Göksel Göksu yazdı: Doğu ve Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

MHP lideri Devlet Bahçeli, 1 Ekim 2024’te DEM Partililerle tokalaşarak fitili ateşlediği, ve PKK’nın 12 Mayıs’ta silahları Süleymaniye’de sembolik olarak bırakmasıyla kritik bir eşiği aştı ve yeni bir evreye geçti. Süreç başarıya ulaşırsa silahlar susacak ve ülke 40 yıllık bir sorunu geride bırakacak. Bu talep ülkenin ortak özlemi. Gelin görün ki “artık silahlar sussun” diyenlerin büyük çoğunluğunun ikinci cümlesi genellikle “ama” ile başlıyor. O “ama”lar sırtını başarısızlıkla sonuçlanan önceki çözüm süreçlerine yaslıyor ve güven sorunu baş gösteriyor. Kaya Heyse ve Murat Türsan’la birlikte gittiğimiz Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da bu ‘ama’lara cevap aradım. Bu yazıda Van’dan başlayıp Hakkari, Yüksekova, Roboski olarak bilinen Uludere’nin Gülyazı Köyü ve son durak Diyarbakır’a kadar uzandığımız bölgede, toplumun farklı kesimlerinin yeni süreç ile ilgili beklentileri ve çekinceleriyle ilgili gözlemlerimi paylaşacağım.

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Sürecin aktörleri, bölgedeki kanaat önderleri, siyasi partilerin temsilcileri, STK’lar, özetle toplumun farklı kesimleriyle yaptığım görüşmelerin ortak paydası artık silahların susması. Ancak uzaktan bakıldığında yekpare gibi görünen bölgeye gidip, sürece dair görüşlerini kendilerinden dinleyince farklı kaygılar ve beklentilerle karşılaştım. Duyduklarım, dinlediklerim sonucu yazının başlığındaki soru kendiliğinden oluştu… Bizim “temkinli iyimserlik” olarak adlandırdığımız bekleyişin daha çok tereddütlerle dolu olduğuna tanıklık ettim. İyimser olmak istiyor ancak tereddütler, kaygılar, güven sorunu peşlerini bırakmıyor.

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Kürtlerin farklı kesimleri, kanaat önderleri, STK temsilcileri ve akilleri ile yaptığım görüşmeler sonucu kulağımda hâlâ çınlamakta olan sesleri temel olarak ikiye ayırmak mümkün; bir tarafta devletten yana tutum sergileyen ancak sürece kaygıyla bakan aktörler var, diğer tarafta tedirginlikle devletin adım atmasını bekleyenler….

İki taraf da cümleye “sürecin başarıya ulaşmasını elbette istiyoruz” diyerek başlıyor, devamında endişe, kaygı, tereddüt ve tedirginliklerini sıralıyorlar. Ne kaygılar örtüşüyor, ne tedirginlikler ne de beklentiler…

Van bu fotoğrafın en net çekilebildiği illerin başında geliyor. 2011 yılındaki Edremit merkezli Van depremi sonrası yükselen binalar, açılan yeni oteller, restoranlar ya da mağazalara bakıldığında modern bir çehreye bürünen Van, sosyolojik açıdan çok katmanlı bir yapıya sahip. Varlığını her seçim döneminde belirgin bir şekilde hissettiren -ki DEM Parti 31 Mart’ta Van’ın 13 ilçesini de aldı- DEM Parti, her köşe başında gözle görünür bir ağırlığı olan devlet, Vanlılar her ne kadar “artık etkisini kaybetti” diyor olsa da aşiretler, korucular, sınır komşusu İran etkisi bir yanda, ülkenin en yoksul kentini bulunduğu girdaptan çıkarmak için silahların sustuğu bir ortamda ticaret ve turizm hamleleri yapmaya çalışan ticaret erbabı diğer yanda

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Bu karmaşık iklimde kimliğini gizleme gereği duymadan konuşulabilenlerin sayısı ise epey sınırlı. Herkes temkinli, herkes lafını karşısındakinin kimliğine göre tartıp biçerek konuşuyor… DEM Parti’ye ve silah bırakan örgüte ağzına geleni söyleyen bir kişinin geçmiş yıllarda kah HDP’li kah AKP ya da MHP’li olduğunu duymanız işten bile değil. Konuştuğunuz kişileri tanımıyorsanız kimin kim olduğunu, bugün kime destek verdiğini, yarın kime destek vereceğini anlamaya çalışmak nafile bir çabadan ibaret. Ama şu kadarını ayırabiliyorsunuz: Hemen herkesin birden çok kimliğinin olduğu kentin bir yanında silahların bırakılması sonrası kurulan Millî Dayanışma, Kardeşlik ve Demokrasi Komisyonu’nun artık bölgede beklenen yasa değişiklikleri ile ilgili TBMM’ye sunacağı teklif ve önerilere yoğunlaşmasını; bunu yaparken de yasaya gerek duymadan atılabilecek adımların hızla atılmasını bekleyenler var. Diğer tarafta ise bu adımların atılması halinde ayrı bir statü talep eden korucular ve korucu aşiretleri.

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Cümleler “artık iki tarafta da can kaybı olmasın, barış gelsin” diyerek başlasa da iki taraf da sözlerine “ama” ile devam ediyor, ‘ama’ dedikten sonra da ayrışıyorlar. İki taraf da sürecin evrileceği noktayı temkinliden çok “tereddüt” içinde bekliyor; ama kaygılar örtüşmüyor, tereddüt ettikleri konularda ayrışıyorlar.

Bir taraf yeni sürece geçmiş deneyimlerin ışığında bakıyor ve bu kesimde -gidişat her ne kadar öncekilerden farklı gelişiyor olsa da belleklerdeki tazeliğini koruyan 2015 süreci örnek gösterilerek- “süreç her an ters-yüz olabilir” kaygısı ağır basıyor. Kaygıyı besleyen başlıca etken PKK’nın kendini feshederek silah bırakmış olmasına karşın, Ankara’nın henüz bölgenin beklediği ‘iyi niyet’ adımlarını atmamış olması geliyor. Bir komisyon kurulmuş olması elbette olumlu karşılanıyor ancak beklenti komisyonun bölgedekilerin tabiriyle “her önüne geleni” dinlemeyi bırakıp bir an önce tavsiye niteliğindeki kanun tekliflerini hazırlayıp TBMM Genel Kurulu’na sunması, bu yapılırken de yerine kayyum atanan belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi ve başta Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ olmak üzere siyasi tutukluların serbest bırakılması. Yalnız Van’da değil, bölge genelinde böyle düşünenlerin büyük çoğunluğu oluşturduğunu söylemek mümkün.

Bekledikleri somut adımların atılmaması kaygılarını pekiştiriyor. Söyledikleri şu: “İktidar bizi seçim dönemine kadar oyalamayı, bu süre içinde de Suriye’de Türkiye’nin beklentisine cevap verecek bir yapılanmanın hayata geçmesini planlıyor; nihai duruma ve sonuçlarına göre, süreç başarıya ulaşacak ya da ulaşmayacak…”

Bu kesimi aynı ortak paydada buluşturan bir başka gerçek de, süreci başlatan ve hatta şekillendiren Devlet Bahçeli… Bu noktada bölgeye uzun yıllardır giden bir gazeteci olarak daha önce Devlet Bahçeli’nin bölgedeki nüfuzunun bu denli arttığına, ona bu kadar teveccüh gösterildiğine tanık olmadığımı açıklıkla belirtmem gerekiyor. 5 yıl önce Bahçeli’nin adını duymaya tahammül edemeyenler bile bugün onu iktidardan ayrı bir yere konumlandırıyor; sürecin lokomotifi ya da Cumhur İttifakı’nın ortağı olarak değil, daha çok “devletin sesi” olarak görüyorlar. Özetle güvenmedikleri Bahçeli değil, iktidar. Bu sözlerden elbette Devlet Bahçeli’nin yarın seçim olsa bölgede hatırı sayılır bir oy alacağı anlamı çıkmamalı ancak şu anlamı çıkarmak mümkün: Devlet Bahçeli yarın Van ya da Diyarbakır’da miting düzenleyecek olsa o alanın, Bahçeli’nin vereceği olası kripto mesajları merak eden hatırı sayılır bir kalabalıkla dolması en azından benim için şaşırtıcı olmaz.

Diğer tarafta da korucu aşiretleri ve korucular var. Kent merkezinde yaşayanlar koşulların değiştiğini, son yıllarda isimlerinin daha çok çek-senet ilişkileriyle anıldığını söyledikleri aşiretlerin artık etkili olmadığında ısrarcı olsa da, özellikle korucu aşiretleri ve bir konfederasyon çatısı altında toplanmış olan korucular da bu toprakların gerçeği ve sürecin sonuçlarından doğrudan etkilenecek kesimler arasında onlar da yer alıyor.

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Sayıları 50 binden fazla olan korucuların konfederasyon çatısı altında toplanmış. Ne Süleymaniye’de atılan adım doğrultusunda PKK’nın silah bırakacağına inanıyorlar ne de samimiyetlerine güveniyorlar. 442 sayılı Köy Kanunu’nun 74’üncü maddesi kapsamında görev yapıyor, her biri devletten maaş alıyor. İlk kaygıları da bu noktada başlıyor; süreç başarıya ulaşır da koruculuk lağvedilirse -başka bir işte çalışamayacakları için- ne yapacaklarını düşünüyor ve maaşlarının kesilmesinden endişe ettiklerini söylüyorlar. Beklentileri ise kendilerine bir statü verilmesi, yaşı gelenlerin emekliye ayrılması, kalan korucuların ailelerinden de en azından bir kişinin devlet memuru olarak istihdam edilmesi.

PKK
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Asıl kaygıları ise sürecin başarıya ulaşması halinde suça karışmayan ve topluma entegre edilmesi planlanan PKK’lılarla karşı karşıya kalmaları ihtimali… Kendilerini PKK ile mücadelede bölgenin asli unsuru olarak gören korucular ve korucu aşiretleri, PKK ile aralarında kan davası olduğunu söylüyor. Asker ve polisin 2-3 yıl görev yaptıktan sonra görev yerinin değiştiğini ve bölgeden gittiklerini, kendilerinin ise bölge halkıyla yüz yüze kaldıklarını söyleyerek, bölge halkının koruculara “Kendi halkına ihanet edenler” gözüyle baktığını anlatıyorlar. Bu durumun yarattığı tereddütü, PKK ile kan davalı olduklarını söyleyen Van’daki korucu federasyonu başkanı Ayhan Kahraman’ın ağzından aktarırsam daha anlaşılır olacak:

“Düzenleme olup da bunlar (dağdaki PKK’lılar) dönerse, Van’ın da köylerine, şehirlerine dönecekler. Hani suça karışmamış olanlar dönecek diye konuşuluyor ya! Onlar nasıl barınacak? Biz nasıl yaşayacağız onlarla? Ben babamı şehit eden, askerimi, polisimi şehit eden adamla nasıl aynı yerde yaşarım? Zaten en büyük mesele bu.”

Korucu aşiretlerinin ağzından dökülen sözler de benzer… Örneğin Van Başkale’de görüştüğüm Ertoşi aşiretinin lideri İskender Ertuş da koruculuğun lağvedilmesini “Biz kan davalıyız bunlarla. Benim infazım vardır. Devlet yarın beni bıraksa bunların kucaklarına asla yakışır mı devletimize?” diyerek ihanet olarak niteliyor. Özetle gelinen noktadan hiç memnun değiller ve PKK’nın silah bıraktığına inanmıyorlar, velev ki bıraktılar geldikten sonra hücre örgütlenmesine gidip yeniden karşılarına dikilerek onları hedef alacakları kaygısını taşıyorlar.

Keza Yüksekova’daki Pinyanişi aşiretinin lideri Ali İhsan Zeydan’ın ağzından da benzer sözler dökülüyor… O da diyor ki: “Şimdi korucular şöyle düşünür. Ya bunlar aramıza girecek, girdikten sonra hepimizi bilecek, hücre yapılarına dönüşüp, bizi tek tek öldürecekler… Çünkü hedef olmaktan da korkuyorlar. Çünkü geçmişten yaşanmışlıklar var. Boşaltılmış köyler var. Elindeki gücü suistimal eden koruculardan söz ediliyor. Bu kaygı her tarafta var…”

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

“Peki bu sorun nasıl aşılacak?” diye sorunca da gözlerini devlete çeviriyorlar; “Devlet masaya oturacak birini sağına, diğerini soluna oturtacak ve konuşup çözecek” diyorlar. Sözlerini de: “Valla benim tereddütlerim var, açık konuşuyorum. Ama ben sürecin başarıya ulaşmasını istiyorum. Bu ülkenin evlatlarının birbirini öldürmesi hiçbir sorunu halletmez” diyerek tamamlıyorlar.

Medyascope'u destekle. Medyascope'a abone ol.

Medyascope’u senin desteğin ayakta tutuyor. Hiçbir patronun, siyasi çıkarın güdümünde değiliz; hangi haberi yapacağımıza biz karar veriyoruz. Tıklanma uğruna değil, kamu yararına çalışıyoruz. Bağımsız gazeteciliğin sürmesi, sitenin açık kalması ve herkesin doğru bilgiye erişebilmesi senin desteğinle mümkün.

Bu noktada tuhaf bir çelişkiye de dikkat çekmekte yarar var. Hangi aşirete soracak olsanız, nüfuslarının 5-6 milyona dayandığını söylüyor; işinizi garantiye alıp arama motorunda tarattığınızda bu rakam 2,5 milyona düşüyor, ki bu da hiç az değil…

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  
Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Keza emekli olanları da katacak olursanız bölgede 90 binden fazla korucu var; aileleriyle birlikte düşündüğünüzde bu sayı da epey kabarık… Gelin görün ki hakim oldukları bölgelerde seçimin kazananı genellikle DEM Parti. Van’da, Ertoşi Aşiretinin bulunduğu Başkale’de, Hakkari ve Yüksekova’da ve diğer Doğu ve Güneydoğu illerinin neredeyse tamamında durum değişmiyor… Bu tespit de bölgenin bir başka gerçeği olarak bir kenarda dursun ve devam edeyim.

Sürecin etkisini, bölgedeki STK’ların ve siyasi partilerin temsilcilerinin tutum ve davranışlarında da gözlemlemek mümkün. Van’da STK temsilcileri ile aralarında Saadet Partisi’nin de olduğu siyasi parti temsilcilerinin, özellikle Diyarbakır’da AKP ve DEM Parti temsilcilerinin aynı ortamda gerginliğe mahal vermeden, birbirlerini itham etmeden, farklı görüş ve düşüncelerini uygarca paylaşması doğrusu umut vericiydi… AKP’li siyasetçilerin diğer partilerle aynı zeminde bir araya gelmediğini bilen bir gazeteci olarak doğrusu Diyarbakır’daki manzaradan etkilendiğimi söylemeliyim. Ne kadar özlemişiz ve tabi özlediğimiz şeye dikkat! “Yaptıkları sadece genel merkezlerinin çizdiği sınırı aşmadan, bölge halkının hassasiyetlerini gözeterek konuşmak ve dinlemekti” deyip geçilebilir elbette ama değil; bana göre aslolan siyasetin böyle de yapılabildiğini göstermesi açısından takdire şayandı…

DEM Parti’den Mehmet Akbaş: “Somut adım atmak için Komisyonu beklememize, yeni yasaya gerek yok. Mevcut yasalar uygulansa bile pek çok adım atılmış olur. Kayyumların kaldırılması, hasta tutsakların serbest bırakılması, AİHM kararlarının uygulanması… Bunlar yasa değil, irade meselesi” dedi.

AKP’den Fatih Kayhan: “Komisyonun meclise sunduğu rapor doğrultusunda, mecliste grubu bulunan, üye veren partiler ortak bir metin çıkarırsa; bu partilerin biri hariç hepsi destekleyecek zaten. Çoğunluk karar alındığı zaman kabul görecek ve ondan sonra biz o eksiklerimize bakacağız. Çünkü biz yüz yıllık bir sorunu konuşuyoruz. İki günlük bir sorun değil bu, yüz yıllık bir sorun. Yüz yıllık bir sorunu çözerken mutlaka sancılarımız da olacak, eksiklerimiz de olacak” diyerek komisyonun çalışmasını tamamlamasının beklenmesi gerektiğini savundu.

Saadet Partisi’nden Enes Akdemir, sürecin aktörlerinin sadece AKP ve DEM Parti olmadığına dikkat çekerek, komisyonda diğer siyasi partilerin var olmasından duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Kayyum meselesinin bir demokrasi meselesi olduğunu söyleyerek: “Kürtlerin öncelikli olarak bir ana dil sorunu var” dedi.

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Böylelikle herkes düşündüğünü aktardı, biz de sadece bir tarafın görüşünü yansıtmak zorunda kalmadık. Tabi Ferit Aslan’ın katkılarıyla CHP ve MHP’yi de davet etmiştik, ancak önceden planladıkları farklı programları nedeniyle katılamadılar. Keşke katılabilselerdi…

Çünkü bölgede 40’lı yaşlarını süren, yaşantısı boyunca çatışmalı ortamlarda büyüyen ve yarına güvenceyle bakamayan bir kuşak da var ve o kuşak kafasındaki sorulara cevap arıyor… Kimse mucize beklemiyor olsa da herkes iklimin değişmesini istiyor.

Birebir görüştüğüm Barış Anneleri, TBMM’deki komisyonda Kürtçe konuşmalarına izin verilmemesini sürece düşen bir gölge olarak değil de “yol kazası” gibi görmeyi umuyor; Numan Kurtulmuş’un Diyarbakır’a gittiğinde yaptığı Kürtçe konuşma, bu kazanın telafisi için atılan bir adım olsun istiyor. Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Gülyazı Köyü’nde görüştüğüm, Roboski’de Türk Silahlı Kuvvetleri’nin (TSK) düzenlediği hava saldırısında hayatını kaybeden 19’u çocuk 34 kişinin aileleri, 14 yıl sonra bugün komisyonda kendilerine de söz hakkı verilmesini bekliyor.

Öyle sanıyorum ki tüm çabalarıma rağmen görüşemediğim Diyarbakır Anneleri de kendi yaşanmışlıkları üzerinden dillendirecekti benzer beklentilerini…

Örneğin ben bir Diyarbakır Annesi ile bir Barış Annesini aynı masaya oturtabilseydim daha çok umutlanacaktım sürece dair.

Sürecin aktörleri o nedenle siyasetçilerin ağzından çıkan veya çıkacak sözleri kelimesi kelimesine dinleyip kafasında tartıyor; sürecin samimiyetine inanıp inanmayacağına, “bu kez galiba süreç tamamına erecek” deyip dememeye böylelikle karar veriyor.

Güneydoğu’da “temkinli iyimserlik” mi var “tereddütlü bekleyiş” mi?  

Çünkü süreç bu kez, Kürt Çalışmaları Merkezi’nden Cihan Ülsen’in tespitinde olduğu gibi, öncekilerden farklı bir seyir izliyor… 2013-2015’te oluşturulan Akil Heyetlerin yedi bölgeye dağılmasıyla oluşturulan “Önce konuşalım, sonra barışırız” formülü yerine bu kez önce silahlar bırakıldı ve örgüt kendisini feshetti… Ülsen, bu gerçekten hareketle süreci: “Önce barışalım, daha sonra çözüme peyder pey gidelim” diye formüle ediyor ve ekliyor: “O zaman önce çözüm konuşuldu, sonra barış. Şimdi önce barış, sonra çözüm adım adım geliyor. Bu yüzden bu süreç daha sağlıklı ilerliyor.”

Yine mi olmadı… O takdirde geriye, bugüne dek sesini duyuramayanların Meclis çatısı altında yaptığı konuşmaların 65 saatlik kaydı ve 1000 sayfalık tutanak var.