Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

AKP’li yıllara içeriden bakış (16): Beterin beteri

AKP’li yıllar serisini yazarken birçok defa galiba en korkunç sene bu sene diyorum ama maalesef sürekli beterin beteri ile karşılaşıyorum. Şimdiye kadar yaşananlar arasında en beteri 2016 yılı sanırım.

***

12 Ocak’ta Sultanahmet Meydanı’nda, Suriye kökenli IŞİD militanı bir canlı bombanın turist kafilesinin arasına girerek üzerindeki bombayı patlatması sonucu bombacı dâhil 11 kişi hayatını kaybediyor ve 16 kişi yaralanıyor. Bombacının haricinde saldırıda hayatını kaybedenlerin tamamı Alman vatandaşıydı.

13 Ocak’ta Diyarbakır’ın Çınar ilçesinde İlçe Emniyet Müdürlüğü’ne bombalı saldırı düzenleniyor. Saldırı sonucu biri polis, aralarında çocuklarında olduğu altı kişi hayatını kaybediyor. Saldırıyı PKK üstleniyor. Hükümetin Kürt açılımı sürecinde hassas bir zeminde attığı adımları yarı yolda kesmesi, ülkeyi başından beri korkulan noktaya taşıyor, 2015 yılında tırmanmaya başlayan terör eylemleri bu yıl da devam ediyor. Olaylar Suriye meselesi üzerinden de dallanıp budaklanacak ve bir umutla başlayan barışma sürecinde işler iyice içinden çıkılmaz hale gelecek. Kontrolünü kaybeden hükümet bu zamana kadarki sert güvenlik politikalarına geri dönüyor. Diyarbakır Cezaevi’nde yaşanan olaylardan utanç duyulduğu söylenerek başlatılan süreç, kayyumlarla ele geçirilmek istenen irade gaspına evirilecek.

17 Şubat’ta Ankara Devlet Mahallesi’nde asker ve personelleri taşıyan servis araçlarına trafik ışıklarında bekledikleri sırada bomba yüklü araçla saldırı düzenleniyor. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu 29 kişinin hayatını kaybettiği, 61 kişinin yaralandığı saldırının YPG tarafından gerçekleştirildiğini, saldırının failinin Salih Neccar isimli bir kişi olduğunu ve saldırıyla ilgili olarak dokuz kişinin gözaltına alındığını açıklıyor.

4 Mart’ta Zaman Gazetesi’ne İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nın talebi üzerine kayyum atanıyor. Bank Asya’ya el konulmasının ardından hükümet aleyhine propagandaya başlayan medyasına da el konularak atılan ikinci adım hükümetin şakası olmadığını, geri dönülmez bir yola girildiğini gösteriyor.

12 Mart’ta Ensar Vakfı’nda tecavüz olayı patlak veriyor. Karaman’da Ensar Vakfı ve Karaman Anadolu İmam Hatip Lisesi Mezunları Derneği (KAİMDER) ile bağlantılı olduğu söylenen yurtlarda kalan, yaşları 8 ila 10 arasında değişen 45 çocuğun sorumlu öğretmen Muharrem Büyüktürk tarafından cinsel istismara maruz bırakıldığı olay, bir çocuğun yaşadıklarını bir psikoloğa anlatması ve psikoloğun konuyu yetkililere bildirmesiyle ortaya çıkıyor.

Tecavüze uğradığı ileri sürülen 45 çocuktan 10’u Karaman Devlet Hastanesi’nden tecavüz raporu alıyor ve raporlar dava dosyasına giriyor. Söz konusu çocuklar, Karaman’ın köy ve mahallelerinde oturuyor, okumaları için bu vakıfların kurslarına gönderiliyor. 2012-2015 arasında 10 çocuğa cinsel istismarda bulunmakla suçlanan öğretmen Muharrem Büyüktürk 508 yıl 3 ay hapis cezasına mahkûm ediliyor. Çocuklar yurtlarda tecavüze uğrarken yurtları denetlemekle yükümlü olan kişilere ne mi oluyor?

CHP Ankara Milletvekili Yıldırım Kaya:

”Tecavüzcü öğretmenle yurtlarda fotoğraflar çektiren, Karaman İl Milli Eğitim Müdürü Asım Sultanoğlu, Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Müşavirliği’ne atanmış. Hiçbir şey olmamış gibi hayatına devam ediyor! O dönem bu yurtların denetlenmesinden sorumlu olan Karaman Özel Öğretim Kurumları Şube Müdürü Ahmet Bayır da bugün Ankara Milli Eğitim Şube Müdürlüğü görevini yürütüyor. Görevlerini suistimal ederek 45 çocuğumuzun taciz ve tecavüze maruz kalmasına göz yuman kamu görevlilerine ödüllendirme gibi görevlendirmeler yapılmış”.

Ensar Vakfı’nın evlerinde gerçekleşen tecavüz skandalıyla ilgili “Bir kere olması karalamak için gerekçe olamaz” diyen Aile Bakanı Sema Ramazanoğlu hakkında Meclis’te verilen gensoru önergesinin görüşülmesi reddediliyor. Gensorunun reddedilmesinin ardından, AKP’li vekiller sıraya girerek Ramazanoğlu’nun elini sıkıp, tebrik ediyor.

Yazar ve ilahiyatçı Hayrettin Karaman, Yeni Şafak’taki köşesinde 19 Aralık 2019’da yayınlanan köşe yazısında “Ensar Vakfı Büyük Türkiye Buluşması” başlığıyla bir yazı kaleme alıyor ve vakfın yıpranan imajını onarmak için, vakfın İslam dinine hizmet etmek adına birçok eğitim kurumu ile yapılan işbirliklerinden bahsediyor. Onun için neyin evla olduğunu uzun uzun anlatıyor.

***

“Keşke insanlarla muhatap olmayacağım bir işim olsa” duamın evrendeki ilk karşılığı, çağrı merkezinin ardından Sabiha Gökçen’deki işim, o zamana kadarki en zorlayıcı, en heyecanlı, en eğlenceli işim oluyor. Yolcu hizmetleri memuru olarak görev yaptığım Sabiha’da her gün bir olay, her gün birbirinden eğlenceli, deli, tuhaf insanla karşılaşıyorum. Her gün yeni bir şeyler öğrendiğim bu işte, geceleri mesai bitmeden önce son boardingler’e çaylakları götürmek adettendir. Abdullah Abi de boarding’e geçerken “Elif, gel” diyor. Bir heyecanla atlıyorum kontuardan. Boarding izleyeceğim, kimlik eşleştirip kartları okutacağım, kartları sayarak yardım edeceğim. Gittiğimizde bakıyorum bizden başka kimse yok, boarding iki kişi yapılır normalde, benim gibiler de yardım eder. Yardım etmeyeceğim, boarding’i beraber yapacağız, eyvahlar olsun! Hiçbir şey yokmuş gibi sakin sakin kimlik eşleştirip, kartları okutup, defalarca okutup sistemde kontrol ediyorum. Allah’tan şut altında sorun çıkmıyor, bagajı alınan yolcular uçakta. Son yolcuları bekliyoruz, ben iyice heyecanlanmaya başlıyorum. Abdullah Abi son yolcular ile uçağa gidince bana sayıyı söyleyecek, ben de sistemdeki sayı ile eşit çıkarsa mutabık diyeceğim ve bu iş bitecek. Tüm boarding’i yapmak için yalnızca 15 dakikanız var, bu süreyi aşarsanız uçak gecikmeye girer ve geçen her dakika sizin hanenize yazılır. Cezası büyüktür ama şirketler genelde personele yazmaz bunu, yazsa o işi yapacak kimseyi bulamazlar herhalde. Ama yine de şirketten zılgıtı yememek için gecikme yaşanmamalı elbette. Son yolcuları alıyoruz, Abdullah Abi bana telsizi nasıl kullanacağımı anlatıp otobüsün içine itiyor, “ne, nasıl” derken talimatları bir daha söylüyor kapı kapanırken, yanımda on beş yolcuyla uçağa doğru gidiyorum, kalbim küt küt atıyor.  Neyse ki sayı sistemle tam geliyor, öyle gerginim ki o an bir de sen say deseler kesin yanlış sayacağım, parmaklarımı bile saymaya kalksam 13 bulabilirim.

O günden sonra artık boarding de yapabildiğimi öğrendikleri için bir firmanın kontuar sorumlularından biri oluyorum. O işi de kotardıkça kendime olan güvenim iyice artıyor. Bir gün İzmir uçağı yapıyoruz. Tanınmış bir gazeteci beliriyor sırada. Beni görünce yüzü öfkeyle doluyor. Başı kapalı bu kadının burada, hem de ilk kontuarda ne işi var? Sıra ona ve arkadaşlarına gelince beyefendi bana işlem yaptırmamak için saatine falan bakıyor, başkası önüme gelsin diye ama aksi gibi arkadaşı yanımdaki kişiye gidiyor. Mecbur işlemini ben yapıyorum. Güler yüzümle kibar kibar konuştukça iyice sinirleniyor, hızlıca biletini alıp gidiyor. Biraz beceriksizce yapsam işimi memnun olacak ama her şey tastamam.

***

11 Mart’ta Amerika Birleşik Devletleri’nin Ankara Büyükelçiliği, Bahçelievler’de bir saldırı olabileceğine dair uyarıda bulunuyor. Ayrıca Türkiye hükûmeti kaynaklı başka bir istihbarat bilgisi paylaşarak Türkiye hükûmetine ait bina ve lojmanlara potansiyel bir saldırı olabileceğini belirtiyor.

13 Mart’ta Ankara Kızılay Güvenpark’ta, otobüs duraklarına yakın bir mesafede gerçekleşen, ikisi saldırgan olmak üzere toplam 38 kişinin hayatını kaybettiği ve 19’u ağır 125 kişinin yaralandığı bombalı araç saldırısı gerçekleşiyor. Saldırı, beş ay içerisinde Ankara’da gerçekleşen üçüncü bombalı saldırı oluyor. Asıl hedefin Kızılay Meydanı’nda bulunan çevik kuvvet polislerinin olduğu ancak aracın fark edilmesi ve ateş edilmesi sonrası ana yol üzerindeki belediye otobüsüne çarptığı ve patlamanın da bu esnada gerçekleştiği ortaya çıkıyor. 

17 Mart’ta Almanya, İstanbul’daki vatandaşlarını bir saldırı olabileceği konusunda uyarıyor. İstanbul Özel Alman Lisesi ve Almanya’nın Ankara ve İstanbul’daki diplomatik temsilcilikleri güvenlik gerekçesiyle tatil ediliyor. Bunun üzerine İstanbul Valiliği açıklama yaparak uyarıyı “yabancı ülke temsilciliklerinin teyide muhtaç duyumları” olarak nitelendiriyor ve “sansasyonel ve gayri ciddi haber ve söylentileri dikkate almamaları” konusunda vatandaşlara çağrı yapıyor.

19 Mart’ta İstanbul İstiklal Caddesi’nde sivillere yönelik bombalı intihar saldırısı gerçekleşiyor. Sabah saat 10.55’te Beyoğlu-İstiklal Caddesi’nde IŞİD bağlantılı Mehmet Öztürk’ün üzerindeki bombayı patlaması sonucu üçü Amerikan-İsrail vatandaşı, biri İran vatandaşı ve biri saldırgan olmak üzere beş kişi hayatını kaybediyor, 36 kişi yaralanıyor.

1 Mayıs’ta Gaziantep’te bir IŞİD militanının Gaziantep İl Emniyet Müdürlüğü binasının bulunduğu bölgede gerçekleştirdiği intihar saldırısı sonucu saldırgan ve üç polis memuru hayatını kaybediyor, 23 kişi yaralanıyor. 

1 Mayıs’ta “Pelikan Dosyası” adı altında anonim bir blogda Davutoğlu’nun Erdoğan’a ihanet ettiği ve istifa etmesi gerektiği belirtiliyor. 1993’te vizyona giren siyasi gerilim filmi Pelikan Dosyası’na gönderme yapılan blogda, Davutoğlu ile Erdoğan arasındaki 27 gerilim başlığı listeleniyor ve Davutoğlu’na karşı saray destekli bir entrika yürütülüyor.

Ahmet Davutoğlu:

“Gerekirse makamı ayağımın altına alırım; sanal şarlatanların oyunlarına izin vermem.”

22 Mayıs’ta AKP dönemi saray entrikaları ilk kurbanını veriyor. “Kukla Başbakan” olması beklenen Davutoğlu ile Erdoğan arasında Haziran 2015 seçimi sonrasında AKP’nin koalisyon hükûmeti kurup kurmaması veya seçime gidilmesi, Davutoğlu tarafından Hakan Fidan’ın vekil yapılmak istenmesi, Barış Akademisyenleri konusundaki uygulamaları eleştirmesi gibi birçok konuda çıkan anlaşmazlığın ardından Ahmet Davutoğlu, AKP Genel Başkanlığı ve başbakanlık görevinden istifa ediyor. Türkiye tarihinde ilk defa bir başbakan; askerî darbe, gensoru ve seçim mağlubiyeti gibi sebepler olmadan genel başkanlığı ve başbakanlığı bırakma kararı alıyor.

Sadece altı ay başbakanlık yapan Ahmet Davutoğlu:

“Dört yıllık sürenin daha kısa sürmesi benim tercihim değildir. Zarurettir.”

Davutoğlu’nun istifa etmesinin ardından Erdoğan’ın değişmez yedek oyuncusu Binali Yıldırım, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından hükûmeti kurması için görevlendiriliyor. 

24 Mayıs’ta 65. Türkiye Hükümeti’nin kabine üyeleri açıklanıyor. 65. Türkiye Hükûmeti, TBMM’de 315 vekilden güvenoyu alarak göreve başlıyor. 31 Ağustos’ta Efkan Ala’nın istifasıyla boşalan içişleri bakanlığı görevine Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Süleyman Soylu atanıyor. 

7 Haziran’da İstanbul-Fatih’te yine bomba yüklü bir araçla intihar saldırısı gerçekleştiriliyor. Patlama sonucunda beşi polis memuru, yedisi sivil, biri de saldırgan olmak üzere 13 kişi hayatını kaybediyor, 36 kişi yaralanıyor. 10 Haziran’da, TAK saldırının sorumluluğunu üstleniyor.

28 Haziran’da Yeni İstanbul Havalimanı’nın faaliyete geçmesinden bir süre önce kentin önemli terminallerinden Atatürk Havalimanı’nda kanlı bir terör saldırısı gerçekleşiyor. Terör örgütü DEAŞ üyelerince düzenlenen saldırıda 45 kişi hayatını kaybediyor, 163 kişinin yaralanıyor.

Cumhurbaşkanı Erdoğan:

“Büyük ihtimalle DEAŞ olduğu ortada. Bunlar İslam adına böyle bir şeyi yaptıklarını söylüyorlar. Bunların İslam’la falan alakası yok, bunların yeri cehennemdir…” 

1 Temmuz’da Osmangazi Köprüsü açılıyor. Açılışa katılan milli motosikletçi Kenan Sofuoğlu Cumhurbaşkanı Erdoğan’a imzaladığı kaskını hediye ediyor.

Açılışta konuşma yapan Erdoğan:

“Bize dost olarak yaklaşan herkesin en büyük dostu olmayı sürdüreceğiz. Bize husumet besleyenleri caydırmak için de her türlü tedbiri almaktan çekinmeyeceğiz. Yeni Türkiye’nin inşasının önünde kimse duramayacaktır, 2023 hedeflerimize ulaşmamızı kimse engelleyemeyecektir”

Devletin kasasından bir kuruş çıkmadan yapıldığı iddia edilen ve geçiş garantisi verilerek ihale edilen köprüden garanti edilen sayıda aracın geçmemesi ve doların yükselişi sebebiyle doğan kur farkı sonrası Osmangazi Köprüsü’nün 2022 yılı itibariyle devlete maliyeti, yapım maliyetinin dört katına ulaşıyor. 

***

İşimde gün geçtikçe daha başarılı oluyorum, evliliğim de yolunda gidiyor gibi. Yeni iş sayesinde maddiyatı da toparladıkça daha az tartışıyoruz. Söyleye söyleye çocuk fikri iyice yerleşiyor kafamda. Kendimi bir çocuğa vakfetmek fikri fazla gelse de gözümün önünde bir oğlan çocuğu oynamaya başlıyor artık. Yere bir şey düşürdüğümde o uzatıyor falan. Eşim kendini toparladıkça ben de güvenmeye başlıyorum. Bir gün salata yaparken limonun kokusunu öyle net alıyorum ki limonun yüzeyinde akan damlacık benim sanki. Şaşırıyorum, bu kadar net koku almak tuhaf geliyor, sanki yıllardır burnumda bir filtre varmış da o açılmış gibi. Düşünüyorum, eskiden her şeyin kokusu böyle netti sanki, en son ne zaman bu kadar net almıştım kokuları? Çocukluğumda, bir tişörtü giyerken mis gibi deterjan kokusunu hissettiğimi hatırlıyorum. Yorgun günün ardından hiçbir şey izleyecek halim yok, dünyanın bütün uykuları kapatmış elleriyle gözlerimi, direnmiyorum ve yatıyorum. Sanki koşarken birden durmuşum gibi hiçbir şey yapmadığım halde kalbim nasıl da küt küt, iki kişilik atıyor sanki. Gözlerim açılıyor birden, kalkıp hemen eczaneye koşuyorum. Bir test alıyorum ama negatif. Negatif ama ben inanmıyorum. Zaten iki hafta sonra pozitifini de görüyorum.

Hamile kaldıktan birkaç ay sonra bir biradan bir şey olmaz diye başlıyoruz yeniden aynı döngüye. Bir bira üç biraya, üç bira altıya ve tıpkı eskisi gibi kocaman yetmişlik bir votka ve peşine altı bira standardımıza geri dönüyoruz. Başlarda zaman zaman hafta içi sonraları neyse ki sadece hafta sonu böyle içmeye başlamıştı. En azından işten atılma tehdidi ortadan kalkmıştı. Öyle içtiği zaman bütün bir hafta sonu iptal demektir. Ama benim işimde hafta sonu diye bir şey yok. Vardiyalı çalışıyorum. Hadi şimdi gidiyor, çocuk olunca ne yapacağız? Bir Cuma akşamı işten geldikten sonra o yine kendi planını yapmış, Cuma gecesi tüm gece içecek ve tüm hafta sonu uyuyacak. Ben de onu kendi halinde bırakıp uyuyorum çünkü sabah 4’te işe gideceğim. Birden odaya dalıyor, yine benimle uğraşacak bir şey buldu sanıyorum.

“Elif kalk, darbe oldu!!”

***

15 Temmuz’da Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde kendilerini Yurtta Sulh Konseyi olarak tanımlayan bir grup asker tarafından bir darbe girişiminde bulunuluyor. Ergenekon ve Balyoz adıyla yapılan operasyonlar sonucu birçok asker görevlerinden uzaklaştırılmış, yerine hükûmete yakın olduğu ileri sürülen kadrolar getirilmişti. Darbede adı geçen isimlerin birçoğu özellikle Ergenekon süreci ile birlikte önü açılarak Yüksek Askerî Şûra’da terfi eden kişilerdi.

Darbeci ekibin başında olduğu iddia edilen Albay Muharrem Köse, Ergenekon kapsamındaki “internet andıcı” soruşturmasında tutuklanan emekli eski Genelkurmay Adli Müşaviri Tümgeneral Hıfzı Çubuklu’nun yerine, darbe teşebbüsünde rolü olduğu iddia edilen Orgeneral Akın Öztürk, Balyoz operasyonunda birçok komutanın tutuklanmasının ardından 2013 yılında Türk Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevine getirilmişti. 2015 yılında Akın Öztürk’ün “darbe yapabilecek potansiyele sahip olduğu” gerekçesiyle bir grup subay tarafından Genelkurmay Başkanlığı’na bildirildiği ifade ediliyor. Dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu, katıldığı bir televizyon programında 2015 Yüksek Askerî Şûrası’nda, darbede kilit rol aldığı iddia edilen Tümgeneral Mehmet Dişli’nin MİT Müsteşarı ve tarafınca emekli edilmek istendiğini ancak son anda engellenildiğini belirtmiştir. Gazeteci Murat Yetkin, dönemin Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve kuvvet komutanlarının “Artık Fethullahçılar’ı durduramıyoruz, durdurmamızı engelliyorsunuz, ortak olmak istemiyoruz”  diyerek istifa ettiklerini belirtiyordu. 

Gazeteci Ahmet Şık’ın istihbarat kaynaklarına dayandırdığı bilgilere göre Türk Silahlı Kuvvetleri’ndeki Gülen Hareketi kadrolarına yönelen soruşturmalarla ilgili 16 Temmuz 2016 sabahının erken saatlerde operasyonların ilk dalgasının yapılmasına karar veriliyor. Bu kapsamda İzmir askerî casusluk davası kumpas soruşturmasının savcısı Okan Bato, şüpheli listesinde komuta kademesindeki birçok rütbeli askerî yetkiliyi kapsayan kişiler hakkında gözaltı kararı veriyor. Savcı Bato’nun, Ağustos ayında toplanacak olan Yüksek Askerî Şûra’dan önce operasyonların başlatılması önerisi, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan tarafından da onaylanıyor. Yapılacak operasyonlarla ilgili Genelkurmay Başkanlığı’na bilgi verilmek suretiyle onay alınıyor. Aralarında darbe girişimine kalkışanların da bulunduğu, haklarında gözaltı kararı verilen tüm askerler teknik takip altına alınıyor. 16 Temmuz 2016 tarihinde sabah 04.00’te operasyonlar başlayacak. 

15 Temmuz 2016, saat 10.30 civarında Kara Havacılık Komutanlığı’nda görevli Binbaşı O.K. darbe girişiminden haberdar oluyor. Bunun üzerine öğle saatlerinde kendi inisiyatifi ile bölüğünü terk ediyor ve Millî İstihbarat Teşkilatı’na giderek kalkışmaya dair ihbarda bulunuyor. Darbe hazırlığında olunduğuna dair 15 Temmuz 16.00’da istihbarat edinen Millî İstihbarat Teşkilatı Müsteşarı Hakan Fidan, dönemin Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler’e ilk bilgilendirmeyi veriyor. Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanlığı’na davet ediliyor. Saat 18.00 sularında Hakan Fidan, Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar ve komuta kademesiyle görüşmek için karargâha gidiyor. MİT’e gelen ihbarın daha büyük bir planın parçası olabileceğinin altını çiziyor. Genelkurmay Başkanlığı; hava sahasının kapatılması, tüm askerî hareketliliğin yasaklanması, Kara Havacılık Okulu’nun ivedi teftiş edilmesi gibi tedbirler alıyor. Karargâhta yaşanan bu hareketlilik ve Hulusi Akar’ın Türk hava sahasını kapatma emri üzerine deşifre olduklarından şüphelenen darbeciler, kalkışmayı 03.00’ten 20.30’a çekiyor. Bununla birlikte Müyesser Yıldız’ın iddiasına göre Hakan Fidan, darbe teşebbüsünün olduğu gün Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar’la görüştükten sonra Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez ile yemeğe gidiyor. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ve Başbakan Binali Yıldırım’ı da bilgilendirmeyen Fidan, eski Başbakan Ahmet Davutoğlu’na şüpheli bir askerî hareketlilik olduğuna dair bilgi veriyor. 

15 Temmuz 2016, 22.00 civarında Boğaziçi Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü bir grup Jandarma Genel Komutanlığı mensubu tarafından araç trafiğine kapatılıyor. Eşzamanlı olarak Orgeneral Akın Öztürk’ün emriyle 4. Ana Jet Üs Komutanlığı’ndaki 141. Filo’dan kalkan savaş uçakları ile jandarma ve kara havacılığa bağlı helikopterler, Ankara üzerinde alçak uçuş yapmaya başlıyor. Bu sırada 4. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda bulunan Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hulusi Akar, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Salih Zeki Çolak, Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Abidin Ünal, Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Galip Mendi, Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral Yaşar Güler, Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri Fahri Kasırga ve bazı üst düzey komutanlar darbeci askerler tarafından rehin alınıp bilinmeyen bir yere naklediliyor. Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral Bülent Bostanoğlu “sık sık yer değiştirmesi” sebebiyle darbeciler tarafından bulunamıyor.

Saat 22.30 civarlarında ise Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından yapılan çağrı ile tüm Emniyet mensupları göreve çağrılıyor. Millî İstihbarat Teşkilatı binasına askerî helikopterden ateş açılıyor, teşkilat mensupları tarafından uzun namlulu silahlar ile cevap veriliyor. Emniyet kuvvetleri, darbeci askerlerin içerisinde bulunduğu Genelkurmay Başkanlığı yerleşkesine giden yolları kapatıyor.

İstanbul’da Atatürk Havalimanı, hava trafik kontrol kulesini kontrol altına alan 1. Ordu Komutanlığı’na bağlı askerlerce sadece iniş yapacak uçaklara izin verilmesi kaydıyla hava trafiğine kapatılıyor. 

4.55’de askerler tarafından basılan TRT ekranlarında sunucu Tijen Karaş tarafından Yurtta Sulh Konseyi imzalı darbe bildirisi okunuyor.

Türk Silahlı Kuvvetleri’nin e-posta adresinden akredite basın mensuplarına “Ülke yönetimine bütünüyle el konulmuştur.” şeklinde mesaj gönderiliyor. Eşzamanlı olarak Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmî internet sitesinden sıkıyönetim ve sokağa çıkma yasağı ilan ediliyor. Bildiride 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet soruşturmasına, terörle mücadele konusundaki zafiyete atıfta bulunuluyor. Devlet düzeninin bozulduğu öne sürülüyor ve hükûmetin ve Cumhurbaşkanı’nın vatana ihanet içerisinde olduğu belirtilerek Yurtta Sulh Konseyi’nin ülke yönetimine el koyduğu duyuruluyor. Bu zaman zarfında, saat 23.00 civarında Dışişleri Bakanlığı yetkilileri, ABD’nin Türkiye Büyükelçisi John Bass’ı arıyor ve darbe girişiminin Washington’a aktarılması talep edilerek mevcut hükûmete destek isteniyor.

Facebook ve Twitter başta olmak üzere sosyal ağlara erişim yavaşlarken, halk ATM’lere, fırın ve marketlere akın ediyor. Ankara ve İstanbul’da toplu taşıma araçlarının ücretsiz olacağı duyuruluyor.

15 Temmuz gecesi saat 23.00 sıralarında AKP İstanbul İl Başkanı Selim Temurci SMS ile parti üyelerine il, ilçe başkanlıklarında toplanma ve tepki gösterme çağrısı yapıyor. (?!?) Neden devlet binaları, meydanlar değil de kendi parti binaları önünde?

Saat 23.25 dolaylarında İstanbul’da Bayrampaşa Çevik Kuvvet Şube Müdürlüğü binası zırhlı askerî araçlar ile kuşatılıyor, İstanbul Emniyet Müdürlüğü’nde bulunan polislerin silahlarının alınmasına teşebbüs ediliyor. Ankara’da Emniyet Genel Müdürlüğü’ne bağlı Özel Harekât Daire Başkanlığı’nın binası iki F-16 savaş uçağı tarafından bombalanıyor.

Darbe girişimi sırasında Marmaris’te bulunan Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ise CNN Türk Ankara temsilcisi Hande Fırat aracılığıyla Face Time üzerinden canlı yayınına katıldığı CNN Türk ekranlarında girişimin ordu içerisindeki Gülen Hareketi mensubu bir azınlık tarafından yapıldığını belirterek halkın kent meydanlarına inerek tepki göstermesi çağrısında bulunuyor ve Atatürk Havalimanı’na hareket ediyor. Gezi’de hükümetine karşı darbe yapıldığını belirterek evde zor tuttuğunu belirttiği yüzde 50’yi sokağa çağırıyor. Emniyet Genel Müdürlüğü, resmî Twitter hesabı aracılığıyla; Diyanet İşleri Başkanlığı ise birçok ilde camilerden sela okutarak halkı sokağa çıkmaya ve darbecilere karşı durmaya davet ediyor. Hakan Fidan Diyanet İşleri Başkanı ile yediği yemekte bunları mı konuşmuştu acaba?

1. Ordu Komutanı Orgeneral Ümit Dündar da darbe girişiminde bulunan askerlerin sorumlu bulunduğu komutanlığa bağlı küçük bir grup olduğunu bildirerek komuta kademesi olarak hareketi desteklemediklerini belirtiyor. Saat 01.00’e doğru ise darbeye teşebbüs edenlere Küçükçekmece Cumhuriyet Başsavcılığı’nca Türk Ceza Kanunu’nun 309, 311, 312 ve 313. maddelerine dayanılarak resmen soruşturma başlatılıyor ve gözaltı kararı alınıyor. Aynı dakikalarda Ankara Emniyet Müdürlüğü, İlhami Aygül ve Mehmet Yurdakul’un kullandığı F-16 tarafından bombalı saldırıya uğruyor, aynı saldırı bir saat sonra tekrarlanıyor, saldırıda iki kişi hayatını kaybediyor, 36 kişi yaralanıyor.

Gece yarısı 02.00 dolaylarında Ankara’da darbecilerin kullanımındaki iki helikopterin Türk Hava Kuvvetleri’ne ait F-16 savaş uçakları tarafından düşürüldüğü iddia ediliyor. İstanbul’da siyasilerin çağrısı sonucu Boğaziçi Köprüsü ve Fatih Sultan Mehmet Köprüsü’ne doğru yürüyüşe geçen sivil gruplar ile askerler arasında yaşanan arbedede Adalet ve Kalkınma Partisi’nin reklam kampanyalarını hazırlayan ve aynı zamanda Erdoğan’ın siyasal iletişim uzmanı Erol Olçok ve oğlu Abdullah Tayyip Olçok da dâhil olmak üzere birçok kişi hayatını kaybediyor. Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel merkezi önünde toplanan gruba darbeci askerler tarafından helikopterden ateş açılıyor.

***

Evimiz Ümraniye’de olduğundan köprüye yakın sayılırız, patlama sesleri, helikopter sesleri geliyor. Sonradan öğreniyoruz köprüde darbeciler ile vatandaş çatışmış. Darbe gecesi havaalanlarına da saldırılmış, bizde can kaybı yok ama Atatürk’teki arkadaşlarımızdan hayatını kaybedenler olmuş. Şimdi net hatırlamıyorum ama sanırım iki gün işe gidemedik. Darbe anında havaalanında olan arkadaşlarımız alanda mahsur kalmıştı. Sonrasında yeniden göreve başladığımızda nizamiyede çokça asker ve vatandaş nöbet tutuyordu, sıkı güvenlik tedbirleri ile gidiyorduk alana. Havaalanının içinde de askerler silahlarıyla devriye geziyordu. Ekstra bir sürü güvenlik prosedürü gelmişti FETÖ’cüler kaçamasın diye. Hâlbuki göz göre göre yerleştirilmişlerdi devlete. Öyle öfkeliydim ki. Resmen anahtar teslim darbe yapmıştı adamlar. Öyle anahtar teslim ki sallanan iktidarlarının bekası için Allah’ın lütfu olarak görecek kadar hazırlıklılardı bu duruma.

Ortalık gerçek-yalan bir sürü haberle çalkalanıyor. Bizimkiler inanacak yine olağanüstü bir şey bulmuşlar, dört elle sarılıyorlar ve sabah akşam hatimler indirip ağlayan hükümetlerinin yüzüne üflüyorlar. Kardeşim günlerce demokrasi nöbetlerine katılıyor. Çevremdeki birçok kişi FETÖ üyesi arkadaşlarını blokluyor, ihbar ediyor. Allah milletimize, devletimize zeval vermesin! Bu ahmaklığa hayret ediyorum. Ailedeki FETÖ’ye bulaşmamış AKP’liler, Whatsapp gruplarında aşırı milliyetçi tepkiler veriyor, tıpkı hükümet gibi FETÖ ile akrabalık kuranlara ayar vermeye kalkıyor tercihlerini yapsınlar diye. Kiminin eşi, kiminin kardeşi, kiminin dünürü FETÖ’cü. Ve hükümetle işbirliği halinde olduklarından türlü imtiyazlar elde etmiş, zengin olmuşlar. Bugüne kadar et ve tırnak gibi olan işbirliği, şimdi eti tırnağından koparırcasına kanatılıyor. Akrabalarımızın kardeşleri, eşleri ya da dünürleri ile ilgili kimin aslında ne olduğu konusunda dedikodular çıkıyor, zamanla öğreniyoruz birtakım yaptırımlar oluyor, imtiyazlar geri alınıyor ancak büyükbaşlara hiçbir şey olmuyor.

Aynı şekilde AKP’li milletvekillerinin bazı firarileri kendi imkânları ile nasıl kaçırdıkları dedikodularını da gazetelerde okuyoruz. Halka göstermelik bir şovla kendi yerleştirdikleri adamları büyük bir kahramanlık yapıyormuş gibi kapı dışarı edenlerin vatanseverlik naralarına şahit olmaya başlıyoruz. E siz verdiniz evin anahtarlarını? Ailem için bunun hiçbir önemi yok çünkü askeri, Kemalistler’i, solcuları tasfiye etmek için onlarla işbirliği yapmıştı, ne bilsin işin sonunda böyle olacağını. Başarmıştı da bak, şimdi onları da gönderince tertemiz pırıl pırıl AK Parti olacaktı her yer. Bu darbe sadece hükümet üyeleri için değil, AKP’liler için de Allah’ın lütfu olarak görülüyordu bu yüzden. Devlet artık onlara kalmıştı.

Her geçen gün insanlar KHK’larla ihraç edildikçe sevinç çığlıkları atıyor, derin bir ohh çekiyorlardı. Bu arsız grubun soğukkanlılığı beni dehşete düşürüyordu. Komşularının, akrabalarının hapislere tıkılıp çoluk çocuğunun açıkta kalmasına göz yumarken bütün bu deformasyona sebep olanlar hakkında “Ne bilsinler canım” demekten başka bir şey söylemiyorlardı. Kendini kandırmakta bu kadar mahir bir insan grubuna ne anlatabilirsiniz ki? Her şey gözleri önünde yaşandığı halde yine safa yatarak sorumluluklarını göz ardı ediyorlardı. Yıllardır örtündükleri muhafaza örtülerinin altına bir suçlarını daha süpürüyorlardı o kadar. 

***

Saat 02.30’da Millî İstihbarat Teşkilâtı Basın Müşaviri Nuh Yılmaz tarafından darbenin püskürtüldüğü açıklanıyor ancak darbe girişimi konusunun görüşülmekte olduğu Türkiye Büyük Millet Meclisi’ne havadan bomba atılıyor ve saldırı dört defa tekrarlanıyor. Şeref Kapısı, Dikmen Kapısı ve ziyaretçi girişlerinin yapıldığı bölgelerin hasar gördüğü Meclis’te saldırı sırasında dört partiden yaklaşık yüz milletvekili bulunuyor. Bombalama sonucu ikisi ağır olmak üzere on iki polis yaralanıyor. Aynı şekilde Beştepe’de bulunan Cumhurbaşkanlığı Külliyesi’ne de saldırılıyor ancak Meclis zarar görürken neyse ki sarayda bir zarar meydana gelmiyor.

Saat 03.20 sularında Ankara’dakine benzer olarak İstanbul’da da savaş uçakları alçak uçuş yapıyor. İlerleyen saatlerde Harbiye Orduevi ele geçiriliyor. Doğan Medya Merkezi basılarak CNN Türk’ün yayını ve Hürriyet’in basımı durduruluyor, Digiturk basılarak platformun yayınını durduruluyor. TÜRKSAT’ın Gölbaşı tesisleri havadan helikopter ile ateşe tutuluyor, karadan tesisi ele geçirmeye çalışan askerler, Emniyet kuvvetlerince etkisiz hâle getiriliyor. Bu sırada iki TÜRKSAT çalışanı hayatını kaybediyor. 

TRT ile Atatürk Havalimanı Emniyet tarafından kontrol altına alınıyor. Saat 04.00 sularında Erdoğan, cunta savaş uçaklarından gizlenmek amacıyla yolcu uçağı kodu olan THY 8456 kodunu kullanan “TC-ATA” uçağı ile Atatürk Havalimanı’na iniyor ve basın açıklaması düzenliyor.

Saat 05.00’ten sonra İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı darbeyi planlayanlara darbeye teşebbüs suçundan soruşturma başlatıyor. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, darbecilerin darbe sonrası için hazırladıkları sıkıyönetim atama listesinden yola çıkarak içerisinde askerler, siviller ve yüksek yargı mensuplarının bulunduğu birçok kişi hakkında yakalama kararı çıkarıyor.

İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin Vezneciler’deki hizmet binasını ele geçiren askerler ile polis arasında sabaha kadar süren çatışma sonucu polisler binayı emniyet altına alıyor. Belediye önünde yaşanan çatışmalarda Mustafa Varank’ın ağabeyi akademisyen İlhan Varank’ın da aralarında bulunduğu on dört kişi hayatını kaybediyor. Yine sabahın erken saatlerinde Boğaziçi Köprüsü üzerinde darbe güçlerinin kontrolündeki bir tank, Emniyet’e ait TOMA’yı hedef alarak ateş ediyor.

Saat 06.40’ta darbe girişiminin başladığı Boğaziçi Köprüsü’nü ellerinde tutan yaklaşık elli asker silah bırakarak teslim oluyor. Bu gelişmeden on dakika sonra Yurtta Sulh Konseyi, Türk Silahlı Kuvvetleri’nin resmî sitesinde bir duyuru daha yayınlayarak Yurtta Sulh Harekâtı’nın devam ettiğini belirtiyor ve vatandaşlara sokağa çıkmama çağrısında bulunuyor.

Boğaz köprülerinin Emniyet güçlerince teslim alınmasının ardından Kadıköy’deki Türk Telekom binasını ele geçiren askerler teslim oluyor. Kuleli Askerî Lisesi’ne düzenlenen operasyon ile seksen öğrenci gözaltına alınıyor. Saat 08.00 civarında ise Genelkurmay Başkanlığı yerleşkesinin kontrolünü elinde bulunduran askerler barikat olarak kullanılan kamyonların üzerine tank ile atış yapıyor. Jandarma Genel Komutanlığı’nda operasyon düzenleyen Emniyet kuvvetleri, on yedi askeri ölü ele geçiriyor, iki yüz elli askeri gözaltına alarak darbe teşebbüsünün merkezi olarak gösterilen binayı kontrol altına alıyor. Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutanlığı’ndaki darbe girişimine katılan askerler, Emniyet ile işbirliği hâlindeki başka bir grup asker tarafından etkisiz hâle getirilerek gözaltına alınıyor.

08.30 sularında da Boğaziçi Köprüsü kısmen araç trafiğine açılıyor. Genelkurmay Başkanlığı’nı ellerinde tutan askerlere karşı düzenlenen operasyon ile yedi yüze yakın silahsız er ve erbaş teslim oluyor. Güvenliğin tam olarak sağlanması amacıyla 16 Temmuz, 21.05’e kadar Tekirdağ’dan Bursa’ya kadar olan hava sahası sivil uçaklara kapatılıyor. Darbecilere karşı silahlı mücadeleye yönelik son açıklama MİT tarafından öğle saatlerinde geliyor ve sistematik operasyonların sonlandığı, Akıncı Üssü ve Kara Havacılık Okulu’na düzenlenen nokta operasyonlar sonrası darbe teşebbüsünün tamamen bastırılacağı açıklanıyor.

Askerî darbe girişiminin ardından İstanbul Bakırköy Cumhuriyet Başsavcılığı ve Anadolu Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından Türk Ceza Kanunu’nun anayasal düzene karşı suçlar kapsamında yer alan “cebir ve şiddet kullanarak Türkiye Büyük Millet Meclisi’ni ve Türkiye Cumhuriyeti hükûmetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini kısmen veya tamamen yapmasını engellemeye teşebbüs”, “Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın öngördüğü düzeni ortadan kaldırmaya veya bu düzen yerine başka bir düzen getirmeye teşebbüs”, “halkı, Türkiye Cumhuriyeti hükûmetine karşı silahlı isyana tahrik” ve “cumhurbaşkanına suikast” suçlarından soruşturma başlatılıyor.

***

Ailem ve çevrem, darbe konusunda hükümet ile yüzleşmeyi erteleyip örtü üstüne örtü kuşana dursun, ben de üzerimde ne kadar hakikatime ters düşen şey varsa bir bir soyunuyorum. Bebek doğduktan kısa bir süre sonra yine çalışmaya başlayacağım için eşimin ailesi ile dubleks bir ev tutuyoruz. Onlar üstte, biz altta. Eşimle yaşadığım sorunlara bir de dizilere konu olacak entrikalar eklenmeye başlıyor. Hayatım sadece sorundan ibaret adeta. Eşimin sonu gelmek bilmeyen yargılamaları, suçlamalarına yepyeni kaleler ekleniyor. Ancak artık savunma hattından çıkıyorum. Her ne oluyorsa idare etmek yerine açıkça ortaya koyuyorum. Ben her şeyi açıkça ortaya koydukça eşim de kendine çeki düzen vermeye başlıyor ama şimdi o savunma pozisyonuna geçtiği için bu sefer de onun sinir harbini yaşıyoruz. Bir gün kavga ediyoruz, ertesi sabah ayaklarıma kapanıyor. Artık standardımız haline gelen bu olaylar beni ruhsuz, duygusuz birine çevirmeye başlıyor. Aldığım her kararı soğukkanlılıkla almam gerekiyor yoksa bu kadar psikolojik saldırı ile baş edemem. Duygu yok, akıl var.

Ne yapacağımı bilmiyorum ama her zamanki gibi ne yapmayacağıma karar vermekle başlıyorum işe. Artık bu taarruzlara tahammül etmeyeceğim, ya düzelecek ya düzelecek. Bebekle aramda bir bağ oluşmaya başladıkça onunla iletişim kurmaya başlıyorum. Düşüncelerimde onunla konuşuyorum. Benim yaşadığım dengesizliklere tanık olmasını istemiyorum. Yalanlarla dolu bir hayatı olmasını da istemiyorum. Onu nasıl yetiştireceğimi düşünüyorum. Düşünüyorum: Ona ne vereceğim, ne anlatacağım? Doğduğum andan itibaren bana zerk edilen din ve tanrı inancını kısmen de olsa verecek miyim mesela? Bu toplumda yetişiyor çünkü vermesem ayrık otu olup dışlanır mı, kısmen de olsa belli bir yaşa kadar din bilgisi vermeye kalksam sonra nasıl ayıklayacağım? En iyisi bir şey vermeye kalkmayayım, ben onun adına hiçbir şeyini dizayn etmeyeceğim diyorum. Ona inanmadığım hiçbir şey söylemeyeceğim. O an onu nasıl yetiştireceğimi buluyorum. Benim ve eşimin hayatında eksik olan şeyi vereceğim ona. Eksikliğiyle bizi arızalı insanlar yapan şeyi, sevgimi vereceğim ona. Seveceğim onu sadece. Geri kalanını ondan öğreneceğim. Gerçekten de doğduktan sonra kızım öğretecek bana ona nasıl annelik yapmam gerektiğini. İçindeki bilge hem onu hem beni yetiştirecek. Yalanlarla kirletilmemiş insanlar el, akıl, gönül yordamıyla buluyor bu hayatın nasıl yaşanacağını.

Doğumdan bir gün önce eşimle İstanbul sokaklarında bağır çağır bir kavga ediyoruz. Artık hiçbir şeyine tahammül etmediğim için öyle öfkeleniyor, öyle öfkeleniyor ki daha önce terk etmeyeyim diye ayaklarıma kapanan bu adam şimdi bebeği doğurup bırakıp gitmemi istiyor. Ertesi gün sorunlu bir süreçten sonra sezeryanla doğum yapıyorum. Psikolojim sapasağlam ama içim nefret dolu. Yine özürler geliyor, artık nefret ettiğim bu adamla çocuğumun sevincini yaşamaya gayret ediyorum. Bebeğim 10 gün yoğun bakımda yatıyor. O kadar çok ağlıyorum ki hayatım boyunca gerçekten saf sevgiye dayanan bir ilişki kurmaya hazırlandığım bu minik varlığı kablolar arasında hayata tutunmaya çalışırken görünce, hemşireler acıyıp normal görüş süresinden daha fazla görmeme izin veriyor. Her gidip geldiğimde ona ve kendime moral vermeye çalışıyorum. Birbirimizi kaybetmemeliyiz. Bu hayatta artık yalnızca o ve ben varım. Birbirimize sahip çıkmak zorundayız. Bebeğimle el ele tutuşuyorum ve gözlerine bakarak benimle kalmasını istiyorum, yoksa artık benim de yaşamam için bir sebep kalmayacak. Elini kurtarıyor ve yumruğunu çenesine dayayıp “anlat” der gibi gülümsüyor bana. 

***

21 Temmuz’da Millî Güvenlik Kurulu toplantısı sonrasında Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Anayasa’nın 120. maddesi gereğince üç ay süreyle olağanüstü hâl ilan ediliyor. Olağanüstü hâl, iki yıl uzatılıyor. Girişimin ardından başlatılan tasfiye süresince Nisan 2018 itibarıyla 160 bin kişi gözaltına alınıyor, FETÖ/PDY üyesi suçlamasıyla 50 bin kişi tutuklanıyor ve 152 bin kamu personeli görevlerinden ihraç ediliyor. Darbe girişimini izleyen dört yıllık sürede 289 dava açılıyor, karara bağlanan 275 davada toplamda 4 bin 130 sanık hüküm giyiyor.

49 bin 211 kişinin pasaportu iptal ediliyor. Türkiye’nin çeşitli noktalarında bu girişime ortak olduğu düşünülen 2 bin 745 adli ve idari hâkim hakkında gözaltı kararı alınıyor, beş Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu üyesinin üyeliği düşürülüyor, 10 Danıştay üyesi gözaltına alınıyor, iki Anayasa Mahkemesi üyesi hakkında gözaltı kararı veriliyor, 2 bin 839 subay ve asker gözaltına alınıyor. 7 bin 899 Emniyet personeli, 8 bin 777 İçişleri Bakanlığı personeli, bin 500 kamu görevlisi, 15 bin 200 Millî Eğitim Bakanlığı personeli, 492 Diyanet İşleri Başkanlığı personeli, 257 Başbakanlık personeli, 393 Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı personeli, 2 bin 345 Gençlik ve Spor Bakanlığı personeli, 614 jandarma, 30 vali ve 47 kaymakam görevden alınıyor.

13 Ağustos 2016 tarihi itibarıyla toplamda 76 bin 597 kişi açığa alınıyor. 4 bin 897 kişi memuriyetten çıkarılıyor, 3 bin 725 kişi TSK’dan ihraç ediliyor.

Darbe girişimi sonrası OHAL kapsamında Cumhurbaşkanlığı tarafından 32 KHK çıkarılıyor. Bu KHK’lar ile en az 125 bin 678 kamu görevlisi görevinden ihraç ediliyor, 270 kişinin öğrenciliği sonlandırılıyor, 2 bin 761 kurum ve kuruluş kapatılıyor, farklı birim ve görevlerde olan 3 bin 213 personelin de rütbesi sökülüyor. 19 Temmuz 2018’de toplam iki yıl süren ve yedi kez art arda uzatılan OHAL sonlandırılıyor. Ancak yıllar içerisinde davalara ve ihraçlara yenileri ekleniyor. Bugün açılan davalar sonucu yapılan yeniden yargılamalarda ihraç edilip görevlerine iade edilen kişilerin sayıları da binleri buluyor. 

FETÖ için başlatılan ihraç sürecinde Sur, Cizre ve Silopi başta olmak üzere Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ndeki sokağa çıkma yasakları ve operasyonlar sırasında yaşanan insan hakları ihlallerine karşı “Bu suça ortak olmayacağız” başlığıyla yazılan “Barış İçin Akademisyenler” bildirisini imzalayan bin 128 akademisyen, darbe girişimi tasfiyelerine dâhil edilerek akademiden ihraç ediliyor.

Darbe girişimi sonrası başta Fethullah Gülen’i iade etmediği gerekçesiyle Amerika Birleşik Devletleri ve birçok Avrupa Birliği üyesi ülke ile FETÖ üyelerinin iade süreçleri ve sığınma hakkı konularında siyasi ve diplomatik krizler yaşanıyor. Birleşik Arap Emirlikleri, darbe teşebbüsünde bulunan FETÖ mensuplarına finansal destek vermek ve darbe girişiminin arkasında bulunmakla itham ediliyor. 

Darbe girişiminin ardından Boğaziçi Köprüsü, Büyük İstanbul Otogarı ve Ilgaz Dağı Tüneli’nin de yer aldığı birçok yapı, mekân, meydanın adı, darbe girişiminin tarihine ithafen değiştiriliyor.

15 Temmuz tarihi, darbe girişiminde hayatını kaybedenleri anmak amacıyla 2017’de Demokrasi ve Millî Birlik Günü adıyla resmî tatil olarak ilan ediliyor.

İddiaların odağındaki Fethullah Gülen, yaşananların senaryodan ibaret olduğunu söyleyerek hakkındaki iddiaların “onda birinin dahi” kanıtlanması hâlinde ülkeye geri dönüp en ağır cezayı çekmeye hazır olduğunu vurguluyor.

Darbe girişiminin ardından 7 Ağustos’ta İstanbul Yenikapı’da “Demokrasi ve Şehitler Mitingi” gerçekleşiyor. Anadolu Ajansı’na göre mitinge 5 milyon kişi katılıyor.

Kimileri için hesapların yarım kaldığı gün olarak tarif edilen 15 Temmuz, kimileri için büyük prodüksiyonla hayata geçirilen, çok kullanışlı bir senaryo.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.