Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Çiğdem Toker yeni kitabını Medyascope’a anlattı: “Şehir hastaneleri kapitalizmin tapınakları”

Gazeteci Çiğdem Toker, “Şehir Hastaneleri: Milletin Cebinden Kamu-Özel İşbirliği” adlı yeni kitabını Medyascope’a anlattı. Kamuyu zarara uğratan, 25 yıllık ödeme yükümlülüğü getiren sözleşme süreçleri kamuoyuna açıklanmayan şehir hastaneleri için “Kapitalizmin tapınakları” diyen Toker’e, KÖİ projelerinin yanı sıra, nasıl ekonomi gazeteciliğine başladığını, 2001 Krizi için yazdığı ve bestelediği şarkıyı da sorduk.

Çiğdem Toker’in şehir hastaneleri üzerine yazdığı yazılarının da bulunduğu ve kapsamlı bir değerlendirme yaptığı “Şehir Hastaneleri: Milletin Cebinden Kamu-Özel İşbirliği” adlı kitabı, Tekin Yayınevi’nden çıktı. Kamu-Özel İşbirliği (KÖİ) projelerindeki kamu zararına ve ranta dikkat çeken Toker, kitabını ve hakkında merak ettiklerimizi anlattı.

“Süresinin sınırlı olacağı varsayılan bir siyasi iktidarın, birkaç kuşağı borçluluk altına sokacak sözleşmeler yapma hakkı yok”

Hem şehir hastaneleri hem de diğer KÖİ projeleri olan köprüler, otoyollarla ilgili çok sayıda makalesi, gazete yazıları olan Toker, şehir hastanelerini neden ayrıca kitaplaştırma ihtiyacı duyduğu konusunda şunları söyledi:

25 yıl süreli ve halka açıklanmayan sözleşmeleri antidemokratik bulduğum için. Her hastaneyle ayrı 25 yıllık sözleşmeler yapılıyor, her biri kapalı. ‘Ticari sır’ denilerek milletvekillerine dahi açıklanmıyor. O sözleşmelerde, Sağlık Bakanlığı’nın ve aslında bakanlık üzerinden kamunun altına girdiği borçlar var. Bunlar, kamu aleyhine ama ticari anlamda çok güçlü sözleşmeler.  2040’lı yıllara kadar, nasıl bir dünyada yaşayacağımızı kestiremeyiz, yaşayıp yaşamayacağımızı bile bilmiyoruz ama bu hastaneleri finanse eden kreditör kuruluşlar, paralarını alacaklarını biliyorlar. Antidemokratikliği burada. Süresinin sınırlı olacağı varsayılan bir siyasi iktidarın, birkaç kuşağı birden borçluluk altına sokacak sözleşmeler yapma hakkı olmadığını düşünüyorum.” 

“İnsanı küçük hissettiren kapitalizmin tapınakları”

Toker, AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Devasa” sözünü hatırlatarak, “Siyasi iktidarın ‘devasa şehir hastaneleri’ diye seçmen konsolidasyonu için kullandığı ifade, onu finanse edenler ve müteahhit şirketler için kazanç” dedi. Şehir hastanelerini “Kapitalizmin tapınakları” olarak tarif eden Toker, şöyle konuştu:

Belki de çok tanımlamadan, siz kendinizi küçük hissedersiniz. Bir haber takibi için 1998’de Vaşington’a gittiğimde bir AVM görmüştüm. İlk o zaman, ‘Demek ki kapitalizm böyle bir şeymiş’ diye hissetmiştim. Sonra o AVM’lerin çok benzerleri, hatta ölçek olarak onu da geçen AVM’ler Türkiye’ye geldiğinde bu düşüncem pekişti. Şehir hastaneleri de aslında bu mantıkla yapılmış, tasarlanmış. Aslında bu kadar pahalı olması, dövize göre hesaplanmış ödemelerin olması, güncellenmesi, 25 yıla yayılması bu büyüklükle ilgili bir şey.

“Milletin cebinden bir şey çıkmayacağını söylerken, iktidar medyasına güvendiler”

Toker kitabında, şehir hastanelerinin yatırım büyüklüklerine ve 25 yıllık sözleşmeler ile Sağlık Bakanlığı’nın ödeme yükümlülüğünün ne kadar olacağına ilişkin hesapları sunuyor. Yap-Kirala-Devret (YKD) modeli ile bakanlığın ödeyeceği kiraların enflasyon ve kur farkına göre güncelleneceğini detaylarıyla açıklayan Toker, sözleşmede esas alınan modellerle ilgili sorunu da ortaya koyuyor. Toker, iktidarı Kamu İhale Kanunu (KİK) hükümlerinin geçerli olmadığı KÖİ’ler için de, KİK’e göre yapılan sözleşmeler için de “Milletin cebinden para çıkmayacak” diye propaganda yapması hakkında şunları söyledi:

İktidar geldiğinden beri çok önemli bir mesai ve kaynağı da kendi medyasını inşa etmek için yaptı. Bu kadar gerçeğe aykırı beyanatlarda bulunabilmenin kaynağını, kendi medyasını inşa etmiş olmanın rahatlığında buluyor. İktidar medyasının pek çok işlevinden biri de haber saklamak. Haberi sunmak ya da çarpıtmak değil, göstermemek. ‘Milletin cebinden beş kuruş çıkmayacak’ sözünü bu kadar tekrar ederken, herhalde ona güvendiler. KÖİ’de müteahhit inşaata başladığında devletten bir şey çıkmıyor, bu doğru ama 25 yıl boyunca çıkıyor, yatırım maliyetini de çok aşan bir düzeyde çıkıyor, işin o boyutu hiç söylenmiyor. TTB ve bu konuda çalışan uzman hekimlerin, akademisyenlerin hesaplamalarına göre üç dört yılda kendini amorti ediyor.

KÖİ modeline ve KİK’e göre yapılan projelerin farkı 

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın şehir hastanelerinin KİK’e göre yapılacağı açıklamasına kitabında yer veren Toker, “25 yıl sözleşmeli olan, yabancıların finanse ettiği KÖİ modelinin faturasının ne kadar tahripkâr olduğu anlaşıldığı anda, KİK’e geçildi. KİK 21/b maddesine göre yapılanlar ise geleneksel yolla, bütçe kaynaklarıyla yapılıyor” diye konuştu. 

Hem KÖİ modeli, hem de KİK’e göre yapılan projeler için şehir hastanesi denmesinin kafa karışıklığı yarattığını ve manipülatif bir tarafı olduğunu vurgulayan Toker, “Yatak başına yatırım maliyetlerine baktığınızda akıl almaz farklar çıkıyor, özel sektör ve finans kapital açısından kârın ne kadar büyük olduğunu orada görüyorsunuz” dedi.

“Kapatılan hastanelerin ranta açılacağını söyleyebiliriz”

Toker, “hasta garantisi” olarak tartışılan ve iktidarın reddettiği, yüzde 70 doluluk garantisi ile şehir hastaneleri için kamu hastanelerinin kapatılmasına dair detayları kitabında paylaşıyor. Kapatılan, kullanılmayan hastaneler hakkında Toker, şu değerlendirmeyi yaptı:

Kamuoyuna açıklanmayan sözleşmelere ya da şifahi yapılan görüşmelere göre, bu hastanelerin zaten faal olmaması gerekiyor. Ülkeyi yöneten iktidarın politikalarına bakarak, pekala bunun ranta açılacağını ve bunun için uygun bir fırsat ve zaman beklendiğini söyleyebiliriz. Yeni açılan Ankara Etlik Şehir Hastanesi için kapanacak hastaneler listesi açıklandı ve sonra geri adım atıldı. Basının kararlı takibi olmasa ‘Kapanacağını nereden çıkarıyorsunuz’ demezlerdi, bundan eminim. Uzun vadede onlara dair esas niyetin yine kapatılma olduğunu düşünüyorum.

Geri adım atılsa da, Dr. Abdurrahman Yurtaslan Onkoloji Hastanesi’nin kapatılmasının gündeme gelmesine Toker, “İnsanlar kanser tedavisi görüyorlar ve burası başkentte, erişim kolaylığı olan özel uzmanlık hastanesi. Çat diye orayı kapatıyorsunuz, niye? Türkerler-Astaldi ve onun finansörlerine söz verilmiş, kazanacak diye” sözleriyle tepki gösterdi.

Tiksindirici borç ve borç yükümlülüklerinden kaçınma 

KÖİ düzeninin nasıl sona ereceğine ilişkin değerlendirme ve önerilerine de kitabında yer veren Toker, yükümlülüklerden kaçınma olasılığını, “tiksindirici borç” kavramıyla birlikte, şöyle açıkladı:

Tiksindirici borç tam da bununla ilgili. Bir iktidar, vatandaşının rızasını almadan, gerçeği de saklayarak, onun çocuklarını, torunlarını bile borç yükümlülüğü altına sokacak politikalar, borçlanmalar yapamaz. Aslında KÖİ tam öyle bir şey ama bunu karşı taraftaki muhatabınız nasıl anlar, neyi nasıl anlatırsınız, bu da siyasi iradenin bileceği bir şey. Gerçekçi konuşmak gerekirse bunun çok kolay olmadığını biliyoruz çünkü bu sözleşmeleri politik tercihini kullanan bir iktidar yapmış olsa bile, Sağlık Bakanlığı kamu hizmeti veren bir devlet kurumu.

KÖİ izleme merkezi dahi kurulmadığına dikkat çeken Toker, “Herhalde ilk yapılması gereken iş, bütün bir envanter çıkarmak ve merkezi bir KÖİ projelerinin borcunu-alacağını izleme kurumu kurmak” dedi.

“Anlaşmazlık durumunda iktidarın yargıya müdahale edeceği kaygısıyla Londra tahkimi yetkili kılındı”

Bir torba kanuna eklenen madde ile, sözleşmelerde doğacak anlaşmazlıklarda Türkiye yargısının değil, Londra tahkiminin yetkili kılındığını hatırlatan Toker, şöyle devam etti:

Kanun, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu’nda görüşülürken muhalefet milletvekilleri itiraz ediyorlar ve ‘Türk yargısına güvenmiyor musun, niye Londra’yı adres gösteriyorsunuz?’ diye soruyorlar. Orada dönemin Sağlık Bakanlığı Müsteşar Yardımcısı çıkıyor ve ‘uluslararası kuruluşların , bu sözleşmeler yürürlükteyken çıkacak olası bir uyuşmazlıkta, iktidarın ülke içinde yargıya baskıda bulunacağı endişesini’ dile getiriyor. Görmedik ki biz o sözleşmeleri, Sağlık Bakanlığı’nın imzaladığı hangi şehir hastanesi sözleşmesinin kaçıncı maddesinde bu var ve o maddeyi nasıl düzenlemişler, bilmiyoruz. Bütün bunları bilmemiz lazım.

“Ekonomi ile siyasetin, yargının kesişim alanlarından ekonomi gazeteciliği”

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencisiyken gazeteciliğe başlayan Toker, adliye ve yüksek yargı muhabirliğinden ekonomi muhabirliğine geçişini şöyle anlattı:

Anadolu Ajansı’nda Yargıtay, Danıştay, Anayasa Mahkemesi (AYM) ve gerektiğinde Yüksek Seçim Kurulu ile Sayıştay’a da bakıyordum. O zamanlar Danıştay’da ve AYM’de kamuoyunun ilgisini çekebilecek dosyalar vardı. Biri, Süleyman Demirel’in yeğeni Yahya Demirel’in ‘Hayali İhracat’ dosyasıydı. Bölge İdare Mahkemesi’nde ilk özelleştirme davaları vardı. Bunlar aslında ekonomi ile siyasetin, yargının kesişim alanlarıydı. Ekonomi haberlerine talep olan ve ekonomi haberciliğinin yükseldiği bir neoliberal açılım dönemiydi. Ajansta yönetici konumda bulunan meslek büyükleri ile arkadaşlarımdan oluşan ekonomi servisinden bir ekip Ekonomik Panorama Dergisi’ne transfer oldular. O ekibin biraz da ısrarlı davetiyle ben de Panorama’ya geçtim (Burada Semra Cora, Maruf Buzcugil ile İsmet Hazardağlı’nın isimlerini anmak isterim). Belki yatırım-tasarruf araçları anlamında bir ekonomi muhabirliği olmasa da, bu kesişim alanlarından doğru bir ekonomi gazeteciliği yapabileceğimi düşündüler.” 

“İçimiz dışımız 2001 Krizi olmuştu, ‘Piyasalar’ şarkısı müzik tutkusuna denk gelen bir parantez oldu”

Toker, 2001 Krizi üzerine yazdığı “Piyasalar” isimli şarkısını dört yıl önce yayınlamıştı. Başka besteleri de olduğunu söyleyen Toker, müzikle çok ilgili olduğunu ve ekonomi muhabiri olmasa da böyle bir şarkı yapabileceğini belirtti. Neden 2001 Krizi hakkında bir şarkı yaptığı konusunda ise Toker, şunları söyledi: 

AKP iktidarından önce, koalisyon hükümetinde gece gündüz liderler zirvesi izliyorduk, zorlu birkaç sene geçirdik. IMF’nin, Kemal Derviş’in geldiği dönem, bizlerin de gazeteci olarak gecesinin gündüzüne karıştığı bir dönemdi. Meclis’te sabahladığımız, Başbakanlık merdivenlerinin önünde gece yarısına kadar beklediğimiz çok olmuştur. İçimiz dışımız 2001 Krizi, ‘15 günde 15 yasa, reformlar’ olmuştu. O şarkı, müzik serüvenine ve müzik tutkusuna denk gelen bir parantez oldu. Bir yandan da çok fazla aynı cümleleri, aynı kelimeleri, aynı ifadeleri tekrar etmek, niyet mektupları denen şeyleri okumak, aktarmak, haberleştirmek, böyle bir parçayı da beraberinde getirdi. Biraz alaysı, kendimizle de dalga geçen bir şey çıktı ortaya.