” olarak sunabilecekleri bir korku unsuru sağlıyor.

Bu yüzden Batılı aktörler ulusal çıkarları söz konusu olduğunda gayet homojen bir tavır gösterebiliyorlar.

Hele de muhatapları Doğulu bir toplum olduğunda…

Tüm bunlara rağmen CHP’nin bu partilere “kardeş” demesi, onların bu çelişkili tutumlarını meşrulaştırma riski taşıyor ve düşünülenin aksine Erdoğan’la daha maliyetsiz bir zeminde temas kurabilecekleri bir konfor alanı da sunuyor.

Yani CHP’nin Batı’ya “sadakat” taahhüdü ve güvenlik odaklı pazarlık dili, pazarlık gücünü arttırmıyor, azaltıyor.

Avrupa, Erdoğan’la mevcut güvenlik ve göç anlaşmalarını sürdürebiliyorken, CHP’nin “biz de aynı şeyi sunarız” mesajı, onu vazgeçilmez bir ortak yapmıyor.

Aksine, CHP’nin “kardeş partiler” söylemi, Avrupa sosyal demokratlarını mevcut statükoyu sürdürmeye teşvik edecek bir konfor alanı sunuyor.

Çünkü böyle bir siyaset kurgusuyla CHP bir “tehdit”, mevcut kirli pazarlıkları anti-emperyalist bir dille teşhir eden ve iç kamuoyunun baskısıyla Batı’yı zora düşüren alternatif bir güç olarak algılanmayacaktır.

Aksine tüm bunlardan umudunu kesmiş, çareyi kendilerinde arayan “uyumlu” bir ortak olarak görülecektir.

Bu çıkarımlardan hareketle, Temmuz’da yazdığım bir yazıdaki, hâlâ güncel olan uyarılarımı tekrarlayarak bitirmek istiyorum:

Yalnızca iç siyasi okumalar, anket odaklı stratejiler ve Batı’ya yapılan ziyaretlerle bu karmaşık süreç aşılamaz.

Nitekim yukarıda detaylarıyla incelendiği üzere, Batı için bir ülkenin ne kadar demokratik bir müttefik olduğu değil, kendi hegemonyasına ne kadar hizmet ettiği ya da onu ne kadar tehdit ettiği önem taşır.

Ali Bayramoğlu anlattı: Erdoğan ile Bahçeli nerelerde birleşip nerelerde ayrışıyor?
Onur Alp Yılmaz yazdı: CHP’nin muhayyel Batısı ve hangi Batı?

Bu bağlamda, “Terörsüz Türkiye” olarak ambalajlanan süreci de doğru anlamak ve her şeyden önce bunun yeni emperyalist saldırganlıkla ilişkisini kavramak elzemdir. Bu süreç, en özet haliyle emperyalizmin Ortadoğu’da giriştiği yeni bölüşüm kapsamında, ABD’nin Ortadoğu’daki tezleriyle uyumlanma karşılığında “Cumhuriyetsiz ve Demokrasisiz Türkiye” inşa etme sürecidir.

ABD’nin İsrail aracılığıyla sahip olduğu Ortadoğu’daki nüfuzunu dengeleyen İran’a karşı kurduğu Arap eksenine, elitler nezdinde yürütülen müzakerelerle Türkler ve Kürtler de dahil edilmeye çalışılmaktadır.

Bunun karşılığı ise CHP ve muhalefetin tasfiye edileceği, makamların ve kaynakların demokratik yollarla değil, kimliklere atanan “önderlerle” ve dolayısıyla otoriter pazarlıklarla dağıtılacağı bir düzenin kurulmasına rıza gösteren emperyalist bir blok olacaktır.

Tam da bu nedenle, emperyalizme karşı anti-emperyalizm; AK Parti, MHP, Öcalan ve ABD otoriter ittifakına karşı Türk-Kürt demokratik ittifakı; ümmet fantezilerine karşı yurttaşlık ve saltanata karşı milli egemenlik bir arada savunulması gereken kavramlardır.

Bu dönüşümün ilk adımı olarak hem Batı tarafından muhatap alınmak hem de iktidarın toplum nezdindeki desteğini azaltmak için; iktidarın Batı-İsrail hattıyla kurduğu ilişkileri analitik bir derinlikle anlatacak, Türkiye’nin ulusal çıkarlarından nasıl tavizler verildiğini ortaya koyacak ve iktidarı bu açıdan kamuoyuna şikâyet edecek bir yaklaşıma ihtiyaç var.

Yani, “Türkiye’yi Batı’ya şikâyet etmek” değil, Batı’yı ve iktidarın onunla girdiği çıkar odaklı ilişkileri topluma şikâyet etmek gerekmektedir.

Aksi takdirde, “Ben Batı’yla daha iyi ilişkiler kurarım” söylemi de iç politika, medya ve anketlere indirgenmiş siyaset de Amerikalıların tabiriyle “Titanik batarken şezlong düzeltme”ye denk düşer. Bu da neoliberalizmle hayatlarımıza giren cilalı imaj çağının dayattığı bu tarz siyaset yapma biçiminin hiçbir gerçek karşılığı olmayan bir döneme girdiğimiz gerçeğini ıskalar.

Dolayısıyla Ortadoğu, Kafkasya ve Avrupa’da yaşananların tam merkezinde yer aldığımız bu dönemde, CHP’nin imaja indirgenmiş siyaseti aşarak, özne-yapı gerilimlerini doğru okuması ve bir özne olarak yapıyla nasıl bir gerilim hattı kurmanın ülke ve muhalefet adına maksimum kazanç sağlayacağını düşünmesi gereken bir süreçte olduğumuzu idrak etmek kaçınılmazdır.

Son söz Kağan Sarıkaya’dan gelsin: “Milletin size güvenebilmesinin ilk yolu sizin millete güvendiğinizi millete hissettirebilmenizdir.”3


1 Nutuk, s. 557-559.

2 Kemal Anadol, Filmi Geriye Sarınca, Doğan Kitap, İstanbul, 2015, s. 297.

3 https://kagansarikaya.substack.com/p/tansma-siyasi-vip-lounge-kbrs-1