Farklı milletlerden on iki insanın bir hafta önce Gazze’ye doğru yola çıkışı, bu eylemin sembolik anlamını ve günümüzün derin toplumsal ve siyasi gerçekleriyle olan bağını gözler önüne seriyor. Bugün Gazze’nin taşıdığı anlam, devletlerin üstlenmesi gereken sorumlulukları yerine getirmemesi karşısında bireylerin geliştirdiği direniş potansiyelinin somut bir örneğidir. Bu yolculuk, sadece fiziksel bir hareketlilik değil, aynı zamanda “kaybedilmekte olan bir dünyada” güçlü bir direniş ve umut sembolü de.
On iki insanın Gazze’ye doğru su üzerindeki bu “yürüyüşü”, dünyanın Gazze’ye karşı sergilediği derin sessizlik ve kayıtsızlıkla yüzleşirken, günümüzün çarpıcı gerçeklerini de gözler önüne seriyor. Bu kolektif hareket, aslında bambaşka bir direniş biçimini ortaya koyuyor ve 21. yüzyılın gerçek direnişi olarak sahne alıyor. Bu eylemin toplumsal ve politik düzeydeki yankıları ise ivmelenerek devam ediyor. Yol boyunca çekilen dostane videolar, uluslararası kamuoyunda güçlü bir biçimde yankı buluyor ve başta İsveçli yaman aktivist Greta Thunberg olmak üzere, hemen hepimizin gönlünden geçen o duyguyu fişekliyor. “Sadece Gazze için değil, tüm dünya için hadi bir şeyler yapalım artık!”
Sıradan insanlar: Direnişin temel taşı
Bu on iki insanın ısrarla vurguladığı nokta ise şu: “Biz sıradan insanlarız. Aslında bu, devletlerin sorumluluğu çerçevesinde çözülmesi gereken bir meseledir.” Bu ifade, bireylerin eylemlerinin ne denli önemli olduğunu ortaya koyuyor. Aynı zamanda devletlerin ne kadar duyarsız, sumen altıcı, idraksiz ve çapsız olduğunu da…
Bu insanların birçoğunun aktivist olması elbette kayda değer ama aralarında ilk kez böylesi bir direniş yolculuğuna çıkanlar da var. Dolayısıyla belli bir direniş ayağı oluşturmak için ille de o yola uzun yıllar baş koymak gerekmiyor. Belki de şunu keşfetmek kafi: Post truth (gerçek sonrası) toplumlarda yaşayan insanların artık hakikatlere ihtiyacı var! Yalan bir medyaya, uyduruk bir eğitim sistemine, korkutarak egemenliğini sürdüren post kapitalist bir sisteme, göz dağı vererek kendi meşruiyetini sağlamlaştıran savaş tüccarlarına değil; gerçeklere ve hakikatlere…
Acı ve insanlık: Sontag’ın perspektifi
Bu noktada, yazar ve düşünür Susan Sontag’ın yapıtı “Başkalarının Acısına Bakmak”ın önemi bir kez daha öne çıkıyor. Sontag, başkalarının acısına bakarken, bunun kendimizdeki karşılığının ne anlama geldiğini sorgulamanın önemli olduğunu vurguluyor. 2000’li yılların ta başında yazılmış satırlar olsa bile, bu satırlar aracılığıyla, başka bir ülkede ya da bambaşka bir coğrafyada meydana gelen felaketlerin seyircisi olmanın artık pek de mümkün olmadığını, bu seyirciliğin bir yerde sona ermesi gerektiğini hatırlatıyor. Acıyı görmek ve ona çare bulma yollarını aramak elzem… Sontag’ın eserinde referans verdiği Virginia Woolf’un ve onun “biz” zamiriyle kurduğu bağın, günümüz insanlarının devletlerce nasıl görüldüğünü ve muamele edildiğini sorgulamak için önemli bir zemin! Çünkü ey güçlü erk! Kaybettiğini savladığın bizler, Woolf’u ve onun ısrarını hatırlayarak söyleyelim hadi, “biz” senin sandığın gibi cepte keklik falan değiliz… Değiliz.
Kazanmanın yeniden tanımlanması
O zaman şu soru devreye giriyor: Neden kaybederiz ve nasıl kaybederiz? Gerçekten kaybediyor muyuz? Belki de kaybetmiyoruzdur!
Bu düşünce, 21. yüzyılın önemli felsefi bakış açılarından biri olabilir: Kaybettiğimizi sanırken, gerçekte kazanıyor olabiliriz. Bu bağlamda, Madleen’in Akdeniz sularında rüzgarla şişirdiği yelkenlerinin, tüm dünyaya bir başlangıç olarak önemli bir işaret fişeği yaktığını düşünüyorum.
Velhasıl, on iki insanın Gazze’ye yolculuğu, sadece fiziksel bir hareketlilik değil, aynı zamanda bireylerin potansiyelini ve devletlerin sorumluluklarını sorgulamasıyla insanlığın ortak acılarına karşı duyarlılık geliştirmemiz gerektiğini hatırlatıyor. Dahası da var… Bu eylem, bireylerin toplumsal değişim üzerindeki etkilerini sorgulamak için bir fırsat sunuyor. Sontag’ın Baudelaire’e ithaf ettiği (Mağluplar’a…) perspektifiyle derinleşen bu türden bir deneyim, kaybetmenin ve kazanmanın karmaşık doğasını irdeleyerek, 21. yüzyılda insanlık durumuna dair önemli bir sorgulama fırsatı veriyor. Unutulmamalıdır ki, bu tür eylemler, yalnızca bireylerin değil, tüm insanlığın ortak acılarına karşı duyarlılığı artırma potansiyeline sahip… Devam.