Gazze’de yaşayan küçük Ali’nin en değerli hazinesi, cebinde taşıdığı düzgünce, yumru bir taştı. Bu taş, en son birlikte top oynadığı arkadaşı Samir’in, bombalar düşmeden önce ona verdiği taştı. “Topu saklayamazsın ama bu taşı saklayabilirsin,” demişti Samir. Taş, şimdi, Ali’nin avucunda, bir zeytin çekirdeği gibiydi, ılık.
Bir gece, yine sığınağa inmek zorunda kaldıklarında, dışarıdaki gök gürültüsüne benzemeyen sesler gelmeye başladı. Annesi onu sıkıca sardığında, Ali’nin eli cebine gitti ve taşı avuçladı. Her patlamada, gözlerini sıkıca kapatıp taşın üzerindeki pürüzleri saydı. Taş, onu buradan alıp, sokakta gol atmaya çalıştıkları o sakin öğleden sonraya götürüyordu. Taştı bu, bir çekirdek, bir sığınak.
Ertesi sabah, evlerinin yarısı yoktu. Balkonlarından denizi görebiliyordu artık, önünde duran enkaz yığınının arasından. Babasıyla birlikte, molozların arasında kullanılabilir ne varsa topluyorlardı. Ali, bir köşeye çekildi ve cebinden taşını çıkardı. Onu, yıkıntılardan topladığı küçük kiremit ve tuğla parçalarıyla çevrelemeye başladı. Bir kale bile yaptı. Taş, kalenin tam ortasında, duruyordu. Duruyordu. O bir temeldi artık.
Günler öylece geçti. Zordu günler, çok zor.
Yardım kuyruğunda saatlerce beklerlerdi. Ali’nin ayakları ağrırdı. O sırada taşını yere koyar, ayağıyla hafifçe iter, bir futbol topu gibi oynatırdı. Bazen hayal ederdi; Samir karşısında duruyordu, kaleyi koruyordu. Ali, taşa hafifçe vurur, Samir de hayali bir kurtarış yapardı. Taştı bu, bir oyun.
Bir gün, dağıtılan sınırlı sayıdaki oyuncak arabalardan birini elde etmeyi başardı. Çok sevindi. Ama ev diye bir şey kalmadığı için, oyun oynayacak sabit bir yer de yoktu. Cebinden taşı çıkardı. Arabayı, taşın etrafında tur attırdı. Taş, evin yerini işaretleyen bir nokta, bir merkez oldu. Taştı bu, bir ev, yurt.
Aylar sonra, nispeten sakin bir günde, sahile inmeyi başardılar. Denizi özlemişti. Kumların üzerine oturdu. Dalgaların gelip gidişini izledi. Sonra, cebinden taşı çıkardı ve onu dosdoğru kumlara sapladı. Etrafına, kumdan devasa bir kale inşa etmeye başladı. Kendini kaybetti; surlar, burçlar yaptı. Kale o kadar büyüdü ve güzeldi ki, dalgaların gelip yıkacağına hiç aldırmadı. Çünkü kalbinin tam ortasında, dalgaların asla eritemeyeceği taştan canlı bir zeytin çekirdeği olduğunu biliyordu.
Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.
Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.
Derken, uzaktan başka bir çocuk geldi. Merakla Ali’nin yaptığı kaleye baktı. Ali, hiç tereddüt etmeden, kumdan bir avuç alıp ona uzatıverdi. Çocuk gülümsedi ve kaleyi birlikte büyütmeye başladılar. Konuşmadılar bile. Sadece, ortak bir şey inşa ettiler. Hayallerini.
Akşam olup da ayrılmaları gerektiğinde, Ali cebinden çıkardığı taşa baktı. Sonra, yeni arkadaşına döndü. Avucunu açtı. Taşı, çocuğun avucuna bıraktı. Çocuk, bir taşa baktı, bir de Ali’nin buğulanmış zeytin gözlerine. Anladı. Samir’i ve onunla gidenleri.
O taş, sadece bir taş değildi artık. Geçmişti, bellekti, dayanıklılıktı. Ve şimdi, bir gelecek vaadiydi. Ali eve, yani çadıra dönerken, cebi boştu ama yüreği, bir zeytin çekirdeği gibi sıcak ve dopdoluydu. Çünkü biliyordu ki Gazze’de, her çocuğun cebinde, dünyayı yeniden inşa etmek için bir zeytin çekirdeği saklı.
(Bu öyküler Gazze’deki çocuklar için yazdığım öyküler. Çizimlerini yapay zekâ aracılığıyla gerçekleştirdim.)