Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Kemal Can ile 5 Soru 10 Cevap (15): Talimatlı soruşturmalar ve şaşırma hakkı

Kemal Can bu pazartesi “5 Soru 10 Cevap”ta yargı kararları ve uygulamalarının vardığı noktanın anlamı nedir, kutuplaştırıcı dil zayıflık alameti olan bir teknik hamle midir, örtülü kabullenmenin araçları nelerdir, alanlar ve kurumlar kuralların ihlal edilmesine nasıl direnebilir, şaşırmak ve kabullenmemek hakkı neden önemlidir soruları üzerinde durdu.

Yayına hazırlayan: Uğur Gümüşkaya

Merhaba, iyi haftalar.  

Hafta sonu Müjdat Gezen ve Metin Akpınar ile ilgili başlatılan soruşturmanın işaret ettiği noktayı biraz konuşacağız. Çünkü bu tekil olay değil. Çok sayıda örneğini yaşadık. 

Soru 1 – Yargı kararları ve uygulamalarının vardığı nokta bize ne söylüyor?

Olayı, artık bir fiili durum olmaktan bir gösteriye dönüşen bir durum olarak algılamak önemli. Çünkü, daha önce de yargının siyasi baskı altında olduğu, pek çok kararında, uygulamasında siyasetin etkisinin bulunduğu, doğrudan ya da dolaylı bir takım talimatlarla hareket edildiği, hukuki normların değil başka siyasi münazaraların öne çıktığı çok sayıda iddia, somut gösterge ortaya konmuştu. Bu uzun süredir Türkiye’de konuşulan bir şey. Yapılan anayasa değişikliği ile oluşan yeni yönetim sisteminin yargı üzerinde yürütmenin açık baskı imkanlarının da artmasıyla bunu artacağı öngörülen bir şeydi. Ama artık bugün itibariyle gördüğümüz örneklerde, talimatlandırılmış yargı faaliyetlerinin göstere göstere yapılan bir güç sahnelenmesi ya da gücün kabul ettirilmesi haline geldiğini görüyoruz. Müjdat Gezen ve Metin Akpınar hakkında soruşturma başlatılması hikayesinde tablo çok net: Önce iktidara yakın medya sonra Erdoğan’ın çıkıp kürsüde doğrudan işaret etmesi. Bu işarette de, şimdiye kadar söylediği gibi ‘gereğini yapın gidin yargıda hesap verin’ değil, doğrudan bu isimleri zikrederek gidin şimdi “bedelini ödeyin” demesi, sonrasında hemen soruşturmanın başlatılması, artık bunun saklanan değil gösterilen ve iyice anlaşılması istenen bir durum haline dönüştüğünü gösteriyor.  

Yargıya gidin hesap verinden bir sonraki aşama “gidin bedelini ödeyin” sözü, aslında kararın da verilmiş olduğu sadece tahsilatın yargı tarafından yapılacağı anlamına gelen bir ifade. Gidin bedelini ödeyin demek ne demek? Herhangi bir suçlamayla ilgili ya da on binlercesini açtığı gibi Cumhurbaşkanı hakaret davası açabilir, yargıdaki sonucu beklenebilir. Ama Cumhurbaşkanı iki ismi hedef göstererek “şimdi gidin bedelini ödeyin” diyor. Daha önce de pek çok soruşturmada benzer şeyler yaşandı. Bu tür hedef göstermelerin hemen sonrasında yargı hemen harekete geçerek bir tür talimatı yerine getirme işlemini başlattı. Bunların çoğunda “gereğini yapma” kavramı zaten bunun bir normal prosedür haline dönüşmesi anlamı taşıyor. Yani yürütme tarafından verilen talimatları yargının yerine getirmesi zaten normal bir işleyiş haline geliyor. Bunun da görünür, gösterilir bir duruma dönüştüğü anlaşılıyor. Bu önemli bir şey. Pek çok nedeni var bunun. Yılgınlık yaratmak, yenilgi hissi yaratmak, insanları korkutmak gibi pek çok neden bulunabilir ama çok temel bir meselesi daha var. Bir tür zorla kabul ve saygı üretmek. Çeşitli nedenlerini burada tartıştığımız gibi, iktidar toplumun bir kesimi için bir rıza üretme mekanizması kurmuş durumda. Ama rıza üretemediği taraf için de bir zoraki saygı, zoraki kabullendirme yaratma baskısını artırarak devam ettirdiğini gösteriyor. Bu önemli ve yeni bir durum. Buna itirazların da bence problemli olan bazı noktaları var. Onlara da değinmek istiyorum.  Çünkü bu kabullendirme sürecinde verilen reaksiyonlar da son derece önemli. 

Soru 2 – Bu kutuplaştırıcı nefret söylemini, iktidarın bir zayıflık alametidir ve gündem değiştirmek için ve seçim öncesinde oy konsolidasyonunu yenilemek için taktik bir hamlesidir diye tanımlamak bizi nereye götürüyor? 

Evet doğru, baskıcı uygulamalar iktidarın zayıflıklarını örtmeye yarayabilir. İktidarlar seçim gibi belirli ihtiyaç dönemlerinde bu hamleleri artırabilirler. Bu bir realite, şaşırtıcı bir şey değil. Ama  bunun başka bir karşılığı var; o da direnen, karşısında muhalefet eden herkesin güçsüzlüğünü gösterme ve pekiştirme. Bu da, kabullenme ile ilişkilidir. Bu anlamda da. “niye şaşırıyorsunuz ki,  hep yaptığı şeyi yapıyor, oylarını konsolide etmek için nefret söylemini, kutuplaştırıcı söylemi yeniden yükseltiyor” deniliyor. İşte “ne var bunda?” meselesi yani şaşırmaktan vazgeçmek bunun artık normalleşen bir durum olduğunu kabul etmek çok sorunlu. 

Bir tür kül yutmazlık ile “bunda şaşıracak ne var, bunu hep yapıyor” söylemi, karşısında duruyor gibi görünmekle birlikte yaşananlarla ilgili normalleşmeye, kanıksamaya katkı sağlayan bir duruma dönüşüyor. Artık bir var oluş biçimine ve iktidarın göstererek ve kabul ettirerek zora dayalı olarak bir güç tiyatrosuna dönüştürdüğü baskı uygulamalarını normalleştirmeye yarıyor bu yaklaşımlar. Dolayısıyla, “hala buna alışamadınız mı?”,  durumun vahametini göstermiyor, durumu kabullenen bir pasifist hatta çekilmenin dili olarak yaygınlaşıyor. 

Soru 3 – Aynı şekilde, “bitti o iş, ne bekliyordunuz?” demek kime yarıyor? 

Açıkçası bu, zamanında muhalefetin seçim usulsüzlükleri konusundaki tepkisizliğini gösteren  ve çok eleştirilen meşhur ‘adam kazandı’ tweetinin bir başka versiyonu. Eğer ona çok itiraz edildiyse onun yanlış bir yaklaşım olduğunu iddia edenler varsa, aslında “bu iş bitti, artık o eşik  geçildi, artık başka bir şeyle karşıyayız” sözlerinin de bunun tekrarlanması olduğunu  unutmamak gerekir. 

“Biz bilmiştik” demenin bir öngörü şampiyonluğu getirmeyeceği açık ama kabullenmenin başka bir biçimini üreteceği ortada. Dolayısıyla, bu tür meseleler karşısında ‘artık böyle’ yorumları üzerinden kötü bir resim çizmenin aslında bu kurulmak istenen şeye hizmet ettiğini de unutmamak lazım. Biraz sonra neden bu yüzden şaşırma ve kabullenmeme hakkını savunmak gerektiğini de bu çerçevede konuşacağız.

Soru 4 – Alanların, kurumların, kuralların tahrip edilmesine karşı nasıl direnilir?

Yargının bütün uygulamalarıyla artık mesleki saygınlığı da tehdit edecek biçimde ciddi değersizleştiğini, talimatlandırılmış  görevlerle asıl fonksiyonu olan adalet dağıtmaktan uzaklaştığını görüyoruz. Bunu fiili bir durum olarak tartışmak ve hukuki bir savunma geliştirmek ya da artık durumun böyle olduğunu kabul edip yok farz etmek… İkisi de uç şeyler gibi durmakla birlikte aynı şeye hizmet ediyor.  Hukuku fonksiyonu açısından savunmaya devam etmek ve her türlü hukuksuz uygulamayı da sürekli şaşırarak karşılamak, özüne dair meseleyi ayakta tutmak çok önemli. Elbette bu meselede de siyasi karşı çıkışın da çok önemli olduğunu görmek lazım. 

Bu anlamda, -hayli gecikmiş olmakla birlikte-  Kılıçdaroğlu’nun Gezi soruşturması ile ilgili bir reaksiyon vermiş olması bir önemli not olarak kenara yazılabilir. Ama bu tür meselelerde, bu tür şaşırtıcı uygulamalar karşısında -devlet başkanının açık talimatı ile harekete geçen yargı meselesinde- siyasi aktörlerin hızlı ve yüksek reaksiyon vermemesi problemli bir durum. İktidar sözcülerinin düşmanlaştırıcı öfke dilini ve hatta resmi organlarca desteklenen linç ritüelini kabul etmek, bunu geri savunma hattında karşılaştırmaya çalışmak çok doğru olmuyor. İktidarın bu konuda doz artırması karşısında, kabullenme alanının da büyümeye başladığını, genişlediğini görüyoruz. Bu problemli bir nokta. 

Soru 5 – Şaşırmak ve kabullenmemek hakkı neden çok önemli?

Şaşırmak ve razı olmamak başkası tarafından engellenemeyecek haklar. Sizin doğrudan kendinize ait ve kendi iradenizle kullanıp kullanmayacağınıza  karar vereceğiniz haklar. Sizin protesto hakkınız resmi makamlarca engellenebilir, fikir özgürlüğünüz soruşturma konusu edilerek engellenmeye çalışılabilir vb. Ama şaşırmak ve kabul etmemek bunun devamında itiraz etmek, kendinizle ilgili kararlarınızla oluşan hak alanları. Eğer oluşan baskı ortamı ve bazı uygulamaları sizi kendi belirlediğiniz hak alanında da daraltmışsa, şaşırmamaya kanıksamaya başladıysanız burada ciddi bir alan kaybının ve geri kazanılmasının diğerlerinden daha zor bir kaybın ortaya çıktığı bir durum vardır. 

Bu son olayda bir başka sorunlu mesele de, savunmanın, reaksiyonun Metin Akpınar ve Müjdat Gezen’in kişilikleri ve soruşturmaya konu olan sözlerinin içeriği üzerinden oluştuğunu görüyoruz. Tabi ki bunlar çok değerli insanlar. Değerli sanatçıların kolayca hedef gösterilmesi, linç edilmeye kalkılması elbette sorunlu.  Ama o insanlar herhangi biri olsalar da bu olacak bir şey değil. Şu anda Gezen ve Akpınar için verilmiş talimatla soruşturmaya reaksiyon vermek değil, herhangi bir kişi için bu nefret dilinin kullanılmasını sorun etmek önemli. Çünkü eğer kişilerle ya da içeriklerle sınırlı bir hatta itiraz edersek diğer alanlar boş kalır. Bugün geldiğimiz noktada, neredeyse bir partiye oy verdiği için insanların soruşturulabileceği, kabulün dışında her ifadenin terör seviciliği, batı uşaklığı ya da darbe şakşakçılığı gibi bir torbaya atılıp kolayca kriminalize edilebileceği bir zemindeyiz. Dolayısıyla, kişilerden ve içeriklerden bağımsız olarak bir sorun olduğunun işaret edilmesi ve her ortaya çıktığında şaşırmaya devam edilmesi, kabul etmemek gerektiğine vurgu yapılması gerekiyor.

Şimdilik bu kadar, tekrar iyi haftalar. 

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.