Özgür gazeteciliğe destek olun
Search
Close this search box.

Bilge Yılmaz yönetmeye aday olduğu ekonomiyi anlattı | KKM’nin ve ekonomik acı reçetenin bedelini kim ödeyecek?

İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Bilge Yılmaz, 14 Mayıs’tan sonra Türkiye ekonomisini yönetmeye aday. Yılmaz, KKM, enflasyon, faiz, yurtdışına kaçırılan paralar ve acı reçetenin bedelini kimin ödeyeceğine dair Medyascope’un sorularını yanıtladı.  

Millet İttifakı’nın ekonomi yönetimine aday göstereceği tahmin edilen İYİ Parti Ekonomi Politikaları Başkanı Bilge Yılmaz’a, seçim sonrası beklentilerini, yapmayı planladıklarını ve siyasetçilerin ekonomiye ilişkin vaatlerini sorduk. Kendisi için “İşin teknik kısmını götürmesi beklenen insan” diyen Yılmaz cevaplarıyla, yol haritalarını detaylandırdı. Yılmaz’ın sorularımıza verdiği yanıtlar şöyle:

Millet İttifakı iktidara gelirse, mevduat büyüklüğü 2 trilyon Türk Lirası’na (TL) yaklaşan kur korumalı mevduat (KKM) sistemi, sizin başınızı ağrıtacak mı?

Başımızı ağrıtacak çok şey var çünkü çok yanlış işler yapılıyor. 14 Mayıs’ta seçimi kazanırsak görevi devralmamız birkaç hafta sürecektir. O süreçte ciddi olarak tahribat da büyüyecek. Tahribat var ama şu an göz boyayarak, doları, faizi suni olarak baskılayarak vatandaşlardan saklıyorlar. Bu baskılar kalktığı zaman fiyatlar çok farklı yerlere gidecek ve tatsız bir durum oluşacak. Onlarla uğraşmak büyük mücadele ve planlama gerektiriyor, biz onu yapıyoruz. 

KKM’den nasıl çıkacağımızı planladık. Canımızı sıkıyor mu? Tabii sıkıyor. Ciddi anlamda bu ülkeye, vatandaşlara ve gelecek nesillere bir bedeli var bunun ama bu halledilemeyecek bir sorun değil. Acıklı tarafı, buna yüz milyarlarca lira para harcanacak ve karşılığında hiçbir şey alınmayacak. Para politikaları doğru yapılsaydı, böyle bir ucube uygulamaya gerek kalmayacaktı. Bu uygulama yüzünden devlet çok büyük bir kayba uğruyor ve uzun vadede vergi veren vatandaş, gelecek nesiller ödeyecek.

Biz her şeyi doğru planlarsak, KKM’nin kendisi kolaylıkla halledilebilir. Faizle doların değerlenmesinin arasındaki farkı ya Hazine ya Merkez Bankası ödüyor. Bu bedeli ödemek mecburiyetindeyiz, bunun başka bir yolu yok. Burada yapılması gereken şu, bütün politikaları doğru uyguladığımız ve denge oluştuğu zaman insanlara hak ettikleri para verilecek ve KKM kapanacak. Biz burada devletin vatandaşına verdiği sözü tutacağız.”

KKM’ye yeni giriş yasak olacak, vadesi gelen vatandaşın hakkını verip yollayacağız

‘Çok kolay anlatıyorsunuz ama nasıl olacak bu’ diyebilirsiniz. Bu noktada, insanlara bu parayı verip hadi siz istediğinizi yapın derseniz, panik olup dolara kaçarlar ve çok ciddi bir dolarizasyonun etkisiyle dolar kopar gider, devlet bunu kontrol edemez. Bunu nasıl halledeceğiz? Başa gelmeden önce ne yapacağımızın yol haritasını vereceğiz. O yol haritasının bir parçası da KKM. ‘Bundan sonra KKM’ye giriş yasak’ diyeceğiz ama halihazırda sistemdekiler devam edebilecek. Eğer ekonomik dengeler sağlanmışsa, sağlıklı bir para politikası oturduysa biz KKM’nin vadelerinin yenilenmesine izin vermeden, vatandaşın hak ettiği parayı eline vereceğiz. Yok eğer o aşamada dengeler daha oluşmadıysa bunun bir kez daha yenilenmesine müsaade edeceğiz. O şekilde KKM’den 2023 yılının sonuna kadar çıkmayı düşünüyoruz.

Kılıçdaroğlu’nun, KKM’de kur farkı ödemelerinin yapılmayacağı açıklaması seçim vaadi veya propagandif bir söylem miydi?

Genel başkanlar benden daha iyi siyasetçiler, onların bazı teknik olmayan görüşleri olabilir. Teknik, bu işi bilen arkadaşlarla konuşulur, biz ikna ederiz gereğinin ne olduğu konusunda. Bu işin halledilme şekli böyle daha iyi olacaktır. Devletin burada verdiği söz var, vatandaşını mağdur etmemesi lazım. Zaten piyasada panik de yaratır. Genel başkanların bazı söylediklerinin arkasını, biz teknik insanlar doldururuz. Burada bir yolsuzluk, devlete kazık atma yoksa, devlet vatandaşına verdiği bu sözü tutar.

KKM mevduatları azalmaya başladığında, yeniden cazip hale getirecek tedbirler devreye koyuldu. Faiz sınırının kaldırılmasıyla da mevduatlar hızla artıyor. Faiz sınırının kaldırılması, kamunun yükünün azalması açısından iyi bir şey değil mi?

Burada esas mesele planların tutmaması ve teslim olmak. Merkez Bankası’nın para politikasında faizleri aşağı çekmesi sonucu, doların değeri hızla arttı ve onu durdurmak için faiz kullanmak yerine, bu KKM denilen garabet şey yaratıldı. KKM’nin kendisi bile yeterince cazip olmayıp kaçış başlayınca, bu sefer faizi de boş bıraktılar, baştaki ‘Biz faizleri düşük tutuyoruz’ söylemi de bitti. Bu sistemin iflasının kabulü bir anlamda. Baştan faizi orada tutsalardı, bunların hiçbirine gerek kalmayacaktı, devlet de yüz milyarlarca lira kur farkını ödemeyecekti. 

Şu aşamadan sonra, her şeyi sabit tutarak düşünürseniz, bankanın ödediği faizin yüksek olması, devletin yükümlülüklerini azaltabilir ama böyle şeyler, her şeyi sabit tutarak olmuyor maalesef. Devletin bunu yapmasının sebebi, zaten sistemi orada tutamamasından kaynaklanıyordu. Bunun bedeli hala çok yüksek olabilir ne yazık ki.

Ağustos 2022’de tekrar faiz indirimlerine başlanmasıyla dolar bir aralıkta tutulmaya çalışılıyor. Bunun için de Merkez Bankası’nın “arka kapıdan döviz satışı” yaptığı söyleniyor. Merkez Bankası şimdiye kadar ne kadar döviz sattı?

Satış tutarını hafta hafta tahmin ediyoruz ve Merkez Bankası sayılarında yalan söylemiyorsa, aşağı yukarı biliyoruz. Merkez Bankası, doları suni bir şekilde olduğu seviyelere yakın bir yerde tutmaya çalışıyor ama bu politikalar sürdürülebilir değil, belli bir noktadan sonra burada tutmak imkansız hale gelecek. Seçime kadar göz boyamak için idare etmeye çalışıyorlar, Merkez Bankası borç harç aldığı rezervleri satıyor. Merkez Bankası’nın rezervleri 21 Nisan itibariyle eksi 64 milyar dolardı, şu an bizim tahminimiz eksi 68 milyar dolara geldiği yönünde. 14 Mayıs’a kadar dayanıyorlar ama seçim ikinci tura kalırsa, 28 Mayıs’a kadar bile zorlar. 

Şu an altın satmaya başladılar çünkü dolar bitiyor, yolun sonuna gelindi. Hafta hafta satıyorlar. Ne kadar dolar sattıkları konusunda belirsizlikler de var. 128 milyar dolar satıldığı zaman, Merkez Bankası’nın ne kadar sattığının hesabını yapmak çok netti. Şimdi yine mümkün fakat insanlar elmayla armudu karıştırıyorlar. Çünkü artık Merkez Bankası zorla ihracatçının elindeki dövizi de topluyor. İhracattan ve başka kaynaklardan gelen, Merkez Bankası’nın zorla topladığı rezervlerin üzerine ne sattığını görüyoruz ama o zorla topladıkları kalemleri göremiyoruz. 

İlk aylarda ortalama beşer milyar dolar satıyorlardı, son haftalarda daha da hızlandı. Haftada 4-5 milyar dolara çıktığını, ya da çıkacağını tahmin ediyoruz. Bu sürdürülemeyecek bir şeyin son perdesi. Merkez Bankası’nın kaynaklarını tamamen tükettiler.” 

Millet İttifakı iktidara gelirse, ekonomideki tahribatın acı reçetesini kim ödeyecek?

Çok zor bir ekonomik yük alacağız, ben buna ‘Yüzyılın enkazı’ diyorum ve abartarak da söylemiyorum. Biz devraldığımız zaman, cumhuriyet tarihinin yaşadığı en ağır ekonomik problemler silsilesi olacak. Zaten biz devralmadan bunun bazıları su yüzüne çıkacak. Biz gelmesek muhtemelen Türkiye bu sonbaharda, ‘Evde yakmak için gaz mı alalım, arabalara koymak için petrol mü alalım, çocuklara yedirmek için et mi alalım, yoksa sanayi durmasın diye ara madde mi alalım’ diye zor tercihlere zorlanacak çünkü ülkenin yeterince doları yok. 

Bizim bunu hemen gerisin geri çevirmemiz ve ekonomide tekrar istikrarın sağlanması lazım. Eğer biz istikrarı sağlamak istiyorsak, bir istikrar paketi gelecek.. En azından devletin bu plansız harcamalarına son vermek zorundayız. Yolsuzluğa, israfa engel olacağız.

“Dar gelirlinin sırtına bedel yüklemek, fedakarlık yapmasını beklemek doğru değil”

Bizim IMF ile çalışmamamız ya da IMF gibi programları beğenmememizin nedeni esasen, burada en kolay fedakarlık yaptırılacak insanların ücretliler ve dar gelirli kesim olması. Onlara göre, reel anlamda ücretleri azaltırsınız, bu şekilde bir kemer sıkma politikası izleyerek istikrarı geri getirir, enflasyonu, harcamaları kontrol altına alırsınız. Ben bunun Türkiye’de şu aşamada yapılmasını doğru bulmuyorum. Birçok aşamada doğru bulmuyorum ama Türkiye’de şu an derin bir yoksulluk var. Dar gelirli insanlar artık çocuklarını bile yeterince besleyemiyorlar. Ülkenin yarısına yakını asgari ücret kazanıyor ve asgari ücret açlık sınırının altında. Böyle bir ülkede daha da çalışanın sırtına bedel yüklemek ya da fedakarlık yapmasını beklemek doğru değil. O açıdan, biz daha hakkaniyetli bir paylaşıma gideceğiz. 

Toplamda harcamalarımızı kısarken, bazı kalemlerde artıracağız. Nedir onlar? Mesela dar gelirli vatandaşın zorlandığı ve çok uzun vadede bizim için çok kötü sonuçları olan çocukların kötü beslenmesi. Onun için okula giden her çocuğa, kaliteli, gerekli gıdasını sağlayan, bilimsel olarak hesaplanmış şekilde sabah kahvaltısı ve öğlen yemeği, devlet tarafından bedava verilecek. Bunun bir maliyeti var mı, var ama bunun maliyeti KKM’ye dağıtılan paranın bir yılda belki de beşte, altıda biri olacak. Öyle düşünürseniz, bu bir tercih meselesidir. Yanlış politikalar yüzünden kuru tutmak, seçim kazanmak için  harcanan paranın çok küçük kısmıyla siz bütün çocuklarınıza düzgün gıda verebileceksiniz.

“Bu bir tercih meselesi, özel sekröre bonkörce dağıtılan teşvik politikalarını keseceğiz”

Bu para nereden gelecek? Bu bir tercih meselesi, yanlış yapılan, özel sektöre bonkörce dağıtılan ve verimsiz olan teşvik politikalarını keseceğiz. Kamu tarafında ciddi bir yolsuzluk ve israf var, kamu özel işbirliği projeleri (KÖİ) gibi projelerden kısacağız. Bunların bir kısmı için kanuni süreç işleyecek ama böyle yeni projelere girmemek de önemli. Bir taraftan da, uluslararası piyasalardaki saygınlığımızı, ortaya koyduğumuz programın ciddiyetini kullanarak, Türkiye’nin zor günlerini vatandaşı koruyarak, sosyal devlet olarak geçireceğiz. Planımız bu.

KÖİ’ler veya yap-işlet-devret projelerinin uzun yıllara yayılan maliyetleri var. Millet İttifakı iktidara gelirse, Akşener’in “tiksindirici borç” kavramıyla gündeme getirdiği şekilde, yükümlülükleri ödememek için bir yola başvuracak mı?

Tiksindirici borç sadece bir yöntem, bunun birçok yöntemi var, hepsi birden kullanılacak. Bazıları borç değil, her yükümlülük borç haline gelmiyor. Ben bunları dört ayrı kutuya ayırıyorum. Biri KÖİ’ler, diğeri özelleştirmeler. Burada borcumuz yok ama Türkiye’nin varlıkları çok ucuza satılmış, haksızlıklar yapılmış, paranın büyük kısmı yurt dışına çıkarılmış. Bu tiksindirici borçla halledilecek bir şey değil. Üçüncüsü, Türkiye’nin kamu bankaları çok usulsüz kredi vermiş ve büyük bir servet transferi yapılmış Ziraat Bankası üzerinden. Bunu da incelememiz lazım. Dördüncüsü, arka kapıdan Merkez Bankası’nın rezervleri satılmış, burada usulsüzlükler var ve büyük çıkar sağlandığından şüpheleniyoruz. 

Bunların hepsinin araştırılması lazım ama bunları araştırırken, Bilge Yılmaz, Meral Akşener ya da Kemal Kılıçdaroğlu hesap soracak diye değil, bu bahsettiğimiz politikacılar bağımsız denetimi Türkiye’ye yeniden kazandırıp, bağımsız yargının önünü açıp soruşturmalar yoluyla bu haksızlıkları tespit ettirecek. Yapılacak şey, adil bir hukuk sisteminde üzerine gidip, Türkiye’nin buradaki zararını telafi etmek ve varsa hukuki, cezai şeyleri uygulamak.

“Hiçbir yerde ‘Hesap soracağım’ demiyorum, hesabı bağımsız yargı soracak” 

Niye bu dediğimiz önemli? Çünkü bu kişisel hedef gösterme yolu olursa biz bu yurtdışına çıkan parayı geri getirmekte zorlanırız. Diyelim ki, A kişisinin Türkiye’den yolsuzluk yoluyla para kazanıp, bu parayı yurtdışına çıkardığını tespit ettik. Ben de çıktım televizyona dedim ki, ‘Bu A kişisinden hesap soracağım, ondan çatır çatır parasını alacağım’. Ondan sonra Türkiye’deki mahkemeyi kazandık ama A kişisi yurtdışında yaşıyor, parasını da çıkarmış, Londra’da, Cayman Adaları’nda bir hesapta tutuyor. Biz uluslararası mahkemeye gideceğiz, ‘Bu para Türkiye’den çalındı, iadesini talep ediyoruz’ diyeceğiz. Bu kişi, benim televizyona çıkıp yaptığım konuşmayı örnek gösterip, ‘Mahkeme olmadan Bilge Yılmaz siyasetçi olarak beni hedef gösterdi ve bu paraları alacağını söyledi. Türkiye’de bağımsız bir yargı yok, yargıyı da yönlendirdi. Bu kanuni değil, siyasi bir yargılamadır. Yüce mahkemenize sığınıyorum, benim hakkımı koruyun’ diyecek. 

Özetliyorum ve basitleştiriyorum. Burada biz, haklı davamızda haksız duruma düşüyoruz. Onun için ben hiçbir yerde, hiçbir demecimde kimseyi hedef göstermiyorum, ‘Bundan hesap soracağız’ da demiyorum. Hesap sorulacak ama Bilge Yılmaz sormayacak. Siyasiler bağımsız denetim ve bağımsız yargının önünü açacak, bağımsız yargı hesabı soracak. Bilge Yılmaz ‘Hesap soracağım’ derse, biz o hesabı hiçbir zaman soramayız. Burada suçlu buluruz, Londra mahkemeleri suçsuz bulur ve biz o paraların üzerine bir bardak soğuk su içeriz.”

“Türkiye’de politikacılar ‘Hesap soracağız’ dediği zaman, hesap sorma şansımız azalıyor”

Mesela Cem Uzan, yurtdışına kaçırdığı paraları Türkiye geri getirmedi, biz daha birçok Cem Uzan yaratırız. Beşli Çete filan deniyor ya, bu adamlar Türkiye’den aldıkları paraları çatır çatır yerler yurtdışında, biz de buradan bakarız. Bunu çözmenin yolu doğru dil kullanmak, haklı davamızda haksız duruma düşmemek için karşı tarafa delil vermemek gerekiyor. Onun için de hesabı ben sormuyorum, hesabı bağımsız yargı soruyor. Bağımsız yargı delilleri nereden buluyor? Bağımsız denetim ona veriyor. Bilge Yılmaz, delilleri toplamıyor, yargıya ne yapacağını söylemiyor, siyasi konuşmalarla yönlendirmiyor. 

Bunlar çok önemli ve dikkatli yapılması gereken şeyler. Türkiye’de politikacılar, popülist şekilde, ‘Hesap soracağız’ dediği zaman, bizim orada hesap sorma şansımız azalıyor. Onun için, en azından ben, bu işin teknik kısmını götürmesi beklenen insan olarak çok dikkat ediyorum.

Bu konuda söylemde hata yapıldığını düşünüyor musunuz?

Söylemde hatadan ziyade, insanların bu işi yorumlaması yanlış. Ben dikkatli konuşunca sanki hırsızlığı yapanları koruyormuşum gibi bir yorumlama yapılıyor, tam tersine burada o insanlardan parayı alacak olan benim. Benim izlediğim yol sayesinde para alınacak, ben esasen devletin vatandaşın hakkını korumaya çalışıyorum. Ama tabii siyaset kirli bir şey, benim de siyasi rakiplerim var, ben dikkatli konuştuğum için, onlar bu söylemlerimi kasti olarak ‘Aaa bak hesap soracağım’ demiyor, yargı diyor, bunları koruyacaklar’ şeklinde yorumluyor. Türkiye’de siyasetçilerin çoğu bu mevzuları maalesef iyi bilmiyor. Bilenlerin de başka niyeti olduğu için, bunlar bu şekilde anlatılmıyor. Aslında basitleştirilmiş şekilde anlatıyorum. Bu gri tonları olan bir şey değil, siyah ve beyaz bir şey. Çok ender şey nettir siyasette, bu onlardan biri. 

Ben bilirkişi olarak bu tür mahkemelerde çok görev aldım, haksızlığa uğramış insanları savundum, paralarını almaları için davalara girdim çıktım. Bu işler, delil üzerinden işler. Öyle masaya yumruk vurmakla, bağırıp çağırmakla olmuyor. Siz delilleri bağımsız denetim ve bağımsız yargı eliyle toplayıp işletirsiniz. Bazı deliller usulsüz toplandıysa bunların hepsi bağımsız mahkemeler tarafından yurt dışında ret olur.

“Kemal Bey’in böyle konuşmasının mahsuru olmayabilir ama bunun takipçisi olan bakanlıkta ben oturuyorsam, benim özrüm olmaz”

Bu işi bilmeyen yerel bir siyasetçi, tabii ki, özellikle popülizm içinde hesap sormaktan bahsedebilir. Burada çok dikkatli olmak lazım. Belli bir miktarda bu da yapılabilir. Şimdi Kemal Bey, Meral Hanım siyaseti benden iyi bilirler ama en azından bu işin teknik kısmını yürütecek insanların bu hatayı yapmaması lazım. Kemal Bey’in böyle bir konuşmasının mahsuru olmayabilir, diyebiliriz ki ‘O konunun uzmanı değil, yurt dışında böyle bir şeyi yok’ ama bunun takipçisi olan bakanlıkta ben oturuyorsam, ben bu dili kullanmaya başladığım zaman çok tehlikeli olmaya başlar. Netice itibariyle benim özrüm olmaz. Bunun gideceği mahkemelerin bir çoğunda, ben zaten bilirkişi olarak hakim karşısına çıkmışım. Bana derler ki, ‘Sen buradaki kuralları biliyorsun, ona rağmen kişiyi tehdit etmişsin, yargıya hedef göstermişsin’. Benim orada bu işi çok dikkatli halletmem lazım. Bu işler Türkiye’de maalesef iyi bilinmiyor, dikkatli düşünülmüyor. Türkiye, uluslararası mahkemelerde hep haklıyken haksız duruma düşüyor. 

Sonuçta paralar yurt dışına gittiği için bu işler mecburen uluslararası mahkemelere taşınacak, biz hiç dersimizi almıyoruz. Türkiye’ye uzmanlık, rasyonel davranmak gerekiyor. Yoksa biz daha çok haksızlığa uğrarız. Yapılacak şeyler belli, biz doğru şeyleri yaparsak bu meseleler o uluslararası mahkemelere bile gitmez çünkü o mahkemeleri kaybedeceklerini anlayınca, zaten burada anlaşma yoluna giderler. Müzakereyle bunları hallederiz. Ama biz burada hata yaparsak, yurtdışında kazanacağını bildiği için o kişiler mahkemeyi yurtdışına taşıyacaktır. Zaten parası orada, parayı almak için yurtdışı mahkemesine gitmemiz lazım. Yığmışlar paraları yurtdışındaki hesabına, siz istediğiniz kadar yerel mahkemeleri kazanın. O kişiler Türkiye’ye gelmediği sürece burada yapabileceğiniz hiçbir şey yok. Bakın Cem Uzan, Fransa’da lüks içinde yaşıyor, Türk hükümeti bir şey yapabiliyor mu? Hayır.

Akşener 1 Mayıs müjdesi olarak, iktidara geldiklerinde ücretlere yüzde 50 zam yapacaklarını açıkladı. Ücret artışları iktisatçılar arasında ücret-fiyat spiraliyle ve enflasyonu tetikleyeceğiyle tartışılıyor. Nasıl artacak ücretler?

Türkiye’de yaklaşık iki yıl enflasyon baskılandı, baskılandı diye kibar davranıyorum, yalan söylendi. Bu da esasen memurlara verilen zamları azalttı. Biz orada düzeltmeye gideceğiz. Düzeltmenin kesin ne olduğunu bilmiyoruz çünkü enflasyonun ne olduğunu bilmiyoruz. Gelince devletin kaynaklarına bakacağız, geriye dönük düzeltilecek. O zaman memur ve emekli maaşlarında bir düzeltmeye gidilecek, orada da öyle tahmini bir sayı var. En az yüzde 50 diye düşündü Genel Başkanımız. Sordu bana, ‘Mümkün müdür’ diye, ‘Mümkündür’ dedim. Vatandaşın geriye dönük zararı yüzde 50’yi bulmuyorsa, gerekirse devlet üstünü de tamamlar.

Bize destek olun

Medyascope sizlerin sayesinde bağımsızlığını koruyor, sizlerin desteğiyle 50’den fazla çalışanı ile, Türkiye ve dünyada olup bitenleri sizlere aktarabiliyor. 

Bilgiye erişim ücretsiz olmalı. Bilgiye erişim eşit olmalı. Haberlerimiz herkese ulaşmalı. Bu yüzden bugün, Medyascope’a destek olmak için doğru zaman. İster az ister çok, her katkınız bizim için çok değerli. Bize destek olun, sizinle güçlenelim.