Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kimse Golyat’ı sevmiyor: Wilt Chamberlain

WiltChamberlain11959 ile 1973 yılları arasında, kurulu düzeni yeni yeni oturan NBA Ligi, Wilt Chamberlain isimli bir oyuncuyu seyretti. Ve tabii sadece seyretmekle yetinmediği için de, gelişti, değişti ve bugünlere kadar gelmeyi başardı. Neyi mi kastediyoruz? Şöyle anlatalım:

Basketbolu güzel kılan nedir? Taraftarların pek çoğu gibi şahsen ben de, basketbolun bir takım oyunu olmasına hayranım. Ve eğer basketbol bir takım oyunuysa, takım olmak galip gelmenin anahtar noktasıysa, biz bunu tamamen tek bir adama, oynadığı her takım tarafından forması emekli edilen Wilt Chamberlain’a, ya da en çok bilinen lakaplarından biriyle, basketbolun “Golyat”ına borçluyuz. Tabii eğer, olaylara tam aksi açıdan bakabilirsek…

1936 yılında 8 kardeşin arasına doğan Wilton Norman Chamberlain, küçük yaşta kendisinin canına mal olabilecek bir zatürreeyi atlattığı günden sonra, insan ırkının doğal sınırlarına bir tepki haline gelmişti. Henüz Philadelphia’da bir lise talebesiyken, daha 16 yaşında 150 kiloluk halterlerle çalışabilen, basketbolu “yumuşak ve narin” kimselere layık gördüğü için ilk gençliğini atletizm peşinde geçiren, lise yıllarının başında, uğraştığı hemen her spor dalında rekorlar kıran, rekortmenlere kafa tutup üstün gelen ve doğup büyüdüğü Philadelphia’da basketboldan öte hiçbir spor olmadığı için nihayet kaderini basketbolla çizen bu dev, ayak bastığı her turnuvayı altüst etmişti…

Nedeni ise çok basitti: Hiç kimse, bir işe başladığında o işin ustası değildir, olamaz. Önce çok çalışması, tecrübeler yaşaması, ders alması, gelişmesi ve “büyümesi” gerekir. Tabii eğer, bahsettiğimiz kişi Wilt değilse… Daha 10 yaşındayken boyu 1.80’e ulaşan Wilt’in insan tabiatına ters düşen ilk yanı, adım attığı her yolda zaten daha ilk dakikadan itibaren en iyisi olabilmesiydi. Bunu ister çok yönlülüğüne bağlayalım, ister kabiliyetlerine, isterseniz de insan azmanı fiziğine; fakat değişmeyen tek bir gerçek vardı, o, daha lisedeyken bile en iyisiydi. Basketbolun o güne dek görüp görebileceği, gelmiş geçmiş en üst seviye oyuncuydu.

WiltChamberlain2Kanıtı mı? Lisesi Overbrook Panthers’a üç yılda 2 il şampiyonluğu kazandırmış ve liselerarası turnuvalarda 2,252 sayı (maç başına 37.4 sayı!) kaydederek, NBA’in ilk yıldızlarından Tom Gola’nın rekorunu kırmıştı. Üçüncü ve son yılında arka arkaya üç maçta 74, 78 ve 90 sayı atmayı başarmıştı. Boston Celtics’i yaratan efsane koç Arnold “Red” Auerbach onu 1953 yılı kolej ligi finallerinin (NCAA) en değerli oyuncusu seçilen Kansaslı B. H. Born ile teke tek bir maçta oynatmıştı ve daha lise öğrencisi olan Wilt, üniversiteli yıldız Born’u 25-10 ile geçerek rakibini basketboldan soğutmuştu. Hatta sadece bu olay yüzünden Born çok gelecek vadeden bir profesyonel basketbol kariyerinden vazgeçmişti; çünkü Born’a göre eğer liseden böyle çocuklar yetişiyorsa, onun gibilere profesyonel basketbolda yer olmayacaktı. Daha üniversiteye bile başlamadan, ilk “kurbanını” tarihe gömmüştü Wilt…

Wilt ve İnsanüstü Fiziği

1965 yılına dek NBA’de normal draft sisteminin yanı sıra uygulanan bölgesel draft hakkını Wilt’ten yana kullanmak isteyen Red Auerbach ise, keşfinin olumsuz yanıtıyla şoka uğrayacaktı; henüz Boston’ı süpergüç yapmayı başaramamış olan Auerbach’a güvensizliğinden midir, yoksa iddia ettiği gibi bir değişim ihtiyacı hissettiği için midir bilinmez, Wilt, Auerbach’ın önerdiği New England dahil kendisine teklif yapan tam 200 üniversiteyi elinin tersiyle itti ve ırkçılığın olmadığı, memleketinden de uzak bir macera adına, koç Phog Allen’dan etkilenip Kansas Üniversitesi’ni tercih etti. Eğer koç Allen’ın daha sezon başlamadan 70 yaşına gelip yaş haddinden emekliye ayrılacağını ve hiç sevmediği halefi Dick Harp’ın koçluğunda oynayacağını bilseydi, muhtemelen başka bir yolu seçerdi tabii; zira ona teklif götürmenin haddi hududu yoktu – mesela, UCLA kendisine kolejin yanı sıra bir film yıldızı olmayı vaat etmiş, Pennsylvania Üniversitesi mücevherler almayı önermiş, hatta Wilt’i ikna etmesi karşılığında lisedeki koçuna takımın koçluğunu vereceğini bile söylemişti. Ama talih, Kansas’ın tarihine şerh düşecekti…

WiltChamberlain3Yakın bir geçmişte, 1952 Olimpiyatları’nda ABD kadrosuna tam 7 oyuncu birden veren Kansas Jayhawks’ın NCAA’lerde elde ettiği saygın yeri perçinlemek, tarihin o vakte (hatta kimilerine göre, bugüne) dek gördüğü en dominant oyuncuya düşmüştü. Uzun ve yüksek atlama dallarında (Big Eight) şampiyonlukları ve rekorları bulunan, zıplamasıyla 3,5 metreye kadar ulaşabildiği rivayet edilen ve 2.30’a yakın kol açıklığına sahip 2.16’lık bu dev, ağırlığından, yani 125 kilodan çok daha fazlasını kaldırabilmesi kadar, hızı, çevikliği ve atletizmi ile de parkelerin efendisi haline gelecekti. İlk kolej maçında 52 sayı 31 ribaunt ile oynaması, ve daha ilk maçta bu alanlarda Kansas rekorlarını kırması, ne denli korkulacak bir “mahşer” olduğunun açık ispatıydı. Dayanıklılığı ve gücü, eşine benzerine rastlanmamış, emsali görülmemiş bir düzeydeydi. 90 metreyi (100 yarda) 11 saniyede koşabiliyordu ve sadece gücünü değil, tekniğini de en üst seviyeye çekmişti. Cephaneliğinde basketbolun o güne dek gördüğü her şey vardı; finger roll, geri çekilerek atılan şutlar, pas, jump shot, tipleme, kendi etrafında dönerek atılan şutlar, ve yeni yeni literatüre giren blok… Kısacası, oyuncu olarak eksiksizdi. Gelgelelim, üst düzey basketbol, tek oyuncuyla kazanılamazdı…

İşte Wilt’in dramı da ilkin burada başlıyordu. Henüz kolejdeki ilk senesinde Oklahoma State onu ve Kansas’ı, şut saatinin henüz NCAA’lerde uygulanmaya başlamaması sayesinde, 1 sayı farkla öndeyken son 3,5 dakikada sadece topu çevirerek yeniyordu. 1957’de, yani ikinci senesinde Wilt NCAA finalinde North Carolina’ya karşı 23 sayı 14 ribaunt ile yıldızlaşıyor, ama üç uzatmaya giden maçı bir sayıyla kaybediyordu. Kaybediyordu, çünkü ona ayak uydurabilecek seviyede bir takım arkadaşı veya rakipleri çaresiz kılacak taktikler üreten bir koçu yoktu ve tüm rakipler rahatlıkla Wilt’e üçlü, hatta dörtlü sıkıştırmalar getirebiliyordu. O 1957 NCAA Finalleri’nin En Olağandışı Oyuncusu (Most Outstanding Player) ödülünü almayı başarsa bile, kendi ifadesiyle, hayatının en acı mağlubiyetini yaşamaktan kaçamıyordu. Üçüncü senesinde maç başına 30.1 sayı atsa bile, idrar yolu enfeksiyonu sebebiyle kaçırdığı maçlarda takımı galip gelemediği için NCAA’lerden mahrum kalıyor, ve ona karşı basketbolu çirkinleştiren rakipler yüzünden “İllallah!” diyerek kolejden ayrılıyordu. Ve daha şimdiden, insanlar, o’nun niye kazanamadığını sorgulamaktansa, böylesi bir titanın kaybedişini keyifle izliyorlardı…

WiltChamberlain4Kolejdeki ikinci senesinde kendisine yakıştırılmaya başlanan “Mağlup” (Loser) sıfatı, rakiplerinin de itiraf ettiği gibi, onun suçu değildi. Değildi, çünkü o tek başınaydı ve tek başına bırakılıyordu. Tek başına kaldıkça, basketbolu takım halinde oynamaktan soğuyor ve bencilleşiyordu. Canına tak ettiği için NBA’e gitmeye karar verdi, ama zamane kuralları çerçevesinde kolejde son yılını doldurmadığı için gidemedi. Ve bu yüzden, aklını kullanıp, para kazanmayı seçti. Daha kolejdeyken verdiği röportajlar sayesinde fahiş miktarlarda para kazanmaya başlamıştı; Look dergisine kolejden ayrılışına dair sattığı hikayeden aldığı ücret, NBA oyuncularının yıllık maaşından bile fazlaydı. Henüz 21 yaşındayken Time, Life ve Newsweek gibi süreli yayınlara konuk olmuştu. Şovmen değildi belki, ama medyayı nasıl kullanacağını bilecek kadar zekiydi. Yetmedi, draft edilmeye uygun hale gelene dek, kolejdeki son senesine mahsuben yine dev bir ücret karşılığında dünyaca ünlü Harlem Globetrotters’a dahil oldu, dünyayı gezdi ve Soğuk Savaş’ın arifesinde Sovyetler Birliği’nde bile gösteri maçı yaptı. Takım kaptanı 100 kiloluk Meadowlark Lennon’ı yerden yastık kaldırır gibi kolayca kaldırarak şova şov ekledi, Lennon tarafından ‘yaşayan en üstün atlet’ ilan edildi, hatta Harlem onun formasını emekliye ayırdı. Ve sonra, NBA’e geldi…

Russell ve Wilt’in birlikte son röportajları

1959 senesindeki draft’e, bölgesel draft seçimi usulü ile katıldı –ki o vakitler Kansas Üniversitesi hiçbir NBA franchise’ının bölgesine girmiyordu, fakat Philadelphia Warriors (şimdiki Golden State Warriors’un selefi) NBA yönetimini, Wilt’in doğup büyüdüğü ve liseyi okuduğu yer Philadelphia olduğu için kendi bölgesinden seçilebileceği yönünde ikna ederek Wilt’i kadrosuna kattı. Daha NBA’e adım atarken bile açık ara ligin en fazla kazanan oyuncusu oldu. İlk maçında 43 sayı 28 ribaunt ile oynayarak da insandan öte olduğunu kanıtladı. Dördüncü maçında ise, NBA kariyeri boyunca en büyük rakibi olacak olan Bill Russell’la ve Red Auerbach’ın Boston Celtics’i ile karşılaştı. Russell’a üstünlük sağladı, fakat maçı Boston kazandı…

WiltChamberlain5İşte Wilt’in tüm kariyerini özetlemeye namzet cümle de buydu: “Wilt, Russell’a üstünlük sağladı, fakat maçı Boston kazandı”. O hep ligdeki en üstün pivot, hatta en büyük oyuncu oldu, fakat basketbolun kazanma yöntemi ona uymadı. Lige Yılın Çaylağı ve En Değerli Oyuncu ödüllerinin ikisini birden toplayarak girdiği 1959-60 sezonunda (ki bunu ondan önce yapabilen kimse yoktu; ondan sonra da bir tek Wes Unseld başarabildi) ligin altını üstüne getirdi; maç başına 37.6 sayı ve 27 ribaunt gibi akıl almaz ortalamalarla daha ilk senesinde, bir sezonda en çok sayı atma ve 2,000 sayıya en çabuk ulaşma da dahil sekiz adet NBA rekoru kırdı. İlk tecrübesi olan 1960 All-Star maçında da 23 sayı 25 ribauntluk bir performansla MVP ödülünü alması elbette ki şaşırtıcı değildi. Fakat oyun ve oyuncular, onun aleyhine değişiyordu. Çünkü tüm takımlar onu durdurabilmek veya en azından yavaşlatmak adına en az ikili-üçlü sıkıştırmalar getiriyor, daha sonraları Hall of Fame’e (Şöhretler Müzesi) seçilecek olan Boston’lı uzun Tom Heinsohn önderliğinde, yıkılmaz gibi duran bedenine aşırı sertlikte fauller yapıyor ve hücumdan savunmaya çabuk dönmesini engellemek için türlü antikalıklar peşinde koşuyordu. Böylelikle, Wilt savunmaya gelmeden çabuk basket atma gayreti, bizlere ilk “fast-break” tanımını sundu…

Kazanmak bir yana, Wilt oyunun bu hale gelmesinden çok soğumuştu. Üstelik, kolej ve lise yıllarının aksine, oyununda hiç toparlayamayacağı bir zaaf edinmişti: serbest atışlar. Bu zaaf yüzünden NBA tarihinin ilk “Hacking” taktiğinin doğuşuna sebep olan Wilt, esasen serbest atışlarda iyi bir yöntem kullanıyordu, fakat NBA, kuralları onun apaçık aleyhine değiştirdi. O gelene dek hem NCAA’lerde hem de NBA’de, faul atan kişinin geriden gelip adım alarak atışını kullanmasına müsaade vardı, fakat Wilt, henüz “Dr. J” Julius Erving bebekken, “Majesteleri” Michael Jordan ise dünyada yokken, o dev cüssesiyle serbest atış çizgisinden (hem de gerilip koşmaya gerek duymaksızın, olduğu yerden) smaç basabildiği için, bu kural değişti. Değişti, çünkü ondan başka kimse bu kadarını yapamıyordu. Değişti, çünkü Golyat’ın varlığı bile başlı başına diğerleri için adaletsizlikti. Kurallar değişti, oyun kurtuldu, Wilt feda edildi…

Wilt ve serbest atışlar

En iyi oyuncuyken bile şampiyonluğu kazanamadı, zira ilk iki sezonunda kendisine eşlik eden Tom Gola ve Paul Arizin gibi son demlerini yaşayan iki efsane haricinde uzun süre vasat bir kadroda hüküm sürdü. Sertliklerden dolayı NBA’i basketbol liginden çok bir “İğnedenlik” olarak adlandırdı ve daha ilk senesinin sonunda emekli olacağını açıklayarak herkesi şaşkına çevirdi. Warriors’un o dönemki sahibi Eddie Gottlieb kendisini ikna etmek için maaşında dev bir artışa gitmenin yanı sıra, Wilt’e layık görmediği koç Neil Johnston’ı kovdu ve yerine Wilt’i iki sene önce deviren North Carolina’nın taktisyeni Frank McGuire’ı getirdi. Böylelikle Wilt, uğruna koç değiştirilen ilk yıldız olmayı da başardı.

WiltChamberlain7

İkinci yılında 38.4 sayı 27.2 ribauntluk istatistikler üreterek yeni rekorlar kırdı; artık bir sezonda 3.000 sayı barajını ve 2.000 ribaundu aşabilen ilk ve tek kişi de olmuştu (Michael Jordan bir sezonda 3.000 sayıyı aşana dek bu durum hiç değişmedi). Saha içi isabet yüzdesinde lider oldu, bir maçta tam 55 ribaunt toplayarak bugün bile kırılamayan bir başka rekora daha imza attı. Koç McGuire’lı ilk sezonunda, yani NBA’deki üçüncü yılında ise, Kobe Bryant bizleri heyecanlandırana dek yanına bile yaklaşılamayan o mucizeyi yarattı ve 2 Mart 1962 tarihinde, New York Knicks’e karşı 100 sayı atmayı başardı… Asıl mucize ise, 28/32 serbest atış isabeti yakalaması ve bir maçta en çok faul isabeti sağlayan oyuncu olma özelliğini de kazanmasıydı! Evet, 100 sayı atıyor, o sezon 4.000 sayı üretiyor, bir All-Star maçında 42 sayı kaydediyor, 61-62 sezonunda maç başına 50.4 sayı (!) atmayı başarıyor, sezon boyu bir maçta (uzatmalar dahil) ortalama 48.5 dakika (!) sahada kalıyordu. Ama ne yaparsa yapsın, şampiyonluk gelmiyordu… Ve o ünlü sözünü ilk o zaman dile getirdi: “Burası her şeyden öte bir sirk. Ve ben o kadar iyiyim ki, insanlar bana karşı savaşarak iyiliğin askerleri haline geliyorlar. Bu yüzden, kimse Golyat’ı desteklemiyor… Golyat’ı kimse sevmiyor…”

Takım satıldı, ve franchise San Francisco’ya gitti. Arizin ve Gola ayrıldı, yerlerine, sonradan efsane olacak çaylak Nate Thurmond geldi. Finale çıktılar, ama yine Boston’a takıldılar. Olmadı. Hiçbir şey işe yaramamıştı. Üstelik, siyah ırkın yükseliş ikonu haline gelen “Süper-İnsan” Wilt ise, başka bir seviyede yaşadığı için, herkesle ve her şeyle iletişim sıkıntısı yaşıyor gibi görünüyordu. En yakın arkadaşı, en büyük rakibi olan destansı Bill Rusell’dı. Ve ironi bununla da bitmiyordu; 1964 yazında Rucker Park’ta keşfettiği, kendisinden 10 yaş küçük olan Lew Alcindor’a ağabeylik ve akıl hocalığı yapacaktı, fakat Alcindor’la, yani Kareem Abdul-Jabbar ile arası öyle bir bozulacaktı ki, ömür boyu yıldızları barışmayacaktı. Wilt’in dostları da, yalnızlığı da bir tuhaftı kısacası…
Böylelikle, mutsuzluğu her halinden anlaşılan Wilt, 1965 All-Star arasında Philadelphia 76ers’a, yani eski adıyla Syracuse Nationals’a takas edildi. Kulübün efsanelerinden Dolph Schayes’in koçluğu kendisine hiç yaramadı ve tebdil-i mekandaki ferahlıkla eriştiği finallerden bir kez daha boynu bükük ayrıldı. Wilt takımla aynı frekansta değildi; yalnız başına takılıyor, geceleri yaşayıp öğlen uyanıyor, New York’ta oturup antrenmanlara ve maçlara arabasıyla gidip geliyordu. Değişmek şarttı. Ve emekli asker Alex Hannum’un koçluğa gelmesiyle, her şey değişti…

WiltChamberlain8Hannum’un gözü karaydı, korkmuyordu ve Wilt’in saygısını, onunla yumruk yumruğa kavgayı göze alabilmesiyle kazandı. Wilt’e, kendisinden önceki devin, George Mikan’ın ve en büyük rakiplerinden Bill Russell’ın yaptıklarını yapması gerektiğini anlattı. Wilt, savunmacı olacaktı. Kazanamıyordu, çünkü takımı için önce hep hücumu düşünmek zorundaydı. Kazanamıyordu, çünkü topu ve oyunu paylaşmıyordu. Wilt değişti, ortalamaları 24 sayı 24 ribaunt noktasına geriledi (!), takım halinde 68 galibiyetle o zamanın rekorunu kırdılar ve 1967’de, ilk şampiyonluğu, önce Boston hanedanını, yenilmez armadayı, sonra da Rick Barry ve Nate Thurmond’lı Warriors’ı yenerek kazandılar. Hatta Wilt, ilk gayri resmi quadruple-double’ını da ‘67 Play-offları’nda yaptı (24 sayı 32 ribaunt 13 asist ve o günlerde henüz sayılmayan, 12 blok ile). Yetmedi, Finallerde triple-double’lara da imza attı. Wilt artık bir takım oyuncusuydu; takım arkadaşlarını gözetiyor, onları taltif ediyor, koçunun görüşüne saygı gösteriyordu. Toplamdaki üçüncü normal sezon MVP ödülünü alıyordu, fakat bunu önemsemeyip, o yılki kadroyu “tarihin en büyük takımı” ilan etmesi de bunun göstergesiydi…

Wilt ve savunma.

Yetmedi, kendisini pas vermemekle eleştirenle cevap olsun diye, 1967-68 sezonunda ligin asist lideri olmayı başararak tarihte bugüne dek tekerrür etmemiş bir başarıyı daha kazandı. Pivot pozisyonu onunla bir anlam kazanmıştı ve herkes onun neler yapabileceğini görüyordu. 76ers yönetimi ile para (daha doğrusu, rahmetli sahipleri Irv Kosloff’un vaat ettiği üzere, kulübün yüzde 25’inin Wilt’e verilmesi) sebebiyle çıkan anlaşmazlıklar, onu Los Angeles’a yeni taşınan Lakers’a götürdü. Orada, iki Hall of Fame oyuncusuyla, yani “Bay Logo” Jerry West ve emsaline rastlanmamış bir başka NBA süperyıldızı Elgin Baylor ile takım olmaya çalıştı. Başarana dek, önce Kareem olmadan evvelki Kareem Abdul-Jabbar’ın Bucks’ına, Boston’a ve New York’a birer Final kaybetti. Kazanmanın yöntemini hatırladığında ise, tümden takımının kumandasını üstlenen, defans ve oyun kurma abidesi bir deve dönüşmüştü. Artık, kendisini maç başına 40 sayı atmak zorunda hissetmiyordu ve daha da olgunlaşmıştı. Bu şekilde sadece dördüncü normal sezon MVP ödülünü değil, Finaller MVP’si ödülünü ve şampiyonluğu da kazanmıştı. Üstelik, 34 yaşında olmasına ve bir önceki sene 69 galibiyet ile rekor kırmış takımın neredeyse tüm as takım parçalarından Finaller boyunca yoksun kalmasına rağmen… Ardından, 73 yazında, takımın tek sağlıklı yıldızıyken, son Finalini oynadı, ve emekli oldu…

Wilt vs Russell: Titanların çarpışması

Wilt, hep hazırdı. Şekil verilmeyi bekleyen bir suretti. Yetenekti. Nihai oyuncuydu. Tasarlanabilecek en üstün fiziğe sahip basketbolcuydu ve bunu yetenekle, atletizmle birleştirebiliyordu. Yeni dönemde kıyaslandığı Shaquille O’Neal’ın aksine, vücudunda hiç fazla yağ veya kilo olmadığı için, muazzam bir dayanıklılığı ve kondisyonu vardı. 40’lı yaşlarında voleybola merak sardı ve orada da tarih yazdı. 50’li yaşlarında bile benchpress’te 150 kilodan fazla kaldırabilecek kadar sağlam bir fiziği vardı ve kendisine hep iyi bakıyordu. Öyle ki, 40’ını aştığında, 1980-81 sezonunda, Lakers antrenmanlarında Magic Johnson’a kök söktürdüğü için, Cleveland Cavaliers ona emeklilikten dönmesini ve kendileri için oynamasını teklif etti. Aynısını 5 yıl sonra New Jersey Nets tekrarladı –üstelik Wilt artık 50 yaşına gelmişti! Unutulmaz boks efsanesi Muhammed Ali ile gösteri maçı yapması için üç kez teklif aldı, ama reddetti. Harlem oyuncusuyken, Rusya’da Sovyetler Genel Sekreteri Nikita Khrushchev ile votka içme yarışına girip kazandığı rivayet edildi, bir dağ aslanını çıplak elle öldürdüğünü iddia etti; fakat basketbol sahalarında hiç vahşi veya sinirli olmadı. Aslında, yöntemini bulup erişebildiğiniz anda, onun ne kadar insan canlısı ve nazik birisi olduğu ortaya çıkıyordu (bunu yıllar sonra, 1997’de NBA’in En Büyük 50 Oyuncusu açıklanırken eski takım arkadaşı Paul Arizin de anlayacak ve itiraf edecekti). Fakat “zirvedeki yalnızlık” kavramı, uzun yıllar boyunca onun göbek adı olmuştu…

WiltChamberlain9Wilt, güçtü. Üzerinden smaç yapmayı amaçlayan, zamanının Charles Barkley’si Gus Johnson’a koyduğu blokla, sadece topa dokunmasına rağmen Johnson’ın omzunu çıkardı. Bir defasında vurduğu bir smacın ardından potadan yere düşen top, Johhny “Red” Kerr’ün ayak parmağını kırdı. 260 kilo ağırlık kaldırabiliyordu, üstelik beslenme ve uyku düzeni ölümcül sorunlar yaratabilecek halde olmasına rağmen! İdeal bir atletti, hatta basketboldaki ilk süper-atletti. Akıllı bir savunmacıydı; potanın sabit olduğunu bildiği için oyuncunun geleceği yerin belli olduğuna inanıyor ve bloğa kalkarken asla oyuncuya değil, her daim topa saldırıyordu…

Oyuncular, rakipleriyle ölçülür. Wilt’in en büyük rakibi hep Bill Russell’dı. Wilt “Golyat” olduğu için, Bill Russell (ve hatta geri kalan tüm oyuncular) bu hikayede bir “Davut”tu. Herkes adeta basketbolun tanrısına, titanına karşı savaşıyordu ve sınırlarını zorluyorlardı. Dev fiziği ile “Stilt” (Sütun) ve “Big Dipper” (esasen Büyük Ayı anlamına gelse de, çıkış noktası, Wilt’in kapılardan geçmek için sürekli kafasını eğen bir dev olmasından kaynaklanmıştı) gibi lakaplara da layık görülen Wilt, NBA’in ilk hakiki deviydi ve normalde kendisi de bir Golyat olabilecek 2.06’lık Russell da onun yüzünden Davut olacak raddeye gelmişti…

Fakat toplamda 11, Wilt’e karşı ise 9 şampiyonluk kazanan Russell, Wilt’i daha çok çalışmaya veya daha iyi bir oyuncu olmaya zorlamadı; aksine, Golyat o kadar dominanttı ki, tarihin en büyük “galibi” sayılan Bill Russell’ın itirafına göre, esas o Russell’ı hep azami düzeyde oynamaya, gelişmeye ve daha iyi olmaya zorladı ve Russell’ı daha iyi bir oyuncu yaptı. Bill Russell’ın şahsındaki bu durum, aslında, tüm lig takımları için geçerliydi. Hiçbirisi, Wilt’i tek başına, teke tekte yenemez, hatta durduramazdı. Bu koca dev, “mağlup” sıfatını hak ediyor muydu peki? Bizce cevap şöyle olmalı: Takım olduğunda, hayır. Hem, tek başına, bundan daha fazla ne kazanabilirdi ki? Tüm hata, denklemin yanlış köşesinde yer almasıydı..

Herkes o yıllardaki basketbolu veya oyuncu yelpazesini küçümsese bile, ortada bir gerçek vardı: Wilt ve Russell’ın hükmettiği 60’lar, bugüne kıyasen çok daha sertti, o vakitler, flagrant (sportmenlik dışı) fauller yoktu, en ufak temasa faul çıkmıyordu. Üstelik her tür fiziksel darbeye maruz kalan Wilt o kadar güçlüydü ki, rakiplerinin sertliklerine yanıt verirse onların hayatlarını bile riske atabileceğini biliyor, bu nedenle kendisine yapılan her sertliği sineye çekiyordu. Wilt’i durdurmak için, onun zarar görmeyeceğini düşünen hakemler hep rakipleri kayırdı ve NBA onun dominantlığını dengelemek için kuralları değiştirdi (boyalı alan genişletme ve panyanın arkasından topu oyuna sokamama kuralları da buna dahildir). O fizikteki birisinin canının yanmayacağını düşünen hakemlere Bill Russell da eşlik edince, Wilt çektiği acılar yüzünden “numara yapmakla” suçlandı. 20 yıla yakın bir süre boyunca, bu ithamda bulunan ve sonradan özrü bir borç bilen Bill Russell ile küs kaldılar…

WiltChamberlain10
Wilt ile Russell karşı karşıya

Evet, “Davut” Bill Russell hariç kimse o’nu teke tek savunamadı, en az ikili veya üçlü sıkıştırmalarla savunuldu ve buna rağmen sayı ve ribaunt krallıklarını topladı. Wilt Chamberlain, üçlü sıkıştırmalara rağmen 30 küsur sayı 20 küsur ribaunt ortalamalar tutturarak tüm kariyerini geçirdi. Ve 30.000 sayı barajını aşan ilk isim, ve de NBA tarihinin hem ortalama olarak hem de miktar olarak en çok ribaunt alan oyuncusu sıfatlarıyla lige veda etti. Kariyeri boyunca maç başına 30.1 sayı üretip, Michael Jordan ile bu alanda ilk sırayı paylaştı. İlk iki MVP ödülü, insan üstü hücumculuğu için kendisine verilse de, şampiyonluğu kazanamadı. Nihayetinde, o da, basketbolda kazanmak için bireyselliğin yetmeyeceğine kanaat getirdi ve gelişmektense, oyununu değiştirdi. Kendinden evvelki iki devin, George Mikan’ın ve Wilt’ten üç sene evvel lige giren Bill Russell’ın yaptıklarını yapınca, takımıyla birleşebilince, 3. ve 4. MVP ödüllerini aldı ve şampiyon oldu…

WiltChamberlain11Wilt, sadece gücüne güvenip her topu smaç vurmamasına rağmen, tek başına o kadar durdurulamazdı ki, herkes o’nun kaybetmesini istedi ve basketbol onu yenebildiği için biz basketbolu sevebildik. Eğer Boston Celtics olmasaydı, birileri Wilt’in önünde duramasaydı, çok uzun yıllar boyunca, tek bir kişinin, koca bir takımı sürekli yenebildiğine şahit olacak ve belki de basketboldan soğuyacaktık. NBA, onunla sınandı, ve sınavı geçip kazandı. Wilt’e rağmen başkaları şampiyon olabildiği için, basketbol bugünlere geldi. Ve biz, işte bu yüzden, bir maç sırasında aldığı darbeyle iltihap kapan dişlerinin yıllar sonra kalp krizini tetiklemesi sonucu henüz 62 yaşında aramızdan ayrılan Wilt Chamberlain’i, 20 bin kadınla yatabilmesi, Conan filminde oynaması veya akranlarının arasında en çok para kazanan isim olması gibi meziyetleriyle değil, basketbolun ilk hakiki bireysel tanrısı, titanı ve tarihin gördüğü en dominant güç olarak hatırlayıp anıyoruz; en büyük dostu Bill Russell ve en büyük “düşmanı” Kareem Abdul-Jabbar da Wilt’e dair bizimle aynı kanıda ve saygıda oldukları için, oyunun sınırlarını belirleyen, basketbolu sağ bırakıp bize bağışlayan Wilt’e saygılarımızı sunuyoruz…

100 sayılık meşhur maç

Bir minik Trivia: Rivayete göre, Wilt, George Mikan ve Russell NBA’i boyalı alanda domine ettikleri için, yeni kurulan ABA oyunu değiştirip heyecan getirmek adına üçlük çizgisini yaratır. NBA ise, bu devlerden çok sonra, Kareem Abdul-Jabbar aynı şekilde ligi domine ettiği için üçlük çizgisini kabul eder… Ayrıca, nedeni bilinmese bile, Wilt 1956 Olimpiyatları’ndaki ABD kadrosuna davet edilmemiştir…

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.